A Barbaric Proposal - 45. Bölüm (Türkçe Novel)
Sesinin bu kadar titremesinden nefret ediyordu ama Rienne hızlıca konuştu, kollarını sanki kendine sarılıyormuş gibi omuzlarına dolamıştı.
(Rienne) "Yeteneklerinizi göstermek
istiyorsanız, kendinizi kanıtlamak için başka bir yol bulun. Tercihen, sonunda
aynı yatağı paylaşacağımız gün için beni beklentiyle dolduracak bir
şekilde."
(Black) "...Bu doğru yol değil mi?"
(Rienne) "Hayır, tek yaptığınız benimle dalga
geçiyormuşsunuz gibi hissettirmek. Böyle
yapmak beni kalbimi açmaya teşvik etmez ve bedenimin dokunuşunuza tepki vermesi
hazır olduğum anlamına gelmez. Kişinin zihnini hazırlaması bedenini hazırlamasından
daha önemlidir."
(Black) "Neden hala hazır değilsin?"
(Rienne) "Bu... Şu anda..."
(Black) "...Hayır, bu doğru değil. Bana bir sebep
göstermene gerek yok. Eğer hazır değilsen, hazır değilsindir." Ç.N: adam gibi adam helal olsun!!!
(Rienne) "..."
Black sanki kalan sıcaklığı fiziksel olarak uzaklaştırmak
istercesine başını sertçe salladı.
(Black) "Bana biraz açıldınız diye sizinle yatmayı
istemek gibi bir niyetim yoktu Prenses. Sadece dün yaptığımız gibi gerçek
anlamda yanınızda uyumak istediğimi kastetmiştim. Sadece yanınızda olmayı
seviyorum."
(Rienne) "..."
Rienne için de aynısı geçerliydi.
Ve bundan hoşlandığını fark ettikçe sınırlar daha da
bulanıklaşıyordu.
Onun çocukluktan beri nişanlısı olduğunu öğrendiğinden beri,
bir parçası aptalca bir şekilde kaderin bunda bir rolü olabileceğini düşündü,
sanki birbirleri için doğmuşlardı.
Ama işte tam da bu yüzden şimdi onu reddetmesi gerekiyordu.
(Black) "Bir şansım olabileceğini düşünerek bir an için
kendimi kaybetmiş olmalıyım."
Black yavaşça iki elini de kaldırdı, sanki ona dokunmaya
niyeti olmadığını gösteriyordu.
(Black) "Hadi uyu. Rahat bir gece geçir."
(Rienne)"...Evet. Siz de Lord Tiwakan."
Click.
Rienne hızla kapıyı açtı ve yatak odasına koştu.
(Rienne) "...Bundan nefret ediyorum."
Tüm bu yalanlardan ve belirsizliklerden nefret ediyordu,
tıpkı yalan söylediği için kendinden nefret ettiği gibi.
Ve onun kendisinden uzaklaştığını, sanki bir daha ona
dokunmayacakmış gibi davrandığını görmekten de hoşlanmıyordu.
(Rienne) "Yarın… her şey yoluna girecek."
Yarın hizmetçi hakkında daha fazla bilgi edinecek, sonra da
o yaşlı adam hakkında bir şeyler öğrenmeye çalışacaktı. Ya da belki onunla
görüşmek istediğini bile söyleyebilirdi.
Lord Phermos'un onu kaçırdığı söylenmişti, o yüzden kalede
bir yerde kilitli olmalıydı. Onunla bu konuyu konuşacaktı. O adamın hiçbir şeye
karışmaya hakkı yoktu.
Ve eğer gerçeği öğrenebilirse...
O noktada düşünceleri durdu.
Hiçbir şeyi çözemiyordu, en azından o adam hakkında ne
yapacağını çözebilirdi.
Ne yapabilirdi ki?
(Rienne) "...Bu gidişle öleceğim galiba."
Kalbi kor halinde yanıyormuş gibi hissediyordu. Rienne
ileriye doğru yürüdü, tökezleyerek yatağına düştü.
Şimdilik sadece uyuması gerekiyordu.
