When I Fly Towards You - 14. Bölüm

"Umarım beni baştan çıkarmaya gelir.
Öyle bir baştan çıkarır ki..."
— Su Zai Zai'nin Günlüğü
Bir anda zihninde iki sahne belirdi.
...
Zhang Lu Rang başını eğmiş, soru çözüyordu. Su Zai Zai onun önünde oturmuş, yan dönmüş ona bakıyordu.
Sonra bir alıştırma kitabı çıkarıp hafifçe gülümsedi.
"O zaman bana şu soruyu anlatır mısın?"
Zhang Lu Rang'ın hareketi bir an duraksadı. Boynuna dokundu ve hafifçe, "Bilmiyorum." dedi.
...
Evin yakınlarındaki otobüs durağında, otobüs beklerlerken Su Zai Zai biraz kararsız bir ifadeyle sordu.
"Senin WeChat’in var mı?"
Zhang Lu Rang bir an tereddüt etti, sonra elini boynunun arkasına götürdü.
"Yok."
...
Şu anda da yine aynı hareketi yapıyordu.
O zaman... bu hareketle anlatmak istediği şey...
**- Çirkin mi olmuşum yani?
Hıhı.**
Su Zai Zai'nin yüzü bir anda ateş basmış gibi kızardı, tamamen kıpkırmızı oldu.
Bir süre sessizlik oldu.
İkisi karşı karşıya duruyordu ama birbirlerine bakmıyorlardı.
Etrafları sessiz olmadığı halde yine de aralarında başkalarının asla bozamadığı bir atmosfer vardı.
Kulistekilerin alçak sesle konuşmalarının yanı sıra, sahnedeki kızın duygulu şarkı söyleyişinin yankısı da her yerde dolaşıyordu.
Bir ses daha, bir ses daha.
Sanki ortalıkta hiç gitmeye niyeti olmayan bir belirsizlik var gibiydi.
Su Zai Zai cesaretini toplayıp başını kaldırdı.
Tam konuşacakken, Zhang Lu Rang’ın sağ tarafında onun sınıf arkadaşlarından birkaçının daha durduğunu fark etti.
Merakla onlara bakıyorlardı.
Su Zai Zai’nin yüzündeki sıcaklık daha da arttı.
Daha fazla dayanamayıp hiçbir şey söylemeden seyirci koltuklarına doğru yürüdü.
Arkasından hemen erkeklerin dedikodulu ve heyecanlı sesleri geldi.
"Hey, Zhang Lu Rang, bu senin sevgilin mi?"
Zhang Lu Rang sessiz kaldı.
Sahnedeki kız tam o sırada nakarat kısmına geldi.
Işıklar aniden parladı, perde aralığından ışık sızdı.
Zhang Lu Rang yine gözlerini yere eğmişti.
Işık altında yüzünün bir tarafı aydınlıkken diğer tarafı gölgede kalıyordu, bu da ifadesine gizemli bir hava katıyordu.
O cevap vermeyince çocuklar da daha fazla üstelemedi.
Genişçe sırıtmaya devam ederek "Gerçekten de güzelmiş!" dediler.
Bu sözleri duyunca Zhang Lu Rang sonunda başını kaldırdı.
Gizliden gizliye rahat bir nefes aldı.
Demek ki anormal olan sadece kendisi değildi.
O anda...
Gerçekten de... Su Zai Zai'nin çok güzel olduğunu düşündü.
---
Su Zai Zai kendi yerine oturdu, yanındaki Jiang Jia ona bir şeyler söylüyordu.
Su Zai Zai çantasından su şişesini çıkarıp arka arkaya birkaç büyük yudum aldı.
Jiang Jia sonunda onun bu garip halini fark etti, biraz şaşırmış bir şekilde sordu.
"Ne oldu sana? Sanki hayatında ilk defa su içiyor gibisin."
Su Zai Zai başını eğdi, yüzünü elleriyle kapatıp kısık sesle, "Biraz sakinleşmem gerek." dedi.
"...Oh."
Jiang Jia bir süre bekledi.
