Finding Camellia - 72. Bölüm (Türkçe Novel)


Davetsiz misafiri ilk karşılayan, şöminenin üstüne tünemiş olan şahinden başkası değildi.

"Ah! Claude!" Kuş agresif bir şekilde kanatlarını çırparken Wade bağırdı. Odadan geri çekildi. "Kahretsin Pollan! Birlikte yıllar geçirdik! Beni tanımadın mı?! Claude! Bir şeyler yap!"

Wade'in bağırışları ikinci katın koridorunda çınladı. Claude, kabaca içeri dalmasına öfkelenerek açık kapıya baktı.

"Burada kal. Kıpırdama." dedi, battaniyeyi Lia'nın etrafına sıkıca sararak.

"O, Majesteleri değil miydi?" Lia, ani giriş karşısında gözle görülür şekilde şok geçirerek boynunu uzattı.

Claude onun solgun yanaklarını öptü. "Evet. Onunla göz teması kurma."

"En azından onu selamlamalıyım..."

"Böyle görünürken mi?"

Lia dudağını ısırdı ve battaniyeyi başına çekti. Claude, onun her santiminin örtüldüğünden emin olduktan sonra ayağa kalktı. Ardından keskin bir ıslık çalarak Pollan'ın odaya uçmasını ve kanepenin arkasına konmasını sağladı.

"Aferin oğlum." Claude Wade'in yanına gitmeden önce elini uzatarak gagasını şefkatle okşadı.

"Majesteleri. Şu anda, bu oldukça can sıkıcı."

"Biraz terbiyeli ol ve üzerini ört"

Wade yerden kalkmak için dükten destek alırken şikayet etti. "Memnuniyetini anlıyorum ama göstermene gerek yok."

"Buraya kadar gerçekten havayı bozmak için mi geldiniz?"

"Ben öyle demezdim. Dünden beri Camellius'u tamamen kendine sakladığını duyunca sadece kıskandım!"

Claude somurtup istemsizce Lia'nın saklandığı kanepeye baktı. Wade odaya doğru yönelince Claude kapıyı arkasından kapatıp onu engellendi. "Camellius içeride değil. Ama benim kadınım içeride."

"Kadın mı? Rosina böyle söylemedi. Bu odaları Camellius'a verdiğini söyledi... O zaman şanslı kadın kim?"

"Akasmam."

"Akasman mı?" Wade inanamayarak sordu.

Claude bornozunu bağladı. Zaten kuşkuları olsa bile Wade'in Camellia'nın gerçek kimliğini öğrenmesine izin vermeye hiç niyeti yoktu. Sigara tabakasını çıkarmak için Wade'in gömlek cebine uzandı.

"Biliyorsun, bana karşı bu kadar küstah olan tek kişi sensin." Wade neşeyle güldü.

"Aslında Camellius'u görmeye gelmediğinize eminim. Acil bir haber mi var?" Claude sigarayı yaktı ve balkonun kapısını açarak serin bir esintinin dumanı dağıtmasına izin verdi.

"Hayır, gerçekten Camellius'u görmeye geldim. Ona söylemem gereken bir şey var." Wade parmaklığa yaslandı ve bahçeyi işaret etti. Claude, saraya giren arabayı görmek için parmağını takip etti. Araç, uzaktan bile tanınabilen Bale Hanesi'nin amblemini taşıyordu.

Endişeli bir şekilde volta atan ve birkaç saniyede bir saatine bakan Kieran, sanki kovalanıyormuş gibi hızla içeri girdi.

"Dün gece Bale malikanesine girilmiş. Elmasların peşindeydiler."

Claude'un gözleri Wade'in sözleriyle karardı.

"Ne demek istiyorsunuz?"

"Kesinlikle olaylı bir geceydi, hakkını vermek lazım."

"Suçlulara ne oldu?"

"İkisi görüldükleri yerde öldürüldü. Diğerleri elmasların bir kısmını alıp kaçtı. Uşak ciddi şekilde yaralandı."

Anghar mı?

Claude, Bale Hanesi'ne uzun süre hizmet etmiş olan uşağı tanıyordu. Sigarayı küçük bir ıslak kar yığınının içinde söndürdü. "Kimdi onlar?"

"Anarşistler."

Şaşırmadı. Camellius'u daha önce kaçırmışlardı, bu yüzden dün geceki pusuları beklenen bir şeydi.

