Finding Camellia - 81. Bölüm (Türkçe Novel)


Lia sanki ayakları yapıştırıcıya saplanmış gibi hareket edemiyordu. Sonsuzluk gibi uzayan bir an cevap vermeye çalıştı. Şimdi kendini köpüklemekte olan Claude'a biraz daha yaklaştı; ancak soyunursa ne olacağını çok iyi bildiği için giyinik kaldı.

"Ben yanlış bir şey mi yaptım?" diye sordu.

Claude duyduklarına inanamıyormuş gibi şaşkın bir kahkaha attı. "Bunu benim sormam gerekirdi. Dün gece oldukça sarhoştum."

Cevabını beklerken bakışları keskinleşti. Cevap gelmeyince kolu çekti ve ılık suyun vücudundan aşağı akmasına izin verdi. Lia güvenli bir mesafede, suyun kendisine ulaşmayacağı bir yerde durdu.

"Ama yine de olan her şeyi hatırlıyorsun, değil mi?"

"Doğal olarak." Başını salladı, kırmızı dudaklarında hafif bir sırıtış asılıydı. "Uykunda söylediklerin de dahil."

Lia onun etrafında yavaşça dolaştı. Ne söylediğini bilmiyordu ama Claude'un onunla dalga geçmek üzere olduğunu biliyordu. Gözleri yaramazlıkla parıldayarak onu takip etti.

Claude, "Demek hayvanat bahçesindeki hayvanlar böyle hissediyor." dedi.

"Bana sık sık böyle bakıyorsunuz Lord'um. Bir hayvan gibi." diye karşılık verdi, iri gözlerini oldukça sevimsiz bir şekilde kırpıştırarak.

Claude, bu ender cüretkarlık gösterisi karşısında içinde bir heyecan hissetti. "Peki sen ne düşünüyorsun?"

"Efendim?"

"Bana öyle baktığında. Ne düşünüyorsun?" Lia durakladı.

Konuşma yeteneğinin kalitesi kişinin unvanı arttıkça artıyor mu?

Claude'la tartışırken hızını kaybetmediği bir an hatırlamıyordu. "Ya siz, Lord'um?"

"Ben mi? Her seferinde aynı. Seni bütün olarak yutmak istiyorum. O kadar küçük, yumuşak ve tatlısın ki, yapabilseydim seni bir lokmada yerdim."

Lia, onun kendisinden nefis bir yemekmiş gibi bahsettiğini duyunca ağzı kurumuş bir şekilde yutkundu. Claude onun dudaklarının şokla seğirdiğini görünce elini duvara dayayarak yüksek sesle gülmeye başladı.

"Bilmenizi isterim ki, ben bir insanım. Bir lokmada mı... ne kadar akıl almaz." dedi topuklarının üzerinde dönerken. Onun kendisiyle tekrardan dalga geçtiğini anlayınca yatak odasına koşmak üzereydi.

"Ve... Ian gerçekten de bana evlenme teklif etti, ama onunla evlenmeyeceğim. Sizin de beni istediğinizi biliyorum, ama dürüst olmak gerekirse, bunu hayal bile edemiyorum Lord'um. Ben ve düşes olmak..."

Claude kolundan tuttu, sırılsıklamdı.

"Claude. Neden Sergio'ya adıyla hitap ediyorsun ama bana etmiyorsun? Claude. Benim adım Claude." Tutuşunu sıkılaştırdı. "Unutmadığına eminim, peki neden?"

Keskin mavi gözlerin ardında beliren güvensizliği görünce hatasını anladı. "Çünkü... adınızı her söylediğimde biraz... hayır, fazlasıyla heyecanlanıyorsunuz, o yüzden ben-"

"Heyecan, diyorsun." diye sözünü kesti Claude, açık bir uyarılmadan dolayı sesi boğuktu. Büyük elini, küçük elini dudaklarına çekmek için aşağı kaydırdı ve dilini avucunda gezdirdi. Onu kucakladı, ateşli, sert vücudu onunkiyle buluştu.

