How to Hide the Emperor's Child - 11. Bölüm (Türkçe Novel)

how to hide the emperors child novel - chapter 11

Batıda verimli toprakların sahibi Kont Siete, büyük bir soylu olarak bilinirdi ama şanı neredeyse kralı aşmıştı.

‘Her şey iyi gidiyor.’

Kralın neşeli göründüğünü düşünen Vellian, kırmızı gözlerinden sıyrılan karmaşık duyguları yakaladı. Sadece bir anlıktı ama daha önce genç kralın yüzünde böyle bir ifade görmediğine bahse girebilirdi.

Vellian boş boş gözlerini kırptı.

‘Oh, her şey gerçekten çok tuhaf.’


*****


Altın ve gümüşle kaptı makyaj sehpasında oturan Marianne, saçını tarayan hizmetçisini kovaladı. “İhtiyacım yok, çık dışarı.”

Efendisinin huzursuzluğunu fark eden hizmetçi hızlıca dışarı çıktı. 

Bal rengi saçları omuzlarından aşağı dökülüyordu. Marianne tırnaklarını ısırırken aynada kendine baktı. Mücevher gibi parıldayan koyu mavi gözler, kırmızı dudaklar, incilerden daha beyaz ten. Bal rengi sarısı saçları karanlık odada bile altın gibi parlıyordu. Marianne güzeldi. Başkentteki en güzel hanımlardan biriydi. 

Ama hala kral onunla ilgilenmiyordu. 

Nerede olduğu umurunda değildi ve onunla konuşmuyordu bile. Yine de Marianne kendi halinden memnundu. Çünkü kral diğer sorunlarla meşguldü. Onunla konuşabilmesi bir hafta alıyordu.

Ancak bu sorunlardan birinin başka bir soylu kadın olacağını hayal etmemişti. 

‘Ama neden onunla bu kadar ilgileniyor?’

Kral, kovulan eski kraliçeye garip bir ilgi gösteriyordu. Şahsen onu akşam yemeğine davet etmiş ve hediyeler göndermişti. Hatta reddedildiğinde onu yemeğe gelmesi için zorlamıştı. 

Babası Marki Croychen, yolculuk sırasında imparatorun kalbini kazanması için Marianne'i göndermişti. Babasının isteği buydu. Ama kralın dikkatini çeken kendisi değil nerede olduğu bilinmeyen eski kraliçeydi.

İlk başta, Kraliçe Dowager’ın vasiyeti yüzünden getirildiğini ve kalıcı olmadığını öğrendiğinde rahatlamıştı. Bu sebep içinse kral tarafından getirilmeye hakkı vardı. Ama tonlarca hediye gönderip akşam yemekleri hazırlatmak ne kadar düşünürse düşünsün kralın yapacağı bir şey gibi değildi. Kral, Kraliçe Dowager'ın vasiyeti yüzünden o kadının suyuna gitmesi gerekse bile, bir kadına hediyeler gönderecek biri değildi.

Ayrıca, kralın yemekte o kadına bakışı... gerçekten bambaşkaydı.

Marianne, büyürken katıldığı düğünlerde ya da balolarda sayısızca kez aşıkların birbirlerine nasıl baktığını görmüştü. 

Bir süre bunun hakkında endişelendikten sonra Marianne zili çaldı ve hizmetçiyi çağırdı. 

“Hizmetçilerin şefini buraya çağır.”


*****


Akşam üstü saatleri yavaş yavaş geçerken mavi gökyüzü sisle kaplanmış bir şekilde griye döndü. Serin rüzgar bahçedeki ağaçların yeşil yaprakları arasından süzüldü. 

Astelle bir an durdu ve pencereden dışarı baktı. Sarmaşıklarla kaplı kalın duvarların arkasında puslu gökyüzü uzaktaki dağın tepesine değiyordu. Yağmur her an yağabilirmiş gibi bir hava vardı.

Astelle makyaj masasının önüne oturdu ve çekmeceye koyduğu kutuyu çıkardı. Altın rengi çiçek çalılarıyla süslenmiş bir kutuydu. Kapağı açtığında kutunun içi büyüklü küçüklü ilaç şişeleriyle doluydu. İlk bakışta hiçbir şey ellenmemiş görünüyordu ama değişen bir şey vardı.

Kapağın menteşesine bağladığı iplik çözülmüştü.

Astelle gelir gelmez ilaç kutusunun menteşesine görünmeyecek kadar şefaf bir ip bağlamıştı. Başka birinin açıp açmadığını anlamak için basit bir yöntemdi.

‘Biri açmış.’

Kim? Yeni hizmetçilerden biri olabilirdi.

Astelle’in isteği üzerine dün sabah yeni hizmetçiler gelmişti. Bir öncekilerden daha sakin ve sessiz duruyorlardı. 

‘Bu sefer onlarla birlikte bir casus da gelmiş gibi görünüyor.’

Eh, o kadar da önemli değildi.

Göz rengini değiştiren iksiri her zaman yanında taşıyordu. İlaç kutusunda yalnızca birkaç basit ilaç ve bitki vardı. Ne kadar bakarsan bak içinde şüpheli hiçbir ilaç yoktu. 

Kötü olan şey birinin bir şey çalması değil içine bir şey koymuş olma ihtimaliydi.

“Pekala…”

Astelle bu kutuyu veliaht prenses olduğu zamanlardan beri saklıyordu ve çok pahalı bir şey olmamasına rağmen kapağı açan toka özenle yapılmış bir kelebek şekliydi. Kelebeğin kanatlarındaki halkalar o kadar küçük ve detaylıydı ki yalnızca çıplak elle açılabiliyordu.

