Finding Camellia - 78. Bölüm (Türkçe Novel)


"Ne kadar güzel bir gün. Ata binmek için mükemmel."

Bir hizmetçi Wade'in arkasına geçerek ona bir yelek ve ceket giydirdi. Wade esmer buklelerini düzelterek aynada kendine bakarken, binicilik ayakkabılarını parlatmak için diz çöktü.

"Sör Camellius yakında bize katılacak mı, Claude?"

"Mağaza yıkıldı, bu yüzden birazdan burada olur, Majesteleri."

"En başta neden o mağazaya gitti?" Wade başını sallayarak sordu. "İkinizin sayesinde anarşistlerin kaynakları nasıl sömürdüklerini öğrendik ama Rosina bana Sharon'ın oldukça yetenekli bir terzi olduğunu söyledi."

"Özel bir elbise sipariş etmek için dükkâna gitti Majesteleri. Sonra tesadüfen şüpheli bir şey fark etti, hepsi bu."

Claude'un cevabından memnun görünen Wade mırıldandı. "Demek Del Casa'ya dönüyorsun?"

"Evet Majesteleri. Bu sefer gittiğimde uzun bir süre geri gelmeyi düşünmüyorum. Neden büyük bir teftiş gezisine çıkmıyorsunuz? Doğu Asya'da bir yarımadada büyüleyici, gizemli bir ülke olduğunu duydum."

Wade biraz üzgün bir ifadeyle masadan birkaç kart aldı. Savaşın etkilerinin acısını çekiyor, geceler boyu uyuyamıyordu. Yapabildiği zaman, kabuslarla boğuşuyordu. Wade'in durumu, savaştan sonra evlerine dönen ve savaşın travmasıyla delirmiş binlerce askerin durumundan farklı değildi.

Ancak Wade'in Claude'u uygunsuz bir saatte saraya çağırmasının nedeni bu değildi. Görünürdeki sebep, kalbi son birkaç yıldır önemli ölçüde zayıflayan imparatorun, normalden çok daha geç uyanmış olmasıydı. Tabii ki tamamen sağlıklıydı. Claude, Wade'in kendisini, Kieran'ı ve Camellia'yı tek bir yerde bir araya çağırmasının akıllıca bir taktik olduğunu fark etti.

Wade, "Her şeyden önce akıl sağlığım için endişelenmene gerek yok, Claude." diye yanıtladı. "Şimdi, ne zaman Camellius'la bu kadar... samimi oldun?" Bunca zamandır kafasında kurduğu şey bu muydu?

Claude yüzünü Wade'e dönüp, ellerini arkasında kavuşturdu. Dudaklarında, heykelsi yüzünü aydınlatan bir gülümseme asılıydı. "Ona aşık olduğum andan itibaren." (Ç.N: Lia için she zamirini kullanıyor yani kız olduğunu belirtiyor.)

Wade kaşlarını çatmadan önce başını salladı. "O mu?" (She?)

"Camellius'un bir kadın olduğunun farkında değilmişsiniz gibi davranmayın, Majesteleri. Birçok insanı kandırabilirsiniz ama beni kandıramazsınız."

Wade omuz silkti ve onaylayarak güldü. Claude'un durduğu yere doğru yürüyüp, dükün dakikalar önce baktığı yere baktı. "Camellius erkek gibi kokmuyor, ne demek istediğimi anlıyor musun? Ama fiziği ve yüzü tam benim tipim."

"Olmasaydı daha iyi olurdu."

"Böyle olma. Bu haliyle zorlu bir yola giriyorsun."

"Annemi ikna etme meselesini kastediyorsunuz sanırım."

"Seçkin ailelerden pek çok hanımefendi düşes olma mücadelesini üstleniyor, anlıyor musun?"

"Ona çoktan evlenme teklif ettim."

"Aman Tanrım. Grandük’ün başı bağlandı mı, hmm?" Wade başını sallayarak yorum yaptı.

Başı bağlanmış. Claude bunun kulağa çok hoş geldiğine karar verdi. Bale arması olan bir arabanın prensin odasının önünde durmak için ilerlediğini fark ettiğinde cümleyi dilinde yuvarladı. Leydi Bale Camellia'yı elmasları çalmakla suçladıktan sonra Kieran'ı ilk görüşüydü. Gözlerini kıstı. Bu sahte at binme etkinliği sadece sinirlerini bozmakla kalmıyordu, aynı zamanda Camellia için kendini ölümüne endişelendiriyordu.

