How to Hide the Emperor's Child - 7. Bölüm (Türkçe Novel)

how to hide the emperors child novel - chapter 7

“Sandığınız gibi değil.”

“Efendim?”

‘Neden? Niye? O çok güzel bir kadın… Kaizen'in eşi olmak için genç diye mi?’

Vellian parlak bir şekilde gülümsedi ve sordu.

“Ben… Eğer uygunsa bir dakikalığına size söylemem gereken bir şey var Leydim.”

“Tabi ki. Burada kal, Theor.”

Theor koridorda süslenmiş heykellere bakarken Astelle, Vellian'ı koridorun köşesine kadar takip etti.

"Kraliçe Dowager’ın vasiyetindeki bu durum halktan gizli tutuluyor." Vellian dostça gülümsedi ve açıklamaya devam etti.

"Kraliçe Dowager'ın ölümünün üzerinden neredeyse üç ay geçti, miras sorununun hala çözülmediği öğrenilirse Güney'in Lordları sorun çıkaracak. O zaman Kuzey’deki gibi bir başkaldırının olması çok olası. Umarım bunu bir sır olarak saklarsınız.”

Astelle bir an sessizce Vellian'ın sevimli yüzüne baktı. 

Çünkü imparatorun sekreteri olan bir adamın masumca gülümsemesine ve bu kadar bariz görünen bir yalanı söylemesine şahit olmak harikaydı.

Güney toprakları zaten üç nesildir imparatorluk ailesi tarafından yönetiliyordu, isyan çıkmazdı. Bu adam, Astelle'in bu kadarını bile bilmediğini düşünüyor gibiydi.

“Öyle mi? Majesteleri Kral’ın aleyhindeki suçlamalardan korkmuyor musunuz?”

Bu kraliyet sekreteri, eskiden kraliçe olan Astelle hakkında pek bir şey bilmiyor gibiydi. Evlenir evlenmez boşanmıştı ve soyadı gizlenmişti, bu yüzden doğaldı.

Ancak Kraliçe Dowager’ın vasiyeti konuşulursa dikkatler bir anda eski imparatoriçeye çevrilecek ve imparatorun imajı yerle bir olacaktı.

İnsanların ‘Kral karısını saraydan kovdu, eski kraliçe ölüm döşeğinde neden onun için böyle bir vasiyet yazmış olsun?’ diyeceklerine emindi. 

Astelle bu ince çizgiye bastığında, Vellian'ın nazik yüzü bir an için sertleşti. Daha sonra utanmış gibi belirsiz bir şekilde gülümsedi.

“Hahaha. Zeki birini kandırmak çok zor.” Yalanına devam etmeye çalışmadı. 

Bu adam muhtemelen Astelle'in saf olduğunu ve dünya hakkında hiçbir şey bilmediğini düşünüyordu.

“Evet, eğer duyulursa birçok tatsız söylenti çıkar. Olabildiğince sessiz olmanızı isteyeceğim.” diyerek kabul etti.

“Endişelenmenize gerek yok çünkü zaten umurumda değil. Gidip başkalarıyla Majestelerinin dedikodusunu yapacak değilim.”

Astelle zaten insanların dikkatini çekmekten mümkün olduğunca kaçınmak istiyordu. Çünkü Theor’un doğumuyla ilgili her şeyin üstü kapatılmıştı ama insanların dikkatini çekmesi hala tehlikeliydi.

“Anlayışlı olmanız çok rahatlatıcı. Lütfen başkente gidene kadar bir şeye ihtiyacınız olursa bana haber verin.” Vellian tatmin olmuş bir şekilde başını eğdi. Daha sonra görevliye Astelle ve Theor’a odalarına kadar eşlik etmesini emretti.

