How to Get My Husband on My Side - 35. Bölüm (Türkçe Novel)


(Adam 1) "Hey, kahrolası şey! Bu gerçekten işe yarar, değil mi?”

(Adam 2) "Uzun zaman sonra ilk kez iyi bir hasat bulduk. Bakalım… Vay! Bu bir Griffin değil mi?”

(Adam 1) "Zaten daha fazlasını alacağız. Ama bununla ne alakası var?"

Bu ses kesinlikle bir insana aitti. 

Kulağa sert gelen kaba, yüksek sesler. Bu şey kötü hissetmeme neden oldu. Kalbimdeki sakinlik hissi kayboldu ve hızla atmaya başladı.

(Adam 2) “Ne… Bir dakika, şu köşedeki kadın değil mi? Orada insan var!?”

(Adam 1) "Ölüm perisine dönüşmüş olmalı. Ama ölüm perileri uğursuzluk getirir..."

(Kadın) "Çünkü o kaltak her ağladığında birileri ölüyor, seni aptal! Günün sonunda sanki tek zeki senmişsin gibi davranıyorsun."

Hiç tereddüt etmeden mağaraya gelen iki erkek ve bir kadın heyecanla sohbetlerine devam ettiler. Hepsi çok şüpheli görünüyorlardı. Garip şekilli ekipmanlarla donanmışlardı. Popo ve Griffin'in görüntüsünden korkmak yerine harika bir av keşfeden avcılar kadar heyecanlandılar.

Onların kim olduklarına dair içimde bir his vardı– Kaçak Avcılar.

Karaborsadan aletler satın alarak yasa dışı olarak canavar çekirdeği avlayan ve toplayan kaçak avcılar olduğunu duymuştum. Sahip oldukları aletle sihrin varlığını keşfettikten sonra ormana doğru gelmiş olmalılardı.

(Adam 1) "Hey, çok yazık! Banshee'lerin kirli yaşlı cadılarından birini beklerken karşılaştığımız şu güzelliğe bak!”

(Adam 2)"Şu işi bitirelim! Daha önce ormanda dolanan paladinler olduğunu görmüştüm. Yakalanırsak gerçekten mahvoluruz.”

Hareket edemiyordum. Zar zor nefes aldım. Popo ve Griffin garip bir şekilde hareketsizdiler.

Parlayan açık mavi bir kılıcı olan adam şaşkın yüz ifadesi ile Popo'ya yaklaştı. Popo ağzını sıkıca kapatıp dişlerini gizledi.

(Adam 1) "Buraya geleceklerini sanmam. Efsaneye göre dev bir ejdarha yavrusu buralarda bir yerlerde uyuyormuş… Ama bu da ne? Karşılaştığımız şeylere bak! Tavşan mı, rakun mu? Bu şeyin adı neydi? Çok aptal görünüyor."

(Kadın) "Hey, önce şu insanmış gibi görünen canavarı alalım.” Alev alev yanan kızıl saçlı kadın beni işaret etti.

O anda karnını kaşıyan adam dudaklarını şapırdatarak bana döndü.

"Ku, ku, ku, ku..."

Griffin bir kahkaha sesi çıkardı. Bu daha çok alçak, tuhaf bir çığlıktı ama kulaklarıma bir kahkaha gibi geldi. Ve… Popo ağzını açtı. Popo'nun kocaman gövdesi boyunca genişleyen geniş ağzı, ürkütücü derecede güzel keskin dişler ve iskeletlerle dolu bir alanı ortaya çıkardı.

Hiç ses çıkarmadım.


*****


Gökyüzü gittikçe kararıyordu ve şiddetli bir yağmur yağmaya başlamıştı. Yüksek ağaçlar onların yağmurdan korunmasına pek yardımcı olmuyordu.

"Efendi Izek." (Paladinlerden biri)

İçlerinden biri sigarasını söndürdü. Izek başını sallayarak reddetti ve ayaklarının dibindeki bir süre önce yakaladığı Durahan'ın cesedine baktı. Kalan canavar çekirdeği özü ve kopmuş kafası ayaklarının dibine yuvarlandı.

Neden sadece kafatasını bıraktılar? 

Izek'in gümüş rengi saçları hızla ıslandı. Etrafına bakındı ve görüşünü engelleyen ıslak saçlarını arkaya doğru attı. Herkes üç günlük aramadan bıkmış görünüyordu. Garip bir şekilde hiç kimse şikayet etmiyordu.

