Finding Camellia - 55. Bölüm (Türkçe Novel)


"Bilmiyor muydunuz? Bir süredir buradaydı." dedi Pipi, Lia'nın sırtını sıvazlayarak.

"Neden?"

"Ateşiniz olduğunu bana o söyledi. Baksanıza markete gitmiştim."

Lia şaşırmış bir halde elini alnına koydu. İlacı almış ve bir anda uykuya dalmıştı; Claude'un geri geleceği aklına bile gelmemişti. Lia ince geceliğini kavradı.

"Yağmur mevsiminde olduğumuz için hava hala soğuk." dedi Pipi, Lia'yı bir battaniyeyle örtmek için ayağa kalkarken. "Sorun ne? Bunu öğrenmiş olabileceğinden mi korkuyorsunuz?"

Lia battaniyeyi etrafına sararak ona baktı. "Hiç tuhaf davrandı mı?"

"Hayır, normalde olduğu kadar göz korkutucuydu." dedi Pipi başını sallayarak. "Sizinle ilgilenmemi söyledi. Gerçekten endişeli görünüyordu."

Lia, Pipi'nin cevabıyla kahkahalara boğuldu ama aynı zamanda içinde bir üzüntü dalgası hissetti. "Hayır, benim için endişelenmedi."

"Ne demek istiyorsunuz?"

"Benden hoşlanmıyor." Lia ateşinin yeniden yükseldiğini hissederek kendini doğrulttu. Pipi aceleyle arkasından ayağa kalkıp yürümesine yardım etti.

"Sence bir savaş çıkacak mı, Pipi?"

"Oldukça mümkün - sonuçta eski dük vefat etti. Kuzey vatandaşlarının çoktan silaha sarıldığını duydum. O çok saygı görüyordu, bu yüzden... onun cenazesinin başka hiçbir şeye benzemeyeceğini söylediler."

"Öyleyse onu şu anki dük yönetmeli, değil mi?"

"Emin değilim, ama yanında başka asil subaylar da olmaz mıydı?"

Lia, Pipi'nin cevabına başını salladı ve yatağına geri döndü.

Nerede oturuyordu? Bana bakarken koltuğa mı oturdu? Bu kadar sert konuştuktan sonra neden geri döndü?

Lia ellerini artık hafif bir lavanta kokusu taşıyan çarşafların üzerinde gezdirdi, ancak eline bir şey değdiğini hissedince doğruldu.

Yarım parmak uzunluğunda küçük bir broştu ve çok tanıdık bir arması vardı: Ihar Hanesi'nin akasması. (Ç.N: Akasma bir çiçek çeşididir.)

Kazara mı buraya koydu?

Ancak, bunun yanlış yere konulamayacak kadar önemli olduğunu biliyordu. Onu kadifeye sardı ve bir gün onun için geri geleceğini düşünerek çekmeceye koydu. İşte o zaman onu ona geri vermesi gerekiyordu. Fırsat bulamazsa bunun için Kieran'dan yardım isteyebilirdi.

Lia broşu geri çıkarmadan önce küçük, siyah kadife parçaya hüzünlü bir bakışla baktı. Parmağını gezdirdiği yüzeyi pürüzsüz bir şekilde aşınmıştı. Bu, Claude'un yakasına taktığı broşun aynısı olduğunu gösteren bir işaretti. Onu fenerin ışığına tuttu ama mücevher opaktı. Ona Claude'u hatırlattı, onu nasıl okuyamadığını.

Arkanda böyle şeyler bırakmaya devam edersen seni nasıl unutacağım?

Dolabın önünde dururken ay ışığı üzerine vuruyordu.


*****


Kieran, beklenmedik konuğu karşılamak için oturma odasına koşarken üzerine bir sabahlık geçirdi.

Sırtını soğuk bir ter tabakası kapladı. Ian ve grubunun Gaior'a kaçmalarında yardım ettiği için suçluluk duygusuyla dolduğu için Dük Maximilian'ın vefat ettiği geceden beri Claude ile kişisel olarak görüşememişti.

Peki, çoktan kuzeye gitmesi gerekirken neden şimdi burada?

Kieran oturma odasına giden koridorda derin bir nefes almak için bir saniye durdu ve içeri girdiğinde Claude'u bir sandalyede bitkin bir şekilde otururken gördü. Claude'un kıkırdamasına neden olan çekingen bir bakışla Dük'ü selamladı.

"Uzun zaman oldu."

"Gittiğinizi sanıyordum, Lord'um."

"Buna gerek yok. Sadece biz bizeyiz." Claude ona yarısı dolu bir bardak uzattı. Kieran gözleri titreyerek koyu kırmızı içeceği inceledi. Şarabın rengi, Maximilian'ın içtiği çayla çarpıcı bir benzerlik taşıyordu. Kieran alkolü bir yudumda içti ve alkolün boğazını ve göğsünü acı bir şekilde yaktığını hissetti.

Kieran'ın içki içmediğini bilen Dük, "İkiniz de çok inatçısınız." diye mırıldandı.

