Eat Run Love - 94. Bölüm

Ertesi gün, 29 Kasım 2020 sabahı, saat 5:15’te, Ding Zhitong’un kulağının dibindeki alarm çaldı.

Her gün dört-beş gibi kalkan Gan Yang çoktan hazırdı. Onu kaldırdı, hızlı kuruyan tişörtünü ve spor şortunu giydirdi, bir bardak portakal suyu ve muzlu sandviç verdi. Hava hâlâ karanlıktı. Ding Zhitong’un bedeni uyanmıştı ama midesi değil. Gözlüklerini takıp uykulu halde masada oturdu. Bugün düzgün kahvaltı yapmazsa hipoglisemi olmaktan korkuyordu, bu yüzden yarı uykulu hâlde hepsini bitirdi. 5:30’da evden çıktılar.

Önce Doğuman’dan çıkıp Caohejing’e geçtiler ve Wang Yi’yi aldılar.

Bu yıl, Dr. Wang’ın Şanghay Maratonu’nu koştuğu altıncı yıldı. Zaten 3 saatin altına inmeyi başarmıştı, en iyi derecesi 2 saat 55 dakikaydı.

Ding Zhitong bu durumu hatırlayıp Gan Yang’ı güldürmek için “Herkes yıllardır koşuyor, sen neden hâlâ kendine bir hedef koymuyorsun? Biraz da sen derece geliştir.” dedi.

“Ha?” dedi Gan Yang, duymamış gibi yaptı ve tekrar etti. “Benim bu yarıştaki tek amacım seninle birlikte koşmak, seni 3:30 altına sokmak.”

Ding Zhitong onun neden bu kadar takıldığını anlamasa da, Wang Yi’yle karşılaştırmanın pek adil olmadığını biliyordu.

Wang Yi üniversitede çalışıyordu, her sabah kampüs pistinde 10 km koşuyor, öğleden sonra 2-3 gibi de 400 metrelik intervaller yapıyordu. Aylık 300 km’lik koşu hacmini yıllardır koruyordu. Gan Yang’ın programıyla bu seviyeye ulaşması çok zordu.

Caohejing’e vardıklarında Wang Yi’nin bu kez yanında biri daha olduğunu fark ettiler.

Arabaya binen kişi hemen kartvizitlerini dağıttı. Bir avukattı. Meslek hastalığından olsa gerek, yol boyunca konuştu. Bu yarışa hazırlanmak için Wang Yi’yle birkaç aydır birlikte koştuğunu ama işlerinin yoğun olduğunu, ayda sadece 3-4 kez dışarıda koşabildiğini söyledi. Ama spor salonunu hiç aksatmamıştı. Özel antrenörü ona, “Eğer bacak kasların yeterince güçlüyse, koşu ayakkabılarının destek ya da yastıklaması hikâye, maratonu rahatlıkla bitirirsin.” demiş.

Bu iki kişi varken böyle laflar etmek? Ding Zhitong güldü.

Ama Gan Yang yine hiçbir şey duymamış gibiydi. Camdan dışarıya bakıyordu, aklında başka bir şey vardı.

Wang Yi ise alınganlık göstermedi, arkadaşını cesaretlendirdi. “Bugün mutlaka yarışı tamamla. Sadece bitirmen bile kişisel en iyi derecen olur.”

Meğer ilk kez maratona katılan bir acemiymiş, diye geçirdi içinden Ding Zhitong. Önündeki 42 kilometre ona gereken dersi verecekti.

Saat sabah 6.15’te Nanjing Doğu Yolu’na ulaştılar.

Sonbaharda Şanghay’da güneş henüz doğmamıştı. Sokak lambaları hâlâ yanıyordu ama yaya caddesi şimdiden insan kaynıyordu. Kim maratoncu, kim yoldan geçen belli oluyordu. Yoldan geçenler kışlık kıyafetler giymişti; maraton koşucularıysa tişört ve şortla, ellerinde bayraklarla toplanmış fotoğraf çekiliyordu.

Tam o anda organizatörden bir bildirim geldi telefona. Başlık kısa ve netti: “O çılgınlar yine koşmaya çıktı!”

