How to Get My Husband on My Side - 43. Bölüm (Türkçe Novel)

how to get to my husband on my side novel

***

Ç.N. Sevgili okuyucularım siz bölümü okumadan önce kısa bir bilgilendirme yapmak istiyorum 😊 Bu bölümün çoğu kesitlerinde Izek'in düşünceleri var. Bazı yerlerde üçüncü bir gözden okuyacaksınız bazı yerlerdede Izek'in gözünden ve çokça geçmişi hatırlama sahneleri var😚💓💓

***

(Kral) ''Buz ejderhasıyla bu kadar yakın temasa geçmenize rağmen onu sağ salim bulman beni rahatlattı. Peki şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?'

(I)"Ben ne zaman plan yapan biri oldum?"

(Kral)"Her şeyden önce evliliğiniz formalite icabıydı."

Formalite icabı gördükleri görücü usulü evlilikleri konusunda endişeli gibi görünen gözleri acımayla dolmuştu. Izek her zamankinden daha alaycıydı.

(I)"Bilmiyorum... Belki de ikimiz de köle olsaydık, yüzyılın romantizmini yaşıyor olurduk."

(Kral)''Bana neden kızdığını anlamıyorum. Senin öfkenle baban veya sen onu şimdiye kadar Romagna'ya giden bir gemiyle geri göndermiş olurdunuz. Seni rahatsız eden şey ne?'

Onu bu kadar rahatsız eden neydi? Oda bilmiyordu. Emin olabildiği tek şey, Kral Feanol ne zaman sevecen bir yabancı gibi davransa sinirlendiğiydi. Her türlü muhalefete rağmen, eski bir pagan köleyi kraliçe olarak getirip ustaca davrandığında bile.

'O artık tüm kraliyet ailesi tarafından tanınıyordu.'

(I)"O, Papa'nın kızı."

(Kral)"Kuzeyde karın olarak senin yetkin altında olacak. Hissettiğin şey sadece beceriksiz bir sorumluluk duygusuysa, bırak gitsin. Seni durdurmayacağım. Merhametle ya da sorumlulukla evliliği sürdürmeye zorlarsan ileride çok pişman olursun.'

(I)'…….'

(Kral) "Böyle zamanlarda Ellen'dan çok annene benziyorsun."

-Daha çok annene benziyorsun-

Bu hiç komik değildi.

Britanya Prensesi ve Dük Omerta.

Gücün merkezinde yaşarken hep mutsuz olan ve hayata hasret bir kadın. Sonunda kendini astı...

Sabah erkenden annesini söğüt ağacında asılı bulan ilk kişi oydu.

Bir adım arkasından koşan babası, söğüt ağacını elleri kanayana kadar yumrukladı. Sanki onu öldüren ağaçmış gibi.

İlk başta, birbirlerini gerçekten sevdiler. Çok tutku doluydular. İkisinin arasındaki aşka kimse karışamadı. Hiçbir engel olmadı. Bu yüzden kendi yarattıkları çukurda bocaladılar. Fakat sonunda kadın kendini astı. Onu bu eyleme sürükleyen kişi kocasıydı. 

İki taraf da anlamadı veya anlamak istemedi.

Izek annesiyle tekrar görüşüp ona sormak istedi. Affedilmez intihar günahı karşılığında bir gulyabani olan annesiyle yeniden bir araya gelme arzusuyla paladin oldu.

Ne zaman bir vahşi hayvanı öldürse kafasındaki saf düşünceler birer birer öldüler.

Annesi gerçekten ölmüştü. Ama şimdi, bir gulyabani olarak, öldürülmesi gereken başka bir varlıktı.

Annesinin kılıcının sayısız düşmüş kalıntısı arasında olup olmayacağı sorusu önemsiz hale geldi.

Her evlilik muhabbeti olduğunda o ortamdan uzaklaşması... münvezi olduğunu iddia etmesi başka bir nedenden dolayı değildi. Diğerlerinin pervasızca tahminleri gibi, annesinin intiharının neden olduğu şok yüzünden de değildi.

Sadece onunla aynı kanın vücudunda aktığı fikri yüzündendi.

Aynı kan! Babasıyla aynı kana sahip olduğu için bu mümkündü.

İyi ebeveynler seçip onlarla aynı kana sahip olma fikride çok komik olurdu.

Mirası kabul ettikten sonra borcunu kabullenmek zorunda olmak gibi bir durumdu bu.

