Eat Run Love - 74. Bölüm

O andan itibaren, artık koşmak için bir nedeni vardı.
---
İçki bitmişti. Diğerleri de ikisine katıldı ve hep birlikte sahil yakınlarındaki bir otele gidip geceyi orada geçirdiler.
Ding Zhitong, Li Jiaxin’in yüz ifadesinin pek normal olmadığını hissetti, az önce plajda yaşanan sahnenin onun tarafından görülüp görülmediğini de bilemiyordu.
Bu yüzden yol boyunca onunla işle ilgili konuştu; son birkaç günde topladıkları veri ve bilgileri birlikte gözden geçirdiler, onun düşüncelerini sordu, eksik kalan şeyleri tartıştılar. Yarın Vietnam’daki son duraklarıydı; Ho Chi Minh’e dönüp LT’nin burada kurulu genel merkezine gideceklerdi. Genelde birleşme projelerinin başarı oranı halka arzlardan daha düşüktü, ama buna rağmen yatırım sunumu hazırlamak daha zordu. Bazen günlerce uğraşıp sonunda hiçbir anlaşma imzalanmayabiliyordu. Bu yüzden akıllarını meşgul edecek ciddi bir görev o anda iyi gelecekti.
Otelin önüne geldiklerinde üçü de giriş işlemlerini yaptıktan sonra odalarına çekildiler.
Ding Zhitong banyodan çıkıp dişlerini fırçaladı ve elini yüzünü yıkadıktan sonra telefonunu kontrol etti. Gan Yang’dan bir mesaj gelmişti. “Yarın sabah beşte aşağıda buluşalım.”
"Bu kadar erken mi?" diye cevap verdi.
Hemen ardından karşı taraf aradı ve “Yarın hava açık olacak. Daha geç çıkarsak çok sıcak olur. Bana ‘uyanamam’ deme sakın.” diye açıkladı.
Ding Zhitong, bitişik odada kalan Li Jiaxin’i düşünerek erken saatin aslında iyi olacağını düşündü ve kararlılıkla alarmı 04:50’ye kurdu.
Gan Yang iç çekerek, “Aslında yarın Shanghaila maratonunda koşacaktım...” dedi.
“Çekilişi kazandın mı?” Ding Zhitong önce şaşırdı, sonra büyük bir üzüntüyle söylendi. Gerçi kontenjanların devredilemediğini o da biliyordu.
Karşı taraf gülerek, “Sen de mi başvurmuştun?” diye sordu.
“Çıkmadı.” Ding Zhitong dürüstçe cevapladı.
Gan Yang iç geçirdi. “Ah, daha önce söyleseydin.”
“Bağış kontenjanın mı var?” Ding Zhitong alay etti. Aslında bu seçeneği o da düşünmüştü. Katılım ücreti ve bağışla birlikte toplam 3000 yuan tutuyordu. Tereddüt ettiği anda, 500 kişilik kontenjan anında tükenmişti.
Karşı taraf düzeltme yaptı. “Sponsordan kontenjan geldi.”
Ding Zhitong burun kıvırarak içinden 'Gerçekten de milyarlarla yakın ilişkisi olan biri işte.' diye geçirdi.
“Seneye,” bir süre sessizlikten sonra Gan Yang tekrar konuştu. “New York’a birlikte gidelim mi?”
“Ne yapacağız orada?” Ding Zhitong bilerek sordu.
Gan Yang, “New York maratonunu birlikte koşarız.” dedi.
Ding Zhitong cevap vermedi, sadece sordu. “Sonra bir daha koştun mu?”
“Hayır.” dedi Gan Yang. “Bir daha hiç koşmadım.”
“Hmm, sonra Myanmar’a gittin. Orası nasıldı?” Ding Zhitong kısa bir duraksamadan sonra konuyu değiştirdi. Gan Yang’ın Hanoi’de bunu söylediğini hatırlamıştı.
