Finding Camellia - 37. Bölüm (Türkçe Novel)


"Sana biraz şeker getireceğim Camellia."

Az önce bana Camellia mı dedi?

Lia kulakarına inanamadı. Claude eğildi, dudakları yüzünün yan tarafına değdi. Yoldan geçen herkes için, hanımının yanağına minik bir öpücük konduran bir beyefendiydi.

"Bu sadece benim uydurduğum bir isim." diye fısıldadı. "Burada bekle, sana gelecekler. Lütfen dikkatli ol."

Tüm gücüyle gözlerini yanındaki bankın köşesine odaklamaya çalışırken yanakları kızarmıştı. Claude doğruldu ve şemsiyesini kavrayan titreyen elleriyle donmuş halde oturan Lia'ya baktı.

Soyluların nefret ettikleri kişilere karşı bile samimi olmaları sadece bir nezaket mi? Yoksa gerçekten kadın olup olmadığımı görmek için beni test mi ediyor? Tam olarak neyi doğrulamaya çalışıyor?

Claude yavaş adımlarla parkta yürüdü ve diğer müşterileri şaşırtarak renkli tatlıcı dükkanına girdi. Lia, onun tezgahın önünde dikilip dikkatlice kurabiye ve karamel seçtiğini görebiliyordu.

"Affedersiniz, güzel bayan..." Küçük bir ses dikkatini çekti. Yaklaşık on yaşında gibi görünen bir kız Lia'ya yaklaştı. Yanında, Lia'nın küçük erkek kardeşi olduğunu varsaydığı daha küçük bir çocuk vardı. Kirli parmağını emerek ona huşu içinde baktı. İkisi de yırtık pırtık giysiler içindeydi.

"Ne oldu canım?"

"Gerçekten açız. Bize biraz ekmek alır mısınız? Lütfen?" diye yalvardı kız karnını tutarak.

Lia'nın çocukluğunun mükemmel bir tasviriydi. Lia her zaman aç ve kirliydi ve nezaketlerini umarak gördüğü her iyi giyimli kişiye açlığını belirtirdi.

Onları takip ettiğinde suçlu tarafından kaçırılacağını içgüdüsel olarak biliyordu.

Suçları için bu kadar masum çocukları kullanmaya nasıl cüret ederler?

Kızın kafasına uzandı ama kendini durdurdu ve onun yerine cüzdanını açtı. Onları kolayca takip etmesi çok şüpheli olurdu.

"Al bakalım. Git ne yemek istiyorsan onu al.”

Lia'nın elinde on gümüşlük madeni parayı gören kız şiddetle başını salladı.

Kız ağlamak üzere, "Bize para verirseniz, onu bizden alırlar." dedi. "O zaman yine aç kalırız. Lütfen bizim için satın alın. Sadece bir parça ekmek olabilir. Bu bir hafta için yeterli olurdu! Jenny Teyze'nin gerçekten ucuz olan kocaman çörekleri var.

Lia madeni parayı kızın avucuna itti ve parmaklarını paranın üzerine kapattı. "Bu bizim küçük sırrımız olacak. Sana ekmek de alacağım.” Gözyaşlarını bastırmaya çalışarak ayağa kalktı ve çocuğun başını okşadı.

Kız, doktorun durduğu ara sokakta bulunan Jenny Teyze'nin fırınına heyecanla gitmeden önce şaşkınlıkla ona baktı. Claude'un tam tersi yöndeydi.

Küçük kızın adımları dükkâna yaklaşırken tereddüt ediyor gibiydi ve yüzü ağlamamak için yiğit bir çabayla buruşmuştu. Lia'nın süslü topuklarının şakırtısı ve çocuğun çamurlu ayaklarının yumuşak gümbürtüsü, ara sokağa doğru yürürlerken parke taşlarının üzerinde yankılanıyordu. Fırına varmadan birkaç dakika önce, kız ihtiyatla Lia'nın elbisesinin eteklerini kavradı.

"B-ben artık aç değilim." dedi titreyerek.

"Ne demek istiyorsun?"

"Aç değilim işte."

"Ah hayatım. O zaman... senden küçük bir iyilik isteyebilir miyim?

