This Marriage Is Bound To Sink Anyway 130. Bölüm (Türkçe Novel)


Kazalar olur, ama bu kadar büyük değil. Erkekler bazen kendi duygularına kapılırlar. Bunun aşk olduğunu düşünürler, sonra bunun gerçek aşk olduğunu düşünürler, sonra hiçbirinin gerçek olmadığını anlarlar, sonra sonuncusunun gerçek olduğunu düşünürler, ancak daha sonra geriye dönüp baktıklarında ilkinin gerçek olduğunu görürler – aptalca bir döngü gibiydi.

Gerçek olmayan şeylerin gerçek olduğuna inanmakta oldukça ustadırlar. Ama gerçek olmayan şey gerçek olmaz, kaçınılmaz olarak öyle kalır ve fark ettiklerinde, her şey için çok geç olmuştur, her zaman her şeyi mahvederler...

Ines bu konuda biraz çaresiz hissetti. Neden? Neden onu seviyordu?.. İnsan olarak onu sevdiğini zaten önceden anlamıştı. Carsel Escalante, kendi yetenekli olduğundan dolayı başkalarına karşı yumuşak bir insandı. Ama “o şekilde...” bunu tamamen anlayamamak da mümkün değildi. Ines biraz ters düşünmeye başladı. Kendine baktığında, hala oldukça güzel ve çekici olduğu da bir gerçekti.

Ama Carsel Escalante söz konusu olduğunda, bunu anlamak biraz daha zordu.

Eski yaşamında belki başka olurdu. Ines'in baştan aşağı kusursuz bir şekilde bakımı yaptığı zamanlar... Ama şimdi durum farklıydı. Eskiden gösterdiği titiz bakım uzun zamandır bırakılmıştı ve şu an, aşırı korumacı kocası sayesinde biraz kilo bile almıştı.

Ines aynaya baktı. Öncekine göre dolgunlaşmış yanakları parlak bir şekilde ışıldıyordu. İyi göründüğü kesindi... Açıklaması zordu.

Peki, sevilecek ne vardı? Bu kesinlikle geçici bir ruh haliydi ama bu tür zararlı duyguların kısa sürmesi en iyisiydi. Daha önce çocuk sahibi olmalıydı. Sırf istediği için hemen bir çocuk sahibi olamayacağı için üzgün hissediyordu.

Bir çocuk. Bir çocuk...

'...Bebek doğduktan sonra her şey biter zaten.'

Aşktan gözü dönüp her şeyini verecek gibi görünen adamların, karıları hamile kaldığında ne yaptıklarını düşününce, Carsel Escalante’nin geçici hevesi hiç de korkutucu gelmiyordu. Ne kadar çabuk yüz çevirdiklerini o çok iyi biliyordu.

Onun tanıdığı erkekler arasında, hamile eşini aldatmayan tek kişi Emiliano’ydu. Ama Ines, ona en çok aşık olduğu anda bile, “Parası olmadığı için asla beni aldatamaz.” diye soğukkanlı bir yargıya varmıştı. Elbette, yakışıklı bir yüzü vardı; tutkuluydu... Emiliano, aşk olsun resim olsun, tek bir şeye sadık kalmayı bilen biriydi. Ama böyle bir adam zaten istisnaydı. 

Yüze gelince, bu taraftaki çok daha fazlasına sahipti. Kusursuz bir yüz, kusursuz bir beden, doğuştan gelen güç, devasa bir servet... Her şeye sahip olduğu için belki de hiçbir şeye sahip değilmiş gibi görünen bir insan. Karısını aldatmak için özel bir çaba göstermese bile, Carsel Escalante’nin önünde aldatmaya en uygun bütün koşullar zaten hazırdı. Bunun karşısında kim dayanabilirdi ki?

Ines’e karşı yumuşak olsa da, bir gün mutlaka başka bir kadına da aynı şekilde yumuşayacaktı. Böyle düşününce içi biraz rahatlayacak sandı ama beklediği kadar rahatlamadı. Aksine, ağzında biraz buruk bir tat kaldı... Muhtemelen, bu belirsizlik yüzündendi. Kesinlikle.

Her şey o adamın gözleri yüzündendi. 

“...Yeterince insan tanımadın mı, neden böyle yapıyorsun?” 

Sitemkardı ama elbette portreden cevap gelmedi.

Bugün Mendoza’dan gönderilen Carsel Escalante’nin çocukluk portresi, kanepede masum bir gülümsemeyle —ve aynı zamanda sinir bozucu bir ifadeyle— ona bakıyordu. O tablo, Ines’in Mendoza’daki yatak odasında hep asılı duran şeydi. Yanında ise, gözlerini hiddetle dışarıya diken Ines’in çocukluk portresi duruyordu. Böyle bir portre asılıyken nasıl rahat uyuyabilirdi ki diye düşündü. Oysa bu, nişanlandıklarından beri Carsel'in yatak odasında asılıydı. 