Bir dakika sonra, yanından kısık bir ses geldi:
"Yakışıklı prens, beni öldürmek istiyor."
Jiang Jia:
"...Delirme."
"Gerçekten diyorum." dedi Su Zai Zai, artık daha rahat nefes alıyordu ama yanaklarındaki kızarıklık hala geçmemişti.
"Az önce bana güzel olduğumu söyledi, neredeyse nefessiz kalacaktım."
Jiang Jia az daha içtiği suyu püskürtüyordu.
"Vay canına! Hahaha, inanamıyorum! Zhang Lu Rang'ın sana güzel dediği bir sahneyi hayal edemiyorum bile!"
Su Zai Zai ona yaşadıklarını anlattı.
Jiang Jia: "Sana güzel dediğine emin misin?"
Çünkü yakışıklı çocuğun cevabı olumsuz gibiydi.
Ama o hareketleri...
Su Zai Zai ona anlatmak istedi, ama bir yandan da bu sırrı sadece kendine saklamak istedi.
Zhang Lu Rang'la ilgili birçok şeyi sadece kendi bilmek istiyordu.
Ama... onun yalan söylediğinde boynunu ellemesiyle ilgili olan şey, hâlâ sadece bir tahmindi.
...Yarın bir deneyeyim bakalım.
Jiang Jia ona acıyarak baktı: "Bence sen yakışıklı prensinin Wang Nan tarafından geçilmesini hazmedemediğin için böyle oldun..."
Bunu duyunca Su Zai Zai hemen ona döndü.
"Kesinlikle delirdin." dedi Jiang Jia kesin bir şekilde.
Su Zai Zai: "...Bok yemek mi yoksa ölmek mi, seç."
"Senin yediğin bokları yemeyeyim, en iyisi öleyim." dedi Jiang Jia.
"Defol."
Onlar böyle sohbet ederken, sahnede sonunda sunucunun sesi duyuldu.
"Şimdi, birinci sınıf birinci sınıfın sahne oyunu 'Soyulduğunda' adlı gösterisini izliyoruz!"
Su Zai Zai hemen susup çantasından gözlüğünü çıkarıp taktı.
Seyirci salonu karanlığa gömüldü.
Kırmızı perde yavaşça açıldı.
Bir erkek öğrenci sahnenin tam ortasında duruyordu.
Elinde büyük beyaz bir karton vardı, üzerine üç büyük kelime şöyle yazılmıştı:
"Ben çok zenginim."
Yanındaki Jiang Jia homurdandı: "‘Ben çok zenginim’miş... Bari direkt ‘Soy beni’ yazsaymış."
Su Zai Zai gözlerini kırpıştırdı.
Acaba para mı çalacaklar yoksa başka bir şey mi?
Yakışıklı prens birazdan çıkar herhalde...
Gerçekten de çok geçmeden Zhang Lu Rang sahneye çıktı.
Arkasında beş-altı erkek öğrenci vardı, hepsi oldukça havalı görünüyordu.
Görünür yerlerinde sahte dövmeler vardı.
Su Zai Zai: "..."
Az önce Zhang Lu Rang’ın yanında duran çocuklar bunlardı galiba.
Nasıl oldu da dövmeleri fark etmemişti...
Su Zai Zai gözlerini kaydırdı ve Zhang Lu Rang’a odaklandı.
Zhang Lu Rang beyaz okul forması üzerine siyah kamuflaj desenli ince bir ceket giymişti.
Siyah dağınık saçları alnına dökülmüş, gözleri parlaktı, dudaklarının kenarında ise kayıtsız bir gülümseme vardı.
Onda bir serseri havası belirmişti.
Saçlarını karıştırdı, ardından arkasındaki birkaç "yardımcıya" göz attı. Dudaklarını büzerek konuşmadan durdu.
Su Zai Zai içinden, 'Burada kesin bir replik var ama Zhang Lurang söyleyemiyor.' diye tahminde bulundu.
Tam o sırada, erkek öğrenciler ceplerinden kağıttan yapılmış bıçakları çıkardı ve hep bir ağızdan bağırdı.
"Bu bir soygundur!"
