Eat Run Love - 69. Bölüm

Gan Yang burada uzun süre sessiz kaldı. Öyle uzun ki, Ding Zhitong geçmişi hatırladı: O yanlış kararı, o kararın incittiği herkesi, ve “Gece Şanghay” barındaki o sahneyi... Wilson ona “Tammy, sen Hong Kong’a hangi yıl gittin?” diye sormuştu.

“2010.” diye cevapladığında Gan Yang aniden başını kaldırıp ona bakmıştı.

Zhitong, ön camdan dışarıdaki tekdüze sokak manzarasına baktı ve zihninin o sahnelere kaymasını engellemeye çalışarak “Peki sonra ne oldu?” diye sordu.

“Sonra, uçağa binip döndüm.” dedi Gan Yang hafif bir gülümsemeyle, kendi kendine dalga geçer gibi bir ses tonuyla konuşmaya devam etti. "Ne kadar üzülsem de, ölmekten hâlâ korkuyordum. Eve döner dönmez yaptırdığım ilk şey mide endoskopisiydi.”

“Sonuç ne çıktı?” diye sordu Ding Zhitong. Söylediği an fark etti saçma olduğunu; çünkü adam dimdik, sağlıklı bir şekilde hemen yanında oturuyordu.

Gan Yang'ın cevabı beklediği gibiydi.

“Aslında mide ülseriymiş. Doktor, ameliyatlık bir durum olmadığını söyledi. Sadece ilaç alıp biraz dikkat etmem yeterliymiş. O zaman düşündüm ki ben gerçekten de çok abartmışım. Sonuçta sadece iki yıl... Ne sırtımda yük taşıdım, ne madenlere inip kömür kazdım, ne de tarlada çalıştım. Sadece biraz borç ve ödeme baskısı... ama kendimi yine de o hale sokmuşum.”

Belki de çok uzun süredir içinde tuttuğu için, bu hafif alaycı anlatım Ding Zhitong’u bir anda çözdü.

İçli bir sesle hıçkırdı, öne eğilip yüzünü kapatmak istedi ama emniyet kemeri engel oldu. Karanlıkta elleriyle kemeri çözmeye çalıştı, ama elleri titriyordu ve toka da açılmamakta direniyordu. Gan Yang ona doğru eğilip yardım etti, sonra da onu kollarına aldı.

Zhitong başını onun omzuna yaslayarak ağladı. Ama sonra omuzlarını içe çekti ve elleri onu itmek ister gibi göğsüne koydu. Hatta yabancı biriyle konuşurcasına soğuk bir dille şöyle demek istiyordu:

“Sence Feng Sheng seni kandırdı mı? Aslında hayır. O sırada ben çoktan Hong Kong’a gitmiştim ama biz daha boşanmamıştık. O evi gerçekten birlikte görmeye gitmiştik. Almak istiyordu ama sonra vazgeçti...

Sabotage, kasıtlı sabotaj.

Jeopardize, tehlikeye atmak.

Bu iki İngilizce kelimeyi bir kez daha hatırladı. Aradan yıllar geçmişti ama hâlâ aynı hatayı yapıyordu. Hiç gelişmemişti.

Gan Yang sadece, onu sıkıca sarıp bir eliyle sırtını, diğer eliyle saçlarını okşayarak bir çocuğu teselli eder gibi “Şşş—” dedi 

Yıllar içinde Gan Yang artık değişmişti: Dengeliydi, sabırlıydı ve ondan daha iyiydi.

Belki de tam bu düşünceyle Ding Zhitong kendini toparlamaya çalıştı. O da artık eskisi gibi olmamalıydı. Hayat ona yeterince ders vermişti.

Eliyle yüzünü sildi, Gan Yang’ı hafifçe itip doğrularak oturdu. “Beni eve bırak. Yarın toplantım var.”

Gan Yang sanki bir şey söylemek istiyor gibi ona baktı ama sonunda sadece başını çevirip motoru çalıştırdı.

Araba yola çıktığında, Ding Zhitong hafifçe fısıldadı.

“Bana biraz zaman ver. Her şeyi iyice düşünmek istiyorum. Sonra konuşalım, olur mu?”

“Dr. Chen’in teklifini duymak istemiyor musun?” diye sordu Gan Yang.

“Gerek yok.” dedi Ding Zhitong. Yine aynı cümleyle yanıtladı. “İş, iştir.”

Gan Yang başını sallayıp sessizce güldü. Sonra bir elini uzatıp ona bir paket mendil verdi.

Ding Zhitong bir kart çekti, başını çevirdiği anda camda kendi yansımasını gördü ve yüzü hemen kızardı. Otel arabayla geri dönene kadar bir daha Gan Yang’a bakmaya cesaret edemedi.

Araç otelin girişindeki sundurmanın altına park etti, kapı görevlisi kapıyı açtı ve Ding Zhitong arabadan inip içeri yöneldi.