"Bunun gibi mi?"

Yüzünde küçük bir gülümseme belirdi ve birkaç dakika önceki ciddiyeti sildi. Lia'nın kalbi bu görüntü karşısında karıncalandı, ciğerleri aniden havasız kaldı. Başını kaldırdığında nefesi kesildi.

Bu her neyse, korkunç, tedavisi olmayan bir hastalıktı.


*****


Claude arabanın Ihar konağına dönüşü için hazırlanmasını emrettiği sırada Wade ve Rosina uğradılar. İkisi odasına girdiğinde Camellia, Rosina'nın kendisine hediye ettiği elbisenin hizmetçiler tarafından düzgün bir şekilde paketlendiğinden emin oluyordu.

"Ekselânsları." Lia gülümseyerek Wade'i selamladı.

"Destan değilse, efsane, Camellius Bale'in kendisi."

"Lütfen sadakatsiz hizmetkarınızı bağışlayın Majesteleri. Önce gelip sizi selamlamalıydım." Wade'in elinin arkasını öptü.

"Sorun değil. Yakında aileden biri olacaksın, bu yüzden biraz sadakatsizliği görmezden gelebilirim."

Claude pencerenin yanında okuduğu gazetenin üzerinden gözlerini kısarak onlara baktı. Bu basit hareket bile onu rahatsız etmiş gibiydi. Rosina içini çekip şöminenin önündeki kanepeye oturdu ve bir hizmetçiden bir çay fincanı aldı.

"Bu kadar hoş söz yeter." dedi, dudakları porselende iz bırakırken. "Doğrudan konuya geçeyim. Eminim zaten farkındasınızdır Lord Claude, ama Sharon vurularak öldürüldüğünden beri isyancılar daha şiddetli hale geldi. Camellia'nın evinin etrafında dolaşan şüpheli kişiler yakalandı; Marki'nin Lia'nın evinin yakınına konuşlandırdığı muhafızlar ifade verdi."

Camellia şok içinde ona baktı ama Claude sanki zaten biliyormuş gibi etkilenmedi.

Wade, "O zaman bir karar verme zamanı. Gerçek kimliğini açıklayacak mısın Camellius?" diye sordu.

Lia düşünürken ellerini ovuşturdu. Başlangıçta iz bırakmadan ortadan kaybolma plana sadık kalacaktı. Ancak, varlığı Markiz’in canını sıksa da, artık Leydi Bale'in hükmü altında olmak istemiyordu.

"Evet yapacağım."

Wade, Lia'nın cevabına kısa bir baş selamı vererek çenesini eline dayadı. "Peki biyolojik annen?"

"Ben... onu görmek istiyorum ama bu benim açımdan bencillik. O Louver'da mutlu. Yine de mümkünse ona daha iyi bir yaşam sağlamak istiyorum."

Wade, Lia'yı hayrete düşürerek, "O zaman sanırım başka bir şey yok. Louver daha mutlu, daha parlak bir yer olmalıç." diye yanıtladı. Tüm olası cevaplar arasında, bu kesinlikle beklemediği bir cevaptı. "Babam elebaşının Frank Ashe olduğunu kabul etmeyi reddediyor ki bu da bugünü oldukça... ilginç kılacak."

"Ekselânsları." Claude ayağa kalktı. "Konuşalım mı?"

İki adam sigara içmek için terasa çıkarken, Lia eşyalarını toplamayı bitirdi ve odadan çıktı. Havalar ısınıyordu, bu yüzden montunu çıkarıp koluna astı.

O anda lükse ne kadar alıştığını ve kendisini huzursuz ettiğini fark etti. Ya bu lüksler, pek çok aristokratta gördüğü gibi, onu hayatın küçük zevklerine karşı körleştirmişse? Ya gözleri gittikçe daha parlak bir şey ararken, mutluluğun ne olması gerektiğini gözden kaçırana kadar parlak freskler solmaya başlarsa?