Ding Zhitong kahkahalarla güldü, mesajı Gan Yang’a gösterdi. Ama Gan Yang tam bir anne gibiydi, ceketi hemen çıkarmamasını tembihledi, numara kartını düzgün takmasını söyledi ve çantasını bir kez daha kontrol etti.

Ding Zhitong çantasında yalnızca çip ve zamanlayıcıyla yola çıkmıştı. Ama Gan Yang, çantasına ondan fazla enerji jeli, tuz tableti ve Snickers koymuştu; tam bir 80’ler seyyar satıcısı gibi görünüyordu.

Ding Zhitong “Bu kadarını neden taşıyorsun?” diye sordu.

“İki kişi, iki ağız. Hazırlıklı olmakta fayda var.” dedi Gan Yang. Gerçekten tam bir anne.

Pekâlâ, taşınacaksa taşınacak.

Ding Zhitong’a göre, sanki bu adam onun maratonu tamamlayamayacağından oldukça şüphelendiği için her türlü önlemi almıştı. Beni hafife alıyor, diye geçirdi içinden. Ben Yi'nin getirdiği o acemi kız değilim ki.

Pandemi sebebiyle o yıl yalnızca tam maraton düzenlenmişti. Yurt dışından sporcu çağrılmamış, katılımcı sayısı da önceki yıllara göre oldukça azalmıştı. Başlangıç da üç grup halinde yapılacaktı. Başlangıç bölgesinde maske takmak zorunluydu, herkes yere çizilen mavi noktalar üzerinde birer metre aralıkla duruyordu.

Ama buna rağmen kalabalık müthişti.

Kimlik doğrulama ve kayıt işlemlerinden sonra kalabalıkla birlikte nehre doğru yürüdüler. Yürürken karşı kıyıdan doğan güneşi izlediler. Güneş, Lujiazui silüetinin arkasından yavaşça yükseliyordu. Gökyüzü karanlıktan sıyrılıyor, önce altın rengine sonra hafifçe maviye çalıyordu. İnce bulutlar cama çizilmiş izler gibi gökyüzüne dağılmıştı.

Hava hâlâ oldukça soğuktu, yalnızca 7 dereceydi. Üstelik son bir haftadır aralıksız yağmur yağdığı için hava nemliydi ve zemin tamamen ıslaktı. Ding Zhitong ceketini çoktan çıkarmış, sadece tişört ve şortla duruyordu ama üşümüyordu. Tamamen uyanmıştı, hatta biraz heyecanlıydı bile.

Isınmak için başlangıç alanına gittiğinde daha da tuhaf bir şey fark etti—sanki kaderin bir cilvesi gibi, burası Bund’daki Altın Boğa Meydanı’ydı ve gerçekten bir boğa heykeli vardı. Parkurun uzandığı hat boyunca geçmişin bankaları sıralanmıştı: American-Oriental, Chinese Bank of Communications, Central Bank, Taiwan Bank, Mercantile Bank, HSBC, Netherlands Bank, Bank of China, Yokohama Specie Bank... Yabancı sermayeli olanlar da vardı, Çinli olanlar da. Bir zamanlar "Doğu’nun Wall Street’i" denilen yerdi burası.

On iki yıl... Sanki geri dönemez gibiydiler ama sonunda dönmüşlerdi.

“Gerçekten birlikte maratona çıktık...” dedi Ding Zhitong, Gan Yang’a bakarak. Bu lafı ettiği anda bile aslında ne kadar gereksiz olduğunu fark etti.

Elbette, birlikte koşuyorlardı.

Gan Yang ise sadece kalabalıkta kaybolmaması için elini tuttu. Bu arada nabzını da kontrol etti. “Neden bu kadar hızlı? Daha koşmaya başlamadan 129 olmuş!”

“Bu benim kontrolümde mi sence?” diye karşılık verdi Ding Zhitong. Ortam o kadar coşkuluydu ki herkes heyecan içindeydi. Özellikle bulundukları C bölgesinde koşu takımları fazlaydı, renkli bayraklar dalgalanıyordu.