Kieran ağzını silip oturdu. "Yine Camellius'la mı ilgili?"

"Hasta. Ateşi oldukça yüksekti."

"Şimdi mi?"

Claude başını sallayınca, Kieran ona sert bir yüzle baktı.

Buraya gelmeden önce Camellius'la mı birlikteydi?

Claude kendine bir bardak doldurdu ve kolçağa yaslanarak bir yudum aldı. "Zehirleme girişimine öncülük eden Aaron Sergio'ydu."

"Nasıl bu kadar eminsin?"

"Yardım ettiğin Gaior'lu pisliklerden biri sonunda itiraf etti. Elbette, Aaron Sergio'yu sırtından bıçaklamak da pekala bir hile olabilir. Bizi ilgilendirdiğinden değil." Claude başını geriye yasladı. "Arkadaşın Ian'a bu savaşın uzun ve aralıksız süreceğini söyle."

"Claude, gerçekten bir savaş başlatmayı düşünüyor musun? Bunun Cayen'i de harap edeceğini biliyorsun. Diğer bölgeleri çalmak için fırsat kollayan aristokratları düşün. Anarşistler. Ölüme gönderilecek insanlar."

"Bunu kişisel bir kan davası olarak mı yaptığımı düşünüyorsun?"

"Hayır, bilmiyorum. Ama..."

"Tarafsız Bölge'de savaş hiç bitmedi. Kaç asker kaybettiğimi biliyor musun?"


Kieran, elleri yumruk şeklinde, arkadaşının sözlerini düşündü. Bu savaş kolay olmayacaktı. Tarafsız Bölge yok edilecek, kayıplar tavan yapacaktı. Ama Gaior'daki devrim yanlılarının hızla güç kazandığını da biliyordu. Savaş ilan etmek pahasına da olsa topraklarını genişletmeye ve kıtayı birleştirmeye kararlıydılar.

Bu radikallere Aaron Sergio önderlik ediyordu. Ian'la ve aynı zamanda tahtın en olası varisi olan Gaior'daki gerçek güçle arası bozuktu. Tüm bunların arkasında o varsa, her şey mantıklıydı; Cayen'deyken Ian'a tuzak kurulmasını isterdi, böylece ondan kolayca kurtulabilirdi.

Kieran savaşın kaçınılmaz olduğunu biliyordu ama Claude'un öncü olmasını beklemiyordu. İki elini yüzünde gezdirdi. "Lütfen... sağ salim geri dön."

Claude'un dudakları, Kieran'ın sesi üzerine boş bir gülümsemeyle yukarı kıvrıldı. "Camellius'tan almam gereken bir şey var."

"Lius'tan mı?"

"Kazara onda bir şey bıraktım."

"O zaman gitmelisin..."

"Hayır." diye içini çekti Claude sandalyesinden kalkarak. Loş ışık titredi ve yüzünün üzerine bir gölge düşürdü. "Döndüğümde alırım. O zamana kadar... Camellia'ya iyi bak, Kieran."

Başıyla onaylayan Kieran, Claude'un ağzından çıkmaması gereken bir ismi duyduğunda gözleri kocaman açıldı.

Camellia. Camellia dedi.

"Lord'um."

"Camellia'ya bir şey olursa seni affetmem. Bu yüzden onu koru. Saçının bir telinin bile zarar görmesine izin verme. Bana ihanet etmenin bedeli bu, Kieran Bale."

Claude'un ciddi ses tonu Kieran'ın sırtını ürpertti. Adını söyledikten sonra oturma odasından dışarı çıkan Claude'un peşinden koştu. Ancak dük cevap vermedi ve arkasına bile bakmadan konağın önünde onu bekleyen arabaya bindi. Sürücü gaza bastı ve araç ileri doğru kükredi. Kieran eliyle ağzını kapattı, yüzü bembeyazdı.

Dük, Lia'nın gerçek kimliğini keşfetmişti. Kieran, arkasında birini hissettiğinde, aklından geçen duyguların bir karışımı olan bir kahkaha attı.

"Gitti mi?" diye sordu Leydi Bale, hızla uzaklaşan arabaya bakarak. Geç saate rağmen şık kıyafetlerinin içindeydi.

Kieran irkildi. "Uyandırdık mı?"

"Dük'ün burada olduğunu duydum."

"Gitti, evet. Uyumalısın."

"Tabii. Ama babanın yakında kuzeye gideceğini bildiğim halde bunu nasıl yapabilirim?" Leydi Bale, eve geri dönerken derin bir iç çekti. Kieran ona şüpheyle baktı. Nişandan bu yana annesi, sanki o günkü konuşmalarını hiç hatırlamıyormuş gibi, Camellia'dan bahsetmekten kasıtlı olarak kaçınıyordu.

Kieran ön kapının yanında duran Anghar'a işaret etti. "Lius'u kontrol etmek için birini gönderin. Ve... Dük'ün geride bir şey bırakıp bırakmadığını sorun."

"Evet efendim."