*****
Gözüne uyku girmemişti ve bütün gece bir o yana bir bu yana
dönüp durmuştu. Rienne uykuya dalması o kadar uzun zaman almıştı ki şafak
sökmüştü bile.
(Rienne)"Ah… sabah mı oldu?"
Rienne yorganın altında dönerken nedense kendini her
zamankinden daha ağır hissetmişti.
(Rienne)"Neden bu kadar halsizim...? Vücudumun çok
soğuduğunu hissediyorum..."
(Rienne) "...!"
Ama sonra bacaklarının arasından geçen serin bir şeyle
irkilerek kendine geldi.
(Rienne) "Regl günüm...!"
Olması gerekenden birkaç gün önce başlamıştı.
(Rienne) "Neden oluyor bu?"
Rienne battaniyeyi atıp ayağa kalktı ama çarşafları çoktan
küçük kırmızı noktalar şeklinde kanla lekelenmişti.
(Rienne) "Bunu çabucak temizlemem gerek..."
Rienne hemen çarşafları kaldırarak işe koyulduğunda, kapının
sesini duydu.
Tak, tak.
(Black) "Uyanık mısın?"
Black’ti.
Rienne'in yüzü solmuştu.
Bütün bunlar neden özellikle bu sabah oluyordu? Öncelikle
yapması gereken en önemli şey kan lekelerini saklamaktı.
Rienne çarşafları tekrar yere serdi, kendini yatağa geri
yatırdı, sonra battaniyeleri tekrar üzerine çekerek kanı mükemmel bir şekilde
gizledi.
(Rienne) "Bir sorun mu var?"
(Black) "Uyuyakaldığın için seni uyandırmaya
geldim."
Uyudum mu? Gerçekten uyuyakaldım mı? Hayır, daha da
önemlisi, neden beni uyandırmaya geliyor?
(Rienne) "Ben... kendimi pek iyi hissetmiyorum.
Birazdan kalkacağım."
(Black) "Kendini iyi hissetmiyor musun...? İçeri
geliyorum."
(Rienne) "Hayır... lütfen yapmayın!"
Ama artık çok geçti.
Black çoktan kapıyı çekip açmış ve içeri doğru yürümeye
başlamıştı. Rienne battaniyeyi yeniden kavrayarak boynuna kadar çekmişti.
(Black) "Nereni yaraladın?"
(Rienne) "Bu… bir şey yok. Lütfen gidin."
(Black) "Yüzün solgun."
Black uzun adımlarla yatağa doğru yürüdü ve onun sözlerine
aldırmadan iri elini alnına koydu.
(Black) "Ateşin var."
(Rienne) "Hayır... ben iyiyim."
(Black) "İyi mi? Yüzün bu haldeyken mi?"
Ama onun için gösterdiği endişe arttıkça, ten rengi daha da
solgunlaştı. Rienne battaniyeyi daha da yukarı çekerek tüm yüzünü örttü.
(Rienne) "Lütfen gidin. Kendime bakabilirim."
(Black) "Bunu yapmayacağını biliyorum. Lütfen
battaniyeyi bir saniyeliğine kaldırın."
Rienne çaresizce battaniyeyi başının üzerinde tutarken,
Black'in elinin battaniyenin kenarına dokunduğunu gördü.
(Rienne) "Bana dokunmayın!"
Ve farkına bile varmadan, tepkisi amaçladığından çok daha
keskin ve sert olmuştu.
Black'in eli aniden hareket etmeyi bıraktı, ifadesi şafak
vakti bir gölün yüzeyine yerleşen sığ bir ayaz gibi donmuştu.
(Black) "Dün olanlar için kızgın mısın?"
(Rienne) "Hayır... sadece lütfen gidin."
(Black) "Bunu yapamam. Neden kızgın olduğunuzu bilmem
gerek Prenses."
(Rienne) "Kızgın değilim, sadece lütfen... "
Black, hâlâ battaniyenin ucuna tüm gücüyle tutunmakta olan
Rienne'in bileğini yakaladı.
