Finding Camellia - 51. Bölüm (Türkçe Novel)


Yırtık gömleğini kapatan Lia, bakışlarını Claude'un gözlerinden kaçırdı. Yüzüne vurulan oydu, ancak yine de "bedeli ödenmeli" uyarısı onun için yapılmıştı.

"Lord Claude," diye söze başladı Marilyn, "bu Sör Camellius'un suçu değil. Beni yanlış anladı ve biraz fazla heyecanlandı." Yüzündeki zarif gülümseme, Claude'un ilgisini üzerinde hissetmekten memnun olduğunu belli ediyordu.

Claude bakışlarını Lia'dan Marilyn'e kaydırdı. "Biraz fazla heyecanlandı" mı?

Marilyn başını salladı. "İtiraf etmekten utanıyorum ama onun gerçekten bir erkek olduğunu doğrulamak zorundaydım. Davranışlarımın saygısızca olduğunun farkındayım. Niyetimi yanlış anladığı için beni yatağa itti. Şok olmuştum, bu yüzden ben-"

"Tokat attın."

Marilyn, Claude'un kollarına yaslanarak, "Evet. Bir hanımefendinin bir odada bir erkekle yalnız kalmasının sorun olmayacağını düşünecek kadar aptaldım." dedi.

Lia ona hayretle baktı. Marilyn'in sözleri ve hareketleri midesine ek darbeler gibiydi. Onu, bir kadını zorlayan vicdansız bir adam olarak göstermişti. Lia'nın yüzü öfke ve hüsranla kızarmıştı ama Marilyn'i yatağa ittiği gerçeğini inkar edemezdi. Durum ne kadar adaletsiz olursa olsun, Marilyn'in korkmaya hakkı vardı.

"Sizi korkutmak istemedim Leydi'm." Lia üzgün bir şekilde özür diledi.

"Nedir bu saçmalık?" diye alay etti Claude'un arkasında duran Ian. Elini Claude'un omzuna koyarken Marilyn'e ters ters baktı. "Gaior'da hakaret ve iftira için ağır cezalarımız var. Dillerini ve ellerini kesip üç yıl boyunca evlerine kapatırız. Cayen'in yasalarının bu kadar katı olmaması çok yazık."

Marilyn, Ian'la göz göze gelince dudağını ısırdı. Yorumlarının ona yönelik olduğu bariz bir şekilde belliydi. Claude onu omzundan tutup itti. Kızardı, özgüveni iki adamın soğuk tepkileri karşısında dağıldı.

"Lord Claude, bana inanmıyor musunuz?" Marilyn'in sesi titredi.

Claude cevap vermedi. Bunun yerine, endişeli bir yüzle kapının dışında duran hizmetçisini ortaya çıkarmak için kenara çekildi. Yanında, aşağıda da konuştuğu Dük'ün görevlisi vardı. İkisi de donup kalmıştı, bakışlarını karşılık veremiyorlardı.

Ne zamandır orada duruyorlar?

Her şeyi duyduklarını sanan Marilyn'in elleri titremeye başladı.

"Tedavi için saray doktoruna görünmelisiniz Leydi'm." Claude'un sesi sakin ama kararlıydı.

Marilyn onu gönderişi üzerine gözlerini sımsıkı kapattı. İçinden bir ses gitmemesini, onunla kalması gerektiğini haykırıyordu.

Derin bir nefes aldıktan sonra, hala pencerenin yanında duran Lia'ya bakmak için gözlerini açtı. "Ben gideyim o zaman." dedi başını dik tutarak. "Eminim amacınız bu değildi, Sör Camellius. Yine de bugün beni nasıl küçük düşürdüğünüzü unutmayın."

Özrünü reddederek reverans yaptı ve asil bir hanımdan beklenen zarafeti korumak için elinden gelenin en iyisini yaparak dışarı çıktı.

Son havai fişek patlamaları gökyüzünü parlak bir kırmızıya boyadı. Yüksek sesli tezahüratlar, alkışlar ve ıslık sesleri pencereden odaya aktı.