Gan Yang da New York konusunu uzatmadı, onun bıraktığı yerden devam etti. “Aslında tamamen tesadüf. 2013’te Myanmar’daydım. Yangon’da ilk maraton düzenlenmişti. İlk kez bir yarışı tamamladığım yerin orası olacağını ben de hiç düşünmemiştim.”
Ding Zhitong hoparlörü açtı, Gan Yang anlatırken o da bir yandan öğleden sonra biriken e-postalara cevap yazmaya başladı.
Gan Yang anlatmaya devam etti: Güneydoğu Asya maratonlarının çoğu sabahın en erken saatlerinde, hatta horozlar bile ötmemişken başlardı. Amaç güneş doğmadan, hava hâlâ nispeten serinken yarışın büyük kısmını tamamlamaktı.
Başlangıç noktası, 1982 yılında Çin’in yapımına yardım ettiği Thuwunna Ulusal Stadyumu’ydu. Silah sesiyle birlikte insanlar fırladı; sokak lambalarının ışığında loş sokaklarda koşmaya başladılar. Yolda birkaç sokak köpeği dışında neredeyse hiç yaya yoktu. Erken uyanmışlardı, caddede rahat rahat dolaşıyorlardı. Böyle kalabalık bir manzarayı daha önce hiç görmediklerinden bazıları merakla bakıyor, bazıları da kısa süre onlara eşlik ediyordu.
Koşu sırasında Yangon Gümrük Binası, Çin Ticaret Odası ve Qing Hanedanı’nın Xianfeng döneminde Fujian’dan gelen Çinliler tarafından inşa edilen Qingfu Mazu Tapınağı’nın önünden geçtiler. Tapınağın fenerleri hâlâ yanıyordu. Tapınakta Mazu, Guan Gong ve Tıp Tanrısı Wu Tao birlikte bulunuyordu.
Gan Yang, o sırada yaşlılardan duyduğu bir hikâyeyi hatırladığını söyledi. Mazu ile Wu Tao arasında büyü savaşı olmuş, hatta şapkaları uçmuş. Bu iki tanrı da Minnan bölgesinden geldiği için ezeli rakipti ve aynı tapınakta bulunmaları hoş karşılanmazdı. Ama yurtdışında, sanki gurbetçiler gibi bir araya toplanıvermişlerdi.
Ding Zhitong gülerek anlatmasını sürdürmesini istedi.
Gan Yang devam etti: Sabah altı civarında hava yavaş yavaş aydınlandı, uzaktan tapınaklardan dua sesleri gelmeye başladı. Ancak o zaman, elektrik tellerinin üzerinde sıralanmış kargalar görünmeye başladı. Tibet Budizmi’nde bu kuşlar Mahakala’nın (koruyucu tanrı) bedenleşmiş hali olarak kabul edilir ve Myanmar’da Hindistan’daki inekler gibi saygı görür.
Güneş doğduktan sonra sıcaklık hızla yükseldi ve 36-37 dereceye ulaştı. On kilometrelik etap çoktan tamamlanmıştı ve yarı maraton bölümü yoktu. Geriye tam maratona katılan çok az kişi kalmıştı. Yolda sadece birkaç kişi vardı; hepsinin saçları sırılsıklam, kıyafetleri terden ıslanmış, kurumuş, tekrar ıslanmıştı, tuz izleri beyaz beyaz parlıyordu. Yüzlerindeki ve boyunlarındaki güneş kremi gözle görülür şekilde eriyordu.
Ding Zhitong sordu. “Peki ya sen?”
Gan Yang kendisiyle dalga geçerek güldü. “Tabii ki ben de aynı durumdaydım. O an kendi kendime ‘Ben kafayı mı yedim? Niye gelip burada yarışa katıldım ki?!’ diye sordum.”
Maraton için en uygun sıcaklık 15°C’dir, Güneydoğu Asya’da bu en az iki katına çıkıyordu. Üstelik nem oranı da çok yüksekti. Bir keresinde, Singapur maratonu dünyanın en zorlusu olduğunu duymuştu. Oraya gitmemişti ama Yangon’un kesinlikle ondan beter olduğuna emindi. Çünkü Singapur’da yarış gün batımından sonra başlıyor, gece boyunca koşuluyordu ve ikmal noktaları boldu. Ama Yangon’da hem sıcaklık hem nem bir yana, ikmal noktalarında sadece su vardı. Spor içecekleri ve muz bile sınırlıydı, hatta vücut serinletsin diye verilen sünger bile yoktu.