Astelle Theor’un elinden tuttu ve görevliyi takip etti. Odanın önüne geldiklerinde görevli kapıyı açtı. Oda geniş ve oldukça süslüydü. Zemini zambak desenli mermer kaplı oda, altın ve gümüş süslemeli lüks ahşap mobilyalarla doluydu. Ortadaki büyük yatak, tentenin altında gösterişli bir şam kumaşı ile örtünmüştü ve soluk pembe perdeler takılmış pencereler, benzeri görülmemiş derecede ayrıntılı altın süslemelerle döşenmişti. 

Şaşırtıcı derecede güzel ve lüks bir odaydı. Sıradan bir ziyaretçiye verilecek bir yer değildi.

“Vay canına…” Daha önce hiç bu kadar gösterişli bir yer görmeyen Theor, hayretle etrafını inceledi. Parlak altın işlemelerde ellerini gezdirdi. 

Odada üç hizmetçi vardı. Astelle’i beklemekte olan hizmetçiler başlarını eğdiler. 

"Siz başkente gidene kadar Leydi'ye hizmet etmemiz emredildi."

Astelle bavulunu hizmetçilere bıraktı ve Theor ile terasa bağlı bahçeye çıktı. Bahçede camdan yapılmış bir sera vardı. Güneş ışıkları seranın camlarında parlıyordu. Tarhta açan peygamberçiçekleri ve çiyli otların yaprakları taze bir koku yayıyordu.

Theor, üzerine güneş ışıklarının yayıldığı çiçek tarhına zıpladı. 

‘İyi görünüyor.’

Bu yolculuğa zorla çıkarılmış ve bir an bile huzurlu hissedememiş olmasına rağmen, Theor’un mutlu olduğunu gördüğüne sevinmişti Astelle.

Şimdiye kadar sadece orman kulübelerinde ve eski konaklarda yaşamıştı, bu yüzden Theor'un bu şekilde heyecanlanması doğaldı. Dedesinin harabeye dönmüş konağında, bırakın güzel bir bahçeyi, oynayacak çim bile kalmamıştı. Biraz kullanılabilir gözüken araziye de Astelle bitki ve sebze dikmişti. 

“Theor, ona dokunmamalısın.”

Theor, çiçek tarhının köşesindeki küçük çimlere dokunmaya çalıştığında, Astelle aceleyle onu durdurdu.

“Bu bir Lagenin.”

Hayati tehlike arz eden bir ot değildi ama otun suyu ele değdiğinde kızarıklığa sebep oluyordu. 

İmparatorun kalesi olmasına rağmen birkaç yılda bir ziyaret edildiği için iyi idare edilmeyen bir yer gibi görünüyordu. Etrafta sadece ormanlarda görülebilen bunun gibi çiçekler vardı. 

Theor aniden Astelle'e baktı ve sordu.

“Anne, o amca kral mı?”

“Ha?”

“O kızgın amca.”

Theor'un açıklamasında Astelle’in aklına gelen tek kişi Kaizen’di.

Astelle acı acı güldü. Ve Theor'un güneş ışığı altında görünen yüzüne dikkatle baktı. Theor, Kaizen’in çocukluğuna çok benziyordu. 

‘Kimsenin hala fark etmemiş olması çok iyi…’

Tabi ki, Leydi Marianne ve Vellian gibilerinin fark etmesi neredeyse imkansızdı çünkü hiçbiri Kaizen’in çocukluğunu görmemişti. Ama başkente gittiklerinde ve Kaizen’i çocukluğundan beri tanıyan insanlarla karşılaştıklarında… 

Astelle, kalbinde yükselen uğursuzluktan kendini uzaklaştırdı.

Başkente gitmeden önce büyükbabasıyla buluşması ve o ikisini geri göndermesi gerekiyordu. Zorundaydı.

"Evet, o Majesteleri Kral, İmparatorluğun Hükümdarı."

“Öyle demek…”

Astelle'in yüreği, her şeyi kolayca anlayabilen bu çocuğun masum bakışları karşısında burkuldu.

Theor aniden garip bir soru sordu.