"Ah, ve Anghar?"

"Evet efendim."

"Lütfen Gaior'a bir mektup gönderin."

Anghar boyun eğerek derin bir şekilde eğildi ve uzaklaştı.

Kieran, herkes içeri girdikten çok sonra bile bahçelerde gezindi. Yüzünden tuhaf bir esinti geçti. Uzun bir gece olacaktı.


*****


"Yazıyor, yazıyor! Prens Wade Kuzey'de savaşa gidecek! Dük Ihar ile birlikte Cayen için Tarafsız Bölge'yi geri alacak! Yazıyor!"

Gazeteci çocuğun çığlığı, büyük bir zevkle gazete satın alan bir kalabalığı topladı. Daha önce hiç bu kadar büyük bir paraya dokunmamıştı ve bu, herkesin Kuzey'e ve olacaklara olan ilgisi sayesinde olmuştu. Diğer yüksek rütbeli soylular, davayı desteklemek için özel muhafızlarını Kuzey'e gönderiyorlardı.

"Lütfen bana yardım edin, Ekselansları." Marilyn davasını savunması için bir kez daha Rosina'yı aradı. "Babam masum - lütfen ona yardım edin. Lütfen Majesteleri'nin kalbini çevirin, Ekselansları."

Kısa bir mola için şehir merkezindeki bir kafenin terasına çıkan Rosina, Marilyn'i teselli etmeye çalıştı.

"Eğer gerçekten masumsa, her şey yoluna girecek. Yani evine dönebilirsin Marilyn. Bu benim konuşabileceğim bir konu değil."

"Bizi böyle kapı dışarı edemezsiniz! Hanemiz imparatorluk ailesi için çok şey yaptı!" Marilyn feryatlara boğulmadan önce çığlık attı.

Rosina, hizmetçilerine Marilyn'i yerden kaldırmaları için işaret etti. Marilyn'e yardım etmek istemediğinden değildi ama yapabileceği hiçbir şey yoktu. Ayrıca kardeşi savaşa giderken Rosina'nın da yüreği buruktu. İmparator ve Prens'in tüm sarayı yas tutuyordu.

Marilyn ağlamaya devam ederken Rosina, "Lütfen ağlamayı kes canım," dedi. Sonunda Marilyn'i yanına oturttu, elini tuttu ve bir fincan soğuk buzlu çay ısmarladı. Ancak o zaman ağlamayı bıraktı ama  çayı yudumlarken burnunu çekmeye devam ediyordu.

Rosina, Bale konağına yorgun gözlerle bakarak içini çekti.

Bugün kendini göstermeyecek mi?


Bu kafenin terasının ünlü olmasının nedeni Bale konağıydı. Terasta yeterince uzun süre kalırsanız Kieran'ın evden ayrıldığını görebileceğiniz söylentisi bütün hanımları kafeye çekmişti - gerçi Rosina bugün tüm terası kendine almıştı. Sayısız hanım ona gıpta ile bakarak yanından geçti.

Aniden, şehir evinin önünde bir araba durdu. Lius gergin bir bakışla dışarı çıktı ve girişin yanında volta attı. Bu manzara karşısında Marilyn'in gözleri uğursuzca parladı.

"Biliyor muydunuz Majesteleri?"

"Neyi?" Rosina devam etmesi için çenesiyle sessiz bir işaret verdi.

"Nişan gününüzde... Sör Camellius beni taciz etti. Bunu sizin iyiliğiniz için bir sır olarak sakladım, Ekselansları." Marilyn devam ederken bir mendille gözlerini sildi. "Ama şimdi Majestelerine söylemek istiyorum. Nişanlınızın kardeşinin böyle aşağılık bir davranışta bulunduğunu öğrenirse, sanırım çok üzülür. Sizce de öyle değil mi?"

Marilyn doğrudan gözleriyle buluştuğunda Rosina ona inanamayan gözlerle baktı. Bir süre sonra prenses elini kaldırdı ve Hizmetçilerin hepsi yüzlerinden renk çekilmiş bir şekilde kulaklarını kapattı. Rosina, artık umursamazca göz temasından kaçınan Marilyn'e bakarken çay fincanını aldı.

"Beni tehdit mi ediyorsun?"

"Tabii ki hayır, Ekselansları. Sadece şikayetimi açıklamak istiyorum."

"Şikayetiniz. Anlıyorum. O halde eminim bir suç iftirasının ne kadar ağır olduğunu da biliyorsunuzdur?"

"Elbette biliyorum." diye yanıtladı Marilyn başını dik tutarak ama titreyen ellerini gizleyemedi.

Rosina, Marilyn'in ellerini sımsıkı kenetlediğini, tırnaklarının etine battığını fark etti ve bakışlarını Camellius'a çevirdi.

"Eğer doğruyu söylüyorsan, sana Marki'nin masumiyetini kanıtlaman için bir fırsat vereceğim. Ama yalan söylediğin kanıtlanırsa, bu aramızdaki ilişkinin sonu olur."

Yorumlar

Yorum Gönder