This Marriage Is Bound To Sink Anyway 146. Bölüm (Türkçe Novel)


 “Hayır. Hiçbir yerim ağrımıyor ki, neden öyle dediniz?”

Ines’in alaycı sözlerine rağmen, Raul’un yüzündeki mahcup gülümseme sanki endişelenildiği için mutlu olmuş birine aitti.

“Carsel yemeğine ne koydu senin? Kesin bir şey karıştırdı...”

Kurnaz köpeği belli ki artık aklını biraz yitirmişti. Üstelik artık o köpek de kendisine ait değildi.

“Yemeğime mi? Ah, sanırım bana sizin mutluluğunuzu kattı, Ines Hanım.”

“Delirmişsin sen...”

“Demek bu yüzden son zamanlarda kendimi bu kadar mutlu hissediyorum ve dünya bana bu kadar güzel geliyor.”

Gerçekten delirmiş gibi görünmüyordu—sadece öyle aydınlık bir gülümseme taşıyordu ki, bu haliyle bile Carsel’in ışıl ışıl yüzünü anımsatıyordu.

Ines, o bitmek bilmeyen yorgunluğun bir kez daha bastırdığını hissederek şakaklarını ovdu. Raul, onun önünde diz çöküp omuzlarından sarkan şalı daha düzgünce dizlerinin üzerine yaydı.

Gözleri, birden derinleşti.

“Ines Hanım.”

“...”

“Ben ve Juana'nın... sizin mutlu olmanızdan başka bir dileğimiz yok. Biliyorsunuz, değil mi?”

Biliyordu.

O zavallı iki insanın, tüm hayatları boyunca yalnızca onun mutluluğunu dilediklerini biliyordu.

Bir anda onların yüzleriyle birlikte, benzer yüzler belirdi gözünde—Perez’den saf Juana, sarayda sadakatle hizmet eden diğer nedimeler...

Mendoza sarayında yıkılıp giden Ines’i ayakta tutan son ince bağlardı onlar. Onun acı içindeki çöküşüne tanık olurlarken, ağlayamayan onun yanında sanki ölüyormuş gibi ağlıyorlardı.

Ve o bağı bile sonunda kaybedip ölmesine tanık olduklarında... cesedine nasıl bakmışlardı acaba?

Raul, patlamış bir kafatası ve geriye kalan cansız bedenle karşılaştığında... onu nasıl toparlamıştı acaba?

Ines, Carsel’in içinde uyandırdığı suçluluk duygusunun giderek büyüdüğünü, genişlediğini hissetti.  Geçmişteki Juana’yı, Raul’u... o insanları çok geç fark ediyordu. İlk öldüğünde, kendisine en yakın yüzleri bir kez daha düşündü.

O günden sonraki olayları hiç bu kadar net düşünmemiştim. Oscar'ın utanç verici şövalyeliği, ailenin başına gelen felaket ve o büyüklükteki olaylar dışında, geri kalan her şey sanki çok önceden okuduğu bir kitabın silik satırları gibiydi. Ama duygular, o ölü anılara yeniden renk kazandırıyordu. Carsel’i düşündüğündeki hislerden farklı, serin bir sızı kalbini ürpertti.

Emiliano’yu ve çocuğunu kaybettiğinden beri, o acıların hepsinin onlara ait olduğunu sanmıştı.  Acısı, çaresizliği, suçluluk duygusu, pişmanlığı. Her şey.

Ama şimdi geçmişteki o küçük isimleri hatırladıkça—yeni suçluluklar, garip bir yabancılık, küçük küçük pişmanlıklar kabarıyordu.

Ines, Carsel’in kendisine ne yaptığını artık anlayamıyordu. Birdenbire, gecenin zifiri karanlığında gözlerinin önüne ışık doğmuş gibiydi—ve görmek istemediği şeyleri görüyordu. Keşke hâlâ görmezden gelebilseydi ama artık mümkün değildi.

“Gerçekten... sadece sizin mutlu olmanız yeterli, Ines Hanım.”

Raul'un yüzüne boş boş baktı, bunun o kadar basit olmadığını çok iyi biliyordu.

'...Peki ya biz, ömrümüzün geri kalanını birlikte geçirmezsek?'

'...Efendim?'

'Yani Carsel ve ben, o tür bir çift değilsek.'

'Ne demek istiyorsunuz?..'

'Raul, biz bu evliliği ne kadar sürdüreceğiz, bilmiyorum.'

