This Marriage Is Bound To Sink Anyway 77. Bölüm (Türkçe Novel)


Bölüm 7: Bazı köpekler sadece insanlara karşı iyidir.

Gözkapaklarının üzerine vuran güneş ışığı, uykusunu usulca dağıttı. Balkona bakan pencerenin yanında kıvrılıp yatmış olan Ines, sessizce gözlerini açıp o yöne baktı. 

Aralık duran kapıdan içeri dalga sesleri süzülüyordu. Carsel’in çoktan uyanıp kapıyı açtığı belliydi. Sanki denizi değil de sesi görüyormuş gibi bulanık bir görüşle pencereden dışarı baktı.

Birkaç hafta önce başladığı malikanedeki tadilat artık son aşamaya gelmişti. Sabahları dışarıdan gelen çekiç ve testere sesleri artık duyulmuyordu. Çitler tamamen bitmiş, Carsel için hazırlanan sera da tamamlanmıştı. Şimdi yalnızca içerideki birkaç detay kalmıştı, onlar da muhtemelen birkaç gün içinde tamamlanacaktı.

Ines, ince beyaz tül perdenin rüzgarda hafifçe hışırdayan sesini dinlerken yavaşça doğruldu.

Parlak güneş ışığıyla aydınlanan vücudu tam anlamıyla darmadağındı. Carel’in gece boyunca bedenine bıraktığı ısırık ve emme izleri hala tenindeydi. Bitmek bilmeyen bir tutkunun izleriydi bunlar. Ines'in bilinci yavaş yavaş kararana kadar sürmüş, sonrasında bile durmamıştı. Hatta, onu temizlerken bile, hala yetmediğini söyler gibiydi.

'Yetmedi' kelimesi sadece bir metafor olsa da, bunun yeterli olmadığını duymaktan biraz yorulmuştu.

'Her zaman böyle mi seks yapıyorsun?'

Gün geçtikçe, onun temposuna ayak uydurmak neredeyse imkânsız hale gelmişti. Eğer her seks yaptığı kadına böyle takıntılı bir şekilde eziyet etseydi, çoktan bu konuda dedikodular yayılırdı...

Ancak geçmişte onun hatırladığı Carsel Escalante hakkındaki söylentiler, tüm o çalkantılı konulara rağmen daima tertemizdi. Tek gecelik ilişkiler her zaman sadece bir geceyle sınırlıydı; bu yüzden “sevgili” denilen bir kadın hiç olmamıştı ve büyük bir aşk skandalı da yaşanmamıştı. Ondan bir gece daha isteyen ama reddedilen kadınlar bile onunla geçirdikleri gece hakkında hep övgüyle konuşmuşlardı.

Hayatında ilk kez reddedilmek, utançtan yerin dibine girecek gibi hissettirse bile—o mükemmel yüzü görüp hayran kalmaktan başka bir şeye fırsat bulamazken nasıl nefret edebilirdi ki? Diyelim ki nefret etse bile, hayatındaki en iyi seksti ve bunu inkâr edemeyeceği de başka bir nedendi.

O yüz, insana beyninde bir arıza varmış gibi sadece güzel anıları hatırlatan cinsten bir yüzdü—herkes onun hakkında böyle derdi. 

Geçmiş hayatındaki Ines, ne bu övgüleri ne de karşılıklı tanıklıkları bir kez bile sorgulamış ya da merak etmişti. Yine de o zamanlar bile Carsel’le geçirilen bir gece, Mendoza’lı soylu kadınlar için elde edilebilecek en büyük ganimetti; öyle herkesin sahip olamayacağı, nadir ve değerli bir şeydi.

Muhtemelen, o kadınların ölünceye dek tekrar tekrar hatırlayıp anlatacakları bir geceydi. Bu yüzden Ines yirmi altı yaşında ölene kadar, onların durmadan kulağına Carsel Escalante’nin hiç ilgisini çekmeyen yatak alışkanlıklarını fısıldamaları da çok da şaşırtıcı sayılmazdı. 

Her neyse, bu kadar övgüyü neden ettiklerini Ines de anlayabiliyordu. Korkutucu derecede iyi yapıyordu çünkü...