Su Zai Zai: "..."
Onca zamandır hayalinde hep Zhang Lurang’ın soyguna uğrama sahnesini canlandırmıştı ki, onun... soygunu yapan tarafta olacağı hiç aklına gelmemişti.
Hem de çetenin başı gibi, tam bir lider havasındaydı.
O anda, kulaklarında hoş ve berrak bir anlatıcı kadın sesi yankılandı.
"Soygunda, sakın panikleyip rastgele kaçmaya kalkmayın."
Sahnede herkes bir anda durdu, sanki zaman donmuş gibiydi.
"Yoksa sonunuz şöyle olur."
Bir öğrenci elindeki büyük kartonla kaçmaya başladı.
Diğer birkaç öğrenci onu kovalayıp Zhang Lurang’ın önüne sürükledi.
Zhang Lurang ifadesiz bir şekilde ona baktı, ardından uzun bacağını kaldırıp hafifçe bir tekme savurdu.
Çocuk hemen yere yuvarlandı ve acı içinde kıvranmaya başladı.
Hareketler yeniden durdu.
"Soyguncuyla mücadele ederken, öncelikle kendi güvenliğinizi sağlamalı ve zekice davranmalısınız. Sakın onu kızdırmayın."
Yerde "ölü taklidi" yapan öğrenci hemen doğrulup mikrofonu kaptı ve yalvararak, "Ne istersen veririm, yeter ki bana zarar verme!" dedi.
Zhang Lurang hafifçe güldü.
"Aklında be var?"
Çocuk hemen elindeki büyük kartonu Zhang Lurang’a uzattı.
Zhang Lurang kartonu aldı, kayıtsızca arkasına attı.
Çocuk üstünü çıkarmaya başladı ve ceketini çıkarıp ona uzattı.
Zhang Lurang aynı kayıtsız tavırla yine aldı ve arkasına attı.
Çocuk tüm bunların işe yaramadığını görünce, son çare olarak iki elini yüzüne koyup Zhang Lurang’a göz kırptı.
Su Zai Zai: "..."
Bu çocuk kesinlikle hasta! Soyulurken bile cilve yapıyor!
Yanındaki Jiang Jia dayanamayıp güldü.
"İlk başta Zhang Lurang’ın soyulan taraf olması planlanıyormuş. Aman tanrım, onun göz kırpmasını izlemeyi o kadar isterdim ki! Hahaha!"
Göz kırpmasını ..
Su Zai Zai de bunu görmek istiyordu.
Sahnedeki Zhang Lurang bir an sessiz kaldı, sonra mikrofonu eline alıp alçak bir sesle konuştu.
"Anlamıyor musun?"
Sesi hoparlörden daha da derin ve etkileyici çıkıyordu; her zamankinden çok daha çekici ve mıknatıs gibi bir tını kazanmıştı.
Su Zai Zai'nin kalbinin en derin noktası titredi, içine tatlı bir ürperti yayıldı. Sanki binlerce karınca onu kemiriyordu.
Zhang Lurang yere çömeldi ve çocuğun göz hizasına geldi.
Dudaklarında hafif bir gülümsemeyle fısıldadı.
"Buraya... seni soymaya geldim."
Bir anda kulaklarında birbiri ardına bastırılmış çığlıklar yükseldi.
Hatta uzaktan bir kızın avazı çıktığı kadar bağırdığı duyuldu.
"Önce beni soy!"
Ardından salon kahkahalarla yıkıldı.
Jiang Jia da kahkahalara boğuldu:
"Aman Tanrım! Hahahaha bu nasıl bir senaryo böyle! Şok oldum!"
Su Zai Zai'nin kafasında adeta bir bomba patladı.
Bağırmak istiyordu, ama sanki boğazı sıkılmış gibi sesini çıkaramıyordu.
Çok... çok etkileyici! Ağlayacağım!
Dayanamadı, kalabalığın içinde kaybolmanın verdiği cesaretle bağırdı.
"Ultra yakışıklı çocuk! Seni parçalamak istiyorum!"
Sonra hemen korkup ön sıradaki koltuğun arkasına gizlendi.
