Finding Camellia - 60. Bölüm (Türkçe Novel)


Lia sarsılarak uyandı, bütün gece rahatsız bir pozisyonda uyumaktan vücudu ağrıyordu. Birinin -büyük ihtimalle Ian'ın- ona Camellia dediğini duyduğunu sandı. Ama Ian'ın burada olmasının hiçbir yolu olmadığından, her şeyi rüyasında gördüğünü varsaydı.

Bacaklarına masaj yaparak gözlerini yavaşça açtı. Şafak vagonun penceresinden sızıyor, içeriye puslu, loş bir ışık veriyordu. Karşısında, kollarını göğsünün önünde kavuşturmuş uyuyan bir Claude vardı. Onu hem ışık hem de karanlığa gömülmüş halde görmek gerçeküstü bir manzaraydı. Arabaya sızan ışınlardan daha parlak parlıyordu. O güzeldi.

Rahatsız durumunu tamamen unutarak onu gözlemledi. Açıkçası Lia, Claude'un neden bu vagonda olduğunu veya neden bu şekilde uyuduğunu umursamıyordu. Önemli olan onun karşısında olmasıydı.

Doğruldu ve onu biraz daha yakından görmek için dikkatlice öne doğru eğildi. Bugün başkente döneceği için onun yüz hatlarını ezberlemek istedi. Gözüne düşen saçları geriye atmak için uzandığında dudaklarının kıvrılmış olduğunu fark etti.

"Ne yapmayı planlıyorsun?"

Lia olduğu yerde dondu. Claude gözlerini yavaşça açtı, buz mavisi irisleri doğrudan ona bakıyordu.

"Hiçbir şey, ben-"

"İstediğin her şeyi yapabilirsin." Tipik bir Claude yanıtıydı. Lia küçük bir gülümsemeyle öne doğru uzanıp saçlarını kenara çekerken gözlerini tekrar kapattı.

"Bu muydu?" meraklı bir ifadeyle sordu.

"Bütün gece burada mıydınız?"

"Seni almaya geldim ama çok derin uyuyordun."

"Ama buna gerek yoktu..." Lia cümlesinin geri kalanını yuttu. Nerede uyuyup nerede uyumaması gerektiği konusunda ona dırdır ederken çizgiyi aşıyormuş gibi hissetti. Bunun yerine arkasına yaslanıp battaniyeyi üzerine çekti. Claude gerinerek doğruldu ve arabanın kapısını açtı.

Soğuk hava içeri girdi ve arabadaki hafif gerilimi dağıttı. Hafif nemli bir hava ile taze bir sabahtı. İnsanlar, Marki'yi yolculuğuna uğurlamak için şimdiden telaşla hazırlanıyorlardı.

"Camellius."

"Evet Lord'um."

"Bir dahaki sefere, bir adamı uyurken tedirgin etmeye çalışma. Başkente götürmen için sana başka bir araba vereceğim."

Uyuyan bir adamı tedirgin etmek mı?

Kız daha öfkesini dile getiremeden, kınındaki kılıcının ucuyla sallanan kilide vurdu. Ancak o zaman kilidin kırılmış olduğunu fark etti.

Bütün gece benim için endişelendiği için mi burada kaldı?

Camellia'ya son bir kez baktıktan sonra arabadan indi ve askerlere doğru yürüdü. Dük'ü fark eden askerler onu gergin bir şekilde selamladılar. Claude saflarda kaybolurken Lia şaşkınlığından sıyrıldı ve bir el aynası çıkardı.

Saçlarının farklı yönlere dağılmış olduğunu görünce dehşete kapıldı ve ağzının kenarında kurumuş tükürük izlerini fark ettiğinde neredeyse çığlık atacaktı.

Onunla böyle mi konuştum?

Arabadan atlarken, Pipi beni böyle görse bayılırdı, diye düşündü. Marki Gilliard Bale yola çıkmak üzereydi.


*****


Askerler, iki paralel sıra halinde durarak mükemmel açıdaki kolları ile selam verdiler. Marki ve Prens, sırasıyla donanma ve piyade üniformaları içinde merkezde durdular.

"Size iyi şanslar diliyorum, Majesteleri."

"Ben de size Marki Bale."

Lia uzakta durup vedalaşmalarını izledi. Kieran'ın gözleri kızarmıştı. Hiçbir şey söylemeden elini tuttuğunda ona solgun bir gülümseme gönderdi.

"Beni ağlatma, Lia."

"Sağ salim geri dönecek."

"Elbette dönecek. Dönmeli."

Claude, siyah atının üzerinden birlikleri komuta ederek Prens ve Marki'nin arasında durdu. Yaşıyla çelişen bir karizma yayıyordu.

Gilliard'ın veda konuşması kısa ve özdü. El sıkışmadan atını çevirdi ve deniz birliklerini uzaklaştırdı. Kieran, Lia'nın elini sıkıca tuttu. Lia, ağabeyinin yanında, sessizce vedalaşan babasının uzaklaşmasını izledi.

Marki döndüğünde artık orada olmama ihtimali vardı. Annesiyle ne zaman iletişime geçebileceğinden emin değildi, ama belki de savaş bitmeden önce olurdu.