Claude, herkes odadan çıkana kadar kapı kolunu tutarak durdu. Kapıyı kapattıktan sonra omuzları titreyen Camellius'a yaklaştı.

"Marilyn Selby'yi yatağa mı ittin?"

Lia başını eğerken yırtık gömleğini sıktı. "Bu bir hataydı. Onu durdurmaya çalışıyordum..."

"Onu yatağa nasıl sıkıştırdın?"

"Efendim?" diye sordu telaşla.

Claude onun yaşarmış kırmızı gözlerine baktı ve alçak sesle konuştu. "Kolunu onun beline mi doladın? Elini mi tuttun? Sana tokat attıracak ne yaptın?"

"Lütfen durun." dedi Lia dudağını ısırarak; köşeye sıkışmış hissediyordu. "Sadece bir hataydı - hayır, kontrolden çıktım. Hanımınıza hiçbir şekilde dokunmak istemedim. İnanın bana, ben..."

Claude iki elini tutup onu yatağa atmadan önce alaycı bir kahkaha attı.

"Lord Claude!" Lia panik içinde haykırdı.

"Böyle mi yaptın? Sonra ne oldu?"

"Hayır! Bunu yapmadım!"

Lius iddiaları ne kadar çok inkar ederse, Claude o kadar hoşnutsuz oluyordu, çünkü Marilyn ve Camellius'un birbirine dokunmasına kızmıştı. Camellius'a pek kızgın değildi ama daha çok durumu zorladığı için Marilyn'e kızgındı.

Yine de buradaydı, sinirini Lius'tan çıkarıyordu.

"Bir kadınla yatma fırsatını değerlendirmek mi istedin?" diye sordu Claude. "Ne kadar narin olursan ol, yine de bir erkek olduğunu düşünüyorum."

"Size söylüyorum, bu doğru değil!"

"Orada öylece bağırıp çağırma o zaman Camellius. Karşı koy."

"Beni böyle tutarken nasıl yapabilirim? Bırakın beni. Lütfen."

Hayal kırıklığı gözyaşları Lia'nın yanaklarından aşağı aktı.

Claude eğilerek, "Marilyn tarafından tokat yiyen sensin." dedi. Simsiyah saçları alnına değiyordu. "Sen yanlış bir şey yapmadın."

Yaklaştıkça, tüm sesler sağır edici bir sessizliğe dönüşüyor gibiydi. Dünyasını tüketen tek şey, altındaki titreyen küçük eller, dudaklarındaki kesik nefesler ve ona bakan o güzel gözlerdi.

"Oysa şimdi... özür dilesi gereken bir şey yapmak üzere olan kişi benim." Dudaklarını Camellius'un gözünün kenarına bastırırken Claude'un yüzünde kalan tüm gülümseme izleri kayboldu.

"İster erkek ol ister canavar... artık fark etmez."

Claude yumuşak, kiraz dudaklarının üzerinde duraksadı. Eğilirken Lius'un ellerini daha sıkı kavradı. O günler önce çalınan öpücüğün anıları, dokunuşla birlikte geri geldi ve içinde derin bir susuzluk uyandırdı. Geçen seferkinden farklıydı - o kadar tatlı değildi ama yine de nefisti.

Claude ellerini bıraktıktan sonra Camellius'un gözlerini kapattı, ıslak kirpikleri avucunu gıdıklıyordu. Dili yavaşça Lius'un teslim olan dudaklarına kaydı.

Sıcak ve ıslak, tatlı ve acıydı - bir an diline değen bir küp şeker, sonraki an nahoş bir hap gibiydi.

Lius'un onu itmek için değil, sıkıca kavramak için elini koluna koyduğunu hissetti.

Yani o da mı aynı şekilde hissediyor?

Claude onu daha çok kendine çekti ve Lius neredeyse yatak başlığına çarpana kadar öpücüğü devam ettirdi. Kaotik bir kafa karışıklığıyla bulutlanmış o zümrüt gözlere baktı. Dudaklarını, Lius'un zonklayan kalp atışlarını hissedebileceği boynuna kaydırdı.