(Izek) "Daha fazla gidemeyiz." Durahan'ın başını tekmeleyen Ivan, alçak sesle mırıldandı.

Izzet cevap vermedi. Üç gündür sadece dinliyordu.

(Ivan) "Biliyorsun Iz..."

Ivan, Izek'in lakabını çaresiz olduğu ya da bir şeylerin eksik olduğu zamanlar haricinde nadiren kullanırdı. Izek vereceği cevabı bildiği için omzunu silkerek arkasını döndü.

Üç gün oldu. Üç gündür ormanlık alanı arıyorlardı.

Sadece canavarların pusuda yattığı bu yeri aramanın bir anlamı yoktu. 

Şehir Muhafızları, Longinus Şövalyeleri ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri de dahil olmak üzere Elendale'in önemli şövalyeleri, kayıp bayanın ayakkabılarını buldukları bölgeye yoğunlaşmışlardı.

Birbirleriyle anlaşmakta güçlük çeken kişilerin birlikte çalışmaları şaşırtıcıydı. Buna rağmen herhangi bir ilerleme kaydedilemedi. Bu noktada Rudbeckia'yı kaçıran kişinin onları farklı bir yöne saptırmak için kasıtlı olarak oraya bir ayakkabı fırlattığı hipotezini ciddi olarak düşünmeleri gerekirdi.

Bir bakıma umut verici bir seçenek de vardı. Eğer Rudbeckia gerçekten de bu bölgeye sürüklenmişse, Şimdiye kadar... kimse bunu söylemeye cesaret edemedi.

(Ivan) "Iz."

Izek geriye dönüp bakmak yerine Durahan'ın kafasına baktı. Neden sürekli ona baktığını bilmiyordu. Kesik bir kafa kadar uğursuz bir şey yoktu…

(Ivan) "Üç gün oldu, Iz."

(I)"Dört gün oldu..."

(Ivan)"Ha?"

(I)"Dört gün!"

Tekrar sessizlik oldu.

Yağan yağmurda Ivan başını eğdi. Aniden kendini kötü hissetti. Bunu söyleyen Izek için de durum aynıydı. Ayakkabıyı üç gün önce şafak vaktinde bulmuşlardı. Ama Rudbeckia'nın ortadan kaybolduğu tarih yaklaşık olarak dört gün önceydi. Bunu çok sonra öğrenmişti. Ellenia'nın Izek'e mesaj göndermesinden yarım gün sonra. O zamana kadar kimse Rudbeckia'ya bir şey olduğunu bilmiyordu.

Hiçbir anlamı yoktu.

Tek bir hareketi için bir sürü kişinin hizmet ettiği birisi ortadan kaybolmuştu ve 1 gün boyunca kimsenin bunu fark etmemesi imkansızdı.

Yine de olan olmuştu.

Kimin suçuydu? Kimin kafasını ezmeli?

Onu en başta davet eden tapınağı mı? 

Bütün gün ortalıkta dolaştıktan sonra tek kelime etmeden dönen arabacı ve muhafızı mı?

Eve dönmediğini öğrendiklerinde hiçbir şey yapmayan gardiyanlar ve hizmetçileri mi? 

Gün boyu malikanede olan Dük'ü mü?

Freya'yı ziyaret ettikten sonra akşam eve dönen Ellenia'yı mı?

Yoksa kendisini mi?

Izek elinin tersiyle yağmur suyuyla ıslanan yüzünü kabaca ovuşturdu.

Nihayetinde suçlanacak tek kişi oydu.

Ellenia gözyaşları içinde her şeyin onun suçu olduğunu söylese de bu onun suçu değildi. Rudbeckia'nın onun yokluğunda evinde nasıl muamele gördüğünü bilmemesi... Aptallığı bir kılıç gibi onu sırtından bıçaklamıştı.

Omerta'nın hizmetçilerinin çoğu yaşlı ve sadıktı. Özellikle, Ellenia için bir anne gibi olan baş hizmetçi.

Davetsiz bir misafir olarak gördükleri kişiye karşı ne kadar sert olabileceklerini düşünmemişti.

Doğum günü ziyafetinin olduğu gün gerçekler gün yüzüne çıktığında bile Ellenia ailemizin en eski hizmetkarı olduğu için onu korudu ve affetti. Buna izin vermemeliydi.

