A Barbaric Proposal - 41. Bölüm (Türkçe Novel)
(Phermos) "Prenses sağ olsun, sanırım işler çok daha kolay olacak. Rahiplerin soyunmasını izlemek zorunda kalacağımı düşündüğümde... ahh,sanırım iştahım kaçacak."
Artık ellerinde bir ipucu olduğuna göre, hızlı hareket
etmeleri gerekiyordu.
Rienne temsilcileri bir araya getirmek için gerekli
hazırlıkları yapmaya başlamıştı bile ve Black'in Phermos'la birlikte tapınağa
gitmesi gerekiyordu.
Tek bir an bile kaybetmeden tapınağa doğru yola koyuldular.
(Phermos) "Ah, işte atlar geliyor."
Phermos'un atını avluya götüren birkaç paralı asker
gelmişti.
(Phermos) "Hm? Sadece bir tane mi
getirdin?"
Ama Black'in atını yanlarında getirmemişlerdi. Phermos bir
an için astlarının duyma yetilerini kaybettiklerini düşündü ama görünüşe göre
durum öyle değildi.
(Black) "Yalnız gidiyorsun. İlgilenmem gereken
bir şey var."
(Phermos) "Başladığınız işi bitirmek için
Prenses'e geri dönmeyeceksiniz… değil mi?"
Phermos'un ses tonu açıkça dehşete düştüğünü ifade ediyordu
ama Black'in yüzünü fark ettiği anda soğukkanlılığını geri kazandı.
(Phermos) "Yersiz konuştum Lord’um."
Konuyu hızla değiştiren Phermos gözlerini kaçırdı.
(Phermos) "Aklıma gelmişken, Prenses iyi mi? Bu
sabah olanlardan sonra çok sarsılmış olmalı."
(Black) "İyi olduğunu söylüyor ama gözüm
üzerinde."
(Phermos) "Bu en iyisi olacaktır. Dışarıdan iyi
görünse bile ilk aşamalarda herhangi bir şey tehdit oluşturabilir… Ah, bu
arada..."(Y/N; Hamilelikten bahsediyor.)
Phermos sanki daha önce olanları hatırlamış gibi şakayla
karışık bir gülümseme takındı.
(Phermos) "Prenses biraz... bunu nasıl
söylesem... naif görünmüyor mu? Bazen bana yirmi beş yaşından çok on sekiz
yaşındaki bir çocuğu hatırlatıyor... İyi misiniz Lord’um?"
(Black) "… Bir yer seç."
(Phermos) "Pardon?"
(Black) "Bu sefer nereden vurulmak istiyorsun?"
(Phermos) "...Ah! Yine hata yaptım Lord’um."
Ve bir anda yüzündeki gülümseme iz bırakmadan silinip kayboldu.
Bu etkileşime dayanarak, Black'in Prenses hakkında konuşulmasına tahammül etmek
istemediği anlaşılıyordu.
(Phermos) "Gelecekte Prenses’in adının... ağzımdan
çıkmasına izin vermeden önce iki kez düşüneceğim!"
Efendisinin bakışlarından korkan Phermos başını ve
omuzlarını eğerek kendi kendine mırıldandı ve Black onu yakasından
yakaladığında aniden bağırdı.
(Black) "Sessiz ol."
Black, Phermos'un kulağına doğru konuşurken sesini alçalttı.
(Black) "Tapınağın yakınında hasta yaşlı bir
adam var. Önce onu bulun. Kimsenin bilmesine izin verme."
(Phermos) "... Kimsenin mi...?"
(Black) "Prenses dadısını göndermiş."
(Phermos) "Ve adamı ondan önce bulmamı
istiyorsunuz. Anlıyorum."
Başını sallayarak emri kabul eden Phermos bir soru sordu.
(Phermos) "Nedenini öğrenebilir miyim?"
(Black) "Sanırım beni tanıdı."
(Phermos) "Sizi tanıdı mı Lord’um? O zaman..."