Ding Zhitong hayranlıkla iç geçirdi. Sonuçta başka yerlerde bolca ikmal olsa bile bayılan insanlar oluyordu. Ama Gan Yang’ı düşündükçe biraz da alayla sordu. “Eee, yine de nasıl oldu da sonuna kadar koşabildin?”
“Birkaç metre birkaç metre diye diye bitirdim işte.” dedi Gan Yang, bir kez daha Murakami’nin sözünü hatırlayarak. Üstelik Yangon’un da sevimli yanları vardı.
Çünkü şehir merkezi çok küçüktü, parkur nehir kıyısında dolanıyor, şehrin merkezini tamamen es geçiyordu. Yolda araç neredeyse yoktu, organizatörler yolu bile kapatmamıştı; bırak teli, şerit bile çekmemişlerdi.
Yol boyunca keşişler cüppeleriyle ve dilenme kaplarıyla sıralı halde onların yanından geçiyor, sabah sebze almaya çıkan halk onları alkışlarla destekliyordu. Küçük çocuklar kaldırım kenarına dizilmiş, olan biteni izliyordu. İnya Gölü kıyısına geldiklerinde parkur tropik ormanın içindeki bir patikaya dönüşmüş, şehir maratonu bir anda arazi koşusuna benzemişti.
Kısmen özel atmosferden, kısmen de güneşten korktuğu için tüm yol boyunca yüksek bir tempoda koşmaya devam etti ve tüm parkuru 2 saat 58 dakikalık bir dereceyle yarışı tamamladı. “Yangon, 42.195 kilometre” yazılı nikel renkli bir madalya aldı.
Yaklaşık onunla aynı sürede bitiren bir Çinli daha vardı. Kendini tanıttı; yıllardır koştuğunu, yurt içi ve çevredeki yarışları teker teker bitirdiğini söyledi. Ona göre ilk yarışında üç saatin altına inmek kolay bir şey değildi.
Gan Yang sadece “Teşekkür ederim.” dedi. Ama Ithaca’dan buraya gelene kadar ne kadar uzun bir yolculuktan geçtiğini yalnızca kendisi biliyordu.
Sonra tekrar Çin’e döndü, tekrar Zeng Junjie’yle karşılaştı.
Şişman adam şaşkınlıkla ona bakıp “Vay canına, eski haline dönmüş gibisin. Yok yok, Amerika’dan döndüğün zamanki haline de benzemiyorsun. Her neyse, benim gibi değilsin. Şimdi birkaç adım fazla atsam nefes nefese kalıyorum. Karım bile şişman olduğumu düşünmeye başladı sanki.” dedi.
Gan Yang güldü. “İstersen benimle birlikte koş, Yangon Maratonu’nda Birmanyalı kızlardan oluşan bir amigo takımı bile var. Seneye birlikte gidelim.”
Zeng Junjie bir süre düşündü ama acı çekmekten korkup başını salladı ve “Boşver, koşmak bana göre değil...” dedi.
Ama ertesi yıl Gan Yang da Myanmar’a bir daha gitmedi.
2014’te artık Kamboçya’daydı. Ağustos ayında Khmer İmparatorluğu Maratonu’na katıldı. İsmi oldukça iddialı olan bu etkinliğin ilk yarısı aslında şehirle kırsalın birleştiği bir güzergâhtan geçiyordu. Ancak ikinci yarısı gerçekten etkileyiciydi, Angkor Thom’un içinden geçiyordu.