Gerçekten de uyumsuz bir çifttiler.

“Az önce ikinci kata çıkıp baktım, Ines Hanım! Koridordan çok merdiven boşluğu daha uygun!”

Koridora çıkmış olan Arondra coşkuyla geri döndü.

“Oraya, yan yana sizin portrelerinizi asarsak... Ay, ne kadar da tatlı olur!”

“...”

"Çok tatlı! İkiniz de çok tatlısınız!"

"..."

“Öyle ki, dayanamayıp ısırıp yiyesim geliyor!”

Arondra, kanepenin önüne çömelip yine bir curcuna kopardı. Sanki o çocuklar gözlerinin önünde belirmiş gibi, sevimliliklerine tamamen kapılmıştı.

“...Carsel Escalante, gerçekten sevimliydi...”

“Ines Hanım daha sevimli.”

Ben mi? Ines kaşlarını hafifçe kaldırarak şüpheyle baktı. Arondra ise, nereden çıkardığı belli olmayan temiz bir bezle çerçeveyi silmeye koyulmuştu.

“Şu somurtkan ifadeye bak ama.”

Somurtkan değil, resmen hınç doluydu. Bütün gün güzelce giyinip heykel gibi oturup bir başka gereksiz portre için beklemek zorunda kalmaktan nefret ediyordu... Belki birisi ona, bu tablonun Escalante’nin odasına asılacağını söylemiş olsaydı, sırf hoş görünmek için yapmacık da olsa gülümserdi...

“Acaba o gün giydiğiniz kıyafet mi hoşunuza gitmedi? Yoksa büyükler mi canınızı sıktı? Neden böyleydiniz?”

“...”

“Yoksa aç mıydınız? Size bir şey yedirmeden oturttular mı? Hm? Ay, o kadar tatlısınız ki....”

Arondra, aslında yanında duran Ines’e söylüyor gibi konuşuyordu ama gözleri yalnızca tablodaki somurtkan kıza kilitlenmişti.

Niye sürekli ona tatlı diyip duruyorlardı? Hiç de tatlı hissetmeyen Ines sıkıntıdaydı.

“Carsel’in portresini yalnız as. Benimkini—”

“Olur mu öyle şey. Karı koca yan yana olmalı.”

“Misafirler görür görmez geri döner...”

Gerçek Ines misafirleri ağırlarken gülümsese ne faydası olurdu? On yıllar önceki Ines insanları kovuyordu.

“Tatlılığınıza hayran kalacaklardır! Öyle değil mi, Alfonso?”

O sırada terastan Carsel’in eşyalarını toparlayıp çıkan Alfonso bir an duraksadı.

“Ah?.. Evet... öyle görünüyor.”

“Haydi, Senorita’mızın ne kadar sevimli olduğunu bir de siz söyleyin.”

“Elbette... portreler birbirini muhteşem bir şekilde tamamlıyor.”

Zoraki bir gülümsemeyle bakan uşağın o garip ifadesi, kısa bir an için dikkatini çekti ama Alfonso hemen alışılmış, sakin ve saygılı yüzüne geri döndü. Ines, Alfonso'nun elindeki buruşuk kağıt ile yüzü arasında bakışlarını gezdirdi.

Son zamanlarda, Alfonso ile garip bir şekilde sık sık göz teması kurduğunu fark etti. Kelimenin tam anlamıyla garipti.

Acaba Raul’la olan konuşmalarını mı duymuştu? Ama eğer o meseleyi duymuş olsaydı, efendisini kandıran bir kadına böyle bakmazdı. Alfonso, duygularını gizlemeyi beceren iyi eğitimli bir üst düzey hizmetkardı ve Mendoza’nın o abartılı riyakarları kadar da sahte değildi.

Ines, Alfonso'nun ifadesini kontrol etmekte masumca başarısız olduğu birkaç anı hatırladı.

Ancak daha önce ona gereken nazik ilgiyi göstermiş olsa da, bu günlerde Alfonso ara sıra ona şüpheyle bakıyordu. Başka bir nedeni olabilir miydi? İnes, en azından bu konuda Raul’e dikkat etmesi gerektiğini söylemeye karar verdiği sırada, üst düzey çalışanların sohbeti “Merdivenler... iyi olur bence...”, “O halde Ines Hanım sağ tarafta mı olsun?” gibi sözlerle akıp gidiyordu.

Nasıl olsa ortalık “ne kadar da tatlı” sözleriyle dolmuştu. Misafirlere öyle bir şeyi göstermek istemese de, Arondra’nın onu sevimli bulmasını engellemek niyetinde değildi. Sonunda 'istediğinizi yapın' diyerek onları kendi hallerine bıraktı ve tekrar salonun geniş aynasına baktı.