Her zaman olduğu gibi, Phermos'un zeki zihni hızlı hareket
ediyordu. Tek bir kelimeden pek çok bilgi çıkarabiliyordu.
Black'in saklı geçmişini bilenler hâlâ vardı.
Prenses Rienne, böyle bir kişinin varlığından haberdar olunca
adamlarından birini göndermiş olmalıydı ve şimdi, o kişi bulunmadan önce, Black
onu yolundan çekmek istiyordu.
Bu, Black'in prenses Rienne'in geçmişini bilmesini
istemediği anlamına geliyordu.
(Phermos) "Benden ne yapmamı istiyorsunuz? Onu
susturayım mı?"
(Black) "...Henüz değil. Şimdilik onu
saklayın."
(Phermos) "Pekala."
Black Phermos'u serbest bırakırken, Phermos ağrıyan boynunu
ovuşturarak başını salladı.
(Phermos) "Yakında döneceğim, Lord’um."
Black cevap bile vermeden arkasını döndü ve uzaklaşarak
gözden kayboldu. Geride kalan Phermos, asık bir suratla kendi kendine
mırıldandı.
(Phermos) "Lord Hazretleri'nin kişiliği her
zaman böyle aksi miydi...?"
Her halükarda, gelecekte sözlerine daha çok dikkat etmesi
gerekiyordu.
Sonra, Phermos beş paralı askerle birlikte tapınağa doğru
yola çıktı.
*****
Adım. Adım.
Yeraltında, ayak seslerinin yankılanması farklı bir atmosfer
yaratıyordu. Taş zeminde biriken nem ayak tabanlarına yapışarak daha kasvetli
ve iç karartıcı bir ses oluşturuyordu.
(Muhafız) "Huh, buradasın!"
Zindanlarda görev yapan tüm muhafızlar Tiwakan paralı
askerlerinin üyeleriydi. Bu kademeli bir süreçti ama Nauk'un kale muhafızları
eski görevlerinden alınıyor ve yerlerine yenileri getiriliyordu.
Şüphesiz eski kaptan Weroz'un yokluğu değişikliği önemli
ölçüde kolaylaştırmıştı.
Black'in yeraltı zindanını ziyaret ettiğini ilk fark eden
paralı asker duruşunu hızla düzeltti.
(Muhafız) "Bugün geleceğinize dair bir mesaj
almadım. Sorgulama için mi geldiniz?"
(Black) "Sessiz ol."
Görünüşe göre Black varlığını belli etmek istemiyordu.
Paralı asker bunu sezmiş ve hemen sesini alçaltmış.
(Muhafız) "Sizi bugün getirilen adama götürmemi
ister misiniz?"
Black hiçbir şey söylemeden başını salladı.
(Muhafız) "Bu taraftan, efendim."
Zindanın durumuna bakıldığında, Tiwakan'ın tüm üyeleri
zindanın iyi durumda olduğu konusunda hemfikirdi.
Şu anda hapsedilen çok fazla insan olmasa da, yine de büyük
bir tesisti. Birkaç güvenlik önlemi katmanını barındırmak için yapılmış büyük
ölçekli bir hapishane gibiydi. Böylesine yoğun bir zindan, kraliyet ailesinin
bir zamanlar sahip olduğu gücü kesinlikle kanıtlıyordu.
(Muhafız) "Zindanın yapısı kolayca
kaçamayacakları şekilde tasarlandı ama Sör Phermos işi şansa bırakmamamızı
söyledi, ben de onları bağladım."
(Black) "İyi iş çıkardın."
(Muhafız) "Teşekkür ederim, efendim."
Beklenmedik övgü karşısında paralı asker sersem bir şekilde
sırıttı.
Sonunda, mahkûmların beklediği, dışarıdan kilitli bir dizi
çift kapıya ulaştılar.
(Muhafız) "Onları bu odada tutuyordum. Ayrıca ne
hakkında konuştuklarını da izliyorum."
(Black) "Başka bir şey söylediler mi?"