Rudbeckia, buraya geldiği ilk günden beri açıkça olanları söylemiş olsaydı, her şeyi yeniden kontrol edebilirdi.

İkisi de aptalca her şeyin daha iyi olacağını düşünmüştü. (Bunu düşünen Izek ve Ellenia) 

Kesik Durahan'ın kafası ona gülüyormuş gibiydi. Tıpkı babası gibi olduğu için ona gülüyor olsa bile söyleyecek hiç bir şeyi yoktu... Evliliği reddetmek için bu kadar uğraşması...sonun bunun böyle olacağını bildiği için kendini aldatmak için yaptığı bir şeydi.

Kara gözler yeniden parladı.

Daha doğrusu, karısının son görünüşü.

Donuk gözleri ve solgun yüzü. Daha önce Rudbeckia'nın gözlerini hiç öyle görmemişti. Ziyafet salonunda terk edildiğinde, ateşi yüksek olmasına rağmen hemen yere yığılmadığında, ahırda kafa karıştıran bir şeyden bahsedip, ağladığında ve onu bırakmaması için yalvardığında, geceyi beraber geçirmeleri için onu zorlamayı bıraktığında...

Kopmuş Durahan'ın kafası ürkütücü bir gülümsemeyle hareket etti. Tabii ki, bu sadece bir illüzyondu.

Şimdide halüsinasyon mu görüyordu? Mümkündü. Neredeyse yedi gündur uyumuyordu. Ivan'ın söylemeye çalıştığı şeyi ve arkadaşlarının yüksek sesle söyleyemediklerini... her şeyi biliyordu.

Rudbeckia'nın bu ormanda bir yerlerde yaşıyor olması pek olası değildi.

Yine de Izek onlardan aramayı bırakmalarını isteyemezdi.

Kesin bir ihtimal olmasa da çaresizce dayanmaktan başka seçeneği yoktu. İlk gecesinde yatak odasına giren canavar, Angvan Sarayı göletinde ortaya çıkan su canavarı ve son olarak at binme partisinde ortan kaybolup tekrar geri dönüşü...

Sergei'nin söylediğine göre, papanın kızı olsa bile, kutsallığı sıradan insanlardan daha azdı.

Başka duygulara kapılıp gittiği için aslında fark etmediği duyguları... hepsi bir anda ona doğru hücum ediyordu. Bu duyguların ne olduğunu bilmiyordu ama öğrenmeden de gidemezdi.

Annesini hatırladı.

Annesi bu dünyayı çok erken terk etmişti. Artık yüzünü bile hatırlayamadığı annesine dua etmekten başka çaresinin olmaması komikti.

Ya onu bir daha göremezse? Onu bulamazsa? Gözyaşları, gülümsemesi, pırıl pırıl saçları sonsuza kadar yok olursa... Başı dönüyordu. Sayısız görüntü görüşünü bulandırıyordu...

Her zaman bir elbisenin içinde gizlenmiş olan sıska vücudu, sırtındaki yara izi, gökyüzü kadar berrak masmavi gözleri. Her zaman etrafa bakınıyordu… Gözyaşlarına boğulacakmış gibi görünse bile hep gülümsüyordu...

Tavşan gibi titreyen ama yine de sırıtmaya devam eden bir kadın.

Soramadığı her şey. Söyleyemediği şeyler.

Eylemlerinin onun için ne anlama geldiğini ona daha önce söyleseydi bir şeyler değişir miydi? Onu incitmek istemediği için yaptığı tüm bu şeyler onun canın yanmasına neden olmuştu.

Ve çok geç kaldığının farkına vardığında arkasını dönüp gitmişti. Çünkü onu daha fazla önemsemek istiyordu...

"Efendi İzek."

Koyu kızıl saçlı bir paladin yanına geldi.

Yorumlar

  1. Ellerine sağlık 🥰

    YanıtlaSil
  2. Şimdi mi anladın.🤦🏻‍♀️🤦🏻‍♀️

    YanıtlaSil
  3. İzek'i biran İzzet diye görünce koptum.
    Eee İzek efendi iki kelam etmeye üşenip tek heceli cevaplar verince kız ne bilsin neyi neden yaptığını seninki tam son pişmanlık artık

    YanıtlaSil
  4. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  5. Admincim eline emeğine sağlık harikasınız

    YanıtlaSil
  6. Webtoonu yeni bitirmistim novelinin çevirisini görünce çok mutlu oldum emeğinize yüreğinize sağlık.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder