A Barbaric Proposal - 26. Bölüm (Türkçe Novel)

a barbaric proposal novel - chapter 26

Rafit amcasına hoşnutsuz bir ifadeyle baktı.

(Rafit) "Ailemiz… ne zamandan beri böyle?"

Linden kendine şaşkın bir şekilde bakan yeğenine iyice sinirlenmişti.

(Linden) "Bunca zamandır gerçekten bu kadar cahil miydin?"

(Rafit) "Bu tür şeylere başvurmana gerek yoktu. Zaten Kleinfelder'ler hala Nauk'taki en güçlü aile."

(Linden) "Bu şeyleri yaptığımız için çok rahat yaşayabildin, bu yüzden bana gerçekten teşekkür etmelisin. Ve en güçlüsü mü diyorsun?... Taht yanlış ailenin elindeyken mi?"

(Rafit) "Nauk'u kontrol etmek için o kadar çaresiz misin? Bu pozisyon Prenses Rienne'e ait! Bu yüzden ne tür bir aşağılanma ve acı çektiği hakkında bir fikrin var mı?"

(Linden) "Bu ona ait olduğu anlamına gelmez. O sadece gücünü nasıl doğru kullanacağını bile bilmeyen bir çocuk."

Her şeyin akışını kontrol eden, ellerini sıkıca Başrahibin boynuna dolamış olan Kleinfelderler’di.

(Linden) "Unutma ki Başrahibin değişmesi gerekiyor."

(Rafit) "…"

Rafit'in yüzü yorgun düşmüştü.

(Rafit) "Ne yapmayı planlıyorsun?"

(Linden) "Eğer bu sorunu o çözemiyorsa..."

Kleinfelderler, birini ortadan kaldırmak için ihtiyaç duydukları tüm araçlara sahipti. İşin zor yanı, hedeflerinin Başrahip olmasıydı.

(Linden) "...O zaman sadece bunu yapabilecek birini bulmamız gerekiyor."

Ama doğrusunu söylemek gerekirse, bu Linden için bir sorun değildi. Ona göre, Başrahibi doğru kişiyle değiştirmek daha önemliydi. Bu her şeyden çok daha önemli bir görevdi.

(Rafit) "Sana söylüyorum, bunu yapamazsın. Bu ortaya çıkarsa ne yapacaksın? Bir Başrahibe zarar vermenin sonuçlarıyla nasıl başa çıkacaksın?"

(Linden) "Bu senin en büyük kusurun."

Linden yeğenine baktı, öfkeli bir şekilde iç çekmişti.

(Linden) "Çok safsın ve zayıfsın. Bu yüzden kadının elinden bu kadar kolay alındı."

Kelimeler çok sivri uçluydu, Rafit'i keskin bir mızrağın ucu gibi hassas bir şekilde deliyordu.

(Rafit) "Amca!"

Hemen, Rafit anlaşılır bir şekilde kontrolünü kaybetti ve öfkesini gösterdi.

(Rafit) "O benden alınmadı. Rienne'in beni hala sevdiğini biliyorum."

Rafit bu konuda düşüncelerinin kontrolünü kaybetmekten birkaç adım uzaktaydı. Linden'in gözünde, yeğeni acınası görünüyordu.

(Linden) “Onu elinde tutamadın ve şimdi işler böyle gelişti. Şimdi Başrahip onların tarafında olduğuna göre, düğünün ertelenme ihtimali yok."

(Rafit) "Bunu düzeltebilirim."

(Linden) "Nasıl?"

(Rafit) "…"

Sessiz bir andan sonra, Linden'in aklına bir fikir geldi. Bir yılanın kurnazlığıyla hemen tutunduğu bir düşünceydi.

(Linden) "Eğer Başrahip vefat ederse, yenisinin seçilmesi gerekir. Bu arada, bir cenaze töreni olması gerekecekti. Görevlendirilecek kimse olmadığından, elbette düğün de yapılamaz. Ne dediğimi anlıyor musun?"

