Finding Camellia - 92. Bölüm (Türkçe Novel)
Grandük'ün malikanesindeki sabah, beklenmedik bir misafirle başladı: Bale Hanesi'nin uşağı Anghar. Kapıyı açan uşağın arkasında duran Owen hafifçe kaşlarını çattı.
"Hoş geldiniz" diye selamladı ama hoşnutsuz gözleri üzerinde gezindi.
"Önceden haber vermeden geldiğim için özür dilerim."
"Acil bir mesele olduğundan eminim. Lütfen içeri gelin."
"Anlayışınız için teşekkür ederim. Buraya Leydi Camellia'yı görmeye geldim." dedi Anghar, doğal olarak oturma odasına doğru ilerleyerek. Malikaneyi Lord Bale ile sık sık ziyaret etmişti ve yerleşim planına aşinaydı. Oturmayı reddederek ‘Bir uşak evin hanımını oturarak beklemeye cesaret edemez.’ dedi. Oturma odasında kapıya dönük durdu, kalın zarfı paha biçilmez bir hazineymiş gibi elinde tuttu.
Owen yoldan geçen bir hizmetçiyi durdurdu ve ona Camellia'ya misafirden bahsetmesi talimatını verdi. "Lord Claude onunla olacak, bu yüzden ona sessizce söylediğinizden emin olun."
Dakikalar sonra merdivenlerden hızlı ayak sesleri geldi. Anghar bir an için parlaklığını kaybeden bir gülümsemeyle yukarı baktı. Lia mutlu bir şekilde gülümseyerek bastonuyla ona doğru yürüdü. Anghar, Lia'nın arkasında beliren Claude'u selamladı. Onun topalladığını görünce vücudunu bir suçluluk dalgası kapladı. Biraz daha dikkatli olsaydı Leydi Camellia bu şekilde yaralanmak zorunda kalmayacaktı.
O gün hastaneyi ziyaret ettiğinde, Donnan'la ilgili bir terslik olduğunu anlamalıydım.
"Anghar. Uzun bir yoldan geldin.” Lia onu sıcak bir şekilde selamladı. Artık tamamen iyileşmiş göründüğü için gerçekten mutluydu.
"Daha erken gelemediğim için üzgünüm Leydi’m."
Önlerindeki masanın üzerine çay fincanları konuldu. "Son zamanlarda bu çaya düşkünüm." dedi bir yudum alarak.
Anghar boğazını temizleyip kalın zarfı ona vermeden önce fincanında süzülen küçük bir çiçeği izledi.
"Bu Gaior'dan. Size bir an önce ulaştırmak istedim, bu yüzden haber vermeden geldim. Özür dilerim."
Claude, Anghar'ın sözleri üzerine bakışlarını onlara kaldırdı. Lia mektubu titreyen elleriyle aldı. Bu paket, özlediği hikayeleri ve cevapları içeriyordu. Kalbi çarpmaya başladı.
"Uzun bir yoldan geldin. Dinlenmen gerek." Claude'un sesi samimiydi, ama Anghar duyduğu anda dışarı kovulduğunu anlamıştı. Eğilip odadan çıktı. Her iki adam da Camellia'nın okuyup hazmetmesi için epey zamana ihtiyacı olacağını biliyordu.
Owen, Anghar'ı çay salonuna götürdükten sonra Claude, Lia'nın yanına oturmak için hareket etti. "Mutlu musun?”
"Evet. İlk kez bir yanıt alıyorum."
"Eminim bir nedeni vardır."
"Umarım durum budur. Ya da daha önce Doktor Carl gibi biri yoluma çıkmıştır."
Claude cevabını yuttu. Ona Rosina olduğunu söyleyemezdi. Şimdi değil. Onun neşeli yüzünü görünce suçluluk duygusu göğsünde keskin bir şekilde karıncalandı.
"Acele etme.” dedi ayağa kalkarken. Kapıyı arkasından kapattıktan sonra, Lia sonunda oturma odasında yalnızdı.
Sergio arması olan mum mührü sıyırdı. Kırmızı mühür ayaklarının dibine kadar ufalandı.
Camellia bütün günü odasına kapanıp yemek yemeyi reddederek geçirdi. Tüm görevliler endişelendi ama Claude onlara onu rahat bırakmalarını emretti. Zamana ihtiyacı olduğunu biliyordu.
Sonunda odasından çıkması dört gün sürdü. Claude, odasının kapısı gıcırdayarak açıldığında, uyumadan önce yatağının başlığına yaslanmış, bir dosyanın üzerinden geçiyordu. Doğrulup oturdu ve Camellia'nın pijamalarıyla kapının yanında mahcup bir şekilde durduğunu gördü.