Hastaneye Anghar'ı ziyarete giderken ya da hastanede Anghar'la konuşurken saldırıya uğrayabilir ya da dönüş yolunda arabası bozulabilirdi. Yaralanmasının pek çok olası yolu vardı. Ama hastaneye gitmesinden önce bu endişelerini ona dile getirdiğinde Lia ona bıkkın bir şekilde bakmıştı.

‘Lord Claude. Ben süs çiçeği değilim.'

Sözleri kafasına sert bir şekilde çarpmıştı. Onu korumaya çalışırken, aslında onu kollarının arasına hapsettiğini fark etti.

"Ian Sergio ziyaret edecek." dedi Wade gelişigüzel bir tavırla, dükü daldığı dalgınlıktan uzaklaştırdı.

"Resmi bir ziyaret mi?" diye sordu Claude, Camellia'nın gelişiyle ilgili ipuçlarını tararken gözleri sarayın dışındaki sokaklardan hiç ayrılmadan.

"Saray'a kartvizit göndermedi. Bunu Lord Bale'e gönderdi. Görünüşe göre ona müstakbel gelinim olacak bir hanımefendi eşlik edecek."

"Niyetleri daha şeffaf olabilir mi?" Claude alay etti.

Wade, "Bale Hanesi'nden de bir davet aldım." diye devam etti. "Senin de bir tane alman an meselesi. Onların lekelenmiş itibarlarını iyileştirmek için bir hile olduğuna bahse girerim."

Claude, Leydi Bale'in utanmazlığına başını sallayarak, "Haklısınız Majesteleri. Ben onun yalancı şahitliğini duyuramadan önce kuyruğunu bacaklarının arasına alıp kaçtı.” diye yanıtladı. Sharon'dan, Anastasia'nın sadık muhafızlarından biri olan Donnan adlı bir adamın onu vurmadan önce onunla temasa geçtiğini öğrenmişti. İtiraf, hayatı için yalvarmaya yönelik onursuz bir girişim ve bir soylunun hayatını mahvedebilecek bir tanıklıktı.

Sırf piç bir çocuğu devirmek için hainlerle komplo kurmak mı? Daha ne kadar aptal olabilirsin, Anastasia Bale?

Bu hainler, anarşist olduklarını iddia ederek, soyluları avlarken ve imparatorluk ailesine karşı şiddet eylemleri gerçekleştirirken, sosyal hiyerarşinin kaldırılması çağrısında bulundular. İmparatorluk ailesinin Louver üzerindeki baskısına karşı protestolar yaptıklarını iddia ederek eylemlerini haklı çıkarmaya çalıştılar. Ancak gerçekte, kendi gündemlerini karşılamaya ve arzularını gerçekleştirmeye çalışan suçlulardan başka bir şey değildiler. İdeolojileri, gerçek anarşistlerin savunacakları şeyle uyuşmuyordu; belki de ihtiyaç duydukları şey gerçek mahkumiyet değil, bahaneydi.

Kieran, Rosina'nın elinin arkasını öperek arabadan indi. Claude'la buluşmak için bakışlarını kaldırdı. Dük, Camellia'nınkine çok benzeyen zümrüt gözlerden yüzünü çevirmedi. Kieran özlemle gülümsedi.

Claude göz ucuyla Camellia'nın arabasının kapıdan girdiğini gördü ve deri eldivenlerini giydi. "Başlayalım mı?


*****


Camellia'yı uzun bir aradan sonra ilk kez gördüğüne sevindiği belli olan Eli, heyecanla volta atıyordu. Lia parmaklarını onun yelesine sürttü, onu ağzından öptü ve iki yanağını da sevgiyle ovuşturdu.

Claude, Eli'nin ani davranış değişikliğine gülmeden edemedi. "Yeni sahibine sahip çıktığını görüyorum.”

"Bunu iltifat olarak kabul edeceğim."

"Elbette." diye yanıtladı, Eli'ye binmesine yardım etmek için elini tutarken. Lia dizginleri sıkıca ellerine aldı ve karşı ahırda duran Kieran'ı izledi.

Kieran, kız kardeşinin bakışlarını üzerinde hissederek Rosina ile sohbetinden başını kaldırdı. Lia'nın yüzü sakin bir şekilde parladı. Haksız yere suçlanan birine benzemiyordu. Ancak onu görmek, hayatını ve inandığı her şeyi sorgulamasına neden oldu.