‘Böyle bir şey onlara bolca zaman kazandıracaktı.’

Rafit'in yüzü sertleşti.

(Linden) "Bence bugün iyi bir gün. Mezar yerine giden yol oldukça karanlık olacak."

Ve karanlık, böyle bir eylem için mükemmel bir örtüydü.

(Linden) "Sadece unutma. Yapılacak doğru şeyin ne olacağını düşün. Daha doğrusu... senin için en faydalı olan şey ne onu iyice düşün."

(Rafit) "…"

 Ay'ın sabahın erken saatlerinde gördüğü gibi, karanlık bir komplo da en erken saatte demlendi…


*****


Tapınak merdivenlerinin yıkılması insanlar üzerinde önemli bir etki bıraktı. Bu insanlar arasında yaşlı bir adam vardı. Bu adam bir zamanlar rahipler tarafından kendisine verilen ekmek ve su için her gün tapınağa giden harap haldeki, bir dilenciydi.

(Dilenci) "…"

Yaşlı dilenci hareketsiz durmuş çökmüş merdivenlere bakıyordu. Kirli, uzun saçlarıyla kaplanan tek gözü özellikle cam gibi görünüyordu. İki kolu olmasına rağmen, dilenci ellerinden birini kullanamıyordu. Bacakları da iyi durumda değildi. Güçsüz sol ayağı, yürümesine yardımcı olmak için bastonunu her kullandığında titreyerek yere düşüyordu. O merdivenleri tırmanmak için böyle bir beden kullanması bir mucizeden başka bir şey değildi.

(Paralı Asker) "Hey! Burası tehlikeli, yoldan çekilmelisin!"

Biri yaşlı adama doğru yüksek sesle bağırdı. Bu bir Tiwakan paralı askeriydi. Tabutları tapınaktan almak için gönderilen grubun bir parçasıydı. Normalde, böyle biri çok dikkat çekerdi, ama şaşırtıcı bir şekilde tapınağın önü tamamen boştu. Nauk halkı hala Tiwakan'dan korkuyordu. Birçoğu, onlardan biriyle göz temasını kurduklarında başlarının hızla koparılacağına inanıyordu. Ama yaşlı dilenci onlara kayıtsız bir şekilde baktı ve bütün zaman boyunca yolun ortasında durdu. Söylentiyi duymamış mı yoksa aklını mı kaybetmiş olduğunu merak ediyorlardı. İlk başta paralı askerler ona aldırış etmediler, ancak tabutlar inmeye başladıkça, sonunda ayaklarına dolanmaya başladı.

(Dilenci)"O…"

Dilenci, söylendiği gibi ayrılmak yerine, paralı askere yaklaştı ve konuşmaya çalıştı. Sesi balgamla doluydu, sanki boğazında kaynıyordu, bu da onu anlamalarını zorlaştırıyordu.

(Paralı Asker) "Ne?"

Dilenci titrek elini zorlanarak kaldırdı ve bir yeri işaret etti.

a barbaric proposal novel - chapter 26

Ve o yaşlı adamın sivri parmak ucunun işaret ettiği yerdeki kişi, koyu renkli atının üzerine oturan Black’ti.

(Dilenci) "Kim..."

(Paralı Asker) "Ne...?"

(Dilenci) "K…kim…"

Yaşlı adamın dedikleri çok net anlaşılmıyordu.

Tiwakan, savaş alanındaki herkesten daha acımasız bir savaş gücü olarak biliniyordu. Ama tüm vahşiliklerine rağmen, kendi aralarında uydukları kuralları vardı. Bu kurallardan biri de, silahsız bir kişiyi sebepsiz ve izinsiz öldürmelerine asla izin verilmemesiydi. Yaşlı adam Black'i tanımıyor gibiydi ve paralı asker sorunun biraz garip olduğunu düşünse de, sadece bu nedenle cevap vermeye karar verdi. Yaşlı dilencinin gözlerinin çok iyi çalışmadığını varsaydı.

