Finding Camellia - 108. Bölüm (Türkçe Novel)


Claude eli alnında, nota göz attı. "Sbep?”

"Büyük olasılıkla patlayıcılarla ilgili bir sorundu. Ya temel daha zayıftı ya da patlama beklenenden daha güçlüydü." diye yanıtladı Caruso, sanki kazaya bizzat kendisi sebep olmuş gibi yüzünü buruşturarak.

"Hemen yola çıkıyoruz. Arabayı hazırla Owen. Caruso, sen burada kal ve anneme yardımcı ol."

"Claude! Bu madencilik operasyonlarından sorumlu kişi benim.”

Claude onun sözünü keserek, "Ben onları sen işe başlamadan çok daha önce yönetmiştim. Benim gitmem daha verimli olur." dedi. Sabahlığını üzerinden atarak banyoya girdi. Kaybedecek zaman yoktu. Bir kurtarma ekibi göndermesi ve olabildiğince hızlı bir şekilde kaza mahalline gitmesi gerekiyordu. Duşu açtı ve soğuk suyla sırılsıklam olurken banyo lavabosunu titreyen elleriyle kavradı. Camellia, Gaior'daydı. Del Casa yeniden inşa sürecindeydi. Bu kaza bir hakikat anı gibi geldi. Soğuk duş suyu gibi üzerine akarken, aşması gereken çetin sınavları düşündü.

Kendi yansımasına baktı, ıslak saçlarını geriye attı ve odadan çıktı. Kendisi için belirlenen kıyafetleri giyerek pencereden dışarı, Del Casa'nın zamansız güzelliğine baktı.

Şimdiye kadar istediğini elde etmek, nefes almaktan daha kolaydı ve artık hoşuna gitmediğinde onu atmak da bir o kadar kolaydı. Ama şimdi istediğini elde etmek için çabalaması gerekiyordu ve o zaman bile çoğu kez parmaklarının arasından kum gibi kayıp gidiyordu.

İstediğim her şey benim olacak. Hiçbir şeyden vazgeçmeyeceğim.

Ivan ve şövalyeler, düzenli bir şekilde sıraya girerek kamaralarından dışarı çıktılar. İnşaat uzmanlarını taşıyan arabalar da malikaneye girdi. Acele ederlerse Valencia'ya varmaları dört saatten biraz daha az sürerdi.

Claude ceketini koluna astı ve şapkasını gözlerine kadar indirdi. "Hadi gidelim." dedi.


*****


Lia, önüne serilen tepsiye bakarak dolu karnını ovuşturdu. Ian, gelişinden bu yana saat başı kendisine bir tatlı getirilmesini emretmişti. Her yemek, daha önce hiç görmediği, ancak damak zevkine mükemmel şekilde hitap eden yemekleri içeren bir mucizeydi. Bununla birlikte, Lia yemeklerin tadına neredeyse zar zor bakabildi; annesini izlemekle çok meşguldü. Laura da farklı değildi. İkisi bir odayı paylaştı ve her gece aynı yatakta yattı. Lia, annesine tutkal gibi yapıştığı Louver'daki çocukluğuna geri döndü.

"Büyümüşsün. Çok."

"Bunu milyonlarca kez söyledin anne. Ama ben pek uzamadım."

"Ben de o kadar uzun değilim."

"Sana mı çekmişim yani?

"Bana kendinden biraz daha bahset aşkım. Nasıl olduğunu, sen oradayken... neler olduğunu bilmek istiyorum."

Lia tabağını itti; zaten bu konuda fazla ilerleme kaydedemeyecekti. Annesinin elinden tutarak yürüyüş yapmak için bahçeye yöneldi.

"Aslında şaşırtıcı derecede iyi vakit geçirdim. Bana temiz giysiler ve iyi yemek verdiler, kendi odam oldu. Cayen'deki en iyi öğretmenden özel ders bile aldım. Tek dezavantajı seni görememek ve saçımı kısa kestirmekti. Leydi Bale benim bir erkek olarak yaşamamı istedi."

Lia, güneşin vurduğu bahçede gezinirken, Kieran’ı ve ne kadar sevecen, sevimli bir ağabey olduğunu, Prenses Rosina ve arkadaşlıklarını, Claude'un eskiden nasıl korkutucu olduğu ama şimdi en sevecen adam olduğu hakkında her şeyi anlatmaya devam etti.

Laura kızıyla birlikte güldü ama gözlerinden akan yaşları engelleyemedi. Kızının bir erkek olarak yaşamak ve gerçek kimliğini inkar etmek zorunda olduğunu öğrenmek kalbini kırdı; yine de nasıl galip geldiğini ve kendi mutluluğunu kazandığını duymak Laura'nın kalbini gururla doldurdu. Lia annesine bir mendil uzatarak gülümsedi. Konuşmaya devam etmeden önce çiçeklerle çevrili bir bankta durdu ve oturdu, gözünün ucuyla bir hareket algıladığında duraksadı. Bir kuş Ian'ın çalışma odasına girerken kanatlarını çırptı.

