Finding Camellia - 94. Bölüm (Türkçe Novel)


Bakışları Claude ve Camellia arasında gidip gelirken Baron’un yüzü küle dönmüştü. Artık Lia ile göz göze gelemiyordu.

Claude, Peirotte'deki saç tokasını aldı ve Lia'ya geri verdi. "Seni manastırdan almaya gelmeseydim, buraya geldiğini asla bilemezdim."

"Boş zamanım vardı, yani..." Lia sustu, yanlış bir şey yapmadığı halde sanki suçüstü yakalanmış gibi telaşlanmıştı.

Claude saçını kulağının arkasına attı. "Baron Peirotte ile kısaca konuşmam gerekiyor. Neden gidip arabada beklemiyorsunuz?" Uzakta duran Ivan'a hafifçe başını salladı.

"Efendim."

"Endişelenme. Sınavlar için istekte bulunmak imkansız. Sadece başvuruda bir sorun olmadığını onaylayacağım."

Lia, Ivan'la dışarı çıkmadan önce ona şüpheyle baktı. Bilhassa küçük düşürüldükten sonra, kendi yolunu tartışabileceği bir durumda olmadığını biliyordu. Adımları kalbi kadar ağır geliyordu.

Bunu Claude'un yardımı olmadan yapmayı ummuştu. Sonuçlarla onu şaşırtmak için birinci kademe sınavına gizlice başvurmak istedi. Bu süreçte fahri bir asillik elde ederse, bunun itibarını artırmaya yardımcı olacağını düşündü. Ama her zamanki gibi hiçbir şey planladığı gibi gitmedi.

Lia arabada oturdu, ellerini önünde kavuşturdu. Gün boyunca oldukça kırışmış olan pantolonunun paçalarına ters ters baktı. Bayanlar için yapılmışlardı ama düzenli olarak pantolon giyenler genellikle en düşük sosyal statüye sahip kadınlardı. Asil hanımlar ancak ata binerken pantolon giyerlerdi.

Ona böyle giysiler içinde bir safir verince ,Baron’un onu şüpheli görmesine şaşmamalıydı. Saç tokasıyla oynadı, yaşadığı aşağılanmadan parmak uçları titriyordu. Yanakları koyu bir kırmızıyla parladı.

Bir kalabalık meraklı bakışlarla arabanın etrafında toplanırken, arabanın dışında başka bir küçük kargaşa çıktı. Gardiyanlar onları kovdu ama Claude Baron’un yanından çıktığında vatandaşlar yüksek sesle tezahürat yapmaya başladı. Lia yüksek sesle sarsılarak onun arabaya doğru yürüdüğünü ve Baron’un arkasından defalarca eğildiğini gördü. Claude şapkasını gözlerinin üzerine itmişti ama bu onun kim olduğunu, yani Del Casa'nın sahibini gizleyemiyordu.

Arabaya binip perdeleri kapatmadan önce kalabalığa başıyla selam verdi.

Claude şapkasını çıkarırken, "Baron, saygısız tavrından dolayı af diliyor." dedi.

Araba sorunsuz bir şekilde ilerledi. Dışarıyı göremiyorlardı ama büyük bir kalabalık etraflarını sarmıştı.

"Şüphesi haklıydı. Böyle görünen biri, böyle değerli bir mücevher sunarsa..."

"Nasıl göründüğün kimin umurunda? Aceleyle yanlış sonuçlara varmak yerine önce kimliğini iki kez kontrol etmeliydi."

“Onu azarladın mı?"

"Doğru bir tavsiyeye ve cesaretlendirmeye ihtiyacı vardı."

Claude dümdüz önüne bakarken Lia, Claude'un yüzüne baktı. Her zamanki gibi konuşuyordu ama bir şeyler doğru gelmiyordu.


Ben manastırdayken bir şey mi oldu?


Elini dikkatlice onun elinin üzerine koydu. Claude ufak bir gülümsemeyle ona döndü ve parmaklarını onunkilere doladı. "Kendini hazırla. Eve vardığımızda çılgın bir yolculuk olacak."

"Misafirler geldi mi?"

"Hepsi çok erken geldi."

Lia başını iki yana salladı. "O zaman neden buradasın?"

" Selüloz fabrikasında bir sorun çıktı. Amirlerle konuşmam gerekti, sonra eve giderken seni alırım dedim. Bu yüzden Ivan'ı aradım."

"Ah."

"Camellia."

"Evet?"

"Bundan sonra ne yaparsan yap, önce bana haber vermelisin. Artık kendi başına hareket edecek durumda değilsin."

Başını salladı. "Yapacağım."

Lia tüm sorularını daha sonra sormak üzere yuttu. Claude'un, Peirotte tarafından kendisine nasıl davranıldığı konusunda üzgün olduğu sonucuna varmıştı. Asık suratını daha da kötüleştirmeye gerek yoktu.