(Muhafız) "Sör Phermos gittikten sonra değil.
Ah, işte."
Clink.
Paralı asker kapıyı açtı ve Black odaya girdi.
Tahta sandalyelerde oturan ve iplerle sıkıca bağlanmış iki
Kleinfelder oradaydı. Birinin içeri girdiğini duyan ikisi başlarını kaldırdı.
(Black) "Git. Ve kapıyı da kapat."
Paralı asker kapıyı arkasından sessizce kapatarak ayrıldı.
Artık o oda, kimsenin Black'e müdahale edemeyeceği bir
yerdi. O oradayken, Tiwakan muhafızlarının geri kalanının tamamen gereksiz
olduğu düşünülebilirdi ve kimse onu rahatsız etmeye cesaret edemezdi.
Black'in mavi gözlerini gören Linden Kleinfelder ona ters
ters baktı.
(Linden) "Bana ne yapacaksın?"
(Black) "Pekala..."
Black'in ses tonu yavaş ve durgun olsa da düşmanlarının
gözünü korkutuyordu. Şu an da farklı değildi.
(Linden) "Bana zarar veremezsin. Nauk buna asla
izin vermez. Öldüğüm gün..."
(Black) "Çok gürültülü."
Güm!
Black, Linden'ın oturduğu sandalyenin ayağını büyük bir
gürültüyle tekmeledi.
Bam!
(Linden) "Ugh!"
Linden yere düştü, Black ona bakarken kibirli yüzü
çırpınıyor ve sızlanıyordu.
(Black) "Ne biliyorsun?"
(Linden) "Ne... Ne... n...neden bahsediyorsun...!"
Black, Linden'a doğru bir tekme savurdu ve ayağını
kullanarak vücudunu yüzüstü çevirdi. Bağlı elleri görüş alanına girdiğinde,
doğrudan bileklerine bastı.
(Linden) "ARGH!"
Oldukça şiddetli bir çığlıktı. Üzerine bu kadar baskı
uygulandığına göre, bileği ağırlığın altında kesinlikle kırılmış olmalıydı.
(Black) "Sessiz ol."
Sonra ayağını bileğinden kafasının arkasına doğru hareket
ettirdi. Linden'ın yüzü taş zemine çarptığında, altındaki zemin tarafından
bastırılan dehşet dolu bir çığlık attı.
(Rafit) "Ne halt ediyorsun!? Dur!"
Bir zamanlar kıpırdamadan oturan Rafit, bağırarak
sandalyesinde debelenmeye başladı.
(Black) "Hareket etme."
Ancak Black, Rafit'in cesaretini kırmak yerine onu görmezden
geldi ve Linden'in başının arkasına daha fazla baskı uyguladı.
(Black) "Burada ağzı çalışan iki kişi var."
(Rafit) "..."
Rafit'in rengi soldu ve hareket etmeyi bıraktı.
Sanki öyle olacağını biliyormuş gibi, Black dikkatini tekrar
Linden'e çevirdi ve ayağını hafifçe kaldırdı.
(Black) "Tekrar soruyorum. Prenses Rienne neyi
bilmiyor?"
(Linden) "Sen... açıkça..."
(Black) "Nauk'u neden istiyorum?"
(Linden) "Sen, bu apaçık... sen... Ugh!"
(Black) "Söylediklerimi düşün ve tekrar dene.
Boynunu bir anda kırmak benim için zor olmaz."
(Linden) "Gah...!"
Linden bitkin bir halde derin bir nefes aldı. Black'in
tehditlerinin samimi olup olmadığını ya da sadece gözünü korkutmaya mı
çalıştığını anlamaya çalışırken başı dönüyordu.
Ama sonra ağzı çalışan iki kişi olduğundan nasıl
bahsettiğini hatırladı. Bu, Linden'in boynu kırılsa bile bunun bir önemi
olmayacağı anlamına geliyordu çünkü bir başkası da aynı kolaylıkla
konuşabilirdi.