(Black) "Hâlâ kızgın olmadığını mı söylüyorsun?"
Black'in bakış açısından, Rienne'in yorganın altında ne
saklamaya çalıştığı hakkında hiçbir fikri yoktu.
Rienne'in Black'e verdiği ters tepki sanki Black'in ona
dokunmasını reddediyormuş gibi görünüyordu; ten tene teması düpedüz
reddediyordu.
Bu arada Rienne dehşete düşmüştü çünkü sırrının kendi
iradesi dışında açığa çıkmasıyla arasında duran tek şey bu battaniyeydi.
(Rienne) "Lütfen, buna bir son verin ve gidin!"
(Black) "Bir insanın bir günde bu kadar değişmesi
mümkün mü?"
Black yine yüzünü örten battaniyeyi aşağı çekmeye çalıştı.
(Rienne) "Yapmayın!"
Rienne aceleyle Black'i elinden geldiğince uzaklaştırdı.
Push!
Onun gücü Black'inkiyle kıyaslanamayacak kadar azdı ama yine
de onu üzerinden atmaya yetti. Yine de, tüm bu kargaşa içinde battaniye
yeterince aşağı kaydı.
(Black) "...Bu ne?"
(Rienne) "...!"
Çarşafını ve geceliğinin ucunu süsleyen kırmızı kan lekeleri
o anda büyümüş gibiydi. Soluk çarşafların üzerinde her şeyden daha dikkat
çekiciydi ve herkesin gözüne hemen çarpacak gibiydi.
O anda zihni tamamen boşaldı ve bir bahane bile düşünemedi.
(Rienne) "Lütfen bakmayın...!"
Rienne panik içinde bir çığlık atarak Black'i tekrar itmeye çalıştı.
Tap!
Ama sonra Black onun elini kavradı.
(Black) "Bu kadar hızlı hareket etme."
(Rienne) "..."
Rienne'in tüm vücudu titrerken, Black onu tekrar uzanmaya
zorladı.
Kafası karışan ve ne olduğundan emin olamayan Rienne ona
baktığında alnının ter içinde olduğunu gördü.
(Black) "Doktor çağıracağım. Sen burada kal."
(Rienne) "...?"
(Black) "Olduğun yerde kal. Kılını bile
kıpırdatma."
Bunu söyledikten sonra Black geri çekildi ve aceleyle yatak
odasından çıktı.
O anın paniği geçene kadar Rienne muhtemelen bir şeyi yanlış
anladığını fark etmeye başlamıştı.
(Doktor) "Çok fazla endişelenmenize gerek yok.
Hamileliğin ilk dönemlerinde ara sıra kanama olabilir. Elbette böyle bir şey
göbeğiniz çıkmaya başladığında daha tehlikeli olabilir ama... kaç aylık
hamilesiniz Prenses?"
Nauk'ta sadece iki büyük doktor vardı.
Biri öncelikle aristokratlarla ilgilenir, pahalı tedavi
masraflarını karşılayabilenlere hizmet verirken, diğeri karşılayamayan
yoksullarla ilgilenirdi.
Farklılıklarına rağmen bu iki doktorun ortak bir noktası
vardı. Çok fazla hastaları olduğu için çok meşguldüler.
Yine de sabahın erken saatlerinden beri bu iki doktor da
onun yatak odasındaydı ve aslında hasta olmayan... ona yardım etmek için var
güçleriyle çalışıyorlardı.
...Sanırım aklımı kaçırıyorum.
Rienne ağzından çıkmak üzere olan iç çekişini bastırdı.
Doktorların arkasında kollarını kavuşturmuş Black duruyordu.
Yüzünde, saçma sapan konuştukları takdirde doktorların
boğazını parçalayacağını belli eden bir ifade vardı. Yanında, bu gerçekleşmeden
önce onu durdurmaya çalışacağını söyleyen bir yüz ifadesiyle Phermos duruyordu.
(Rienne) "Bu…"
Rienne hamilelik hakkında uygun bir cevabın ne olacağını
bilecek kadar bilgi sahibi değildi, bu yüzden soru karşısında gözleri
şaşkınlıkla titredi.