“Ding Zhitong—” Gan Yang arkasından seslendi.

Refleksle arkasını döndü ve onu camı indirmiş halde gördü. Gan Yang “Seni bekleyeceğim.” dedi.

Aslında burada “yarın görüşürüz” demesi gerekirdi, ama Ding Zhitong onun ne demek istediğini anladı. Bu, az önce söylediklerine bir yanıttı—onun düşünmesini bekleyecekti.

Ding Zhitong başını sallayıp tekrar lobiye yöneldi. Ama zihninde canlanan, yıllar önce Kang köyündeki yurt merdivenlerinde yaşanan o öpücüktü. Gan Yang o zaman da onu bırakmış ve “Yarın devam ederiz.” demişti.

Ertesi sabah yine aynı GL8 marka araç gelip onları aldı. Grup olarak Dr. Chen’le görüşmeye gittiler.

Ev dağların arasında, Çin tarzı inşa edilmişti; avluda tarçın ve oya ağaçları vardı. Ev sahibi yetmiş yaşını geçmesine rağmen hala yönetim kurulu başkanıydı. Konuşması aksanlı Mandarin’di, oturur oturmaz çay ikram etti.

Görüşme resmi olmasa da Ding Zhitong oldukça hazırlıklı gelmişti.

Başta LT Capital’ı sıradan bir finansal yatırımcı zannetmiş olması hataydı. Oysa onlar sporla ilgili dijital şirketlere yatırım yapıyorlardı, bu da kısa vadeli kâr amacı taşımadıklarını gösteriyordu. Ayrıca büyük bir sanayi grubuna bağlıydılar, aralarındaki ilişki oldukça sıkıydı. Büyük olasılıkla bu, stratejik bir satın alma planıydı.

Bu konuda Li Jiaxin’le defalarca tartışmışlardı ve bunun dijital satış ağı kurmaya yönelik bir hamle olduğu sonucuna varmışlardı. Geleneksel üretim + internet, zaten çok bilindik bir formüldü. Ama neden bilmiyordu—belki de işin içinde Gan Yang olduğu için—Ding Zhitong, bunun daha da derin bir şey olduğunu hissediyordu.

M şirketiyle ilgili sunumun baş kısmı sorunsuz geçti ama sonrası zordu.

Satış tarafında olsaydı; potansiyel alıcının iş durumu, ürünleri, yöneticileri ve mali bilgileri listelenerek kalın bir dosya hazırlanabilirdi. Bu, bankacının profesyonelliğini ve samimiyetini gösterirdi. Ama alım tarafında durum tamamen farklıydı. Satış tarafıyla ilgili kesin veriler çoğu zaman elde edilemiyordu. Ne kadar emek versen de, karşı taraf görmeyebilirdi bile.

Ding Zhitong planladığı gibi konuşmasını bitirdiğinde, odada kısa bir sessizlik oldu. Bir kez daha işin bu kadar basit olmadığını düşündü. Hatta pişmanlık duydu; dün gece keşke Gan Yang’ın konuşmasına devam etmesine izin verseydi. İş bağlamak için gurur yapmanın anlamı yoktu.

Dr. Chen ise oldukça nazikti, onları uğurlama niyetinde değildi. Yeniden çay doldururken Ding Zhitong’a kendi hikâyesini anlatmaya başladı.

Mesela çocukken ailesi Vietnam’da kumaşçı dükkânı işletiyormuş. 1968’de savaş patlak verdiğinde Saygon yangınlar ve yıkıntılarla dolmuş. İtfaiyeler yetişememiş. Kumaş zaten en dayanıksız malzeme; bir kıvılcım yetermiş yanması için. Ailesi tüm mallarının yanışını çaresizce izlemiş. Sonrasında Malezya’ya göç etmişler, yine kumaş işi yapmışlar. O büyüyünce Hong Kong’da eğitim almış, mezun olunca Avrupa’ya üretim yapan bir tekstil fabrikası kurmuş. 1975’te Vietnam’da tekrar savaş çıkmış, akrabaları Saygon’dan kaçmış. Bir kişilik gemi bileti 12 külçe altınmış—sadece zengin Çinliler karşılayabiliyormuş. Ama bu, geride her şeyi bırakmak demekmiş. Birçok insan yolda hayatını kaybetmiş. 1987’de Hong Kong borsası çökmüş, başka bir felaket olmuş. Ama her seferinde bu insanlar, sanki damarlarında para kazanma geni hiç sönmemiş gibi yeniden bir yol bulup ticarete başlamışlar. 

Ding Zhitong bunları biliyordu, Dr. Chen’in biyografisinde yazıyordu zaten. Başta yaşlıların nostaljiyle eski anılarını anlatmak istemesinden ibaret sanmıştı, ama işin öyle olmadığını anladı.