Pollan?

Şahini kesinlikle tanımıştı. Owen, mavi uçlu tüyleri olan pek fazla şahin olmamasıyla gururla övünürdü.

Del Casa'dan buraya mı uçtu?

"Dün onlara kitabını verdim. Ne kadar keyif aldıklarına bak. Çok tatlılar, değil mi?" dedi Laura, çocukları işaret ederek. Kitabı birlikte okurken başları birbirine değecek şekilde küçük bir daire şeklinde oturuyorlardı. Lia'nın yüzü gururlu bir gülümsemeyle aydınlandı.

"Ah, sana bir şey soracaktım. Onursal bir unvan alacağım, bu yüzden ikinci bir ad seçmem gerekiyor... Eğer senin için de uygunsa, kızlık soyadını kullanmak istiyorum."

Annesi ona ağzı açık bakakaldı. Lia Laura'nın elini tuttu ve içinden geçen yumuşak titremeyi hissetti. Annesinin ifadesindeki nüansları tam olarak anlayamıyordu ama mutlu görünüyordu ki, Lia bunu görmeye istekliydi.

"Uzun zamandır yüksek sesle söylemedim, sanki bir yabancıya ait gibi."

"Lütfe.," Lia elini sıkarak onu cesaretlendirdi.

Laura bir daha asla ağzına almayacağını düşündüğü ismi söyleyerek duraksadı.

"Alekxei."

"Alexei." diye tekrarladı Lia. "Laura Alexei."

Camellia Alexei. Yeni adını kendi kendine defalarca mırıldandı ve dilinde test etti. Tanıdık değildi ama hoş bir tınısı vardı. Alexei. Yeni adını tamamlamanın son parçasıydı. Kalbi mutluluktan patlamaya hazırdı.

Ian'ın görevlisi, onu dünyaya geri getirerek, "Affedersiniz, Leydi Kamellia." dedi.

"Lord Sergio sizinle konuşmak istiyor." "Elbette." Başını salladı. "İyi olacak mısın anne?"

"Elbette tatlım. Ben çocuklarla birlikte olacağım."

Lia, Ian'ın çalışma odasına giden görevliyi takip etmek için dönmeden önce annesinin çocuklara doğru yürümesini izledi. Ian'la konuşmak niyetindeydi, bu yüzden bu tesadüfi zamanlamayı düşündü. Birlikte Ihar Malikanesi'ne dönebilmeleri için annesini Del Casa'ya göndermesini istemek istedi.

"Lady Camellia burada, Lord’um."

Lia ciddi bir yüzle notu okuyan Ian'a doğru yürüdü. Ama ona baktığında, gözlerinde her zamanki muzip parıltı vardı. "Annenle gezintiye çıktığını sanıyordum."

"Ben de söyleyecek bir şeyin olduğunu sanıyordum."

"Bir şey söylemek ister gibi görünen sensin." Ian sırıtarak masasından kalktı. Lia ellerini birbirine kenetledi ve pencereden dışarı, Del Casa'nınkinden tamamen farklı olan manzaraya baktı.

"Bir iyilik isteyeceğim. Lütfen annemi Del Casa'ya gönder."

"Bir göçmeni anavatanına geri göndermek kolay bir iş değil. Her şeyden önce adının arananlar listesinden çıkarılması gerekiyor."

"İsmi silinirse benimle gelmesine izin verir misin?" Lia, Ian'a bakmak için dönünce göğsüyle karşılaştı. İki elini de pencere çerçevesine koydu ve onu etkili bir şekilde kollarına kilitledi.

"Peki karşılığında bana ne vereceksin?" diye sordu, hafif bir gülümsemeyle başını yana eğerek. "Şimdiye kadar her seferinde kısa çöpü çektim. Karşılığında bir şey almamın zamanı geldi sanırım."

Saçlarının uçları burnunu gıdıklayacak kadar yaklaştı. Bakışlarını kaçırmadı ya da bulunduğu yerden kıpırdamadı. "Seni ne tatmin eder?" "Sen zalimsin. Cevabın sen olduğunu biliyorsun. Hep sen oldun."

"Takas edilecek bir eşya değilim. Benden istediğin her şeyi almaya çalışabilirim ama benim kendi adıma pek bir şeye sahip olmadığımı bilmeni isterim. Bunu dikkate alırsan-“

"Kendi adına pek bir şeyin yok mu? Lord Ihar seni şu anda duysa balatayı sıyırır. İsteseydin sana imparatorluğu verirdi."

Lia bunun asla olmayacağını biliyordu ama bu düşüncesi yanlış değildi. Derin düşünceler içinde dudaklarını büzdü. Ian, elleri çerçeveleri sıkıca kavrayarak onu izledi. Yüz ifadesini ve ses tonunu hafif ve rahat tuttu ama aklı az önce okuduğu notun içeriğiyle boğuşuyordu.