(Paralı Asker) "Bu adam Tiwakan'ın lideridir, ama bu ismi kullanan bizler için o, bizim Tanrımızdır."

(Dilenci)"…"

(Paralı Asker) "Artık öğrendiğine göre, buradan çıkmalısın. Çok tehlikeli."

Ama yaşlı adam hareket etmedi. Gözleri Black’in üzerinde sanki bir tür trans halindeymiş gibi donmuştu.

(Paralı Asker) "Hey, hareket etmen gerekiyor."

Paralı askerin sözlerini bile duyamıyordu. Sakalının gri tüyleriyle kaplı dudakları titriyordu. Sessizce, tamamen duyulmaz bir şey fısıldadı.

Sonunda geri döndün mü?

Nauk'un günahı...

O gün dökülmeyen kan.

Bitirmeye mi geldin...?’

...Yaşlı dilence Nauk’a yirmi bir yıl önce gelmişti. Dokuz şelalenin kuruması ve onlarla birlikte bitmeyen bir kuraklığın gelmesi yirmi bir yıl önceydi...

Sonunda şapele gitme zamanı gelmişti. Yas kıyafetlerini giymiş olan Rienne, saçlarındaki süslemeleri siyah bir gülle değiştirdi. Bayan Flambard böyle güzel göründüğünü düşündü, ama cenazeye saygısından hiçbir şey söylemedi. O gün kalenin kapıları açık olacaktı. Cenaze töreni başlangıçta tapınakta olacaktı, ama şimdi kraliyet şapelindeydi ve daha fazla insana katılma fırsatı veriyordu. Şapele doğru giden insan sayısı da Rienne'nin dikkatinden kaçmamıştı.

(Rienne) "Bence öncekilerden daha kalabalık olacak."

Rienne'nin fısıltısı üzerine Bayan Flambard başını salladı.

(Bayan Flambard) “Kesinlikle… Herkes merak ediyor."

(Rienne) "Ne... oh..."

Cümlesinin ortasında, Rienne acı bir şekilde ağzını kapattı. Söylemek istediği, herkesin onun tepkisini merak edecek olmasıydı. Hepsi hala Rafit'in öldüğünü düşünüyorlardı ve şimdi Rienne'in yeni nişanlısının kollarında ölü sevgilisinin cenazesine geleceğini bilmek onları iyice meraka sürüklüyordu. Bütün durum karmakarışıktı. Black ve Tiwakan hakkında korkunç şeyler bile söyleyebilirlerdi ve Kleinfelder'lerin bir şeyler başlatmaya çalışması, alevleri körüklemesi ve böyle korkunç sözleri teşvik etmesi olasılığını göz ardı edemezdi.

(Rienne) "Lord Tiwakan'ı uyarmalıyım."

(Bayan Flambard) "Onları durduramazsanız, en iyisi önceden söylemeniz olur. Bu şekilde daha az öfkelenir."

(Rienne) "…Gerçekten mi?"

Nedense, Rienne onun öfkelendiğini hayal bile edemiyordu, birisi ona olabilecek en sert lanetleri etse bile öfkelenmez gibiydi.

Daha önce kızgın olduğu görmüştü ama yine de, onu ne zaman düşünse, diğer birçok duygunun yanı sıra korku da aklının ön saflarında yer alıyordu.

‘..... Son zamanlarda çok garip davranıyorum.’

Ondan nefret etmiyordu ama ondan korkmasa da, yine de korkuyordu.

(Bayan Flambard) "Bu kadar derin ne düşünüyorsunuz, Prenses?"

Black’i uzun süre düşündükten sonra, Bayan Flambard Rienne'nin elbisesinin kumaşını çekiştirdi.

(Bayan Flambard) "Adımınıza dikkat edin. Buradaki yol engebeli. Dikkatli olmazsanız düşersiniz."

(Rienne) "...Ah."