(Linden) "...Agh...O kız... hiçbir şey
bilmiyor."
Bu yüzden Linden onu öldürmekle eline hiçbir şey geçmeyeceğini
kanıtlamaya çalışmıştı, ancak tek yaptığı gerçekten bir şeyler bildiğini ortaya
çıkarmak olmuştu.
Black'in istediği de buydu.
(Black) "O zaman söyle."
(Linden) "...O..."
Hatasını ancak şimdi fark eden Linden gözlerini devirdi.
Ama bir şeyleri geri almak için çok geçti.
(Black) "Birinin boynunu hala konuşabilmesini
sağlayacak şekilde kırmak mümkündür."
(Linden) "...Rienne kör."
Ve durumunu kabullendiği anda, Linden mırıldandı.
(Black) "Devam et."
(Linden) "Babasının nasıl kral olduğu hakkında
hiçbir fikri yok. Risebury Antlaşması'nın nasıl sonuçlandığını bilmiyor."
(Black) "Ee?"
(Linden) "Arsak ailesine kraliyet ailesi olma
şansını veren Kleinfelderler’di! Bu lütfu görmezden gelmek çok saçma olur... Augh!"
Black, Linden'ın başının arkasına tekrar baskı uygulayınca
ağzı zorla kapatıldı.
(Black) "Bir lütuf."
Black'in dudakları alaycı bir sırıtışla büküldü.
(Black) "Yine de Prenses'in hayatı asla mükemmel
sayılmaz."
(Linden) "O önemsiz bir ailenin en büyük kızı
olarak doğdu! Biz olmasaydık, birilerine satılacaktı, ama bunun yerine ona
prenses deniyor! Bu mükemmel değilse nedir... Ugh!"
Sanki fırsatını bekliyormuş gibi, Black onun kafasının
arkasına bir tekme attı.
(Black) "Konuşma tarzınızı düzeltmelisiniz.
Hükümdarınıza biraz saygı gösterin."
(Linden) "...Her ne pahasına olursa olsun...
kesinlikle alacaksınız..."
İçinde kontrol edemediği bir öfke kabarırken, Linden'in
vücudundan bir ürperti geçti.
(Black) "Ne pahasına olursa olsun mu? Prensesin
bilmediği şey bu mu?"
(Linden) "...Öyle."
(Black) "Bana yalan söylüyorsun."
Black ayağıyla Linden'ın başının arkasına alaycı bir şekilde
vurdu.
(Black) "Bu Prenses'in kellesini almam için
yeterli bir sebep değil. Nauk'u elde etmek için bunu neden yapayım ki?"
(Linden) "..."
(Black) "Cevap ver bana."
Ve Linden'in ağzından çıkan sonraki kelimeler bir dizi
küfürden ibaretti.
(Linden) "Lanet olsun...! Bunun cevabını biliyor
olmalısın! Bunu yapan sen olduğun halde neden bana soruyorsun!"
(Black) "Ben sadece evlenme teklif ettim ama
bunun başka bir nedeni olduğunu söyleyen sensin."
(Linden) "Ne... Ne şaka ama...! Sadece teklif mi!?
Bir köpek bile buna inanacak kadar aptal olamaz! Bunu başka bir şeyin peşinde
olduğun için yapıyor olmalısın!"
(Black) "Peki peşinde olduğum şey ne?"
(Linden) "Nauk..."
(Black) "Nauk'ta ne var?"
(Linden) "…Yeterince iyi bir yer. Senin gibi bir
barbar, savaş alanında yuvarlandıktan sonra başka nerede kraliyet ailesi gibi
muamele görebilir ki!"
Sadece bir anlığına da olsa Black, Linden'in gözlerindeki
şiddetli titremeyi kaçırmadı.
(Black) "Prensesi öldürseydim, işler böyle
gitmezdi."
(Linden) "S-sen, evleneceksin, sonra ulusun
kontrolünü ele geçireceksin..."