Ama dönüp bakınca, o bıktırıcı övgülerin içeriği aslında son derece sıradan, tamamen makul sınırlar içindeki şeylerdi. Birinin dediği gibi, onda mantık dışı olan tek şey yüzü, gücü, vücudu ve... boyutuydu belki de. 

Ne sapkınca bir davranış vardı, ne de tek taraflı dayatmaları. Ines’in bu hayatında onu seçmesinin sayısız gerçekçi nedenlerinden biri de buydu zaten. 

'Temiz bir ilişki...'

O, tekrar kendi kirli bedenine baktı.

'...Bunun nesi temiz ki?'

Israrcı arzular ve aşırı tutkunun yönünü kaybedip döküldüğü izler... Uyumakta olan kadınla sevişemediği için, en azından böyle yaparak tatmin olmaya çalışıyormuş gibi; öte yandan, kadın uyanırsa hemen tekrar saldıracakmış gibi de görünüyordu.

'Ne derlerse desinler, bu adam tam olarak çıldırmış...'

Tabii ki, o gerçek anlamda bir sapık değildi. Sapıkça, karanlık ve ürkütücü bir tavır takınmıyor, tek taraflı olarak sadistçe davranışlar da talep etmiyordu. Onun, Ines’in hoşlanmayacağı iğrenç hareketleri yapmışlığı hiç yoktu. 

Yine de bazı iğrenç anlar yaşanmıştı... Gerçekten tiksindirici olan, içinde o kazık gibi dikilmiş şeyin tekrar sertleştiği andı. Evet, onun da sapıkça bir yanı vardı. Onun gücü sapıkçaydı. 

Carsel’in tay gibi güçlü bedeni, Ines’in üstüne çıkarken verdiği baskı, kaçmaya çalışsa da sonunda o bedenin dalga gibi onu yutuyor olması hissi...

Düşününce yine enerjisi emiliyormuş gibi hissettiği için Ines, onu kafasından hızla kovdu. Zaten artık odada olmaması büyük bir şanstı. 

'Ne zaman çıktı acaba?'

Uykulu gözlerini kırparak, Carsel’in yattığı yere baktı. Orada, sanki Ines için hazırlanmış bir yemek vardı.

Kendi uyurken hizmetçi ya da hademe odaya mı girmişti? Yüzü kızardı. Valestena Düşesi görseydi, “Zaten tavuk kümesi gibi bir yerde yaşıyorsunuz, yemek yerken bile kuşlar gibi etrafa mı dağıtıyorsunuz?” diye kötüleyebilirdi ama Ines aslında yemekte fazla formaliteye ya da görgü kurallarına önem vermezdi.

 Oscar’la geçirdiği hayatta çok uzun zamanlar aç kalmıştı, bu yüzden bazen sadece yemek yemenin kendisi bile onu mutlu ederdi; görgünün ne önemi vardı ki?

Üstelik günümüz hanımları, kocalarının yalnız ve mutsuz kalmaması için sabahın erken saatlerinden itibaren kusursuzca hazırlanmak işinden bıkmışlar; hatta bazen yatak odasında tek başına tembel tembel kahvaltı yapıyorlardı. “Ben bu evliliğe tüm gayretimle, en iyi şekilde bağlıyım” diye herkese zorlama mesajlar vermek zorunda kalmasaydı, Ines onların tembel kahvaltılarından bile uzak olurdu; hatta sabah gözlerini açmak bile istemezdi.

Yine de askerlerin kendine has—her sabahı kutsal bir görev gibi karşılayan Carsel’in azmi, adeta bulaşıcı bir hastalık gibi Inrs’e de geçmişti.

Vücudu bin kiloymuş gibi ağır olmasına rağmen, gözleri alışkanlıkla zorla açıyor ve işte tam da bu durum onun azminin kanıtıydı.

“Haaa...”

Derin bir nefes verecek gücü bile kalmamıştı; yüzeysel, hafif bir iç çekiş duyuldu.

Bir süre öğle uykusu çektikten sonra sabahın hastalıklı enerjisini telafi etmişti. Neyse ki, bu hayatındaki Ines süslenmeye neredeyse hiç vakit ayırmazdı.

Yani sadece saçını tarayıp düzgünce giyinmiş olması yeterliydi. Her sabah böyle sorunsuz geçiyordu. Ta ki bugüne, bu ana ve yatağa çıplak uzanmış halde yemekle karşılaşana kadar...

