Eat Run Love - 19. Bölüm

Bu kısa ayrılık aslında onun için biraz üzücüydü.
Kış tatili neredeyse bitmek üzereydi, Gan Yang Cornell’e dönmek zorundaydı.
Ayrılık yaklaşırken, o kendi planını yapmıştı: Her cuma arabayla gelecek, pazar akşamı dönecekti. Böylece haftada iki gün iki gece birlikte olacaklardı—yani haftanın 2/7’sini birlikte geçireceklerdi. O kadar da dayanılmaz olmazdı.
Ama Ding Zhitong, onun son dönem ders programını görünce bu plana kesinlikle karşı çıktı.
Diğer öğrenciler iş bulmak için çok önceden, ya yaz okulu okuyarak ya AP kredisiyle dersleri saydırarak ya da stajla kredi toplayarak mezuniyet planları yapıyorlardı. Ama Gan Yang sanki hiç düşünmemişti bunları. Son dönemine gelmişti ama hâlâ tez yazması ve birkaç dersi geçmesi gerekiyordu. Cornell, “girmesi kolay ama mezun olması zor” Ivy League okullarından biriydi; mezuniyet oranı %94 civarındaydı, sınıfta kalmak yaygındı.
Her ne kadar Ithaca da New York eyaletinde olsa da, Manhattan adasıyla arası 700 kilometreden fazlaydı. Ding Zhitong onun her hafta sonu 10 saatini yolda geçirmesine kesinlikle izin vermeyecekti. Takvime baktı ve onunla şubat başındaki Çin Yeni Yılı haftasında görüşmeyi kararlaştırdı, sonrasında da en fazla ayda bir görüşme kararı aldılar.
Gan Yang bunu duyunca pek memnun olmadı tabii. Ama Ding Zhitong; bunun onun eğitimini etkilediğini, kendisinin de eğitimden sonra işe başlayacağını, çok yoğun olacağını ve sık sık seyahate çıkabileceğini söyledi. Gan Yang Manhattan’a her hafta gelse bile, buluşmaları mümkün olmayabilirdi.
Gan Yang kısa vadede razı gibi görünse de ileride pazarlık etmeye niyetliydi. Ding Zhitong da bunun kalıcı bir çözüm olmadığını biliyordu ama şimdilik daha iyi bir yol yoktu.
Bir keresinde bir duygusal danışma yazısında şöyle bir şey okumuştu: “Bir erkek sana gelecek planlarından hiç bahsetmiyorsa, seni ciddiye almıyor demektir.” Ama Gan Yang, hiç bahsetmemiş değildi; sadece söyledikleri pek güven vermiyordu.
O, yani Gan Yang, ona her şeyi çoktan planladığını söylemişti—şu anda ikisi de uluslararası öğrencilerin kullandığı F1 vizesine sahipti. Gan Yang Mayıs sonunda okuldan mezun olacaktı ve ardından altmış günlük bir geçiş süresi olacaktı. Bu sürenin sonunda OPT başvurusu yapacak, on iki aylık bir çalışma izni (EAD) alacaktı ve bu da onun Amerika’da herhangi bir işverene bağlı çalışmasına imkân tanıyacaktı. Altmış gün artı on iki ay, toplamda on dört aylık yasal oturum süresi demekti. Diğer yandan, Ding Zhitong M bankasında analist olarak çalışıyordu ve imzaladığı program iki yıllıktı. O zamana kadar işler zaten “aşağı yukarı denk” olurdu.
On dört ay ve iki yıl... Ding Zhitong bu hesabı pek anlayamadı. İçinden, “Sen nasıl geçtin matematikten?” diye düşündü. Bu nasıl ‘denk’ oluyor ki? Ayrıca, iki yıl analistlik yaptıktan sonra işi bırakacağını kim söylemişti? O associate (kıdemli analist) olmak istiyor, sonra VP, sonra D, sonra MD...
Elbette, Ding Zhitong bu durumda Gan Yang’ı suçlamıyordu. Adamın burada iş aramayı hiç düşünmemiş olması gayet normaldi. Mezuniyeti bekleyip sıradan yoldan ilerlemesi de yanlış sayılmazdı. Ayrıca, onun duygularının samimi olduğuna da inanıyordu—sadece biraz fazla “içinden geldiği gibi” davranıyordu hepsi bu.
Göz açıp kapayıncaya kadar, kış tatilinin son haftasonu gelmişti. Cuma akşamı ders çıkışı Gan Yang onu Upper West Side’a almaya geldi.