Bu kez derecesi daha kötüydü: 3 saat 22 dakika. Nedeni sadece aniden bastıran gök gürültülü sağanak ya da ayakkabısının içindeki su değil, aynı zamanda sık sık durup fotoğraf çekmesiydi. Aslında o zamanlar orada bir süredir bulunuyordu, Angkor Wat’ı da Bayon Tapınağı’nı da birkaç kez ziyaret etmişti ama koşarken görmek çok daha farklıydı—sanki kendini Tomb Raider ya da Temple Run oyunlarında gibi hissediyordu.
Hikâyeyi burada sonlandırdı. “Tamam, saat on bir oldu, artık uyuyalım.”
Ding Zhitong büyük bir ilgiyle dinliyordu ama yine de kararlı bir şekilde “İyi geceler.” dedi.
Bütün gece boyunca Tomb Raider ve Temple Run ile ilgili rüyalar gördü. Rüyasında defalarca koştu, sıçradı ve yüksek yerlerden atladı. Sabah alarm çaldığında uyanıp telefonu eline aldı ve uyku takip uygulamasına baktı—şaşırtıcı şekilde iki saat derin uyku geçmişi vardı.
Telefon tekrar titredi. Gan Yang ona hava durumunu göndermişti: Şu anda Ho Chi Minh şehrinde sabah saat 5, sıcaklık 23°C, nem oranı %71.
'Ne kadar profesyonel!' diye kendi kendine gülümsedi. Hızlı kuruyan tişörtünü ve şortunu giyip ayaklarına koşu ayakkabılarını geçirdi. Dışarı çıkıp aşağı indiğinde Gan Yang onu bekliyordu.
Ding Zhitong “Günaydın.” dedi, sundurmanın altında bir dizi esneme hareketi yaptı ve ardından basamaklardan inip koşmaya başladı.
Gan Yang peşine takıldı. Başta ona ayak uydurmak istese de, yolda onun kendi temposuna rahatça yetişebildiğini fark etti.
Bu bir sahil kasabasıydı. Kasabanın içinde bir göl de vardı. İkili birlikte göl kıyısına kadar koştu. Cep telefonundaki uygulama tam altı kilometreyi gösteriyordu.
Güneş çoktan yükselmişti, gökyüzü masmaviydi ve bulutsuzdu. İkisi bir ağaç gölgesinde oturup su içerken Ganyang ona dönüp, “Aferin sana...” dedi.
Ding Zhitong, o zaman biraz da gururla anlattı. “2013’te Hong Kong’da 10km koştum, 2014’te yarı maraton, 2015’te ilk tam maratonumu tamamladım.”
Gan Yang başka yöne bakarak gülümsedi—hem şaşırmıştı hem de sevinmişti. Sonra “Peki kaçla bitirdin?” diye sordu.
Ding Zhitong başını salladı. “Seninle kıyaslanamaz.”
Gan Yang onu bilerek kışkırttı. “Yarış süresi bitmeden zorla mı tamamladın? Yedi saatten fazla mı sürdü?”
Ding Zhitong biraz homurdanarak yanıtladı. “5 saat 31 dakika.”
Gan Yang kahkaha atınca Ding Zhitong ona laf soktu. “En azından tamamladım, bazıları gibi değil.”
Bu, eski günlere yaptığı bir göndermeydi. Gan Yang başını dizlerinin arasına gömerek güldü. Ding Zhitong ona bakarken bu sahneyi bir yerlerden hatırladığını hissetti.
Daha fazla düşünmeden kendi ilk tam maratonunu anlatmaya başladı. Bu anıları, hafızasında tüm ayrıntılarıyla canlıydı.
Daha önce 10km ve yarı maraton koşmuştu, bu yüzden her zaman uzun mesafe antrenmanlarına devam etmişti. 2015’te, yarışı tamamlayacağından emindi. O gün, yarı maratonu 1 saat 40 dakikada koştu—önceki en iyi süresinden de iyiydi. Kendince, tam maratonu en azından 3 saat 50 dakikada bitirebileceğini düşünüyordu.
Ama koşucular arasında şöyle bir laf vardır: 20 kilometreden sonra gerçek maraton başlar.