“İmparator kötü biri mi?”

“Neden bahsediyorsun?” Astelle şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı.

“İmparator büyükbabamın evini aldı.”

“Bunu kim söyledi?”

“Kont büyükbaba.”

‘Ah…’

Büyükbabasının eski bir arkadaşı olan Kont Melford, malikaneyi ziyaret eden neredeyse tek konuktu.

Astelle, bir çocukla neden böyle gereksiz konuları konuştuğunu anlamıyordu. 

"Hayır, o başka bir imparatordan bahsetmiş, başkalarının önünde böyle konuşmamalısın. İmparator en yüksek insan olduğu için Majesteleri hakkında kötü bir şey söylememeliyiz ve Majestelerine her şekilde itaat etmeliyiz. Tamam mı?"

“Tamam.” Theor, Astelle'in sözlerini ciddiyetle dinledi ve başını salladı.

“Ve Theor, beni henüz anne diye çağıramazsın.”

“Hala mı?” 

"Evet, evimize dönene kadar olmaz. Oynamaya devam ediyoruz. Yapabilirsin değil mi?”

Theor kendinden emin bir şekilde gülümsedi. “Evet! Yapabilirim!”

Astelle, Theor'un başını okşadı. Aslında, Theor'un bazen ona anne diye seslenmesi sorun değildi. Kont Melford konağı ilk kez ziyaret ettiğinde, Theor yanlışlıkla Astelle'e anne demişti. Astelle, şaşıran Kont Melford'a üzgün bir ifadeyle bakmıştı. 

“Theor annesini hiç görmediği için bazen bana anne diyor.”

“Ah… zavallı çocuk…” Kont Melford, çocuğa üzgün bir bakışla bakarak uzun uzun içini çekmişti. 

“Onunla her zaman ben ilgilendiğim için beni annesi gibi görüyor.” 

Büyükbabası ona baktı ve iltifat mı yoksa alay mı olduğunu anlaşılmayan bir sesle konuştu. "Torunum ne kadar harika değil mi?" 

Theor daha beş yaşındaydı. Böyle hatalar yapması çok normaldi.

Her şeyden önce, Theor'un Kaizen'in çocuğu olduğundan çok az kişi şüphe duyabilirdi. Çift olarak sadece bir gece geçirmişlerdi ve ertesi gün boşanmışlardı. Çoğu insan ilk gecelerini birlikte geçirmediklerini bile düşünüyordu.

“O zaman çocuğun babası nerede?”

Astelle hamile haliyle büyükbabasını ziyarete gittiğinde, büyükbabası çocuğun babasını sormuştu. Ama imparatorun çocuğu olduğunu hiç düşünmemişti. Theor herkesin içinde onun annesi olduğunu bağırsa bile şüphe çekmeyeceği konusunda kendinden emindi. 

Kimse Theor’un gözlerinin rengini görmediği sürece.

Astelle kollarında saklı olan küçük şişeye dokundu. Bu ilacı günde iki kez doğru zamanda vermesi gerekiyordu. Şafak vaktinde bir kez ve gece bir kez.

Bu ani yolculukta en önemli şey buydu.

***

Akşam olmadan önce Astelle bahçeye baktı ve odaya geri döndü. Kapının önüne geldiği ve tam açacağı sırada içerden gelen yüksek sesleri duydu.

“O gerçekten eski kraliçe mi?”

“Evet. Dük’ün kızı işte!”

“Ama neden bu kadar pasaklı görünüyor? Bavulunda neler getirdiğini gördün mü?”

Gündüz onun emrine verilen hizmetçilerin sesleriydi.

“Neden tekrar ortaya çıktı? Majestelerini baştan çıkarmaya mı çalışıyor yoksa?”

“Olamaz. Öyle perişan bir halde Majestelerini baştan çıkarmaya mı gelmiş?” Ardından kapının arkasında bir kahkaha koptu. 

Yorumlar

Yorum Gönder