Rienne farkına bile varmadan, çoktan şapele yaklaşmışlardı. Sadece kısa bir an için düşündüğünü sanmıştı ama işin içine o adam girince yine zaman kavramını yitirmişti.

(Rienne) "Biliyorum. Kendimi toparlamam lazım... oh."

Ayağının önünde bir şey vardı. Fark etmemiş olsaydı, üzerine bile takılabilirdi. Tam zamanında duran Rienne, durup aşağıya baktı. Birinin bastonunun ucu yolun kenarından dışarı çıkıyordu. Sanki dikkatini çekmeye çalışıyormuş gibiydi.

(Rienne) "..."

Gözlerini yana doğru hareket ettirdiğinde, bastonunu uzatan yaşlı bir adam gördü. Tapınaktan gelen dilenciydi.

(Rienne) "Burada bekleyin hemen geleceğim."

Rienne yaşlı adamı tanıyordu. Tapınağın ziyaret ettiği zamanlarda, ona vermek için yanında yiyecek götürürdü. Hiçbir zaman kötü bir insan gibi görünmemişti, sadece zor bir hayatla sert bir şekilde vurulmuş biri gibiydi.

(Rienne) "Bugün bir cenaze törenine katılmak zorundayım, bu yüzden yanımda paylaşacak hiçbir şeyim yok. İsterseniz, beni tören bitene kadar bekleyebilirsiniz."

(Dilenci) "…"

Yaşlı adam tek kelime etmeden Rienne'e baktı.

(Rienne) "Tabutlar yakında bu tarafa getirilecek. Dikkatli olun ve ayaklarınızı çok fazla incitmemek için bastonunuzu çekin. "

(Dilenci) "....ar...sak..ın..kız...ı.. günah....ner......"

 (Rienne) "Ne?"

Mırıldanırken sakalı dudaklarını kaplıyordu, bu yüzden söylediklerini tam olarak anlayamamıştı.

(Rienne) "Ne dediniz?"

Rienne onu daha iyi duyabilmek için yaşlı adama doğru eğildi.

(Dilenci) "Geçmiş günahlar... kanla…geri ödenmelidir... Ve şimdi... Arsak'ın kızı… kanayacak..."

(Rienne) "Siz kimsiniz...?"

Rienne'in değişen ifadesini gören Bayan Flambard araya girdi ve onu kolundan tuttu.

(Bayan Flambard) "Prenses! Yabancılara çok yaklaşmamalısınız. Tanımadığınız birine nasıl güvenebiliyorsunuz?"

(Rienne) "Bekle… Sanırım bana bir şeyler anlatmaya çalışıyor."

Cenazeyi izlemekle görevlendirilen Tiwakan, alarmdaydı. Kargaşayı fark eden bir çift paralı asker, uzaktaki görev yerlerinden oraya doğru koştu.

(Paralı Asker) "Prenses! İyi misiniz?!"

Hızla aralarına girip yaşlı dilenci yakaladılar ve kabaca Rienne'den güvenli bir mesafeye sürüklediler.

(Rienne) "Evet, iyiyim ama onunla konuşmayı bitirmedim. Bize biraz yer verebilir misin, lütfen?"

(Paralı Asker) "Ah, emredersiniz..."

İkisi hızlıca kenara çekildi, ama gözleri hala perişan yaşlı adamın üzerindeydi. Niyetleri onu korumaktan başka bir şey olmasa da, yine de inanılmaz derecede korkutucuydular. Rienne yaşlı adamla yüzleşmek için döndü.

(Rienne) "Kendinizi tekrar edebilir misiniz? Ne söylemeye çalışıyordunuz?"

Yaşlı adamın dudakları titriyordu.

(Dilenci) "....iz… le..."

(Rienne) "…?"

Onu yanlış duyduğunu düşünen Rienne başını salladı.

(Black) "Bir sorun mu var?"