Raul'un yüzünde, sanki o sonbaharda hiç o konuşmayı yapmamışlar gibi, sadece samimiyet vardı. Ancak o samimiyetten daha rahatsız edici olan, onun arkasında gizlenen sarsılmaz görev bilinciydi.

'Yani senin dediğin gibi, Carsel’in beni tanımasına gerek yok.'

'Ines Hanım...'

'Benim ne kadar kusurlu biri olduğumu da bilmesine gerek yok.'

Belki de sorun, o günkü konuşmayla başlamıştı.

Raul Ballan, Ines’in sözleri doğru olmasa bile ona körü körüne itaat ederdi. Onun için mantıksız bile olsa, tartışmadan kabul ederdi.

Önceki hayatında da, şimdiki hayatında da, Raul’un bu yönü hiç değişmemişti. Mendoza sarayındaki prenses Ines’e, Perez şatosunda yavaş yavaş aklını yitiren Ines Ballestena’ya, ve şimdi Calstera’da “mutlu bir ev hanımı” gibi görünen Ines’e karşı da aynıydı. Hep aynı—eşit derecede körü körüne sadık Raul Ballan.

“...Peki sen, benim mutluluğumun ne olduğunu biliyor musun?”

'Benim mutluluğum senin anlayabileceğin bir şey değil. O kadar basit, o kadar açık, o kadar rahat bir şey değil. Senin hayal ettiğin türden bir mutluluğu hak etmiyorum bile. İhtiyacım yok... Benim için...'

Dilinin ucuna kadar gelen o aptalca kelimeleri güçlükle yuttu. O sonbaharda, o zamanlar kendini Raul'a ifşa edecek kadar aklını kaçırmıştı. Artık buna izin veremezdi.

“Aslında ben, sizin gibi soylu insanların — sizin ya da Yüzbaşı Carsel’in — nelere ihtiyaç duyduğunu pek anlayamıyorum. Yanınızda hizmet etsem bile.”

“...Evet, anlamadığın konuya fazla giriyorsun.”

“Ama burada çok daha sık gülüyorsunuz.”

“...”

“Perez’deyken sizi böyle gülerken hiç görmemiştim. O zamanlar oldukça... umutsuz görünüyordunuz. Juana sizi şimdi görseydi, muhtemelen kendini ihanete uğramış gibi hissederdi.”

“Yüzümde ne varmış ki?”

“Yüzünüzde bir sorun yok gibi görünmesi de sorun sayılır mı?”

‘Sorunsuz görünmek bir sorun...’ Ines bu cümleyi sessizce tekrar etti.

Oysa nasıl olurdu ki, sorunlar dağ gibiyken.

“Ben sadece, siz gülümseyince her şeyin iyi olduğunu hissediyorum.”

‘Ben o gülümsemeyi özellikle yapıyorum.’ diye içinden geçirdi Ines. ‘Görsünler diye. Eskisi gibi karanlık biri sanmasınlar diye. Boşanırken bana faydası dokunsun diye. İyi bir izlenim bırakarak kendimi koruyayım diye. Yani senin düşündüğün gibi değil o gülümseme...’

Bu düşünceler, sanki biraz bile gevşese ağzından dökülecek gibiydi. Raul’e karşı fazla rahat olması, hep bu yüzden sorun oluyordu.

“Üstelik, sizi güldürebilenin Yüzbaşı olması da...  gerçekten çok güzel bir şey.”

“...”

Raul’ün bu tek cümlesi, sanki kasıtlıymış gibi Ines’in tam kalbine dokundu.

“Bu yüzden ikinizin birlikte olmanız beni mutlu ediyor. Çünkü... çok mutlu görünüyorsunuz.”

Yüzyıl içinde bile böylesine mükemmel bir çift çıkmayacağını söyleyip, abartılı övgüler sıralarken yüzü bile kızarmıyordu. Ama yukarı kaldırdığı gözlerinde hâlâ saf bir içtenlik vardı — ve aynı zamanda, Ines’in isteğini görmezden gelme inadı da.

Ines’in içi sıkıştı, kalbinin ortasında ağır bir baskı hissetti. Bazı şeyler değişmemiş gibi görünse de, aslında her şey değişmişti. Raul hâlâ sadıktı, ama artık eski Raul değildi.

Tıpkı Carsel Escalante’nin onun tüm planlarını altüst ettiği gibi.

“Yani ben, Ines Hanım... siz hep Yüzbaşı Carsel’le birlikte kalın istiyorum.”

“...”