Dünyadaki her şey canavarlarla savaşmak kadar basit olsaydı ne kadar rahat olurdu. Ama o kadar da basit değildi. Hayır, aslında hala çok basitti. Bu sadece doğruyu söyleme meselesiydi.

Krala, babasına, şövalyelerin komutanına, kuzeydeki önemli insanlara söyler ve onu buraya bağlardı...

O, tüm dünyayı alt üst edebilecek ölümcül bir varlıktı. (Ruby'den bahsediyor.)

Kuzey onun gitmesine izin vermek istemezdi ve Borgian ailesi bile bu sefer müzakere masasını deviremezdi. Ya da onu bir gemiye bindirip geri gönderebilirdi.

Yaşanmış olan her şeyi unutmaya karar verebilirdi. Ondan kendi işini yapmasını isteyebilir ve bir daha asla Kuzey'e adım atmamak şartıyla onu sonsuza kadar göndermeye karar verebilirdi. Çok basit bir görevdi...

Ve eskisi gibi yaşamak onun görevi olurdu...

Ama bunu neden yapıyordu?

Kanun dinlemeyen loncalarla iletişim kurmak, meslektaşlarına baskı yapmak ve herkesi aldatmak  pahasına da olsa...onu bırakmakta tereddüt etmesine sebep olan şey neydi?

-(Ruby)‘Aslında ben de bilmiyordum. Bunu yapıp yapamayacağımı bilmiyordum.…Sana yalan söylemiyorum.…'-

Bilip bilmemesi önemli değildi.

Çılgın buz ejderhasını tek kelimesiyle sakinleştirirken bahaneler uydurduğu görüntü gözlerinin önüne geldi.

(Kral)"Şefkatle ya da sorumlulukla ilerlersen, daha sonra çok pişman olursun."

Merhamet. Sorumluluk. Bütün bunlar da neydi öyle?

Köprücük kemiğindeki yaraları gördüğü geceden beri içinde olan rahatsız edici duygu, sadece şefkat miydi?

Birazcık güçle bile kırılacakmış gibi görünen vücudu, kanını donduran solmuş, acımasız izler, hissettiği sadece bir sorumluluk duygusu muydu?

Onun ahırda kamçıyı gördüğünde korkarak burnunu çektiğini görmek aklını karıştırdı.

Ne? Ne zaman? Neden? Niye?

Angvan Sarayı'ndaki gölette söylediklerini hatırladı.

-(Ruby)'Bana vurabilirsin.'-

İlk başta, sadece ayrılmak için kışkırtmaya çalıştığından şüphelenmişti. Zaman geçtikçe, bir şeylerin giderek garipleştiğini ve içinde duyguların deforme olduğunu hissetti.

-(Ruby)'Sana aşık oldum.'-

Gülümseyemedi. Böyle korkmuş gözlerle aşkını itiraf etmekle ne yapmaya çalıştı?

Ona vurmanın sorun olmadığını nasıl söyleyebildi?

İlk etapta aşık olma meselesi değildi. Tam olarak ne olduğunu tanımlamak zordu. Ona baktıkça, karşısındaki 18 yaşında bir kadın değil, küçük bir kız çocuğu gibiydi. Olgunlaşmamışlık veya masumiyet anlamında değil, çaresizlik ve körlük anlamında. Bu kadar aşağılanacak bir durumda değildi. O, Romagna'nın Prensesiydi, sıradan bir aileden gelen başka bir kadın değildi.

Ve yine de öyle davranıyordu.

Neyden bu kadar korkuyordu? Ne istiyordu?

Eh, ne istediğini o bile bilmiyor gibiydi, o halde o bunu nereden bilecekti?(Ç.N. Izek kendisinin bunu nasıl bilebileceğinden bahsediyor.)

Yine de aptalca aşkını itiraf etmişti.

Paladin olduğu günden beri, çaresizce aklını kaçırmış sayısız insan görmüştü. Dışarıdan iyi görünseler de çeşitli şekillerde delirmişlerdi.

Ama daha önce onun durumunda birini hiç görmemişti.

Sırf bir ya da iki çılgın insanla tanıştığı için o kadar ileri gidemezdi. Dahası, Rudbeckia onlarla hiç yaşamamıştı bile.

Eski nişanlılarının hepsi ünlüydü. Ancak onlar da Borgia'nın gücünün gerisinde kaldılar.

Izek eşinin ailesiyle hiç tanışmamıştı ama hadım olan Rembrandt Alfonso'nun kadınlara dokunacak türden biri olmadığını biliyordu.

Yine de, bir erkek olarak en büyük aşağılanmaya maruz kalmadan önce, mirasını Kardinal Valentino'ya vermişti.

