Eat Run Love - 81. Bölüm

Son birkaç yıldır, Ding Zhitong sık sık geçmişe döndüğünü gördüğü rüyalar görüyordu.

Rüyalarının sahneleri genellikle saçma ve mantıksızdı. Örneğin hiçbir hazırlık yapmadan sınav salonuna girmek, pijamayla ve terliklerle mülakata gitmek, ya da birkaç on yuanlık bir şey almak için dışarı çıkıp kasada kodu okuttuğunda bakiyesinin yetersiz olduğunu fark etmek gibi.

Böyle rüyalar gördüğünde, bir an önce uyanmak isterdi. Sonra derin bir nefes alır, sınava hazırlıksız girmediğini, pijamayla mülakata gitmediğini ve banka hesabında ihtiyaç duyduğu her şeyi alacak kadar parası olduğunu fark ederdi. 

Ama bu sefer gördüğü rüya, Shangxi’nin dairesindeydi. Rüyasında kendini o yatakta büzülmüş halde yatarken gördü, biri arkadan onu sarıyordu — nazik ama sıkı bir şekilde. Uyku ile uyanıklık arasında bir andı. Sanki hâlâ gece yarısı Manhattan’da çalan sirenlerin yankılarını duyabiliyordu. Sadece bu küçücük köşe iki kişiyi sessizce kucaklıyordu; bir parça ay ışığı perde aralığından üzerlerine vuruyordu. Başka hiçbir olay yoktu.

Bu rüya o kadar sade ve gerçekçiydi ki, uyanmak üzereyken bile hâlâ oraya döndüğünü sandı. On bir yıllık zaman sanki bir anda uçup gitmişti. Tanıdık sarılış ve dokunuş yeniden yanı başındaydı. Uyanmak istemedi ama sonunda gözlerini açtı.

Sabah olmuştu. Dışarıda Hong Kong’un yıl boyunca değişmeyen güneşi parlıyor, şehir vadilerinden arabaların uğultusu geliyordu. Başucundaki telefonuna uzanıp saate baktı, sonra kalkıp giyinmeye başladı.

Gan Yang da uyanmıştı. Eskiden olduğu gibi birlikte banyodaki aynanın önünde dişlerini fırçalayıp yüzlerini yıkadılar. Ding Zhitong ona bir elektrikli diş fırçası başlığı buldu. O diş fırçalarken, Zhitong yüzünü yıkıyordu. Banyo küçüktü, ister istemez yan yana sıkışıyorlardı.

Zhitong işini bitirip çıkacakken Gan Yang onu geri çekti. Gözlerinin içine bakarak sordu. “Artık anlatır mısın?”

“Ne anlatayım?” diye numara yaptı.

“Ne oldu dün gece?” Gan Yang kapıyı kapattı, sakin bir ses tonuyla devam etti. “O insanlarla kavga ediyordun, sanki yarın burada olmayacakmışsın gibi konuşuyordun.”

Yine anlamıştı.

Ding Zhitong güldü, elleri onun göğsünden aşağıya kaydırdı, sonra kulağına yaklaşıp fısıldadı. “Karnına güzel çalışmışsın...”

Gan Yang onun elini yakaladı. “Ding Zhitong, bana bu numaraları yapma.”

Ama bu numaralar hâlâ etkiliydi. Dayanamayan yine o oldu, başını eğip onu öptü. Zhitong da kollarını boynuna dolayıp öpücüğüne karşılık verdi.

Sonunda ikisi de duş kabinine girmişti, içerisi buharla dolmuştu. Suyun sıcaklığı mı başlarını döndürmüştü, yoksa anın büyüsü mü bilmiyorlardı... Ding Zhitong vücudunu ve saçlarını kurutup banyodan çıktığında yanaklarındaki kızarıklık hâlâ geçmemişti. Saatine baktı ve üstünü giyip gitmeye hazırlandı.

Nereye?” diye sordu Gan Yang, onu kolundan tutarak.

Ding Zhitong arkasına dönüp gülümsedi. “Senin bana öğrettiğin şey ‘bu durumda önce kahvaltı yap, sonra konuşuruz’ değil miydi? Sabah birine çay içme sözü verdim.”

Bir gün önce, Qin Chang’la sözleşmişti.

Eskiden o, Zhitong’u Manhattan’daki Yahudi pastanesine kahvaltıya götürürdü. Bu kez sıra Zhitong’taydı; Qin Chang’ı Central’daki bir çay evine götürecekti. İkisi birlikte New York’tan Hong Kong’a gelmişti. Bu da bir anlamda başlangıçtan sona birlikte yürümekti.

Dışarı çıkmadan önce biraz oyalandığı için, mekâna vardığında Qin Chang çoktan orada oturmuş, tatlı menüsüne göz gezdiriyordu.

Ding Zhitong yanına gidip oturduktan sonra birlikte ne yiyeceklerine karar verdiler, bir de çay söylediler.

Buharlı sepetler ve küçük tabaklar geldikten sonra, Qin Chang sordu. "Bugün benimle buluşmak istemenin sebebi neydi?"

"Çok da özel bir şey yok aslında, sadece artık gerçeği kabullendim." dedi Ding Zhitong, o da gülümsedi. "Sana teşekkür etmek istedim. Bu sektörde senin gibi bir patronla, senin gibi bir akıl hocasıyla karşılaşmak, benim için büyük bir şanstı."

Sözleri fazla resmi gibi görünüyordu ama ikisi de bunun yürekten geldiğini biliyordu.

Qin Chang yine gülümsedi, sonra başını sallayarak, "İşte orada yanılıyorsun." dedi. "Bu, senin şanslı olmandan değil."

Ding Zhitong pek anlayamamıştı.

Qin Chang yavaşça çayını içip yine yavaşça konuşmaya devam etti. "Ben bu sektöre ilk girdiğimde hazırlıksız bir fen bilimleri öğrencisiydim. Sayılar ve teoriler dışında hiçbir şey bilmiyordum. Ne yapacağımı düşündüm. Sonunda, soru çözme alışkanlığıma dönüp en basit ve temel mantıktan yola çıkarak bilinmeyeni anlamaya başladım. Mesela yatırım için bu temel, değerdir. İnsan ilişkileri içinse temel, iş birliğidir."

Ding Zhitong başını sallayarak dinliyordu. Bu sözleri Qin Chang daha önce de söylemişti, hem de birden fazla kez.

Ama bu kez Qin Chang konuyu farklı bir yöne çekti.

"Yıllar içinde pek çok insanla tanıştım, bu sözleri defalarca söyledim ama inanan pek az oldu. Ben hiçbir şey değilken insanlar beni çok saf buluyordu, gelecekte kolayca kandırılacak biri olarak görüyorlardı. Biraz başarı kazanınca da söylediklerimin altından başka şeyler aramaya başladılar—sözde içi boş motivasyon konuşmaları yapıyormuşum gibi; oysa tek amaçları, benim gerçekten de arka planda bir çıkar peşinde olduğumu düşünmekti. Hep şüpheyle yaklaşırlar, sınar dururlar, hatta benden başka niyetler beklerlerdi. Bu tür tepkiler karmaşaya neden olur, sistemdeki düzeni darmadağın ederdi. Böyle insanlarla ve olaylarla o kadar çok karşılaştım ki, zaman zaman kendi fikirlerimden bile şüphe eder oldum: Gerçekten doğru yolda mıyım? Yaptıklarım işe yarıyor mu? Ama biliyor musun, sen hep bir istisna oldun. Sana her zaman güvenebildim. Aslında sen de bana çok yardımcı oldun."

Bu sözler, Ding Zhitong’un yüreğini burktu.

Bu sabahki buluşmayı sadece düzgün bir veda için istemişti, ama bu kalabalık salonda yeniden gözyaşlarına boğulacak gibi hissediyordu.

Qin Chang devam etti.

"Bir de... sen diyorsun ya, ‘bu sektörde’ seninle karşılaşmak benim için bir şans diye. Bu da demek oluyor ki, sen de bu sektörün sadece ince hesaplar yapan, yalnızca kendi çıkarını düşünen insanlarla dolu olduğuna inanıyorsun. Yani üretime hiçbir katkısı olmayan insanların sıfır toplamlı oyunlar oynadığı, bir tarafın kazancının diğer tarafın kaybı olduğu ve bu toplamın hep sıfır kaldığı, hatta bazen topluma zarar verdiği bir alan..."

Ding Zhitong’un gözündeki yaşlar daha kurumadan gülümsedi. Evet, gerçekten de böyle düşünmüştü. Sayısız absürt anlaşma yaşadıktan sonra, bu anlaşmaların tek amacı içeridekilere çıkar sağlamakmış gibi gelmişti.

Ama Qin Chang henüz bitirmemişti.

"Her sektörde insanlar böyle şüpheler taşır. Kimi erken fark eder, kimi geç. Bazısı olup biteni gördüğünde dayanamaz ve gider. Kimisi de bunun tam ortasında bulunmaktan keyif alır. Daha fazlası ise bir pay kapmak ister, sadece oyuna dâhil edilmediği için içten içe öfke duyar. Ama olaylara daha uzun vadeli bakarsan, sonunda her şey yine o en basit ve temel mantığa geri döner: Gerçek değer er ya da geç karşılığını bulur. Yalanlar mutlaka açığa çıkar. Hiçbir şey değişmez."

Gerçekten öyle mi? Yoksa değil mi? Ding Zhitong emin değildi ama Qin Chang’ın haklı olmasını diliyordu.

Aklına hemen en yakın örnek geldi—Bian Jieming. Bian, 2000’li yılların başında kısa sürede büyük bir servet edinmişti, ama birkaç yıl içinde itibarını da bir o kadar hızlı kaybetti. Henüz tutuklanmamış olsa da, geçmişte parlatılan o şirketlerle aynı şekilde lekelenmişti. Amerika "özgür" olabilirdi ama dava masrafları hiç ucuz değildi. Şu an sahip olduğu o özgürlük bile çok pahalıya mâl oluyordu.

Qin Chang hatıralarına dalmaya devam etti ve sonra birden gülümsedi.

"Ne zaman sana bir görev versem, hep çok ciddiye alırsın. Ama bir kez, seni oyalanırken yakaladım."

"Ne zaman?" Ding Zhitong heyecanla sordu, hatırlamaya çalıştı ama aklına gelmedi.

Qin Chang gülümseyerek cevabı verdi. "Seni psikoloğa gitmen için gönderdiğim zamandı."

Ding Zhitong bir an afalladı. O konuyu yeniden açmasını hiç beklememişti—müşteriyle aşk yaşadığı için Qin Chang onu ‘tedavi’ olması amacıyla yollamıştı. Şu anda bu konu daha da alaycı geliyordu. Qin Chang bir şey mi fark etmişti acaba?

"Sen o zaman benim seni müşteriyle ilişki yaşamaman için yolladığımı düşündün, değil mi?" Qin Chang biraz da kendisiyle alay ederek gülümsedi. "Aslında öyle değildi. O zamanlar ben de danışmanlık alıyordum. Gerçekten bana çok şey kattı çünkü inandığım en temel şeylerden biri sarsılmıştı."

"Hangisi?" diye sordu Ding Zhitong. Yatırımın merkezinde değer mi vardı? Yoksa insan ilişkilerinin merkezinde iş birliği mi?

Ama Qin Chang’ın kastettiği ikisi de değildi.

"Ben hep, tamamen farklı iki insanın da bir araya gelebileceğine inanırdım. Ama evlilik... çok zor. Küçük meseleler birikiyor, sonunda olmuyor işte. Ama olay tamamen geçip gittikten sonra dönüp baktım ve hâlâ inanabildiğimi fark ettim: Evliliğin özü sevgidir. Bir kez başarısız olmuş olabilirim ama o özden yola çıkıldığı sürece, sonuç ne olursa olsun, o sürecin her saniyesi buna değerdi. Kaldı ki sonuç her zaman kötü de olmayabilir."

Ding Zhitong, onun ‘güzel sonuç’ derken kızını kastettiğini düşündü.

O danışmanlık süreci ona da çok şey katmıştı. O zamanlar gerçekten baştan savma gitmişti ama sonunda kazandığı çok şey olmuştu.

İkisi on yıldır birlikte çalışıyordu ve Qin Chang onunla ikinci kez bu kadar özel bir konuyu konuşuyordu. Belki de artık ayrıldıkları için arada bir mesafe kalmamıştı. Ama sohbet burada sona erdi, sonraki cümle tekrar işle ilgiliydi.