Claude yavaşça omzundan tutup onu döndürdü. Saçını topladı, döndürerek bir topuz yaptı ve safir saç tokasıyla tutturdu. Biraz dağınıktı, ama şaşırtıcı derecede iyi bir girişimdi. Lia başını eğip sessizce kıkırdayınca, dudaklarını onun solgun boynuna bastırdı.

"Gülme. Ben ciddiyim."

"Ben de ciddiyim." diye yanıtladı. "Köye her gidişimde, Del Casa halkının Ihar Hanesi'ne ne kadar saygı duyduğunu anlıyorum."

"Hepsi babam ve annem sayesinde." diye mırıldandı, boynunu ısırarak ve kokusunu derince içine çekerek. Lia onun dudaklarıyla buluşmak için başını çevirdi ve yanakları utançtan pembeleşti. Claude’un sıcak, yumuşak dili ağzının içini yaladı ve onun tadına baktı. Güçlü kalp atışları vücudunda yankılanırken Lia’yı kendine çekti. Dakikalar önceki yaygara unutulmaya yüz tutarken her şey sakindi.

Lia malikanedeki bütün ışıkların bu şekilde yandığını hiç görmemişti. Claude tüm misafirlerin erkenden geldiğini söylerken haklı olmalıydı. Arazi, parlak bir şekilde aydınlatılmış bir noel ağacına benziyordu.

Yüzünde bariz bir şaşkınlıkla ön kapıya yürüdü. İçeri girer girmez bir görevli ona bastonunu verdi. Lia, Claude'un yanında kendinden emin bir şekilde fuayeye girdi. Avizeler, kırmızı halıların ve misafir kanepelerinin üzerinde pırıl pırıl parlıyordu. Görevliler Claude'u selamladılar ve duvara yaslanarak geçmelerine izin verdiler. Giriş salonuna dağılmış küçük grupların meraklı bakışları yalnızca Lia'ya kilitlenmişti.

"Dümdüz ileri bak ve yürü." Claude'un tavsiye ettiği gibi, cesurca bakışlarını görmezden gelmeye çalıştı ve ona cesaret vereceğini umarak kolunu onunkilere doladı. Konuklardan bazıları manzara karşısında hararetli fısıltılar çıkardı, ancak hakaretleri Lord Ihar'ın akıl sağlığını sorgulamaktan, eğilimlerini aşağılamaya kadar uzanıyordu.

"Bale Hanesi'nden piç bir oğul, artık halktan biri!"

Ancak kalabalığın çoğu, Lia'yı şaşkın ifadelerle izledi.

Claude'un refakati sayesinde merdivenleri bir kez bile tökezlemeden çıkarken, "İşte bu yüzden birinci kademe sınavına girmek istedim." diye mırıldandı.

"Neden? Bir asilzadelik kazanmanın bir şekilde itibarımı artıracağını mı düşündün?"

"En azından şakaların ve hakaretlerin konusu olmazdın."

"Bir unvana sahip olan herkes, bu unvanla anılmaya layık değildir. Bu yalnızca arkasına saklanılacak bir şeydir. Belki de... gerçek soylu diye bir şey yoktur." Claude ona kapısına kadar eşlik etti, meraklı bakışlar onları ikinci kata kadar takip etti.

Lia reverans yaparken bir kahkaha attı. "Düşünceniz için teşekkür ederim Lord’um."

"Size eşlik etmek için döneceğim, Leydi’m." diye yanıtladı, tam zamanında. Onun küstah tavrı bile şimdi ona sevimli geliyordu. Usulüne uygun olarak her iki yanaktan da hava öpücüğü aldılar.

Pipi, Lia'yı içeri almak için kapıyı açarken, Lia kapı kapanana kadar gizlice Claude'a el salladı. Pipi bir sünger ve kokulu bir yağla ona doğru yürürken orada durmuş boş gözlerle ona bakıyordu.

"Acele etmeliyiz Leydi’m!"

Çabucak soyundu ve onu küvete itti. Diğer hizmetçiler, Lia'nın saçını yıkamak ve ayak parmaklarının arasını bile iyice ovmak için ona katıldı. Cildi bir kez daha solgun ışıltısına kavuştu.

Pipi, kalın bir fırçayla saç dağınıklığını düzeltirken, "Saçınızı böyle karışık bir şekilde bağlamayı nasıl başardınız? Giderken onu güzelce bağlamıştım! Şu düğümlere bakın." diye yakındı.

Lia dizlerine sarılarak somurttu. "İyi göründüğünü düşünmüştüm."

"Manastırdaki çocuklardan biri yaptı, değil mi? Kimsenin saçınızı böyle ellemesine izin vermemelisiniz Leydi’m. Saçlarınız çok değerli."