O akıllı pislik.

Aşırı zeki pislik.

Papa'nın kızını kim bu hale getirdi?

Kardinal Valentino'nun sevgili kız kardeşini kim bu kadar delirtti?

Kız kardeşini bu kadar kıran adam Kardinal Valentino muydu?

Lanet olsun! Bilmiyormuş gibi yapmalıydı. Her zaman olduğu gibi bu tür can sıkıcı şeyler için diğer insanlarda yaptığı gibi bilmiyormuş gibi yapmaya devam ederse çok daha basit olurdu.

Ama o zaman, içinde köpüren bu öfkenin kaynağı neydi?

Ona hiçbir şey söylememesini söylediğimi hatırlıyorum.

-(Dük)'Bu şekilde kaçacağını biliyor muydun?'-

Babasının zihnini okumasına gerek yoktu.

Bu evliliğin başlangıcından itibaren Dük'ün niyeti çok açıktı.

***"Böyle çıldıracağını bilseydim, evliliği ne pahasına olursa olsun durdururdum!"***(Bunu kimin söylediğine emin değilim Dük mü Izek mi?) 😅

-(Elle)'Abi!'-

-(Muhafız)"L-lütfen beni affedin!"-

-(Muhafız)"Ölümüne günah işledim!"-

Havasızlıktan maviye dönen ve af dileyen muhafızın görüntüsü perişandı.

Elleri altında boğulan muhafızın görüntüsü korkunç bir manzaraya dönüştü.

Bahanesi, küstah saçmalığı, Rudbeckia'nın tapınakta uzun süre kalacağını düşünmesi ve nasıl bir görüntüye sahil olduğunu unuttuğunu iddia etmesiydi.

-(I)‘…İhmalkarlıklarınızın sonucu olarak sizi öldürmemem haksızlık olur!’-

-(Muhafız)"Lordum, lütfen beni affedin..."-

-(I)'Eğer karım sağ salim uyanmazsa burada herkesi tereddüt etmeden öldürürüm!.'-


*****


Rudbeckia'yı geri getirdikten sonra birkaç gece onun yatağının yanında yerde yattı. Özel bir nedeni yoktu. Sadece onu hissetmek ve nefesini duymak istiyordu.

-(R)'Kurtar beni, kurtar beni…….'-

O lanet bir kadındı. Söylentilerdeki gibi ahlaksız ve bencil bir kadın olsaydı çok daha iyi olurdu.

Eğer öyle olsaydı, onu gemiye bindirip geri gönderebilirdi.

Ondan yararlanmayı tercih eden bir kadın olsaydı, her türlü yeteneğini sergileyen bir kadın olsaydı her şey çok daha kolay olurdu.

Şımartılmayı seven bir kadın ya da sadece normal bir kadın olsaydı..

Bu kadar acı çekmeyecekti.

Yıllar boyunca inşa edilmiş kalın buz bariyerinde bir çatlak vardı.

En şiddetli soğuk buz bile bahar güneşinde eriyip giderken, soğuk ve basit dünyası çöküyordu.

(R)"Izek?"

Sonuç olarak hepsi sinir bozucuydu...

***

Ç.N Geliyor mu gelmekte olan acaba diğer bölümde sanki sürpriz var gibiiiiiii 😐😐

Yorumlar

  1. Izek'in düşüncelerini okumak iyi oldu aslında çoğu novel yazarı hep kadın başrolün etrafında döner şekilde senaryo yazıyor oysa ben hep ml'leri merak ederim bu hikayeleri okurken

    YanıtlaSil
  2. Emeğine sağlık

    YanıtlaSil
  3. Çeviri için teşekkürler yeni bölümü heyecanla bekliyorum 😊

    YanıtlaSil
  4. Ulan İzek efendi herşeyin farkındasın da neden b.k gibi davrandın kıza tam dayaklık adamsın. Boşuna ıkınıp sıkınma bu arada abayı yakmışsın kabul et okurken bizi kendine küfrettirip durma

    YanıtlaSil
  5. Sevgili çevirmenim eline emeğine sağlık harikasın

    YanıtlaSil
  6. Ellerine sağlık 🥰🥰

    YanıtlaSil
  7. Çeviri için teşekkürler ❤️

    YanıtlaSil
  8. Izek abicim sen olmuşsun

    YanıtlaSil
  9. Webtonunda böyle bi sahne yoktu izeğin sonunda kafasının içini görebildik elhamdülillah

    YanıtlaSil

Yorum Gönder