Bu küçük iki katlı evde, daha birinci kata bile inemeyip böyle yatıyor olmak...

“Uyandın mı?”

Genellikle çiftin banyosu olarak kullanılan küçük yan oda kapısı açıldı ve suçlu içeri girdi. Yeni yüzünü yıkamış olacak ki alnındaki saçlar biraz ıslaktı.

Yatakta doğrulduğunda mavi gözleri kocaman açılmıştı. Sabahları hep olduğu gibi, yalnızca onun zihni ferah ve berrak görünüyordu.

Elbette, bedeni de sahibinin bakışlarını hızla takip etti. Adımları genişti ve şu an birlikte kullandıkları yatak odası, evlenmeden önce ayrı ayrı kaldıkları odaların dörtte birinin bile yarısı kadar değildi.

“Bir türlü uyanmayınca endişelendim.”

“Endişelenmeye devam et o zaman. Çünkü bu senin yüzünden.”

Ines, gözlerini kısarak onu sertçe süzdü. 

Carsel birçok açıdan onun tam tersiydi ve Ines'in sabahları onun güçlü olduğu kadar savunmasız olduğu bir sır olmasa da, ikisinin bugünkü kadar kutuplaştığı bir gün olmamıştı.

Ines'i bu kadar rahatsız etmesine şaşmamalıydı... Ines ona bariz bir kızgınlıkla baktı ama Carsel'in güzel yüzünde hiçbir değişiklik olmadı.

Öğleden sonra söz dinlerken, sabah olunca mutlaka böyle olurdu. Inées’in söyledikleri bazen hiç etkili olmuyormuş gibi hissettiren o inatçılık... Dinlemeye bile tenezzül etmeyip umursamazca geçen o rahatlık...

“Biliyorum, Ines. Bu yüzden zorlanarak aşağıya inme diye her şeyi hazırladım ya.”

“Yoksa birine bu hâlimi mi gösterdin?”

“Merak etme. Yemeği ben getirdim.”

Carsel her zamanki gibi fazlasıyla sakin ve sinir bozucu biçimde dinç görünüyordu. Aynı yatakta birlikte yuvarlanmış olmalarına rağmen, sanki o başka bir dünyadan taptaze dönmüş gibiydi. İnsanı çileden çıkaracak kadar rahattı.

Seksi tek başına yapmıyordu ki. Hatta eğer güçten söz edilecekse, her yere onu sürükleyip tüm gücünü kullanan kişi Carsel'di.

Ama neden bu hâlde olan hep kendisiydi?

Carsel gerçekten de onun tüm enerjisini emmiş gibi görünüyordu. Diğer sabahlara göre bile fazlasıyla canlı görünüyordu ve yüzünde, sanki ziyafet sonrası memnuniyetle gerilen bir adamın ifadesi vardı...

‘Ne hakla böyle tatmin olmuş durabiliyorsun...’

“Peki, o yemekleri nereden aldın?”

“Kapının dışından.”

“...”

“Şüpheciliğin de üst düzey gerçekten.”

Böyle deyip Ines’in saçlarını doğal bir şekilde geriye iten eli, nedense biraz tehlikeli bir his veriyordu. Saçlarının dağınık olduğu kesindi ve niyeti sadece onları düzeltmek gibi görünse de, böyle anlarda nereden bir kıvılcım çıkacağı belli olmazdı. 

Carsel gerçekten de çok kolay tahrik oluyordu... Ines, içinde bariz bir temkinle o eli geri itince, Carsel onun bu gardını açıkça fark etmiş gibi zararsız görünen bir yüz takınıp gülümsedi. 

“Beni sarstın, Ines.”

“...”

O masum yüz ifadesinin ne gereği vardı? Ines'i çıplak göğüslerine “bu hoş manzara için teşekkürler” der gibi baktı. Inrs, artık neredeyse alışkanlığa dönüşmüş bu tacize karşı ciddi bir uyarıda bulunmaya çalışırken, o elini uzatıp göğsünü tam anlamıyla kavrayıverecekken Ines’in eli de onu hızla takip edip sertçe şaklattı. Ama Carsel onun elini tekrar yakalayıp, parmaklarını kenetleyerek sıkıca tuttu.

Yorumlar