Ding Zhitong daireye girince sürprizle karşılaştı: Ganyang bir şey sergiler gibi görünüyordu. Kendi elleriyle, sözde başarısız spor ayakkabı koleksiyonu için tavana kadar uzanan büyük bir dolap kurmuştu.
Eski koleksiyonlarını Ithaca’dan getirmemişti; raflar bomboştu. Ding Zhitong, ona aldığı Somnio marka ayakkabıyı götürüp rafa koydu.
Bu aslında başarısız bir hediye olduğu yönünde hafif bir alaydı. Gan Yang’ın nezaketen birkaç güzel söz söylemesini beklemişti, mesela “Fena değilmiş, beğendim” gibi. Ama bu adam iş ayakkabıya gelince son derece açık sözlüydü.
“Bence Somnio, AVIA ile aynı kategoriye girer—tasarımı fena değil ama iş modeli sıkıntılı.”
Ding Zhitong hafifçe irkilmişti, ama dinlemeye devam etti.
“İki sorun var. Birincisi, konumlandırma hatalı.” diye açıkladı Gan Yang. “Üst düzey profesyonel atletler, mağazalarda satılan spor ayakkabıları giymezler. Onlarınkiler tamamen kişiye özel, ayaklarının 3D modeline göre hazırlanır. Malzeme sertliği, esneklik, ayak ön kısmı ile orta taban arasındaki yükseklik farkı... Hepsi mekanik analizlere göre özel tasarlanır. Mesela kısa mesafe koşucusu Bolt’un bir çifti 20.000 pound’u geçer. Uzun mesafeci Kipchoge’nin Nike ayakkabıları da mağazadakilerden bambaşkadır. Bir alt seviyedeki profesyonellerin de sponsoru vardır zaten, istediklerini giyemezler. Geriye sıradan insanlar kalır, onların çoğu da hafif koşu ayakkabısı ile yastıklamalı koşu ayakkabısı arasındaki farkı bile bilmez. Yani bu kişiye özel ayakkabılar aslında sadece bir avuç amatör üst seviye koşucuyu hedef alır...”
“Yani senin gibileri.” diye lafa girdi Ding Zhitong, alaycı bir tonda.
“Aynen, benim gibileri.” diyerek neşeyle kabul etti Gan Yang. “Ama bu küçük grup zaten kendine uygun ayakkabıyı bulmuş durumda. Parası olanlar spor laboratuvarında test yaptırır, parası olmayanlar da deneme yanılmayla öğrenmiştir. Alıştıkları markaya bağlı kalırlar. Mesela Wang Yi, altı yedi yıldır maraton koşuyor, hep Mizuno’nun ‘Rider’ modelini giyer. Aynı markanın başka modellerini bile denemez—mesela ‘Sky’ modelini sert ve doğrudan bulur, büyük göbekliler için der. Bu insanlar yeni bir markayı denemeye ne kadar gönüllü olabilir sence?”
“Bu mantığa göre, koşu ayakkabısı piyasasında yeni markalara yer yok gibi?” Ding Zhitong onun söylediklerine hem katıldı hem kuşkulandı. “Ama her marka bir zamanlar yeniydi, her koşucu da bir zamanlar acemiydi. Yeni başlayanlardan sadık müşteri yaratamazlar mı?”
Gan Yang sakinliğini koruyarak devam etti. “İkinci mesele de maliyet. Bu ayakkabılar, büyük markaların en üst düzey modelleriyle aynı fiyata satılıyor. Kalite ve teknoloji açısından benzer olabilirler ama kişiye özel üretim yüzünden maliyet çok daha yüksek. Bu şekilde, markanın büyüyüp acemi koşuculara ulaşması için gereken süreye dayanamaz. İlk yatırımlar tükenince ne yapacaklar, görürsün.”
Koşu ve ayakkabılar konusunda Gan Yang’a gerçekten hayranlık duyuyordu. Kendisi bu işlerde çaylaktı ve bu markanın “havalı” durduğunu düşünüyordu. Ama finans dünyasındaki bakış açısıyla düşününce Gan Yang’ın söylediklerinin mantıklı olduğunu kabul etmeden edemedi. Bu iş ona gelseydi, o da kazanç görmezdi.