“İşte ‘kalabalık görünce coşan’ dedikleri tam sensin.” Gan Yang gülerek onun şapkasının siperliğini bastırdı.

Ding Zhitong da altta kalmadı, onun nabzını kontrol etti ve aynı sözleri geri iade etti. “Sen de farklı değilsin ki. Daha koşmadan 120 olmuşsun. Hadi bakalım, kendini kontrol edebilecek misin?”

Üstelik onun normal nabzı daha düşüktü; genelde koşarken bile 120’yi zor buluyordu.

Gan Yang biraz mahcup olup boğazını temizledi, sonra usta edasıyla uyardı.

“Birazdan koşuya başladığında mutlaka temponu düşük tut. Hedefin 3 saat 30 dakika. Yani her kilometreyi 5 dakikada koşman yeter. Eğer son kilometrede hâlâ enerjin varsa, o zaman hızlanmayı düşünebilirsin. Ama başta sakın tempoya kapılma. Anladın mı?”

Ding Zhitong tam “Ben ilk kez mi koşuyorum sanıyorsun?” diyecekti ki, o anda silah sesi duyuldu. Parkur kenarındaki kocaman fosforlu harfler parladı: GO! GO! GO!

Hoparlörden de o tanıdık şarkı çalmaya başladı: Bon Jovi – It’s My Life.

Şanghay Maratonu her yıl bu şarkıyla başlardı. Ding Zhitong bu anı canlı yayınlardan defalarca izlemişti. Önceki iki grupta da dinlemişti. Ama sıra kendisine geldiğinde hissettikleri tamamen farklıydı.

Kanı kaynadı, heyecanı doruktaydı. Ve o anda... tempo tutmayı unuttu gitti.

Kuralların farkındaydı: Önce çok hızlı giderse, sonra çuvallardı. Ama bugün çok iyi bir gün gibiydi—güneşli, hafif rüzgârlı, temiz ve ferah hava. Mutlaka iyi bir derece alacağım, diye düşündü.

Aslında Gan Yang önde gidip ona tempo vermeliydi. Ama şimdi onunla birlikte koşuyordu, sürekli Ding Zhitong’un durumunu kontrol ediyor, çok hızlandığında uyarıyordu.

Ama 25 kilometreye kadar her şey çok iyiydi. Hatta Ding Zhitong konuşmaya başladı.

“Baksana, hiç yorulmadım... Konuşurken bile nefes nefese kalmıyorum...”

Gan Yang onun antrenman durumunu çok iyi biliyordu. Şimdi duvara toslamasını bekliyorum, diye düşünüyordu.

Ve tahmin ettiği gibi, 35 kilometreye geldiklerinde o tanıdık his geldi. Ding Zhitong yavaşlamak zorunda kaldı. O sırada 3 saat 30 dakikalık resmi tempo koşucusu (tavşan) arkasından geçip gitti.

Kalan 7 kilometrede birkaç kez kramp girecekmiş gibi hissetti. Önceden durup esnedi. Sonra Gan Yang’a “Sen git! Git o 3.30’luk tavşanı yakala!” dedi.

Gan Yang gülerek cevap verdi.

“Neden yakalayayım ki? Biz böyle anlaşmadık mı? Ben kesinlikle seninle birlikte koşacağım. Olmazsa yavaş yavaş devam ederiz.”

Ding Zhitong yine inat etti. Bir sürü Yunnan Baiyao (bir tür kas kremi) sürdü, koşmaya devam etti. Son geri dönüş noktasını da geçip batı yakasındaki sanat merkezine ilerlediler. 40 kilometreyi geçtikten sonra sonunda hedeflediği tempo koşucusunu yeniden geçti.

Bitime az kalmıştı, bitiş çizgisinin tabelası görünüyordu. Hoparlörden “We Are the Champions” şarkısı çalıyordu.

Ama o anda Gan Yang birden hızlanıp onu geçti.

Ding Zhitong’un artık hızlanacak gücü kalmamıştı. Sadece onun uzaklaşan sırtını izleyebildi. Adam bir yandan koşarken bir yandan da çantasından bir şeyler çıkarıyordu.