Çevredeki öğrenciler kahkahadan yerlere yatarken, Jiang Jia ona gizlice başparmağını gösterdi.
Su Zai Zai yüzünü kapatarak düşündü.
Az önce sesi çatlamıştı... Yakışıklı prensi onu tanıyamazdı değil mi…
Su Zai Zai kendi hayal dünyasına dalmışken Zhang Lurang’ın bir repliği söylerken ansızın duraksadığını fark etmemişti.
***
Kampüs gecesi bittikten sonra öğrenciler salonun her çıkışından sel gibi dışarı aktı.
Siyah saç yığınları birbirine doluşmuş, oldukça bunaltıcı bir manzara oluşturuyordu.
Zhang Lurang yerinde bir süre oturdu, kalabalık azaldıktan sonra ayağa kalkıp dışarı yürüdü.
Sınıfa döndüğünde, iki haftadır boş olan yanındaki sırada sonunda biri oturuyordu.
Zhang Lurang yanına gitti, su şişesini alıp birkaç yudum içti.
Zhou Xuyin çekmecesindeki sınav kağıtlarını düzenliyordu.
Birkaç dakika sonra başını çevirip Zhang Lurang'a hafifçe sordu.
"Benim neden izin aldığımı biliyor musun?"
Bir gün Zhou Xuyin’le okul kapısına kadar giderken dönüş yolunda Su Zai Zai ile karşılaşmıştı.
Ve o günden sonra, nedenini bilmiyordu ama onun tarafından sürekli rahatsız edilmeye başlamıştı.
“Bilmiyorum.” diye cevap verince, Zhang Lurang onun çatık kaşlarının nihayet gevşediğini fark etti.
O günkü tepkisine bakılırsa, muhtemelen bir hastalığı vardı.
Ama ne hastalığı olduğu Zhang Lurang’ın umurunda değildi.
Çünkü herkesin başkalarının bilmesini istemediği şeyleri olduğunu biliyordu.
***
Yurda döndüğünde Zhang Lurang önce balkona gidip yüzünü yıkadı, ardından dolabının yanına yürüyüp kapıyı açtı.
Telefonunu çıkarıp ekrana baktı.
Gelen cevapsız aramalara bakınca tereddüt etti, sonra geri aradı.
Telefon birkaç kez çaldıktan sonra karşı taraf açtı.
"Arang."
"Hı."
"Dayından önümüzdek hafta sınavlarının başlayacağını duydum."
Zhang Lurang balkona gidip sürgülü cam kapıyı kapattı, alçak bir sesle onayladı.
"Neden hiç anneni aramıyorsun?"
"..."
"Geçen ayki sınavda kaçıncı oldun?"
Zhang Lurang kısa bir sessizlikten sonra hafifçe cevapladı.
"Otuz yedinci."
Karşı taraf derin bir iç çekti.
Bu sesle birlikte kalbi sıkıştı, nefes almakta zorlandı.
Bir süre sonra kadının yumuşak sesi yeniden duyuldu.
"Hâlâ İngilizce yüzünden mi? Sen neden Li gibi… Birazdan dayını arayıp sana özel ders ayarlamasını isteyeceğim, tamam mı?"
"İstemiyorum." Zhang Lurang hemen reddetti.
Karşı taraf sessizliğe gömüldü.
Zhang Lurang başını kaldırıp uzaklardaki gökyüzüne baktı.
Kaderine boyun eğer gibi:
"Ben yapamam."
"Sen..."
Zhang Lurang sözünü kesti ve bir kez daha söyledi:
"Ben yapamam. Boşa para harcamayın."
Telefonu kapattıktan sonra dudaklarını sıkarak saçlarını karıştırdı.
Zhou Xuyin'in insanlara anlatmak istemediği şeyleri vardı, çünkü fazla gururluydu.
Ama Zhang Lurang farklıydı.
Onun özgüvensizliği, kemiklerine kadar işlemişti.
Çabalasa da...
Sonunda sadece kaderine razı olmuştu.
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »

Yorumlar
Yorum Gönder