“Sizin gerçekten bir aileye sahip olmanızı diliyorum. Ballestena’da sahip olduklarınızdan bile daha iyi bir aileye.”

‘Ama biz senin düşündüğün gibi gerçek bir aile olamayız.’

Sonbahardaki o kuruyan ses yankılandı zihninde.

‘Bu, benim evliliğimdeki en ciddi kusur olabilir, Raul.’

‘...’

‘Eğer bir gün bu geçmiş, bir koz olarak kullanılırsa... bu artık ‘hastalık’ diye geçiştirilecek bir şey olmaz. Bu, karısının bir zamanlar akli dengesini yitirmiş biri olduğu anlamına gelir.’

‘...‘Koz’ mu diyorsunuz? Leydi Ines, Yüzbaşı Carsel asla...’

‘Biliyorum. Carsel Escalante tuhaf şekilde fazla iyi biri.’

“Yüzbaşı Carsel... Ines Hanım’ın zayıf noktalarını asla kullanacak biri değil. Artık siz de fark etmişsinizdir. Benim bile göremediğim, bilmediğim kadar iyi biliyordur sizi. Kullanmak mı? Böyle bir şeyi düşünmez bile.”

Ines orada sersemlemiş bir şekilde oturmuş, neden burada oturduğunu merak ediyordu.

Bir gün ondan boşanmak için Carsel Escalante ile evlenmişti.

İlk günden beri bu evlilik onun zihninde yalnızca üç kelimeyle tanımlanıyordu: *hesaplı bir plan.* Ama şimdi, bu niyetin ağırlığı göğsünü sıkıştırıyordu.

‘Kullanmak mı? Böyle bir şeyi düşünmez bile.'

Ama kendisi... Onun planı, tam da Carsel’in o zayıflıklarını yakalayıp... onları avantaja çevirmeye çalışmak üzerine kuruluydu. Birkaç yılını, bu uğurda harcamaya hazır bir evlilikti bu.

“Yüzbaşı eğer benim gibi sıradan biri olsaydı, kesinlikle sizin hizmetinizde doğmuş olurdu.”

“...”

“Tabii... sizi başka bir adamla görmektense ölmeyi tercih ederdi. Benim kadar saf bir sadakat taşımazdı belki ama... şundan eminim.”

“...”

“O, size kendini tamamen adayacak bir koca olacak. Sadece acıdığından değil, siz bazen kırıldığınız için de değil... sizi gerçekten sevdiği için.”

Raul yavaşça ayağa kalktı.

“Bu yüzden, bir süreliğine ben artık sizi değil, sizin evliliğinizi koruyacağım.”

“Sen...”

“Yüzbaşı Carsel sizi güldürdüğü sürece, ben de onun yanında olacağım.”

“Ya ben gülmemeye karar verirsem?”

Ines asık bir suratla sorunca Raul kahkaha attı.

“Gerçekten yapabiliyorsanız, neden bugüne kadar denemediniz ki? Tutabilseydiniz tutardınız.”

“Bir kadının itibarının ne kadar kötü etkilenebileceğini biliyor musun? Dışarıda gülümsemezsem, içeride kocasına eziyet eden huysuz bir kadın oluyorum.”

“Eskiden umurunuzda bile değildi. Huysuz... ya da kötü olmanız fark etmezdi.”

“Boşanma mahkemesinde hizmetlilerin ve yerel halkın tanıklığı en önemli şeydir.”

“E o zaman hiç mahkemeye gitmemeli ve içinizden geldiği gibi gülmelisiniz.”

“Defol git. Escalante’nin köpeği gibisin.”

Carsel’in gölgesi onu adım adım izliyormuş gibiydi. Raul’u da burada, bu evde tutmak artık doğru olmayacaktı...

“Yani, gülmemek isteseniz bile, aslında gülmek istiyorsunuz demek bu.”

“Carsel... genelde öyle saçma şeyler yapıyor ki, gülmemek elde değil.”

“Anladım.”

“Doğru düzgün cevap ver.”

“Evet efendim. O kadar şaşırtıcı şeyler yapıyor ki, gülmemek imkânsız oluyor.”

“Ukala...”

“O ukala uşağın sizden ricacı olacağı bir konu var.”

“Hayır.”

“Kahya, Perez malikânesine birini yerleştirmiş görünüyor.”

Raul'a alaycı bir ifadeyle bakmakta olan Ines’in yüzü aniden sertleşti.

Yorumlar

Yorum Gönder