"Seni bu kadar düşündüren ne?"

Lia tanıdık sesle bakışlarını kaldırdı. Ian merdivenlerin dibinde duruyor, görevliler ellerinde çantalarla onun etrafında harıl harıl hareket ediyorlardı.

"Lord Ian." dedi sıcak bir şekilde gülümseyerek.

Soğuk bir sırıtışla karşılık aldığı Ian, belli ki formaliteden memnun değildi. Onun iki basamak altında olmasına rağmen onunla göz hizasında durmak için basamakları çıktı.

"Anladığım kadarıyla, insanlar seni yalnız bırakmayacak."

Lia dudağını ısırarak genişçe gülümsedi. "İyi olduğunuzu gördüğüme sevindim."

"Ne kadar oldu, üç yıl mı?"

"Evet." Başını salladı. "Üç yıl."

"Değişmişsin." Onu incelerken gri gözlerinde anlaşılmaz bir ifade vardı. "Kadın olmuşsun Camellia." Ian bir basamak çıkarak aralarındaki mesafeyi kapattı. Lia refleks olarak geriye doğru hareket etti, uzağa baktı, ama Ian bir tık daha hızlıydı, kolunu onun beline doladı. Şafak kadar gri gözleri yaklaştı ve arzusu aniden dudaklarına indi. Harekete geçmek şöyle dursun, düşünecek bile zar zor zamanı vardı.

Lia, onun göğsünü güçlü bir şekilde itip ondan uzaklaşmadan önce bir an şokla donakaldı. Ian'ın dudaklarının değdiği yer onu yakmış gibi hissetti. Yanındaki trabzanlara bakarken umutsuzca başını salladı.

"Yapma. Bunu yapma. İstemiyorum”

"Ben mi? Yoksa öpücüğü mü?" diye mırıldandı Ian, hâlâ çok yakındaydı.

"Öpücüğü. Bunu seninle yapmak istemiyorum!" dedi Lia şiddetle, yüzü pancar kadar kırmızıydı.

Ian'ın beline doladığı eli, reddedilmesiyle sertleşti. Onu doğrultup geri adım atmadan önce göğsünü iten titreyen eline baktı.

Bu bir hata. Onun dürtüsü sadece bir hataydı. Hepsi bu kadar. Bir hata.

Lia, zihninde tekrarlayıp durduğu şeye inanmak istedi.

Ağlayacakmış gibi hissederek Ian'a baktı. Ama nedense onun gözlerinde de aynı ifadeyle karşılaştı. Ian yavaşça vücudunu indirerek tek dizinin üzerine çöktü. Sıkıca onun elini tuttu ve alnını ona dayamadan önce eline bir öpücük kondurdu.

"Lütfen beni affet Camellia."

Lia elini onun elinden kurtardı ve onu geride bırakarak merdivenlerden aşağı koştu.

Koşarken, derisi kırmızılaşana kadar elinin tersiyle sertçe dudaklarını sildi. Gözyaşları akmaya başladı ama onları da sildi.

Bekleyen arabanın önünde durdu ve arka koltuğa atlayarak camı indirdi. Kızarmış yüzüne karşı soğuk rüzgar rahatlamıştı. Claude onu görürse, o itiraf edene kadar soru sormaktan vazgeçmeyecekti ve onu kandıramayacağını biliyordu.

Ian'dan ilk kez korkuyordu. Hayır, korkmuyordu. Kıymetli bir arkadaşını kaybetmiş olmanın verdiği garip boşluk ona acı veriyordu.

"İlerle." diye emretti Claude, o kapıyı kapattığı anda. Lia derin düşüncelere dalmış gibi yaparak bakışlarını pencereden dışarı dikti. Neyse ki, Claude anlamış görünmüyordu.

"Eşyalarını ve hizmetçilerini şehir evine getirmeleri için adamlar gönderdim."