Askerler, Marki'nin birlikleri ufukta tamamen kaybolana kadar kollarını indirmediler. Lia, bu savaşın çeşitli hırsların doruğa çıkmasının sonucu olduğunu biliyordu. Claude ona korkusuna rağmen üstesinden geleceğini ve kazanacağını söylemişti. Ama ne demek istediğini tam olarak anlamamıştı.


Kızarmış gözlerini ovuştururken atının tepesinde oturan Claude ile göz göze geldi. Adını koyamadığı açıklanamaz duygularla dolu olsa da gözleri şaşırtıcı derecede nazikti. Arzudan başka bir şeyle doluydular ama tam olarak ne olduğunu bilmiyordu. Belki de bu yüzden, tam önünde durana kadar gözlerini ondan ayıramadı. Lia, Claude'un uzattığı eline şaşkınlıkla baktı.

"Benimle gel."


*****


Manzaranın hiçbir şekilde farkında değildi. Duyuları yalnızca, onun beline doladığı kolu, sırtını yasladığı sıkı göğsü ve kulağına değen yumuşak nefesiyle doluydu.

Gün ışığının ısıttığı rüzgar yanaklarını okşuyordu. Claude, ormanın içinden geçip ovaya doğru ilerlerken atını yavaşlattı.

"Gözlerini aç Camellius."

Lia, onu getirmek istediği yere geldiklerini fark ederek yavaşça gözlerini kırpıştırdı. Bir an için ufukta yangın olduğunu düşündü. Sonra bunun kırmızı Gaior bayrağı dalgası olduğunu fark etti.

"Orası Ian Sergio'nun kampı. Bizi oradan da görebilirler."

"... Prens Ian gerçekten orada mı?"

"Neden? Onu görmek mi istiyorsun?" Sesi somurtkan geliyordu ama bu onu rahatsız etmedi.

"Ben mi? Ian'ı mı?" Lia hafifçe güldü ve ona bakmak için başını çevirdiğinde dudakları yanağına değdi. Şaşkınlıkla irkilince, kolunu beline dolamasına neden oldu. Claude öne doğru eğildi, dudakları onunkilerle buluştu. Sanki biri onları izliyormuş gibi hissediyordu ama aynı zamanda dünyada sadece onlar varmış gibiydi.

Claude arzulu gözlerle ağzının içini yaladı ve onu tüketen yumuşak tatlılığın tadını çıkardı. Lia'nın dili onunkiyle utangaç ama emin adımlarla buluştu. Uzaktan bir silah sesi çınladığında Claude çenesini kaldırdı ve bir gülümsemeyle öpücüğü derinleştirdi. Ian'ın kampının olduğu yönden geliyordu.

Paniğe kapılan Lia, Claude'u uzaklaştırmaya çalıştı ama Claude gülerek onu daha da yakınına çekti. "Neden? Utandın mı şimdi?"

Yanakları olgunlaşmış elmalar gibi kırmızıydı. "Elbette. Neden utanmayayım? Bu..."

"Sende bıraktığım bir şey var, değil mi?"

Neyden bahsettiğini tam olarak anlayarak başını salladı. "Geri verecektim. Bu çok şey ifade ediyor olmalı..."

"Onun ne anlama geldiğini biliyor musun?"

"Majesteleri bana söyledi." diye yanıtladı. "Düşes Ihar'ın simgesi."

Başını sallayıp çenesini omzuna yasladı ve dizginleri iki eliyle tuttu. Kolları arasında güvenli bir şekilde kilitlenmiş, tüm direnme oyunundan vazgeçmişti. Claude, erkek olup olmaması gerçekten önemli değilmiş gibi davranıyordu.

"Ben dönene kadar onu güvende tut. Onu bizzat alacağım."

Sahaya bakarken Lia'nın bakışları bocaladı.

"Ortadan kaybolma." Claude'un alçak sesi kulağında çınlayarak kalbinin çarpmasına neden oldu. Elleri onunkini örtmek için hareket etti. Daha fazla böyle kalırsa onun kucağında eriyebileceğini düşündü.

"Camellius. Cevap ver." dedi hafif bir sırıtışla.

Derin bir nefes aldı ve başını salladı. "Kaybolmayacağım."

Claude ona yaslanırken, uzun bir süre öyle kaldılar. Lia gökyüzüne baktı, ağzı inanılmayacak kadar kuruydu. Yalan söylediği, tutamayacağı bir söz verdiği düşüncesinden kurtulamadı.

Rüzgar, Claude'un pelerinini çekmeye yetecek kadar güç toplarken Ian'ın kampından iki el daha ateş edildikten sonra, Ivan onlara yaklaştı.

"Artık gitmeniz gerekiyor, Sör Camellius."

Savaş bulutları her iki kampın üzerinde de yoğun bir şekilde asılı kaldı. Lia, Claude ile üsse dönerken endişesini bir kenara bıraktı. Birbirleriyle konuşmadılar. Ancak, paylaştıkları her kelimeyi, fısıltıyı ve sıcaklığı gözden geçirerek anıları kalbinin derinliklerine gömdü.