Marilyn'in yırttığı gömleğin altındaki solgun tende bir kadının ezici kokusunu aldı.

Aklımı kaybediyor olmalıyım. Neden şimdi gerçek bir kadın gibi görünüyor?

"Lord Claude, siz... bunu yapamayız." Lius'un kül rengi eli omzuna yaslandı.

Onun uzaklaştığını gören Claude, göğsünün yandığını hissetti.

"Neden olmasın?"

"Siz de benim kadar iyi biliyorsunuz! Erkekler yapamaz..." sözünü yarıda kesti ve yeniden gözyaşlarına boğuldu.

"Lius." dedi Claude nazikçe, dik oturmasına yardım ederek. "Camellius, ağlama."

"Ben, ben..."

Claude kendine hakim olamadı ve hıçkırmakta olan Lius'u kucakladı.

Bu adam nasıl şimdiye kadar karşılaştığım tüm kadınlardan daha sevimli?

Claude iç çekip dudaklarını Lius'un saçlarına değdirdi ve ağlamasının bitmesini bekledi. Aniden, aceleyle kapı vuruldu.

"Lord Claude! Dük ağır bir şekilde hastalandı!" diye bağırdı.


***


Doktorun emriyle Dük Maximilian'ın yatak odasının tüm pencereleri, zehirli havayı dışarı atmak için açıldı. Başucunda toplanan görevliler ve soylular, bilinçsiz Dük'ün görüntüsü karşısında umutsuzluğa kapıldılar.

"Bütün kapıları kilitleyin." dedi İmparator, Maximilian'a bakarken kontrol edilemez bir öfkeyle yumruklarını sıkarak. "Suçluyu bulun. Hemen!"

Törenden sonra İmparator, Dük'ü odasına çağırmıştı. Yeni bir demlik çay getirmeyi teklif eden görevliyi kovmuş ve onun yerine Maximilian'a kendi çayını ikram etmişti. Arkadaşıyla sadece kendisine hediye edilen nadide, değerli çayı paylaşmak istemişti.

Ancak bir yudum aldıktan hemen sonra Dük düşerek bilincini kaybetmişti. Çay zehirliydi; Dük olmasaydı, yatakta yatan kişi İmparator olacaktı.

Saray doktoru kasvetli bir sesle, "Bu arsenik, Majesteleri." dedi.

Maximilian şiddetli bir şekilde öksürmeye başladı, ağzından kan damlıyordu.

"Baba..." Claude, saçı dağınık ve yüzü solgun bir halde kapıdan fırladı ve inanamayarak babasına doğru sendeledi. Yatağa giden yolu açan diğer soylular eğilerek selam verdi; Grandük ölürse görevi devralacak kişinin o olacağını biliyorlardı.

Maximilian yorgun bir gülümsemeyle gözlerini açarak, "Sana sahip olduğum için mutluyum, oğlum." dedi.

"Hayır, yapamazsın…"

"Bundan sonra Grandük Claude del Ihar olacaksın."

"Baba," duyurusunu durdurmak için çaresizce sözünü kesti. Maximilian nasırlı eliyle oğlunun yüzünü nazikçe okşadı.

"Artık Del Casa'nın sahibisin." Dük'ün sesi kesildi.

Claude'un tek yapabildiği, gözyaşları içinde babasının elini tutmaktı.

Doktor, iki adamın arasından geçerek onlara yaklaştı. "Geceyi atlatması onun için zor olacak. Onunla kalın."

Odadaki herkes umutsuzluğa kapıldı. Kapının dışında duran Camellia, Claude'un dizlerinin üzerine çöktüğünü görünce eliyle ağzını kapattı. Haber kısa sürede saraya yayıldı ve nişan töreni aniden sona erdi. Herkes olası bir şüpheli olduğundan, katılanların hiçbiri ayrılamadı.

"Lia." Ian omzunu tuttu. Anlaşılmaz bir ifadeyle ona baktı.

"Hemen Gaior'a gitmek zorundayım. Benimle gelir misin?"

Yorumlar

Yorum Gönder