Lia, onun manastırdan bir çocuk değil, Claude olduğunu söylemek üzereydi ki, bunun ancak alaycı sözler olarak algılanabileceğini düşündü. Saçını tatlı ihtişamına kavuşturan Pipi'yi yatıştırır gibi görünen bir cevapsızlık mırıldandı.

"Açıkçası şimdiye kadar gördüğüm en muhteşem etkinlik. Herkes çok güzel ve yakışıklıydı."

"Yine de bu kadar çok aksesuar taktığında hareket etmek zor. Çok ağır olmalarını saymıyorum bile."

"Sizi giydirmenin hayattaki en büyük zevkim olduğunu biliyorsunuz Leydi’m. Beni bu zevkten mahrum etmeyin. En ufak bir değişiklikle bile ne kadar güzel olduğunuza bir bakın!"

Lia bundan sonra kendini dalgalara bırakarak, Pipi'nin ona ileri geri rehberlik etmesine izin verdi. Belini ve göğsünü saran bir korse ve ardından soluk sarı bir elbise. Yüzünü çerçevelemek için saçlarını kıvırdılar. Erkek fatma gitmişti, yerini çiçek açan bir kadın almıştı. Pipi kasılıyordu, göğsü ve çenesi dikti. Aynı derecede heyecanlı olan başka bir hizmetçi, diğerlerine Lia'nın hazır olduğunu bildirmek için kapıdan dışarı fırladı.

"Eminim Lord Claude'un biraz daha zamana ihtiyacı olacak." Lia önceki gece okuduğu bir kitabı açtı, Claude hazırlanmayı bitirene kadar okumakla yetindi. Birinci kademe sınavına başvurmak istediği sürece, çaba göstermesi gerekiyordu. Claude'un, soyluluğun, arkasına saklanılacak bir şey olduğu şeklindeki sözleri, onda yankı uyandırmadı. Hen azından herhangi bir unvana sahip olmayanlar, onları soylularla eşit duruma getirdiğini kabul edeceklerdir.

Ancak Camellia, okumaya başladığı kadar hızlı bir şekilde okumayı bırakmak zorunda kaldı.

"Bu sayfaya ne oldu?" diye merak etti, kitabın ortasındaki yırtık bir sayfanın pürüzlü kenarlarına dokunarak. Vergilerle ilgili en önemli bölümlerden biriydi.

"Leydi’m, Lord Claude'un hazırlanmak için biraz daha zamana ihtiyacı var." dedi bir hizmetçi aniden.

Lia, bu vakti en iyi şekilde değerlendirmeye ve Pipi ile çalışma odasına inmeye karar verdi.

"Burada kal, benzer bir kitap var mı diye bir bakayım. Eminim Claude'un vergilendirmeyle ilgili bir sürü kitabı vardır."

Kapıyı çaldı ve karşı taraftan Owen'ın sesini duydu. "Owen, ben Camellia." dedi kapıyı açarak.

Owen şöminenin yanında çömeldiği yerden fırladı.

"Leydi’m."

Yanındaki masa ani hareketiyle devrildi ve üzerindeki çay fincanı yere düşüp paramparça oldu.

"İyi misin?" diye sordu endişeyle, ona doğru ilerleyerek. Görünüşe göre içindekileri yaktığı siyah deri bir kutu tutuyordu. 

"İyiyim Leydi’m." diye kekeledi.

"Az önce omzunu masaya vurdun."

"Acımıyor. Sormama izin verirseniz, neden buradasınız?" diye sordu Owen, yavaşça geri çekilerek. Bu kadar terlemesi tuhaftı. Onu tanımasa, yanlış bir şey yaptığını düşünürdü.

"Vergilendirmeyle ilgili bir kitap bulmaya geldim." dedi elindeki kitabı sırıtarak kaldırarak. Owen de poan geri gülümsedi, gözle görülür bir şekilde gerginliği dışarı sızıyordu.

"Anlıyorum. Onlar bu tarafta." Owen kutuyu şöminenin önüne koydu ve masanın yanındaki kitaplığa doğru yöneldi. Ustalıkla birkaç kitap seçti. "Almanız gereken kitaplar bunlar..."

Şöminenin yanında duran Camellia'ya bakmak döndü. Gördüklerine inanamayarak kutunun içine bakıyordu.

"Leydi’m."

"Ne... Bu nedir?" diye sordu kutuya uzanarak.

"Leydi Camellia."

"Bunlar neden... Nasıl..." Lia mektup yığınını elleriyle tutarak yere yığıldı. Kendini umutsuzca kaybolmuş hissederek Owen'a baktı. "Söyle bana… Mektuplarım neden burada?"

Yorumlar

  1. Hadi bakalım dananın kuyruğu koptu

    YanıtlaSil
  2. ben Claude’un göstereceğini düsünmüstüm yaptığı çok kırıcı ve ayıp Lia’m ne yapsa hakkı su an :(

    YanıtlaSil

Yorum Gönder