Lia artık aralarında hiçbir işarete izin verilmediğini herkesten daha iyi biliyordu - eğer yalan söylemeye devam ederse ilişkileri burada sona erecekti.

Kampa geri döndüklerinde, gözle görülür bir şekilde öfkelenen Kieran onlara doğru koştu. Lia'nın atından inmesine yardım ederken, "Lütfen kardeşimi keyfine göre götürmeyi bırak!" diye bağırdı.

Claude omuz silkti. "Daha dürüst olmalısın, Kieran."

"Lius daha genç Lord'um. Hiçbir şey bilmiyor."

"Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?" Claude atından inerek karşılık verdi.

Kieran her an ayrılmaya hazır görünüyordu. Araba, çantalarıyla doluydu ve eskisinden daha sağlıklı atlara bağlanmıştı. Öndeki beyaz at, Claude'un atı ile aynı boyun askısına sahipti.

"Bu babamın atı. Kieran, onu al ve Lia'ya ver." diye mırıldandı Claude, yalnızca Kieran'ın duyabileceği kadar yüksek bir sesle. Kieran'ın rengi soldu. Dük Maximilian del Ihar'ın atı bizzat imparatorun hediyesiydi. İmparatorluktaki en iyi at olduğunu söylemek yetersiz kalıyordu.

"Hayır, Lord'um."

"Bırak Lia onunla ilgilensin. Hangi yön olursa olsun, o at Del Casa'ya kadar gidebilir."

"Claude."

Dük sözsüz bir şekilde onun omzuna vurdu ve askerlerine doğru ilerledi. Atın yanında süzülen Lia ona baktı.

Bunun olduğunu biliyordu; çoktan vedalaşmışlardı. Ona bir an daha bakarsa, onu gönderemeyeceğini biliyordu.

Bütün gece onun uyumasını izlerken, aklına tek bir düşünce hükmetmişti.

Benim. Benim Camellia'm.

İlk aşkından vazgeçmek gibi bir planı yoktu.

Bekleyen birliklere doğru ilerlerken ağır ayak seslerini hafif ayak sesleri takip etti. Claude, Ivan'ın şaşkın yüzüne bakarak yavaşladı. Artık ayak seslerini bile tanıyordu. Saçlarını geriye atarken derin bir iç çekti.

"Lord Claude!" Camellia, pelerininin ucunu hafifçe çekiştirdi. Claude, yüzü kızaran Lia ile yüzleşmek için arkasına dönmeden önce, gülümsemesini bastırmaya çalışan Ivan'a uyarı niteliğinde bir bakış attı. Sözcükler oluşturmaya çabalayarak dudaklarını kıpırdattı. Dük, vagondan onlara bakan solgun Kieran'ı fark edince kendi gülümsemesini bastırdı.

"Ne oldu?"

"Lord Claude, ben..."

"Konuş."

"Kulağınızı ödünç alabilir miyim?"

Onun sevimli isteği üzerine hemen eğildi. Kulağına ulaşmak için parmak uçlarında yükseldiğinde, nefesi yanağına değdi. Onu kucaklamak için refleks olarak hareket etti.

"Ben de senden hoşlanıyorum."

Eli havada kaldı.

"Tekrar söyle."

"Bir daha söylemeyeceğim. O yüzden... lütfen sağ salim geri dönün. Yaralanmalar kaçınılmaz, biliyorum ama geri dönmeniz için dua ediyorum." diye fısıldadı geriye doğru bir adım atarak.

Claude kaçmasına fırsat vermeden uzanıp saç tokasını çözdü. İnce sarı kurdele parmaklarının etrafına dolandı. Bal sarısı saçları döküldü, uçları çenesine değiyordu.

"Artık daha sonra takas edecek eşyalarımız var." diye sırıtarak kurdeleyi kılıcının kabzasına bağladı. Lia'nın gözleri kızardı. Eğilip selam verdi ve omuzları sarsılırken, onun için endişelenen Kieran'a doğru koştu. Kieran, Lia'yı kollarının arasına alıp derin bir iç çekmeden önce Claude'a öfkeyle baktı. Dudaklarını alnına bastırdı ve başını teselli edercesine okşadı.

Claude savaşa girdiğinden beri ilk kez gerçekten korkuyordu - ölümden değil, o güzel yüzü bir daha görememe ihtimalinden.

Lia, Kieran'la birlikte arabaya binene kadar olduğu yerde durup izledi.

"Senden hoşlanıyorum..." diye mırıldandı derin bir nefes alarak.

Bu kesinlikle bir rüya.

Yorumlar

  1. Emeğinize sağlıık

    YanıtlaSil
  2. Kac bölüm birden soluksuz okudum,ellerinize emeğinize sağlık

    YanıtlaSil
  3. Ellerinize sağlık. Moralimizi toparlamaya yardımcı oldunuz.

    YanıtlaSil
  4. Elinize emeğinize sağlık biraz olsun yaşananlardan uzaklaşıp moral bulduk teşekkürler

    YanıtlaSil

Yorum Gönder