"Hala onları yok etmediniz mi, Majesteleri?" Claude sadece yalanlar söyleyen doktoru hatırlayarak kaşlarını çattı.

"Hey. Öylece ortadan kaybolacak türden olmadıklarını biliyorsun. Kalıcılar, yabani otlarını ayıklamaya çalıştıkça daha sık ve daha hızlı büyüyen sarmaşık gibiler."

"Yine de elmasların peşinden gitmeleri oldukça cüretkar. Ve bir de Bale Hanesi'ndeyken. Bir şeye güveniyor olmalılar." Tatsız cevabına rağmen, Claude'un zihni dakikada bir mil hızla çalışıyordu.

Anarşistler, elmasların Bale malikanesinde saklandığını nasıl bildiler?

Maximilian, Gilliard ve İmparator da dahil olmak üzere sadece bir avuç insan bu sırrı biliyordu. İmparator, Marki'yi elmasları koruması için bizzat atamıştı çünkü Bale Hanesi'nin mahzenleri imparatorluktaki en iyi güvenlik sistemlerinden birine sahip olmakla övülüyordu. Elmaslar çalındıysa bu, güvenliğin alışılmadık derecede gevşek olduğu anlamına geliyordu.

"Mesele da tam olarak bu." diye yanıtladı Wade, sesindeki sıkıntı barizdi. "Leydi Bale, Camellius'un dün gece baloda ortasında kaybolduğunu iddia ediyor. O ortadan kaybolduktan sonra şehir evi saldırıya uğradı ve bir tanık, Camellius'u Louver yakınlarında gördüğünü söylüyor. Ne yazık ki, Leydi Bale, hırsızların liderinin Lius olduğunu söylüyor. "

"Camellius, lider... Haklısın. Bu talihsiz bir durum." Claude sırıtmasını gizlemek için dudaklarını ovuşturdu.

"Şüphelendiği için onu suçlamıyorum. Ne de olsa bir tanık var."

"Demek bu yüzden Lius'un anarşistlerle işbirliği yaptığını düşünüyorlar?"

"Sevgili Leydi Bale'imiz bunun doğru olduğuna kesinlikle inanıyor."

Claude zamanlamaya gülmeden edemedi. Camellia dün gece balodan ona birlikte ayrılmıştı ve dakikalar öncesine kadar onunlaydı, o halde biri onu Louver'ın yanında nasıl görmüş olabilirdi?

Claude balkon kapısını açarken, "Tanrım, görünüşe göre LeydiBale delirmiş. Ne yazık." dedi.

"Yanıldığını kesin olarak söyleyebilir misin?"

Claude adımının ortasında durakladı ve eğilmeden önce okunamayan bir ifadeyle Wade'e bakmak için döndü. "Geldiğiniz için teşekkür ederim."

"Camellius'u önemseyen tek kişi sen değilsin, Claude."

"Çok şükür."

Wade, alışılmadık bir sessizlikle onu başından savdı. Claude doğruca Camellia'nın odasına yöneldi ve sadece terden sırılsıklam olmuş bir imparatorluk muhafızına prensin balkonda olduğunu bildirmek için durdu. Kapıyı açınca Camellia'yı gömleğinin düğmelerini iliklerken buldu.

Bütün gece kollarında tuttuğu kadın gitmiş, yerini buruşuk bir smokin giyen güzel bir adam almıştı. Claude hoşnutsuzluğunu gizleme gereği duymadan dilini şaklattı.

Lia bakışlarını yere indirerek son düğmeleri ilikledi. "Garip olduğunu biliyorum. Ama bu artık benim için bir alışkanlık, elimde değil..."

Claude, "Hiçbir şey demedim Camellius." diye yanıtladı.

Kılık değiştirmeyi sürdürmekte ısrar ederse, kararına saygı duymaya hazırdı. Onu öngörülebilir bir gelecekte Del Casa'ya geri götüremeyeceğini ya da ona evlenme teklif edemeyeceğini biliyordu, öyleyse neden kaçınılmaz olanla savaşsındı ki?

Aynanın önünde duran Lia'nın arkasına yürüdü ve elinden fırçayı aldı. Diğer elini saçlarının arasından geçirdi; kafa derisi bile dokunulamayacak kadar yumuşaktı. Dalgalı bal sarısı saçları ellerinde yavaşça çözüldü, pürüzsüz ve ipeksiydi. Bağımlılık yapıyordu bu duygu. Saçını tek bir demet halinde topladı ve Lia'nın yansımasını görmek için bakışlarını kaldırdı. Süt beyazı perdelerden sızan sıcak ışıkla teni parlıyordu.