(Black) "Bir ay."
Onun yerine Black cevap vermişti.
(Doktor) "Bir, bir ay mı?"
(Black) "Tam olarak yirmi sekiz gün."
(Rienne) "..."
Yirmi sekiz gün mü? Bu sayıyı nereden bulmuştu?
Rienne beynini zorlayarak bir bağlantı aradı.
Neden yirmi sekiz... Hatırlıyorum.
Yirmi sekiz gün önce Tiwakan’ın Nauk'a ilk geldiği gündü.
Teklifi o gün almış ve cevaben derhal reddini bildirmişti. Red cevabını
almalarının hemen ertesi günü savaş ciddi bir şekilde başlamıştı.
Bu adam… gerçekten de bu çocuğu kendi çocuğu gibi göstermeye
çalışıyordu.
Henüz var olmayan bir çocuğu…
(Doktor) "Yirmi sekiz gün önce kale kuşatılmış
olmalıydı... Huh?"
Doktor gözlerini açarak sessizce parmaklarının ucuyla
günleri saydı.
(Doktor) "Ve... bir çocuğunuz var?"
Ama Black ile göz göze geldiğinde ağzını sıkıca kapattı. Onu
delip geçen o mavi gözler neredeyse bakılamayacak kadar iğrençti.
(Black) "Bu seni ilgilendirmez. Tek yapmanız gereken
çocuğumu güvende tutmaya odaklanmak."
(Doktor) "Huh... Oh, evet... anlıyorum."
Doktor alnındaki teri sildi, yüzü hastalıklı bir yeşil renge
dönmüştü. Diğer doktor da farklı değildi, bunca zamandır sessizliğini
koruyordu.
(Doktor) "Hiç karın ağrınız var mı? Bir şeyin midenizi
çektiği hissi ya da bir şeyin kırılacağı hissi gibi…?"
(Rienne) "Hayır... biraz ağrıyor ama öyle bir
şey değil."
Karnının alt kısmında donuk bir ağrı vardı ama ayın bu
zamanı geldiğinde genellikle böyle olurdu.
(Rienne) "Şu anda ilk uyandığım zamankinden çok
daha iyi hissediyorum."
Rienne son sözleri eklerken, doktorlar birbirleriyle
bakıştılar.
(Doktor) "O halde endişelenecek pek bir şey yok gibi
görünüyor. Ancak kanama iyi bir şey değil, bu yüzden şimdilik dinlenseniz iyi
olur."
(Doktor) "Katılıyorum. Kanama çok sıklaşırsa bebeğinizi
kaybedebilirsiniz, bu nedenle lütfen gereksiz hareketlerden kaçının. Ayrıca,
özellikle at sırtında uzun mesafeler kat etmeniz son derece tehlikeli
olacaktır."
(Rienne) "...Pardon?"
Rienne onun beklenmedik açıklaması karşısında kaşlarını
çattı.
(Rienne) "Hareket etmemeli miyim? Bütün gün
kıpırdamadan oturmam gerektiğini mi söylüyorsunuz?"
(Doktor) "Uzanmak en iyisi olacaktır."
(Rienne) "Ne..."
Ama o daha bir şey söyleyemeden Black araya girerek
Rienne'in doktorlarla konuşmasını kesti.
(Black) "Bunu unutmayacağım. Alması gereken bir ilaç
var mı?"
(Doktor) "Bebeğinizin durumunu stabilize etmeye
yardımcı olacak bazı ilaçlar var. Hemen birkaç tane hazırlatacağım."
Bunun üzerine doktorlar eşyalarını hızla toplayıp
vedalaşarak odadan çıktılar. Ancak onlar çıkarken Black doktorların geri
çekilmesini işaret etti ve Phermos'la konuştu.
(Black) "Onları takip edin. Doğru ilacı yaptıklarından
emin olun. Bir şey söyleyip söylemediklerine bakın."
(Phermos) "...Oh, bu da bir olasılık.
Anlıyorum."
Gereksiz hiçbir şey söylemeden Phermos doktorların peşinden
gitti.