Hani dereceye oynamayacaktık?

Hani birlikte koşacaktık?

İçinden saydırırıken... gözlerinin önünde çizgiyi geçen Gan Yang’ı gördü.

Durdu, döndü, tek dizinin üstüne çöktü.

Beklenmedikti, ama sanki beklenen bir şeymiş gibiydi.

Olan biteni hemen tahmin etmişti. Gücü tükenmek üzereydi, sadece iradesiyle ilerliyordu ama bir yandan da sınırı aştıktan sonra gelen bir hafiflik vardı içinde. Son birkaç yüz metre kala, gözlerini ondan ayırmadan ona doğru koştu. Zaman sonsuzmuş gibi uzadı; sanki on iki yılın ilkbaharını, yazını, sonbaharını ve kışını aşmıştı. İthaka'nın beyaz karlarından geçmiş, New York'un ilkbaharında, Vietnam'ın yağmur mevsiminde koşmuştu. Şimdi ise Şanghay’ın sonbahar güneşi altındaydı.

Gözlerinden yaşlar süzüldü, görüşü bulanıklaştı. Sonunda, sadece kollarını ona doğru açan bir siluet kaldı geriye.

Onun önüne kadar koştuğunda onun da ağladığını fark etti. Elinde bir yüzük vardı, biraz aptalca bir hali vardı ama biliyordu—biraz önce gözlerinin önünden geçen tüm sahneleri o da görmüştü. Bu dünyada, onları anlayabilecek üçüncü bir kişi olmayacaktı.

“Tongtong.” dedi diz çökerek. “...”

Çevre kalabalıktı, kulakları çınlıyordu ve hiçbir şey net duyulmuyordu. Yanlarındaki görevli onları bitiş çizgisinden çıkarmaya çalışıyordu.

O da onu ayağa kaldırdı, birbirlerine sarıldılar. Aynı anda ağızlarından şu sözler döküldü: “Benimle evlenir misin?”

“Benimle birlikte koşmak ister misin? Ömür boyu sürecek bir koşu.”

(Ana hikâye sonu)


Başkarakterlerin kariyer çizgisi

2008–2009, küresel finansal kriz dönemi:

Ding Zhitong, M Bankası'nın New York IBD ürün grubuna analist olarak katılır, XP Enerji projesine (Chesapeake Energy örnek alınmıştır) katılır.

Gan Yang, borç ödemek için para kazanmaya çalışmaktadır.

2009–2010, finans sektöründe toparlanma dönemi:

Ding Zhitong, sektörel gruba geçer. Feng Sheng MBA'yi bitirip bir hedge fonunda işe girer.

2010–2012, Çin'de sanayi yeniden yapılandırması:

Ding Zhitong, M Bankası’nın Hong Kong şubesine geçer, müdür olur. “Ucuz ürünler” sitesi projesine katılır (örneğe isim verilmemiş).

Gan Yang, LT Grubu'na ortak olur, üretimi Güneydoğu Asya’ya taşır, yerel üniversitelerle laboratuvar kurar.

2013–2016, yabancı sermaye akışı ve 2015 A-hisse senedi çöküşü:

Ding Zhitong, M Bankası Hong Kong şubesinde başkan yardımcısı olur. Eski eşi Feng Sheng hakkında soruşturma açılır.

2016–2019, Çin’de tüketim yükselir, şehirli yeni orta sınıf ortaya çıkar:

Ding Zhitong, aynı bankada yönetici olur, sporla ilgili projeler yapar.

Gan Yang, dönüşüm planlar, yatırım sektörüne girer. Bu sayede yeniden karşılaşırlar.

Not: Her ne kadar son dönemde Myanmar’da olaylar yaşansa da, Gan Yang’ın işine bir şey olmaz. Çin’in “Kuşak ve Yol” stratejisi sürdükçe, Güneydoğu Asya’daki Çin sermayeli fabrikalar güvendedir. Gan Yang’ın Chen’e dediği gibi: “Şimdi artık eskisi gibi değil.”


Yorumlar