Gözleri aynadan buluştu ve hızla daha samimi bir nüans kazandı.

Camellia bakışlarını kaçırdı ve dolgun dudağını ısırdı. Claude onun çenesini kavrayıp başını çevirerek kendisine bakmaya zorladı.

"Ne olursa olsun güzelsin." diye mırıldandı, onun uzun porselen boynunu öperek.

Lia'nın teninin tadına bakıp gömleğinin düğmelerini açarken saçları omuzlarına döküldü. Beyaz gömleği sıyırdı ve daha da solgun vücudu ortaya çıktı. Claude, onun sıkı iç çamaşırı giymediğini fark ettiğinde, içini bir memnuniyet dalgasının kapladığını hissetti. Bu onun için fazlasıyla yeterliydi. Kendi acısını gönüllü olarak kabul etmediği sürece onu her acıdan koruyabilirdi.

Lia, onun dokunuşu altında yeniden bir kadın oldu, kıyafetleri yere düştü.

Claude onun yanağına öpücükler kondurdu, yaptığı işin aynaya yansımasından memnundu.

"Korkarım gitmen bir günden fazla sürecek, Camellia."


*****


Lanet olası kar!

Araba yoldaki kar yığınlarının arasından geçmeye çalışırken Kieran içinden defalarca küfretti. Sonunda, şehir nöbetçileri ve müfettişlere hesap veren tanıklarla dolu olan şehir evine vardığında dışarı fırladı.

Küçük gruplar halinde sessizce gevezelik eden görevliler, eve girerken Kieran'ı selamladıktan sonra tek kelime etmeden hızla uzaklaştılar. İçlerinden biri Kieran'ı, Leydi Bale'in şehir nöbetçisi ile konuştuğu oturma odasına götürdü.

"Anne."

Leydi Bale dehşet içinde gözlerini sımsıkı kapattı.

"Ne oldu?" diye sordu Kieran yanlarında duran müfettişe.

"Suçlular gece geç saatlerde eve girdiler, efendim. Toplam dört kişi doğruca mahzene yöneldi. Ne yazık ki görevde olması gereken gardiyan, Lord ve Leydi Bale'e baloya kadar eşlik ediyordu. Suçluların bu konuda bilgilendirildiğini düşünüyoruz, bu yüzden zorla girmek için dün geceyi seçtiler."

"Peki ya Anghar? Kahyamız nerede?"

"Hastaneye kaldırıldı." dedi Leydi Bale, onu sakinleştirmek için Kieran'ın kolunu tutarak. "Baban onunla gitti."

"O nasıl?"

"Durumu çok ciddi değildi. Hayatta."

Kieran rahat bir nefes alarak başını salladı. Bu kesinlikle iyi bir haberdi ama daha büyük bir sorun daha vardı: annesinin şehir nöbetçisine verdiği ifade. O sabah erken saatlerde kahyadan haberi duyduğu andan itibaren Kieran kendini bir uçurumun kenarında duruyormuş gibi hissetti.

Şehir muhafızlarının şefi gitmek için döndü ama Kieran onu engelledi. "Efendim, tanık ifadesinde bir sorun var."

Memurlar etraflarında mırıldanmaya başladı. Şef, Kieran'a ve Markiz'e bakarak kaşlarını çattı.

"Leydi Bale ifadesini verdi," dedi saygıyla. "O... Sir Camellius'un durumundan endişe ediyordu."

Bale Hanesi'nin ikinci oğlunun onurunu lekelememek için dikkatli bir şekilde sözlerini seçti. Ayrıca bir annenin kalbini daha fazla kırmak istemiyordu; insanın kendi oğluna karşı tanıklık etmesinin nasıl bir duygu olduğunu hayal bile edemiyordu.

Ancak Kieran, müfettişin defterini kaptı ve Lius'un Louver yakınlarında nasıl görüldüğünün ayrıntılarının yanı sıra, balo salonundan yaklaşık olarak ne zaman ayrıldığını belirten ifadeleri okudu. Tüm bu yalanları uyduran kişinin kendi annesi olması Kieran'ı mahvetti.

"Hayır. Bu ifade yanlış, çünkü... Camellius o sırada saraydaydı. Yani Louver yakınlarında olmasına imkan yok."

Yorumlar