Fısıldamak için eğildi. Kız şaşkın görünüyordu ama herhangi bir soru sormadı. Lia tek başına fırına girdi ve birkaç büyük çörek siparişi verdi.

Kendini Jenny olarak tanıtan kadın, “Hepsini kendim yapıyorum. Umarım beğenirsiniz leydim." dedi. Bir yandan gözleriyle genç hanımın gitmesi için ısrar ederken, ekmek torbasını ona uzattı. Lia, fırına göz gezdirirken kasıtlı olarak cahilmiş numarası yaptı. Dışarı çıktığı anda suçlunun harekete geçeceğini biliyordu. Onu takip eden sessiz ayak sesleri şimdi yaklaşıyordu.

"İki gümüş para üstü, Leydi'm."

"Bir dahaki sefere geldiklerinde iki çocuğa ekmeği verir misin?"

"Affedersiniz?"

"Korkarım çoktan eve gittiler." diye yanıtladı Lia gülümseyerek. "Bu ekmek bana yeter." Jenny'yi ağzı açık bırakarak ayrıldı.

Çocuklar tıpkı onlardan istediği gibi gitmişti.

Lia kırmızı ve turuncuya boyanmış gökyüzünü görmek için yukarı baktı. Şemsiyesini açtı ve tanıdık sokakta yürümeye başladı. Louver değildi ama onun derinliklerine inen birkaç yoldan biriydi. Brighton'ın neden suçlunun Louver'dan ayrıldığını henüz görmediklerini söylediğini anlayabiliyordu.

Lia plazaya doğru yürüdü ve Claude'un etrafına bakınıp açıkça onu aradığını gördü. Döndü ve kaybolmuş gibi sokağa doğru ilerledi. Yerel sirkin solmuş bir posterinin asıldığı kemerli yola varmıştı ki arkasından cızırtılı bir ses duyuldu.

"Pardon bayan?"

Lia, burnunu ve ağzını bir şey kapattığında bakmak için döndü. Nefesini tuttu ve adamın elini tırmaladı. Bir tür kimyasalla ıslanmış bez, duyularını alt etti. Vücudunun uyuştuğunu hisseden Lia hızla ağzının içini sertçe ısırdı. Neyse ki kanın tadı baş dönmesini alıp götürdü.

Çantasını yere düşürerek bayılıyormuş gibi yaptı ve neon mum boyayı ve kolundaki ekmek parçasını sıkıca kavradı.

"Hmm. Tanıdık görünüyorsun." Doktor onu incelerken başını iki yana salladı. Adamlara, "Alın onu." diye emretti. "Oraya vardığımızda neden bu kadar tanıdık geldiğini göreceğiz."


***


Claude, Camellius'un oturmakta olduğu sıranın önünde dururken çenesini sıktı. Lius'un gözden kaybolduğu ara sokağa kaşlarını çattı ve göz teması kurdukları anı zihninde tekrar tekrar canlandırdı.

Suçlular harekete geçti.

Lius'u Louver'a çekip orada kaçıracaklarını tahmin etmişti ama onu ana bölgede kaçırmaya cüret etmişlerdi.

"Şehir nöbetçilerine göre," dedi Ivan, "buralardan Louver'a giden bir yol olabilir."

Claude, Ivan'ın getirdiği ata bindi ve bir eliyle dizginleri kavradı. "O zaman onları takip edeceğiz." Sakin tonu, keskin bakışlarıyla uyumsuzdu.

"Tek başınıza gitmeniz tehlikeli, Lord'um. Louver'daki muhafızı beklemeliyiz...”

Claude atının yan tarafını tekmeledi ve onu dörtnala ileri sürdü.

"Lordum!" Ivan'ın umutsuz haykırışları havada dağıldı.

Kaybedecek zaman yoktu. Claude, Camellius'un kaçırılmasının üzerinden kaç dakika geçtiğini bilmiyordu ama net olan bir şey vardı - saklanmaları için yeterince zamanları vardı.

Çok geçmeden gri yeleli bir at yolda ona katıldı. Bir süre sonra başa baş gidiyorlardı.

"Bundan uzak durun, Prens Ian!" diye bağırdı.

"Az önce Camellius'un kaçırılmasına kendi gözlerimle tanık olmuşken kenara çekilmemi mi bekliyorsun?"