"Hizmetçilerimle de ilgilendiğiniz için teşekkür ederim."

"Elbette! Hayatın buna bağlı. Eğer bana kalsaydı, seni hemen Rose Denver'a götürürdüm, ziyafetin canı cehenneme."

Onun düşünceli tavrıyla kalbi huzur buldu. Gözlerini yere indirerek sessizce gülümsedi. Büyük bir el görüş alanına girdi, çenesini kavradı ve bakışlarını onunkilerle buluşturmak için kaldırdı. Lia'nın zümrüt gözleri ıslak parlıyordu. Claude baş parmağıyla gözünün altını sildi.

"Grandük Sergio üst kattaydı."

"Ah, evet. Onunla karşılaştım." 

"Bu kadar mı?"

"Evet, sadece merhaba dedim."

Cevabına başını salladı ve onu öpmek için eğilmeden önce kızarmış dudaklarını okşadı. Lia'nın kalbi bu rahatlatıcı hisle iç çekti. Elleri yakasını kavradı ve onu kendine çekti.

Bu ziyafet, Bale konağında düzenlenen ilk ziyafetti. Marki gibi yüksek rütbeli soyluların, diğer aristokratlarla ilişkilerini geliştirmek için ziyafetler düzenlemesine gerek yoktu. Böylece, Kieran Akademi'ye sınıf birincisi olarak kabul edildiğinden beri Marki'nin kapıları ilk kez tüm diğer ailelere açılmıştı.

Leydi Bale salonun ortasında durmuş, güzelce dekore edilmiş duvar halılarına, masalara ve orkestraya bakarken içinde kabaran kaygısını bastırmaya çalışıyordu.

"Gerçekten bu kadar ileri gitmek zorunda mısın?" diye sordu Gilliard, çalışma odasından çıkarken.

"Rezil olduktan sonra öylece boş boş oturamayız." diye tersledi, onun ev kıyafetine dik dik bakarak.

"Suçlunun Camellius olmadığını söylediğimizde dinlemeliydin." 

"Ama öyle! Öyle olmadığını düşünmen çok saçma. Öyle olmalı. O Louver'lı."

"Anastasia." diye mırıldandı yorgun bir şekilde uzaklaşırken.

Yukarıya çıkarken öfkeyle onu izliyordu. Gilliard savaştan sonra çalışma odasında kalma eğilimindeydi, başka pek çok şey için enerji toplayamıyordu. Hapsedilmesinden kaynaklanan travma onu önemli ölçüde etkilemiş görünüyordu, ancak Anastasia’nın onun acısına tahammül etme veya anlama kapasitesi yoktu.

Bugün o gündü.

Hazırlıklı gelecek, değil mi?

Anastasia, Lia'nın zeki olduğunu herkesten daha iyi biliyordu. Bunun da ötesinde, Lia artık hatırı sayılır bir güce sahipti, bu da markiz’in onunla doğrudan yüzleşemeyeceği anlamına geliyordu.

Masayı hazırlayan görevliye seslendi. "O koltuklara ekstra özen gösterin. İki Grandük orada oturacak."

"Evet, Leydi’m."

"Onları iyi işaretlediğinizden emin olun."

"Evet, Leydi’m."

Anastasia, Camellius'un isim kartıyla elini sandalyenin üzerinde gezdirdi. Camellius Bale yakında bilinmeyen bir hastalığa yakalanacak ve dünyadan kaybolmadan önce yatalak olacaktı.

Bu olacak. Olmalı.

Hizmetçilerin koridorundan mutfağa yürüdü. Etrafta harıl harıl hareket eden insanların arasında, bir köşede patates yıkayan, kızıl saçlarını yüksek atkuyruğu yapmış bir kadın vardı. Terliyordu ama bu onun zarif havasını azaltmıyordu.

Anastasia, sıcak bir şekilde elini onun omzuna koyarak hizmetçinin yanına gitti.

"Marilyn, senden bir iyilik isteyeceğim.."

Yorumlar