(Black) "Bana Nauk'un egemenliğinin Arsak
ailesine ait olduğu söylendi. Eğer Prenses’i öldürürsem, taht Arsak kanından
gelen bir sonraki kişiye geçecek ve o da ben değilim. Bunu bilmiyormuş gibi davranma."
(Linden) "...Senin gibi bir barbar kraliyet
ailesinin kurallarına asla saygı göstermez. Canınız ne isterse onu
yaparsınız."
(Black) "Yani gerçeği saklamaya çalışmaya devam
mı edeceksin?"
(Linden) "..."
Linden cevap vermeden sertçe yutkundu.
Black'e göre, ağzını açmasını sağlamak için daha acımasız ve
karmaşık bir işkence biçimi gerekecekti. Gururunu tekmelemek yeterli
olmayacaktı.
(Black) "İyi o zaman."
Sonra Black ayağını çekti.
(Black) "Bilmem gerekeni öğrendim. Bugünlük bu
kadar."
(Linden) "…?"
Black aniden gitmek için arkasını döndüğünde Linden kafası
karışmış ve şaşkın görünüyordu.
(Black) "...Ah."
Sonra bir an için durdu.
(Black) "Sol tarafa yapmışım."
Sözleri o kadar sessizdi ki, kendi kendine konuşuyor da
olabilirdi ama Linden onu açıkça anlayabiliyordu.
(Linden) "Sol tarafta ne var...?"
Black döndü ve eğilerek Linden'in ellerini birbirine
bağlayan ipi çözdü.
Ama bunu onun bir iyiliği olarak yorumlayacak kimse yoktu,
özellikle de sol bileği onun tarafından kırılmış olan Linden.
(Linden) "Senin derdin ne be!? Çek ellerini
üzerimden... ARGH!"
Ve işte böyle, Black Linden'ın sağ bileğini tutup kırdı.
Linden'in Rienne'in bileğini kötü bir şekilde yaraladığı ve
arkasında bir el izi bıraktığı yerle aynı yerdi.
(Linden) "Ah, augh! Agh!"
Linden yerde kıvranırken, bileğindeki acıyla gururu bir
kenara atılmış, acı içinde bağırırken, Black ona basit bir uyarıda bulundu.
(Black) "Şunu bilin. Tiwakan'ın gelecekte uğruna savaşmak zorunda kalacağı tek dava Prenses Rienne'dir."
(Linden) "Saçma... Güldürme beni!"
Linden gözyaşları ve burun akıntısı arasında bağırdı.
(Linden) "Prenses hamile... hem de başka bir
adamın çocuğuna! Bütün bunları böyle bir kadın için mi yapıyorsun? Buna kim
inanır!?"
Black'in gözleri ağzı kapalı olan Rafit'e kaydı.
(Black) "Bu seni hiç ilgilendirmez."
(Rafit) "...!"
(Black) "Çocuk benim. Başka bir şey
söylediğinizi duyarsam, dillerinizin bela olduğunu kanıtlayacaksınız, bu yüzden
ikisini de koparacağım."
Hiçbir şey söyleyemediler.
Boom!
Arkasında uğursuz bir uyarı bırakan Black kapıyı kapattı ve zindanı terk etti.
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »
Heytttt koçum benım. Sevdiceğine dokunan elleri kırar iyi oldu
YanıtlaSilAslan yaa🤣🤣
Sil( ´∀`)/~~
SilRiftan ve black sakın olun bu ne ask
YanıtlaSilSevdiceğine dokunana dokunurlar kanka
SilEllerine sağlık 🥰🥰
YanıtlaSilTeşekkür ediyorumm🥰🥰
SilYANITLA
oh içimin yağları eridi iyi yaptın black bu salak linden de ciyaklamaya devam etsin yakında kafası da uçar
YanıtlaSil"Şunu bilin. Tiwakan'ın gelecekte uğruna savaşmak zorunda kalacağı tek dava Prenses Rienne'dir." zort oldun mu Linden?? Nihahaha
YanıtlaSil