'Bir şey söylemek' derken, doktorların Kleinfelderlar'dan
birileriyle bir şekilde temas halinde olma ihtimalini kastediyordu.
Gerçi Phermos bebeğin kaybedilmesinin o kadar da kötü
olmayacağını düşünüyordu. Ne de olsa çocuk nihayetinde Rafit Kleinfelder'ındı
ama Phermos bu fikrini asla dile getirmeyecek kadar akıllıydı.
Ve doktorların belki de bir şeyler deneyecek kadar zavallı
oldukları açıktı.
Hamile Rienne'in kendini iyi hissetmemesi bir şeydi, ama
başka bir kaza meydana gelirse, bu sadece başkaları için zor bir zamana neden
olacaktı.
(Bayan Flambard) " O zaman... bu çarşafları alacağım.
Lekeler iyice kalmadan önce onları yıkamam gerekecek."
Arkasını dönen Bayan Flambard kekeleyerek konuşmaya başladı.
Kısa bir süre Black'e bakan Rienne uzanıp kolunun paçasından tuttu.
(Rienne) "Birlikte gidelim. Bunu tek başımıza
yapmak zor olur."
(Bayan Flambard) "Oh, bunu nasıl söylersiniz... "
(Black) "Kesinlikle hayır."
Bayan Flambard haklıydı.
Rienne bunun olacağını tahmin etmeliydi ama Black öylece
oturup gitmesine izin vermeyecekti.
(Black) "Sana uzanman söylendi."
...İnsanların kendi yalanlarına hapsolmalarından bahsederken
kastettikleri şey bu olmalıydı.
Tüm bu durumdan dolayı zaten son derece telaşlıydı ama
yapması gereken bir sürü işi de vardı. Çarşaflara yardım etmek istiyordu ama
aynı zamanda tapınakta halletmesi gereken işleri de vardı.
(Rienne) "Ne yapmam gerekiyorsa onu
yapacağım."
(Black) "Şimdi bunun zamanı değil. Sadece oturun ve ilacınızın
gelmesini bekleyin."
(Rienne) "Yapmam gereken çok iş var Lord
Tiwakan."
(Black) "Ve bunu tek başına yapmak zorunda
değilsin."
(Rienne) "…"
Onun tuzağına mükemmel bir şekilde yakalanmış gibi
hissediyordu.
Aralarında sıkışıp kaldığı için durumun nasıl geliştiğini
izleyen Bayan Flambard, Rienne'in elini kolundan dikkatlice çekti.
(Bayan Flambard) "Bunu tek başıma yapacağım,
Prenses. Bu halinizle sizden çamaşır yıkamaya yardım etmenizi nasıl
isteyebilirim? Lütfen, sadece dinlenin."
(Rienne) "Madam, lütfen yapmayın."
(Bayan Flambard) "Bunun yapman gereken bir şey olduğunu
sanmıyorum Prenses... Evet, şimdi dinlenmenin tam zamanı."
Bayan Flambard gözlerini kırpıştırarak omzunun üzerinden
Black'i işaret etti.
Bu ince bir hareketti ve Rienne daha fazla ısrar ederse
Black'in şüpheleneceğini söylüyordu. Bunu bilen Rienne'in pes etmekten başka
çaresi yoktu.
(Rienne) "Tamam... devam edin o zaman."
(Bayan Flambard) "Hemen döneceğim,
Prenses."
Kadın kucağında çarşaflarla hızla oradan ayrıldı.
Eline sağlık 💙
YanıtlaSilTeşekkür ederimm💙
SilAaayyy okumadan yoruma geldim iki bölüm birden çok teşekkürler 🤗
YanıtlaSilYaa ne demekk, keyifli okumalar diliyorum<333
SilEllerine sağlık 🥰🥰
YanıtlaSilTeşekkür ederimm🥰🥰
Silolaylar olayylar
YanıtlaSil🤭🤭
Silrienne götünğ yiyim bak fırsat bu fırsat bebek düştü falan de ĞAAAAA
YanıtlaSil