Dr. Chen ona şöyle dedi: “Elinde hiçbir şey yoksa ne yaparsın? Baştan başlarsın. Biz o dönem böyle yaşadık. Ama bana gelince, üçüncü nesil birer sanatçı oldu. Üniversitelerde hoca, paraya kıymet vermeyen insanlar... Artık kimsenin o cesareti yok.”

Bu noktada yaşlı adam parmağıyla Gan Yang’ı işaret etti. “Ama o farklı.”

Gan Yang yanlarında oturmuş, çay takımıyla oynuyordu. Bu sözleri duyunca sadece hafifçe gülümsedi.

“Ben onun fabrikasını almak istediğimde bana ne dedi, biliyor musun?” Dr. Chen bu sefer Ding Zhitong’a döndü, yüzünde hafif alaycı bir ifade vardı.

Ding Zhitong başını sallayıp yaşlı adamın cevabı açıklamasını bekledi.

Ama Dr. Chen yeniden Gan Yang’a dönerek “Sen onları fabrikayı gezmeye götür. Görünce daha iyi anlayacaklar.” dedi.

İlk başta Ding Zhitong bunun sadece Quanzhou’daki birkaç fabrikayı gezmek olduğunu sandı, yarım gün yeter diye düşündü. Ancak öğleden sonra Gan Yang’ın gönderdiği ziyaret planını görünce, Vietnam’a da davet edildiğini fark etti.

İşte o anda gerçekten anladı—bu işi Gan Yang’ı pas geçerek yürütmek imkânsızdı. Dr. Chen ona fazlasıyla güveniyordu.

Gidip gitmemek konusunda tereddüt etti, ama sonunda kararı içgüdüsel bir kumar hissiyle verdi.

Her ne kadar böyle belirsiz bir projeye fazla zaman harcamak performansını etkileyebilecek olsa da, denemeye karar verdi.

Quanzhou ziyaretinin ardından Hong Kong’a döndü ve İK departmanına Vietnam için iş vizesi başvurusunda bulunmasını söyledi.

Bu konudan daha sonra sohbet ederken Song Mingmei alayla ‘İş bahanesiyle duygularına yatırım yapan adam modeli... İşte Müdür Gan tam olarak bu!” dedi.

Ding Zhitong hâlâ savunmadaydı. “İş bağlamak için gittim, tamamen işle ilgiliydi.”

Song Mingmei sadece iki kelime yazdı: “He he.”

Bir de 2010 yılında Gan Yang’ın “MoQi” sitesinden gönderdiği özel mesajı da bulmuştu. Song Mingmei’nin gönderdiği ekran görüntüsünde sadece tek bir cümle vardı. “Uzun zaman oldu, Ding Zhitong iyi mi?”

Gözlerinde ve kalbinde bir sıcaklık dalgası yükseldi. Ekrana bakıp iç geçirdi. Song Mingmei yazmaya devam ediyordu. “Bunu bulmak için kaç sayfa aradığımı biliyor musun? Aslında seni azarlamak istiyordum ama bu mesajı görünce vazgeçtim.”

Ding Zhitong onun ne demek istediğini çok iyi anladı. Belki de o özel mesajı görememiş olmaları yüzünden, yıllar boyunca birbirlerinden uzak kalmışlardı.

“Saçma sapan şeyler düşünme artık. O zamanlar zaten mümkün değildi, bunu sen de biliyorsun. Bu konuda kimseyi suçlayamam, tek suçlu benim.”

Song Mingmei’yi bu şekilde uyardıktan sonra, uzun zamandır zihninde dönüp duran o soruyu sonunda yarı ciddi, yarı şakayla karışık dile getirdi.

“Aslında 2008’deki o şeyler olmasaydı bile, biz zaten her konuda bambaşkaydık. Muhtemelen çok daha önce bitmiş olurduk. Şimdi sırf ayrılık birdenbire olduğu için, belki de içine oturdu.”

“İş insanı dediğin.. ” diye devam etti içinden. “Para konuşunca kirli sayılır, duygulardan bahsedince de masraflı. En güzel anılar hep okuldayken yaşananlar. Ama ben bugünkü halimle, ona o anıları tekrar verebilir miyim?”

Bu mesajı gönderdikten sonra, ekranın üst kısmındaki “yazıyor” ifadesi uzun süre öylece kaldı. Sonunda gelen cevap şuydu:

“Ding Zhitong, kabul ediyorum, geçmişte gerçekten rezil kararlar verdin. Ama o zamanlar hepimiz yirmili yaşlardaydık, hangimiz yapmadık ki? Sence şu anki halinle, onun seni sevmemesi için bir sebep var mı? Ben hala aynı şeyi söylüyorum: Kendine şunu sorman yeterli—onu hâlâ seviyor musun?”


Yorumlar