Hiç olmadığı kadar sağlıklı görüyordu. Yanakları, yeni kazandığı etlerle hafifçe dolgunlaşmıştı... Ines yavaşça gözlerini kısarak baktı...

 Belki de Carsel Escalante zayıf kadınlardan hoşlanmıyordur.


***


Bu sadece bir varsayımdı. Kadınları iyi tanıyan bir erkek gibi davranan Carsel, “Kilo aldığını hiç fark etmedim” tavrını sürdürdü, ancak ara sıra “Eğer bu kilo alımıysa, kilo aldığın halini daha çok seviyorum. Tabii ki kilo almadın, ama...” diyordu.

Bunun sadece gönlünü hoş etme amaçlı yaptığı bir incelik mi, yoksa kendi zevkinin gerçek bir yansıması mı olduğunu anlamaya çalıştı.

Eskiden tam oturan elbiseler daralmaya başlamıştı. Ama Carsel bazen bundan son derece memnun görünüyor, patlayacak gibi kabaran göğüslerini, yumuşak karnını, elbisenin altındaki kalçalarını okşayıp duruyordu. Parmağının altında hissedilen yumuşak etin tadını çıkarır gibi... Onun kilo aldığını bilmemesi imkansızdı. Hatta belki de bu yüzden daha da hoşnuttu.

Ama ev içinde böyle tatmin olmaması gerekiyordu. Bu kadar kolay mutlu olmaması gerekiyordu. Ines, içten içe küçük bir değişime başlamak istedi. Ne kadar uzun bir yol olsa da, her şey ilk adımı atmakla başlıyordu. Eğer onun hoşuna giden bir hali varsa, orada kalmak için hiçbir sebep yoktu.

Hızlıca sonuç alma yöntemini hatırlıyordu. Amansız açlık... Zor zamanlarından kalma yanlış bir mirastı.

Carsel’in karşısında pervasızca aç kalmaya kalksa, “Ölüyorsun, mahvoluyorsun” diye büyük bir tantana çıkaracağı kesindi. Bu yüzden Ines, Senora Salvatore ile yapılacak dinlenme gezisini kurnazca planının başlangıcı yaptı.

Böylece beş gün geçti... Kendi güçlü iradesiyle beş gün içinde bile gözle görülür bir sonuç elde edebileceğini düşünmüştü ama belki de Calstera'ya geldiğinden beri herkes tarafından doyurulduğu için -tembellikten bile olsa tek bir öğün bile atlamadığı için- farkına varmadan ilk üç günü öylece boşa harcadı.

Bir şey yemeden dayanamaz gibi hissediyor, yerken de “Ben ne yapıyorum…” diye çatalı ağzında bırakıp duruyordu. Son iki gün biraz aç kalmaya çalıştı ama sonuç olarak keyifle yediği bir gezi oldu.

“...Bu, yanlış bir şekilde şımartılmış olmaktan başka bir şey değil...” 

Calstera insanları sık sık “Büyük düşünme, kafana takma, mutlu yaşa” türünden laflar ederken “Ne hayalleri ne de hırsları var” diye küçümsüyordu Ines... Ama artık o da o insanlardan biri olmaya başlıyordu.

Sırf karşı çıkmak için karşı çıkmak bile başarısız oldu. Ne yapabilirdi ki? Antrenman bitince saat gibi eve dönen kocasına “Neredeydin?” diye çıkışamazdı. Ortada kuşku uyandıracak bir şey yokken kıskançlık krizleri de çıkaramazdı. Evlenmeden önce planladığı o yorucu entrikaları uygulayacak koşullar henüz yoktu. Hepsi de şu sıkıcı Carsel Escalante yüzündendi. Araları gitgide daha iyi oluyor, üstelik bakımsız vücudu bile onun zevkine hitap ediyordu...

“Ines. Aman Tanrım...”

“?..”

“Lacera’da ne oldu böyle?”

“Hiçbir şey.”

“Peki neden bu kadar zayıfladın?”

“...”

Eskiden elbiseleri kapanmaz hale gelse bile “Neren şişmiş ki ben göremiyorum” diyen adam, şimdi birkaç gün az yiyip dönünce?.. Yüzünü, kollarını, belini ve bir çiftin toplum içinde okşamaktan utanmayacağı vücudunun her yerini inceleyen Carsel’e deli gözüyle baktı.

“Yemekler mi damak tadına uymadı?”

“Orası buradan sadece iki saatl uzakta. Ne farkı olabilir?” 

“Peki neden? Neden bu kadar zayıfladın...” 

“...”

Carsel’in sorgulayan bakışları altında güçsüzce sallanan bedeni aynaya yansıdı. Ines, beş gün öncesiyle en ufak bir farkı olmayan haliyle oradaydı.

Yorumlar

Yorum Gönder