Astelle halkalara baktı, kutuyu kapattı ve çekmeceye geri koydu. Ve çekmeceyi hafif aralık bıraktı.


*****


“Çünkü hava koşulları uygun değil.”

Vellian, Astelle’e neden birkaç gün daha kalede kalmaları gerektiğini açıklıyordu.

"Gördüğünüz gibi, yağmur yağacak gibi görünüyor. Yerel sakinler, hava böyle olduğunda kısa süre sonra bir fırtınanın geleceğini söylüyor. Güvende olmak için bir süre beklemek daha iyi olacaktır. Leydi Marianne'nin de şiddetli bir baş ağrısı var, bu yüzden hava güzel olsa da yola çıkamaz.”

Vellian tedirgin bir ifadeyle duraksadı ve devam etti.

“Leydi Marianne iyileşene kadar ve hava düzelene kadar burada kalacağız. Hoşunuza gitmese bile lütfen sabredin.”

Asıl plana göre sadece bir gün kalacaklardı ve sonra yola devam edeceklerdi. Ama dün sabah Vellian ona gitmeyeceklerini söylemişti, şimdi de açıklamasını yapıyordu.

Astelle anlayışlı bir şekilde gülümsedi.

“Sorun yok. Dert etmeyin.”

Aslında, sorun vardı.

Yolculuk ertelendiği için o kadar sinirleri bozulmuştu ki başı ağrıyordu. Büyükbabasının olduğu kaleye bir an önce gitmek istiyordu. Böylece Theor’u büyükbabasına bırakıp onları eve gönderebilirdi.
Çocuğu başka birine emanet edip gönderemezdi, büyükbabasını buraya da getiremiyordu. Büyükbabası buradan birkaç gün uzaktaydı. Astelle yüzünde sakin bir gülümsemeyle düşüncelere daldı.

Kısa bir süre düşündükten sonra kafasını topladı ve Vellian’a sordu.

“Ben… Denz Kalesi’ndeki büyükbabama bir mektup yazabilir miyim? Büyük ihtimalle bizim için epey endişeleniyordur.”

“Oh, elbette. Yazdıktan sonra lütfen önce bana gösterin ve sonra sizin için derhal ona yollayacağım.”


*****


Bu sabah mektup için izin almıştı.

Astelle, Theor’u da alıp kış bahçesine geldi ve o çiçek tarhında oynarken mektubu yazdı.

Dışarıda yağmur yağıyordu. Yağmur damlaları kış bahçesinin camlarına vuruyordu. Bahçenin içindeki yapraklar yağmur yüzünden nemlenmişti. O yağmurun cam duvarlardan aşağı süzülüşünü izlerken Theor oyun oynuyordu.

Bir süre sonra Vellian, Astelle’i görmeye geldi.

“Mektubu yazmayı bitirdiniz mi?”

“Evet, şimdi bitti.”

Vellian, Astelle’in mektup kağıdını katlayıp zarfa koyduğunu gördüğünde üzgün bir ifadeyle dikkatlice sordu.

“Affedersiniz, okuyabilir miyim?”

“Pardon?”

“Oh, özür dilerim… Leydi Astelle’e güvenmediğimden değil, Majesteleri burada o yüzden…”

Astelle’in şaşırdığını gören Vellian pişmanlıkla özür diledi.

‘Bu ne şimdi? Muhtemelen şüpheli bir şeyler çevirdiğimden emin olmaya çalışıyorsundur…’

Kaçmıştı ve yakalanmıştı. Ve bu kralın hoşnutluk gösterebileceği bir şey değildi. Astelle düşüncelerini gizledi ve anlayışlı bir şekilde zarfı uzattı.

“Sorun değil, okuyabilirsiniz.”

Kimin okuduğu önemli değildi. Nasılsa kimse mektubun gerçekte ne anlattığını anlayamazdı.

“Anlayışınız için teşekkür ederim.”

Vellian kibarca zarfı aldı ve dikkatlice okudu. Yalnızca tek bir sayfa vardı.

Kısa metinde, kral ile buluştuğu, koşulları duyduğu ve başkente gideceği ancak hava iyi olmadığı için geciktiği yazılıydı. Sonrasında, çocuğun iyi olduğunu ve büyükbabası için endişelendiğini yazmıştı.
Bir süre önce kötü baş ağrıların oluyordu, şimdi yabancı bir yerde olduğun için hastalığının ilerleyeceğinden endişeleniyorum. Biz iyiyiz o yüzden lütfen merak etme ve sağlığına dikkat et.

“Aman tanrım! Leydimin büyükbabası hasta mı?”

“Bazen iyi hissetmediği zamanlar oluyor. Belki de yaşı geçtiği içindir.”

Mektubu sonuna kadar okuduktan sonra Vellian bir kez daha özür diledi.

“Gerçekten üzgünüm. Hemen kendisine göndereceğim.”

“Evet, teşekkür ederim.”

Astelle, büyükbabasının mektupta yazılanları anlayacağını umut ediyordu.

Çiçek tarhının etrafında oynayan Theor koşarak Vellian’ın yanına gitti ve kucağında oyuncak ayısıyla onu selamladı. “Merhaba.”

“Ah, sizsiniz genç efendi. Burada oynamayı seviyor musunuz?”

Yorumlar

Yorum Gönder