Sonradan bakıldığında, Gan Yang’ın tahminleri doğrulandı. Yaklaşık üç yıl sonra, 2011’de, “Somnio” adlı bu marka gerçekten ortadan kayboldu. Resmi sitesine bile ulaşılamıyordu. Sadece Amazon’da, yarı fiyatına stok fazlası ürünlerin satıldığı bir bağlantı kalmıştı. Stok bitince iş tamamen kapanmıştı.
Yine de o zamanlar Ding Zhitong için bu biraz garipti. Gan Yang’ın görüşleri bu sektörün tıkanmış olduğunu gösteriyordu ama kendisi hâlâ ayakkabı üretmeyi düşünüyordu. Somnio en azından online kişiye özel sipariş sistemini denemişti, bu da o zamanlar girişim sermayesi piyasasında oldukça havalı bir şeydi. Sadece bu konseptle bile birkaç yatırım turu kapmak mümkündü. Eğer tamamen geleneksel yöntemle spor ayakkabısı üretecekse, büyük ihtimalle hiç dikkat çekemezdi, ürünler direkt elde kalırdı.
“Millet internet üzerinden iş kuruyor, sen kalkmış ayakkabı yapıyorsun?” O zamanlar gülerek ona böyle demişti.
Ama Gan Yang aldırmıyordu. Gerçekte ne yapacağına dair kesin bir planı yoktu ama hep iyimserdi. Yolun sonuna geldiğinde bile önünde yeni bir yol açılacağına inanıyordu.
O akşam, Gan Yang Wang Yi’yi de yemeğe çağırdı.
Ding Zhitong, Wang Yi’yi geçen yıl New York Maratonu’nda bir kez görmüştü ama ancak bu vesileyle onu yakından tanıyabildi.
Wang Yi'nin düzgünce kesilmiş saçları vardı, gri plastik çerçeveli gözlük takıyordu ve oldukça sakin görünüyordu. “Sakin” kelimesi genelde erkekler için kullanılmazdı belki ama ona tam uyuyordu.
“Bu benim kız arkadaşım, Ding Zhitong.” diye tanıttı onu. “Bu da Wang Yi, benim ortağım. Doktorası biter bitmez birlikte ayakkabı işine gireceğiz, sözümüz var.”
Wang Yi ona biraz mahcup bir şekilde gülümsedi, sanki “Onun saçmalıklarına aldırma.” der gibiydi.
Ding Zhitong da ona, “Anladım.” demek ister gibi anlamlı bir gülümsemeyle karşılık verdi
Apartmanda yalnızca Batı tarzı bir mutfak vardı, mutfak gereçleri de tam değildi ama Gan Yang her zamanki gibi bir yolunu buldu. Yine de oldukça zengin bir sofra kurdu, hem ev sahibi hem konuk keyifle yediler.
Ding Zhitong, ikilinin sohbetinden Gan Yang’ın üniversite ikinci sınıfın ikinci döneminden itibaren uzun mesafe koşuya başladığını öğrendi. Daha sonra bir yol koşucuları kulübünde Wang Yi ile tanışmış. Bu kulüpte profesyonel sporcu yokmuş ama yetenekli koşucular çokmuş. Her yıl, maraton yarışına hazırlık amacıyla toplu bir seyahat gibi kapalı kamp yaparlarmış.
O yaz yapılan kamp yeri de tam olarak Ithaca olmuş. Gan Yang da katılmış, Wang Yi ile ranzada birlikte kalmışlar. O dönemde her sabah ve akşam olmak üzere günde iki kez antrenman yaparlarmış. Düşük yoğunluklu ama yüksek hacimli çalışmalar... Anaerobik egzersizler günaşırı yapılırken, aerobikler genelde 120 dakikadan başlıyormuş. Hatta bazen düşük tempolu 40 kilometre koşmak bile sıradan bir şeymiş. Maratonda acemi olan Gan Yang’ın ayağının su toplaması, morarması sıradan hale gelmiş. Wang Yi ona nasıl müdahale etmesi gerektiğini öğretmiş. İkisi arasındaki dostluk da büyük ihtimalle o zaman kurulmuş.
Her ne kadar Ding Zhitong da artık koşmaya başlamış olsa da, bu tür davranışları hâlâ tam anlayamıyordu.