"Gel buraya." dedi elini ona uzatarak. Yatağa doğru ayaklarını sürüdü ve yorganın altından onun bekleyen kollarına kaydı.
Mektup 'Canım Camella'm' ile başlayıp 'Seni hep özlüyorum' ile bitiyordu. Lia kaybolduktan sonra, annesinin yolculuğunu ayrıntılarıyla anlatmıştı.
[Sen ortadan kaybolduktan sonra her şey için kendimi suçladım. Artık yaşamaya gerek görmüyordum. Neyse ki Carl çok geç olmadan beni buldu ve iyileşme dönemimde bana yardımcı oldu. Ama yavaş yavaş, besledikleri barışçıl ruh hali bir örtü haline geldi. Başkalarına saldırmak için soylularla işbirliği yapmaya başladıklarında korkumuz daha da arttı.]
"Seni kıskanıyorum, Lord Claude."
"Neden?"
"Sevgi dolu bir ailen var."
Onu bacaklarının arasına oturttu ve arkadan sarılarak omzuna bir öpücük kondurdu. "Yakında sevgi dolu bir ailen olacak."
"Ama yine de."
"Sen... mektubu okumayı bitirdin mi?"
"Evet." Lia başını salladı. “Annem, ona gönderdiğim tek bir mektubu bile almadığını söyledi. Bu garip değil mi? O kadar çok gönderdim ki... Adresi mi yanlış yazdım?”
Claude sessizce içini çekti. Mektuplara bu kadar takılacağını düşünmemişti. Aniden çalışma odasına gidip o daha öğrenmeden hepsini yakmak istedi.
Sessizliği çok uzun sürmeden önce, "Louver'da adres yok. Muhtemelen yanlış yere gönderilmiştir." diye yorum yaptı. "Şu anda benim için önemli olan senin nasıl hissettiğin."
Bir an elleriyle oynadı, sonra çenesini öpmek için döndü.
"Kendimi... hafif hissediyorum, sanki göğsümden bir ağırlık kalkmış gibi." dedi yumuşak bir gülümsemeyle. "Annemi daha çok özlememe neden oldu ama sanırım başarabilirim."
"Bana biraz daha zaman ver. Anneni buraya getireceğim." Lia ona baktı, gözleri inançsızlıkla doluydu. Tekrar derin bir iç çekti. "Söz veriyorum."
İki kelime kulaklarında tatlı, umut dolu bir melodi gibi yankılandı. Onunla yüzleşmek için tamamen döndü. Kollarını onun boynuna dolayarak kucağına tırmandı. Claude ellerini beline yerleştirdi ve rahat bir yer bulmasına yardım etti.
"Teşekkür ederim." diye mırıldandı anlamlı bir şekilde duraksayarak. "Seni seviyorum."
Claude'un kalbi, itirafı üzerine göğsünden fırlayacakmış gibi hissetti. Lia ona onu sevdiğini daha önce hiç söylememişti. Parmağını çenesinin altına geçirerek gözlerinin buluşmasını sağladı.
"Gerçekten mi?"
Lia başını salladı ve bakışlarını kaçırdı, yüzü kızarmıştı. "Duymamış gibi yapma."
"O çocukları benden daha çok sevdiğini sanıyordum."
"Onları seviyorum ama... sen farklısın."
"Nasıl yani?" Başını yana eğerek onu dikkatle inceledi. Lia ne zaman utansa, inatla dudaklarını birbirine kenetlerdi. Claude'un hayatında gördüğü en sevimli şeydi. Onu saygıyla öptü. "Bu gece burada uyu."
Lia irkildi ve uzaklaşıp ayağa kalkmaya çalıştı. Ama onun belindeki tutuşu, kaçamayacağı kadar sıkıydı. "Claude."
"Kal." diye tekrarladı. "Akrabalarım yakında buraya gelmek için yarışacaklar. Görünüşe göre yeni bir grandüşes olacağı gerçeği konusunda akıllarını kaybetmişler. Bu yüzden sınava çalışmak yerine, Claude del Ihar hakkındaki her şeyi incelemek için iyi bir zaman olduğunu söyleyebilirim."
Lia’nın elini tutup bornozunun altına götürdü, sıkı göğsüne hafif bir yumuşaklık dokundu. Nefesi hızlanırken gözleri büyüdü. "Ee ne diyorsun?"
Lia'nın sesini bulması biraz zaman aldı. "Sıcak. Cildiniz çok sıcak."