‘Beni göle götüren kişi Camellia'nın annesi değildi. O... kendi annemdi.'

Kieran, annesini ve Bale Hanesi'ni korumak için yıllardır sakladıklarını sonunda söylediğinde, babasının tepkisi hiç de hayal ettiği gibi olmamıştı.

'Ben zaten biliyorum. Nasıl öğrendin bilmiyorum ama ilerlemen ve bunu geçmişte bırakman senin için en iyisi olur.'

Kieran ona bakakalmıştı, babasının zaten bildiğini öğrendiğinde başı dönmüştü.

‘Çok uzun zaman önceydi. Şu anda yapabileceğimiz bir şey yok... Dürüst olmak gerekirse, bu yüzden Laura'yı arıyordum. Çok geç olsa da ona iyi bir yaşam sağlamak istedim. Ama onu bulmak kolay olmadı.'

'Nasıl, bunu nasıl söylersin? Bunu gömüp yoluna devam edeceksen, en azından Lia'nın mutlu olması gerekmez mi? Ona bak, baba! "Geride bırakmak" istediğin olaylar yüzünden hâlâ kendini kurban ilan eden annem onu incitiyor. İhanet, baba. Anlıyor musunuz? Annem onu ihanetle suçlamaya çalıştı!'

'Kiran! Annenin sadece biraz ikna edilmeye ihtiyacı var, hepsi bu. Yakında, Lia kendi hayatını uzakta yaşamakta özgür olacak. O zaman annen de huzur bulacaktır.'

'Baba.'

'Artık çok geç. Annen Bale Hanesi'nin bir parçası. Onun itibarı zarar görürse Bale Hanesi'ninki de zarar görür. Sözlerime kulak ver oğlum. Geçmişte neyse öyle devam etmemiz gerekiyor.'

Gerçekten aşağılayıcı bir geceydi. Ama kalbini her şeyden daha çok rahatsız eden, Camellia'nın parlak, tasasız gülümsemesiydi.

Wade'in işaretiyle yola çıkmaya başladılar. Lia'nın kar beyazı Eli'si ve Claude'un siyah atı birbirlerini güzel bir şekilde tamamlayarak izleyenlerin tümünün dikkatini çekti. Kieran masmavi gökyüzüne bakmak için başını kaldırdı.

'Yaptıklarınızdan asla utanmayacak şekilde yaşayın.'

Bir zamanlar yukarıdaki gökyüzü kadar berrak ve güzel olan babasının öğretisi, siyah bir lekenin altında soldu.

"Camellius." diye seslendi Kieran, ona yaklaşarak. Claude'un bakışları anında ihtiyatla ona döndü. Ama Lia, atını kabul ettiği gibi Wade'le birlikte sürmek için ileri doğru iterek, Claude’u uzaklaştırmak için elini salladı.

Sevdiği kadının tek bir hareketiyle uzaklaştırılan Grandük... Merak ediyorum kardeşim, Claude'a emir vermenin Cayen'in kendisine emir vermeye benzediğinin farkında mısın?

"Ağabey, birkaç öğün atlamış görünüyorsun. İyi uyudun mu?"

Kieran onun nazik selamı üzerine dizginlerini sıkıca kavradı, parmak boğumları bembeyaz oldu. "Hayır, aslında."

"Bu iyi değil." dedi kıkırdayarak. "Sağlığını bozacaksın."

"Lia, iyi misin? Nasıl bu kadar... etkilenmemiş olabilirsin?"

Lia sırıttı ama bu daha çok yüzünü buruşturma gibi gözüktü. "Dürüst olmak gerekirse, iyi değilim. Tüm durum tam bir talihsizlik."

"Öfkeli olmalısın, öyle olmalısın. Annemi ikna edeceğim Lia. Ben –“

"Kieran." Lia gözlerini yere indirdi, açık renkli kirpiklerinin altından koyu bir gölge çıktı. Dudakları hafifçe kıvrıldı. "Öfke, amaçladığın bir şey değildir. Ben mutlu olmayı arzuluyorum. Aksine, annemin öfkesi hepimize fazlasıyla yetiyor gibi görünüyor."

"Camellia.”

"Onun yanında ol Kieran. Ben onun karşısında duracağım." dedi Lia onun yerine. "Senden yardım istemeye cesaret edemem. Çocukken neler yaşadığını biliyorum. Yaptığı şey için annemi asla affedemeyeceğini de biliyorum. Yani... nefret edebilirsin."