“Ding Zhitong.” dedi Qin Chang ciddiyetle ama ardından şakayla karışık ekledi, “Ben gidiyorum ama senin bu sektördeki yolculuğun bitmedi. Sakın benimle birlikte emekli olacağını sanma! Kendine ve yaptığın işe inan. Finansal hizmetler doğrudan değer yaratmasa da, senin aracılık ettiğin her anlaşmada alıcı ve satıcı taraflar arasında Pareto iyileştirmesi gerçekleşiyor...”

Ding Zhitong aniden güldü.

“Ne oldu?” diye sordu Qin Chang.

“Pareto iyileştirmesi.” diye cevapladı. “Bir arkadaşım da hep böyle der.”

“Zeki.” diye yorumladı Qin Chang.

Bir gün sonra, Pazar akşamı, Ding Zhitong ve Gan Yang birlikte Şanghay’a uçtular.

Özel bir dönemdi, havaalanında güvenlik önlemleri üst düzeydeydi. Takside indikten hemen sonra polis kontrolünden geçmeleri gerekti. Bir biletle sadece bir bagaj hakkı vardı. Uzun güvenlik kontrolünün ardından uçağa son anda yetişebildiler.

Ona dürüstçe, Şanghay’da sadece iki aylığına geçici olarak çalışacağını söyledi. Ama aslında söylemediği bir şey daha vardı: İki aydan sonra ne olacağını o da bilmiyordu.

Ama Gan Yang, istemeden de olsa daha fazlasını düşünmeden edemedi. “Geri döndüğünde nerede kalmayı düşünüyorsun?” diye sordu.

“Elbette kendi evimde.” dedi Ding Zhitong. İçinden de, 'Yoksa senin evinde mi kalayım?' diye geçirdi.

Gan Yang şaşırdı. “Ben de Hong Kong'da ev alıp yerleşeceksin sanmıştım...”

“Yıllar önceydi o.” diye açıkladı Ding Zhitong. “O zamanlar elimde para vardı, ev almak istiyordum ama hâlâ kalıcı oturum alamıyordum. Hong Kong’da ev almak için %30 ek vergi gerekiyordu.”

“Peki nereden aldın?” diye sordu Gan Yang tekrar.

“Hatırlıyor musun sana ‘Oriental Manhattan’ projesinden bahsetmiştim?” Konuyu tekrar açtı, biraz da bilerek yaptı bunu.

Gan Yang bir an duraksadı ama bir şey demedi.

Ding Zhitong onun unuttuğunu sanıp hafif bir hayal kırıklığıyla konuşmaya devam etti. “Eski bir site aslında, anneannemin eski evinin hemen arkasında. O zamanlar ortaokuldaydım, her gün görüyordum inşaatı. Sonra bir iş seyahatinden dönünce zamanım olmadı; bir kez gidip baktım, fena değildi ve aldım.”

Ama Gan Yang ona bakarak “Biliyor musun, ben şu an Oriental Manhattan’da oturuyorum.” dedi.

“Ne?” Söylediklerini saçmalık sanarak güldü.

“Wang Yi’nin laboratuvarı Caohejing’de. LT Capital’in Şanghay ofisi de orada, o yüzden yakında bir yerde kaldım.” diye açıkladı.

“Caohejing oraya pek de yakın sayılmaz.” dedi, özellikle takılmak için.

“O kadar da uzak değil ama.” diyerek onunla aynı bahaneyi kullandı. “Benim de o zaman çok vaktim yoktu, sadece o siteyi biliyordum; gidip baktım, fena değildi, aldım.”

“Hangi yıl?” diye sordu Ding Zhitong.

“2016. Ya sen?” diye o da sordu.

“Senden önce.” dedi kadın belirsiz bir şekilde.

“Hangi yıl?” diye ısrar etti Gan Yang.

“2014.” dedi. Sonra da ekledi, “Sen kaça aldın?”

Birbirlerine aldıkları metrekare fiyatlarını söyleyip sonra cep telefonlarından fiyat artışını hesapladılar. Daire numaralarını ve katları öğrendikten sonra evlerinin önlü arkalı bloklarda olduğunu fark ettiler. Belki de onun salonundan, Ding Zhitong’un mutfağı görünüyordu.


Yorumlar