"Ve?"
"Yumuşak..." diye geveledi. Claude devam etmesi için onu cesaretlendirirmiş gibi başını salladı.
Lia, onun çıplak göğsünün üzerinde gezinen eline baktı. Kulakları alev kırmızısıydı. "Kalbiniz güm güm atıyor Lord’um."
*****
Ihar Malikanesi'ndeki bahçıvanlar, malikanenin yeni peyzaj düzenlemesinin son rötuşlarını yapmak için sabahtan beri canla başla çalışıyorlardı. Jasmine, Maximilian'ın vefatından bu yana yapılacak ilk toplantının, müstakbel grandüşesin niteliklerini tartışmak için olduğuna inanamıyordu. Tüm görkemiyle restore edilmiş malikaneyi inceledi. Lia merdivenlerden inip onu selamlamaya geldiğinde, bir arabanın hazırlanmasını emretti.
"Bugün misafir beklediğimizi duydum. Belki de kalmalıyım?"
"Sorun değil, sadece biraz erken dön. Bugün çay saatini kaçırdığım için Başrahibe'ye özürlerimi iletir misin? Lütfen ona bir dahaki sefere Edith ve benim ona katılacağımızı söyle."
"Yapacağım, Leydi’m."
Lia’nın arabaya binmesinin ardından, büyük bir kutu taşıyan bir görevli geldi. Kutu, Lia'nın bizzat yaptığı çocuk kitaplarıyla doluydu. Kitaplar, eğlenceli olmaktan çok eğiticiydi, ama o sayıları resmederken bile bunların hikaye kitabı olduğunda ısrar etti.
Leydi Ihar, "Çocuklar böylesine iyi bir öğretmenleri olduğu için çok sevinmiş olmalılar." dedi.
"Gerçek bir öğretmen olabilseydim, öğretim materyallerine ulaşmak daha kolay olurdu." Lia durakladı. " Ama Grandük'ün onurunu hiçbir şekilde lekelemek istemem.”
"Böyle söyleme Leydi Camellia. Ihar adını lekelemek için gerçekten çaba sarf etmen gerekir, merak etme."
Lia onun teselli edici sözlerine minnetle başını salladı. Jasmine, araba yolda gözden kaybolana kadar el salladı ve ardından telaşlı malikaneye geri döndü.
Arka bahçeye -ya da herkesin dediği gibi gizli bahçeye- yöneldi. Yıl boyunca çeşitli flora ve faunanın geliştiği cam odanın kapılarını açan Leydi Ihar, burada güzel bir düğünün gerçekleşeceğini hayal etti.
Babasının tıpatıp aynısı olan oğlu, Cayen'in en güzel kadınlarından biriyle el ele mekana giriyordu.
Owen, yakındaki çiçek yığınını incelerken ona yaklaştı.
"Leydim."
"Onun bir Bale olduğunu duydum, bu doğru mu?"
"Evet leydim. Henüz bilinmeyen nedenlerle hayatının çoğunu Camellius Bale olarak geçirdi ve İmparatorluk Akademisi'nden sınıf birincisi olarak mezun oldu. Ayrıca anarşistlerin sığınağının bulunmasında da önemli bir rol oynadı. "
"Peki o ve Claude ne zaman tanıştılar?"
"Bu da belirsiz."
"Anlıyorum." dedi Jasmine düşünceli bir şekilde. "Sanırım doğrudan onlara sormalıyım."
Leydi Bale'in hissetmiş olması gereken öfkeyi uzaktan anlayabilse de, Anastasia'nın Claude ve Camellia'yı kasten incitmesi için birini tutmuş olması onu kesinlikle öfkelendirmişti. Son birkaç gün içinde duyduğu hikayeler zihninde canlanıyordu ve bu onun öfkesini körüklemekten başka bir işe yaramıyordu.
Cam odadan çıktı ve ikinci kata yönelerek çalışma odasının kapısını açtı. Masanın üzerinde bir yığın dosya vardı ama dük ortalıkta görünmüyordu. Jasmine elini masanın üzerinde gezdirdi, rahmetli kocasının anıları bir gelgit dalgası gibi üzerine hücum etti. Kendini Maximilian'ın anılarına kaptırmak üzereyken gözüne bir şey takıldı.
Sağ alt çekmeceden bir mektup görünüyordu. Önünde karalanmış büyük bir C vardı. Jasmine çekmeceyi yavaşça açtı, içindekileri alırken gözleri kısıldı. Düşünceli düşünceli başını iki yana salladı.
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »
Yorumlar
Yorum Gönder