Onun da kendine göre “kendini hırpaladığı” zamanlar oluyordu. Mesela yazın staj yaparken ucuza çalışırdı, o kadar meşgul olurdu ki su içmeyi bile unuturdu. Acıktığında sosisli sandviç ya da taco ile geçiştirir, bazen gece bir-ikiye kadar çalışır, duş almadan yatağa girerdi. Ertesi sabah aynı şekilde kalkar, kendini toparlayıp işe giderdi. Bu da bir tür “kendini yorma” şekliydi ama en azından karşılığında para alıyordu. Gan Yang ve Wang Yi’nin yaptığı gibi, üstüne para verip kendini yıpratmakla aynı şey değildi.
“Duyunca bile canım acıyor. Neden hâlâ koşuyorsun ki?” diye sordu Gan Yang’a.
“Çünkü seviyorum.” diye yanıtladı Gan Yang. Gözleri parlıyordu.
Yine çarpılmıştı. Restorandaki alçak avize ışığının altında ona gülümsedi ve bir saniyeliğine göz göze geldiler.
Yanlarında oturan Wang Yi bunu fark etti ama görmezden gelmek zorunda kaldı. Görünmez bir ampul gibi, hiç ışık saçmamaya çalıştı.
Haftaya pazartesi, Cornell’de okul başlıyordu. Gan Yang, bu pazar günü dönmek zorundaydı.
O gün, New York’ta da kar yağıyordu ama Ithaca’daki kar manzarasıyla tamamen farklıydı. Gökyüzünde yalnızca birkaç kar tanesi süzülüyor, sonu görünmeyen derin şehir vadilerine düşüyordu. Yürüyen insan sayısı o kadar fazlaydı ki kar yere düşer düşmez eriyor; geriye yalnızca solgun, kirli bir buz tabakası kalıyordu.
Ding Zhitong soğukkanlı biri olduğunu çok iyi biliyordu. Başkalarının ağladığı film ve dizileri o genelde fazla yapmacık bulur, hatta sıkıcı sayardı. Eskiden olsa, iki yetişkinin aralarında 350 kilometre mesafe olduğu, haftalarca görüşemedikleri için burun kıvırmasına neden olurdu. İçinden, “Bu kadar da duygusallaşmaya ne gerek var?” derdi.
Ama şimdi, böyle kısa bir ayrılık kendi başına gelince... Gerçekten biraz üzülmüştü.
Ama insanın içinde ne varsa, dili her zaman onu söylemezdi. Öğle yemeğini yedikten sonra Gan Yang’a erkenden yola çıkmasını söylemeye başladı.
Gan Yang, onun yüzünü sıkıştırarak sordu. “Ding Zhitong, senin hiç mi vicdanın yok? Hiç mi beni özlemeyeceksin?”
Ding Zhitong sinirlenip onun yanağını daha da sert sıktı. “Yağmurla karın birlikte yağdığı bu havalarda yollar çok kötü oluyor! Gece araba sürerken kaza yapmandan korkuyorum, tamam mı?!”
Ağzından çıkar çıkmaz bu sözün uğursuz olduğunu düşündü, içinden tahta aramaya başladı.
Gan Yang bu kez sessiz kaldı. Onu kucaklayıp uzun uzun baktıktan sonra yavaşça “Tongtong, seni çok özleyeceğim.” dedi.
“Bana ne dedin?” Ding Zhitong bunu duyunca gülümsedi. Şanghaylılar, genelde insanların adıyla soyadını birden söylerlerdi. Büyüdüğünden beri Ding Yanming bile ona hep “Ding Zhitong” demişti. Sadece Yan Aihua çocukken olduğu gibi “Tongtong” diye hitap ederdi. Bu şekilde seslenildiğinde zaman sanki durur, çocukluk anıları canlanırdı.
“Tongtong işte.” dedi Gan Yang, çok doğal bir ifadeyle.
Aslında onunla dalga geçmek istemişti. “Bana yine ‘Ding Düz Boru’ de, ben öyle alışığım” demeyi planlamıştı ama ağzından sadece şu çıktı. “Ben de seni özleyeceğim.”
Arabada bir süre daha sarıldılar. Sonunda Ding Zhitong’un ısrarlarıyla Gan Yang yola koyuldu. Yer altı otoparkından çıkarken Ding Zhitong arabadan indi. Dışarıda hâlâ kar taneleri uçuşuyordu. Gan Yang camı indirip ona çabuk içeri girmesini söyledi ama kaldırımda durdu ve kırmızı spor araba gözden kaybolana kadar onu izledi. O an gerçekten tuhaf bir his yaşadı. Acaba geçen iki ay sadece kendi hayalinde mi yaşanmıştı?
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »

Yorumlar
Yorum Gönder