"Bir öpücük. Bu yeterli olur." diye kendini durduramadan ağzından kaçırdı. Lia'nın şokla genişleyen gözleri yüzüne doğru fırladı. Yıllar önce Cayen'de sadece bir kez onun dudaklarına sahip olmuştu. O sırada onu izinsiz öpmüştü ama bu his aklının bir köşesinde takılıp kalmıştı. O anda gerçekten çaresizdi, çünkü ona asla sahip olamayacağını biliyordu. Ian, dudakları buluştuğunda hissettiği katıksız coşkuyu asla unutamazdı.

"Camellia," diye fısıldadı, dikkatli bir el ile saçlarını geriye doğru tararken. Parmak ucu Lia’nın alnını sıyırdığında omurgasında bir ürperti hissetti.

Gerçekten delirdim.

"Hayır." Camellia'nın gözleri sertleşti.

"Neden olmasın? Anneni geri istediğini sanıyordum."

"Ama... başkasının mutluluğu pahasına değil. Ian, biz arkadaş değil miydik? Birlikte limon şerbeti içebilecek arkadaşlar? Arkadaşlar öpüşmez, Ian."

Ian dudağını kanatacak kadar ısırdı. Her şeyin nerede ters gitmeye başladığını bilmiyordu. Bu ceza, ilk karşılaşmalarında yaptığı tüm alaylar için miydi? Ona hatırlayabildiğinden daha uzun süredir âşık olduğunu, asla sadece bir arkadaş olmadığını itiraf etmeli miydi? Derin bir iç çekerek başını onun omzuna yasladı.

"Bana karşı çok acımasızsın. İlk bendim, seni çok daha uzun süre sevdim-"

"Hayır Ian. Claude beni çok daha uzun süre sevdi..." Lia sustu, sesinde puslu bir özlem vardı.

Şüphesiz onu düşünüyor.

Claude'u düşününce Lia'nın yanaklarının kıpkırmızı olduğunu görmek, isteyeceği en son şeydi. Artık onun olamayacağını kabul etmeye kendini zorlamak için çok zaman harcamıştı. Tabii ki, Ian ona iradesi dışında sahip olmak istemedi.

Ama aynı zamanda onun kendi bölgesinde başka bir erkeği özlediğini görmek de istemiyordu.

"Bu arada Pollan'ı gördüm."

"Pollan?" diye sordu, doğalca konuyu değiştirdiği için minnettardı.

"Şahin. Sana bir not getirmedi mi?"

"Ah, o şahin. Adını bilmiyordum. Lord Ihar'ın sızlanmalarıyla dolu basit bir selamlamaydı. Yemek yiyip, iyi uyuyup uyumadığını sordu."

Claude'un adı geçince Lia'nın yüzü aydınlandı. Ian, onun heyecanıyla kalbinin bir kısmının kuruduğunu hissetti. Notu bir kenara itip yalanının gerçekmiş gibi kalmasına izin vermek istedi ama durum çok vahimdi.

[Valencia madenlerinde patlama oldu. Lord Ihar, kurtarma ekibiyle birlikte çöken madenlere girdi, ancak ardından ikinci bir patlama oldu. Sizden alçakgönüllülükle kurtarma yardımı istiyorum, Lord Sergio. Madenler tamamen çökerse, bölgenizi de etkiler. Del Casa toplayabildiğimiz tüm yardımı gönderiyor ama korkarım ki bu yeterli olmayabilir. Acilen yardım göndermenizi rica ediyorum. Saygılarımla, Caruso del Ihar.]

Caruso kendisini Ihar Hanesi'nin kahyası olarak tanıttı ve mevcut durumu açıkladı. Not doğruysa, Claude şu anda Ian'ın düklüğünden bir saat uzaklıkta, çökmüş Valencia madenlerinde kapana kısılmıştı. Ian, Lia'yı durumdan haberdar etmeden gönderdi. Daha sonra görevlilerini ve şövalyelerini toplantı odasına çağırdı.

Onlara soğuk gözlerle baktı ve adamları dik oturmaya teşvik etti. Şu anki bakışları savaştan önce gördüklerine benziyordu.

"Valencia madenlerine hemen yardım gönderin. Ne pahasına olursa olsun Lord Ihar'ı kurtarın. Onun hayatta olduğundan emin olun. Dükalığı da bir kurtarma ekibi gönderdi ama biz çok daha yakınız. Reddedemeyecekleri bir anlaşma sağlamayı planlıyorum, bu yüzden önce onu kurtarmalısınız. Tekrar ediyorum, ne pahasına olursa olsun önce onu kurtarın. Anlaşıldı mı?"

Yorumlar

  1. Reddedilemeyecek anlaşmada lia dır. Ah ian kalbin ne kadar acıyordur şimdi

    YanıtlaSil
  2. Ne Claude'a ne de İan'a kızabiliyorum ikiside sevdiği kadın için mücadele ediyor

    YanıtlaSil

Yorum Gönder