Kieran bunalmıştı. Hayatında hiçbir şey için çalışmak zorunda kalmamıştı. Her şey ona doğuştan verilmişti ve o bunu tüm hayatı boyunca doğal karşılamıştı, halbuki Camellia'nın sahip olduğu her şey onun kendi sıkı çalışmasından elde edilmişti. Hayatında herhangi bir şans yoktu, yine de onu her gördüğünde melek gibi gülümsüyordu. Sahteliğin ve yalanların ortasında güzelliğin ta kendisiydi.

Hayatında hiç böyle bir aşağılanma hissetmemişti. Yanından esen meltem bile onunla alay ediyor gibiydi. Kendine hakim olamayan Kieran, Lia'nın elini tutmak için uzandı. "Hayır Lia. Yanılıyorsun. Annen beni asla incitmedi."


*****


Küçük grup, Eteare ve Louver'ın kuşbakışı görülebildiği sarayın doğu tepesinde durdu. Wade atını durdurup ülkesini gözlemlemek için bir dürbün çıkardı. Bazıları aç kalıp, zar zor giyinebiliyor, bazıları ise lüks bir hayat yaşıyordu. Zengin ve fakir arasındaki uçurum kesinlikle kaçınılmazdı, ancak Cayen'in şu anki durumu, bir bireyin sıkı çalışmasının meyve vermesine izin vermiyordu.

"Sör Camellius'un durumu çok talihsiz Kieran. Leydi Bale'in iyiliğinden endişe ediyorum."

Kieran, Wade'in azarlamasına başını eğdi. "Sizi endişelendirdiğim için özür dilerim, Majesteleri."

Wade bakışlarının Lyon'un ötesine geçmesine izin verdi. "Demek Louver bu. Karanlık bir uçurum gibi görünmüyor mu?"

"Evet majesteleri."

"Gelecekteki tebaam da orada yaşıyor, değil mi? Babam neden onları terk etti acaba...?" Wade neredeyse kendi kendine konuşarak herkesin gözlerini Louver'a çevirmesine neden oldu. Güneşe en yakın ama kutsanmış ihtişamını alamayan bir gölge gibiydi.

Ya da öyle inanmaya yönlendirildiler. Louver hiçbir suç işlememişti; sadece suçluların kendilerini sakladıkları yerdi. Yerin kendisi kötülüğün kaynağı değildi, çünkü sakinlerinin hepsi suçlu değildi.

Lia, Louver'a bakarken kalbinin sızladığını hissetti. Bu bakış açısından çok farklı görünüyordu ama yine de bir şekilde kalbini kederle doldurdu.

"Majestelerine, gelecekteki tebaanız olan Louver’lilerle ilgilenmesi ve onları kucaklaması için yalvarıyorum."

Wade eğilirken elini nazikçe omzuna koydu. "Sadece umudunuzun gerçekleşmesi için değilse de benim zamanımın bir an önce gelmesi için dua ediyorum, Sör Camellius."

Prens içten bir kahkahayla uzaklaşmadan önce bir an ona anlamlı bir şekilde baktı. Claude, hareketsiz duran Lia'nın arkasına geçti. Ellerini onun omuzlarına koydu ve bir şeyler fısıldayacakmış gibi öne doğru eğildi. Bunun yerine yanağını hafifçe öptü.

Bal sarısı saçları en sevdiği kokuyla burun deliklerini doldurdu. Kızarmış gözlerinin yakınına, yanağına ve ağzının kenarına bir öpücük kondurdu.

"Louver'ın bu kadar karanlık olduğunu bilmiyordum." dedi Lia, titreyen dudaklarını ısırarak.

"Senin de çok iyi bildiğin gibi, ışık ve gölge birbirinden ayrılamaz."

Zümrüt gözleri karanlık manzarayla doldu. Tüm imparatorluk için bile olsa ondan vazgeçmeyeceğini bilerek, sevimli ve güzel Camellia'sını izledi.

Elini dudaklarına götürüp bir öpücük kondurdu.

"Benim ışığının gölgesi olmam gibi..”


Yorumlar

  1. Hadi üvey anneyi anlarımda asıl işe yaramaz babaları


    Eline emeğine sağlık çevirmenim teşekkürler

    YanıtlaSil

Yorum Gönder