Rienne sesin kaynağını görmek için döndüğünde, Black hemen arkasındaydı. Onun geldiğini bile duymamıştı.

(Paralı Asker) "Prensesin bu adamla konuşacak önemli bir şeyi varmış Lord’um.."

Paralı askerler, Black yaklaşırken cevap vermekte tereddüt etmediler. Duruşu eskisi kadar gevşek ve rahat olmasına rağmen, Rienne nedense önündeki havanın bıçak gibi ani bir keskinliğe büründüğünü hissetti. Halkının onu neden liderleri olarak gördüğü bir bakışta anlaşılıyordu.

(Black) "…"

Black dilenciye baktı. Yaşlı adamın Black’in bakışlarından kaçınırken tek gözünün titrediğini fark eden Rienne, bunu görür görmez ne söylemeye çalıştığını anladı.

(Black) "Anlıyorum. Daha fazla zamana ihtiyacın var mı?"

Onunla konuşmaya devam etmek isteyip istemediğini soruyordu.

(Rienne) "Hayır."

Rienne hızla arkasını döndü ve Black'in koluna tutundu, ellerinin titremeye başlayabileceğinden korkuyordu.

(Rienne) "Şu anda düzgün konuşabileceğini sanmıyorum. Burada çok fazla zaman geçirirsek, cenazeye geç kalırız. Ama bana söylemek istediğiniz bir şey varsa, lütfen daha sonra beni görmeye gelin."

Son sözleri yaşlı adama yönelikti. Sessiz kalırken gözleri hala titriyordu.

(Rienne) "Hadi gidelim."

(Black) "...Nasıl istersen."

Black elini, kolunu tutan Rienne'in ellerinin üzerine koydu. Sonra, vücudu bocalayıp hafifçe ona doğru eğildiğinde, Black durdu ve ona baktı.

(Black) "İyi misin?"

(Rienne) "...Evet."

(Black) "İyi görünmüyorsun."

İyi değildi… Rienne dudağını ısırdı ve Black'in kolunu kavradı.

(Rienne) "İyi olacağım... Yeter ki cenaze töreni güvenli bir şekilde bitsin."

(Black) "Bana tetikte kalmam söylendi."

 (Rienne) "Bu iyi."

İyi değildi. Hiçbir şey iyi değildi.

O yaşlı adam... —Arsak'ın kızı ona kanacak. demişti.

Kesintiye uğrayan o sessiz, donuk ses... Birdenbire kelimeler o kadar net bir şekilde birbirine bağlanmıştı ki, başını döndürüyordu.

—İntikam.

O yaşlı adam kimdi? Black'i nasıl tanıyordu? Herkes ona intikam uğruna orada olduğunu söylediğinde, konuştukları şey bu muydu? Bu, intikam almak istediği kişinin kendisi olduğu anlamına mı geliyordu.

‘...O muydu?’

 (Rienne) "…"

Bong! Bong!

Şapelin çanının sesi aklındaki düşünceyi sarstı. Kafası tam bir karmaşa içindeydi. Düşünceleri birbirine karışıyordu.


Yorumlar

  1. haydaaa kesin dilenci amca 2 güne kalmaz ölür biz de bir şey öğrenemeyiz puh
    çeviri için teşekkürler eline sağlıık ☺️

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ediyorumm ne demekk<33 spoi vermeyeyim vallahii🤭🤭

      Sil
  2. Ellerine sağlık 🥰🥰

    YanıtlaSil
  3. Kitabın başından beri cesedi gömemediler, ordan oraya taşıyorlar,yolda kokacak 😂 bi gömseler hersey hallolacak gibi, lanetlimidir nedir😂

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Cok güldüm buna çok iyi tespit

      Sil
    2. Yaa valla çok haklısın çevirirken ben de sinir krizi geçiriyordum🤣🤣

      Sil
  4. Bir dakika kanayacak mı kanacak mı lo hangisi gerçi ikiside olabilir fkfkgmg

    YanıtlaSil

Yorum Gönder