"Hepsi planın bir parçası. Ayrıca, bu sizi pek ilgilendirmiyor!”

"Camellius işin içindeyse ilgilendirir!"

Sesleri, parke taş üzerindeki toynakların gümbürtüsü arasında çarpıştı.

"Sizin için Camellius kim ki?"

"Geleceğimi paylaşacağım biri. Başka bir deyişle, benim.”

Claude'un kan beynine sıçradı, tabancasını daha sıkı kavradı. Kısa bir an için Ian Sergio'yu gerçekten öldürebileceğini hissetti.

'Benimki.' Ben böyle şeyler düşünmeye cesaret bile edemezken o bunu o kadar rahat söylüyor ki.

Beni ne hale getirdiğine bir bak, Camellius.

Dörtnala ara sokağa girdiler ve Claude dizginleri çekerek iki çocuğun önünde çörek paylaştığı eski bir fırında durdu. Bu ani görünüm üzerine geriye doğru düştüler. Küçük kız kaçmaya çalıştı ama Ian çoktan onun arkasındaki yolu kapatmıştı.

Claude, onun kollarındaki çantayı fark edince onu sakinleştirmek için atından indi.

"Sahibi nerede?" Claude soğuk gözlerle sordu. "Söyle bana. Hemen."

Kız çömeldi, dizlerine sarıldı ve ağlamaya başladı. Ian, Claude'un daha önce hiç görmediği bir ifadeyle çocuklara yaklaştı.

"Konuş. Nereye gitti?" diye sordu Ian, kılıcı kızın boynuna doğru çekerek.

Kız çığlık attı ve kendini daha sıkı bir top haline getirdi.

Claude, Ian'ın kolundan tutarak, "Kılıcınızı çekin Majesteleri." dedi. "O daha bir çocuk."

"Masumiyetin ne kadar acımasız olabileceğini bilmiyor musunuz?" Ian yanıtladı.

"Silahsız biriyle nasıl konuşulacağını bilmiyor musunuz?"

Ian'ın bakışları sertleşti. "Beni gücendiriyorsunuz, Dük Claude del Ihar."

"İyi. Sizin iyiliğinizi istemeye niyetim yoktu."

Ian alay etti ve bıçağı geri çekti. Fırının sahibi koşarak küçük kızı kucağına aldı.

"Şu taraftan!" dedi titreyen eliyle sokağın sonunu işaret ederek. “Bu çocuklar yanlış bir şey yapmadılar! Onu kaçıran adamlar kesinlikle Louver'lıdır, Lord'um."

Claude elini uzattı ve küçük kız cüzdanı ona verdi.

"B-bana bunu tutmamı ve... güzel adama vermemi söyledi..." dedi, gözleri kızarıp şişmişti. 

"Güzel adam mı?"

"Mavi gözlü güzel adama vermemi söyledi... Üzgünüm..." Çocuk yeniden ağlamaya başladı.

Claude, Marilyn'in birkaç eşyası ve küçük bir parça ekmek bulduğu çantayı açtı. Şaşkına dönen Claude, lokmanın yan tarafında noktalı bir neon parıltısı fark edince başını kaldırdı. Yoğun bir karanlığın, tüm şehri yutmaya kararlı, ağzını sonuna kadar açan bir canavar gibi ışığı yuttuğu sokağa doğru baktı. Ve orada, gölgelerin arasında, neon ekmek parçaları parlamaya başladı. Claude gülümsemesini saklamaya çalıştı.

"Daha önce söylediklerinizle ilgili," diye mırıldandı atına binerken. "Camellius, Gaior'a ayak basmayacak."

"Bunu sanki onun koruyucusuymuşsunuz gibi söylüyorsunuz." Ian ona ters ters baktı.

Claude dizginleri sıkıca kavrayarak, "Camellius sizin değil Majesteleri." diye yanıtladı.

"O benim."

Yorumlar

  1. Paylaşılamayan kiz 😅

    YanıtlaSil
  2. The Dilettante çevirme imkanınız var mı acaba?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Önerilerin olduğu listeye ekledim düzgün bir çevirisini bulabilirsem neden olmasın :)

      Sil

Yorum Gönder