Nitekim, 22. kilometrede baldırına kramp girdi. Yol kenarında esneme hareketleri yapıp biraz toparlandıktan sonra tekrar denedi, ama 200-300 metre sonra yine şiddetli bir kramp geldi. Böylece bir süre koştu, sonra durdu, tekrar denedi...
Beraber kayıt yaptırdığı bir koşucu ona eşlik etmek istedi ama kibarca reddetti. Onun derecesi iyiydi, zamanını almak istemedi.
30. kilometreye ulaştığında yarış başlayalı dört buçuk saat geçmişti. Yaşlılar koşu grubundan dede ve nineler birer birer onu geçti. Etrafında sadece, her su istasyonunda durup bir yudum su içen, bir adet enerji bar yiyen ve sonra sosyal medyada paylaşım yapan insanlar kalmıştı.
Hong Kong küçük bir yer olduğundan, tam maraton için kapanış süresi altı saatti. Bu hızla, o daha varamadan çoktan her yeri toplamış olacaklardı. Az kalsın vazgeçecekti ki, yanında bir enerji bar çiğneyen amcayla birlikte ağır ağır ilerleyerek parkuru tamamladı.
Bitiş çizgisine ulaştığında organizasyon ekibi sahneyi toplamaya başlamıştı. Emanet eşyaların olduğu yerde sadece birkaç çanta kalmıştı. Ama ne olursa olsun, o tamamlayanlara verilen hatıra madalyayı almayı başardı.
Yanındaki amca, “Ölüyorum, bir daha asla tam maratona katılmam.” dedi.
Onun bacakları hareket edemez haldeydi ama o uzun yolu geriye dönüp baktığında şöyle düşündü: Gelecek yıl yine geleceğim.
“Sonra hep Hong Kong Maratonu’na mı katıldın?” diye sordu Gan Yang.
Ding Zhitong başını sallayıp dürüstçe cevap verdi. “Guangzhou, Shenzhen, Suzhou’da da koştum.”
2016, 2017, 2018—her yıl bir yarış. Bu yıl ise, Şanghay Maratonu çekilişinde kazanamamıştı.
“Üstelik Cross-fit de yapıyorsun.” dedi Gan Yang ona bakarak.
“Evet.” dedi Ding Zhitong, “O kramp olayından sonra, gücümle dayanıklılığımın hâlâ yetersiz olduğunu düşündüm. Ama sık sık uzun mesafe koşuya da gidemezdim..."
Tam bu sırada hatırlayıp sordu. “Sen benim özel olarak antrenman yaptığımı nereden biliyorsun?”
“Anlaşılıyor...” diye yanıtladı Gan Yang, ama devamını getirmedi.
Bir maraton için hazırlanmak demek, her ay 150 ila 200 kilometre koşmak ve bunu en az altı ay boyunca sürdürmek demekti. Eğer hedef sadece bitirmek değil de derece geliştirmekse, bu mesafe bile yetmezdi. Ding Zhitong gibi yoğun bir iş temposuna sahip biri için, buna bir de maraton antrenmanı eklenince geriye kalan tüm boş zamanı yok oluyordu. Gan Yang bunu çok iyi biliyordu çünkü onun durumu da aşağı yukarı aynıydı.
Bir süre ikisi de sessiz kaldı. Esen hafif rüzgar, gölden gelen hoş bir nem kokusunu taşıdı. Ağaç gölgeleri suya yansıyordu.
“Senin yüzünden değil.” dedi Ding Zhitong sonunda. Ama bu cümleyi söyledikten sonra kulağa çok doğru gelmedi, sözlerini toparlayarak devam etti. “Belki en başta senin yüzündendi ama sonradan öyle olmadı.”
Tıpkı Hong Kong Maratonu sırasında kramp girdiğinde olduğu gibi... O zaman yavaş yavaş, bir yandan da psikoloğun bahsettiği o düşünce kalıbını tekrar tekrar aklından geçirerek ilerlemişti. Belki de tam o noktada, artık kendi koşma nedenine sahip olmuştu.
Yorumlar
Yorum Gönder