When I Fly Towards You - 5. Bölüm

"Yüzüm kızarsa ne olur, yeter ki güzel kalayım."
— Su Zai Zai'nin Günlüğü
“Jiang Jia, bence bizim arkadaşlığımız burada bitiyor.”
Su Zai Zai çantasından on yuan çıkarıp onun masasının üstüne bıraktı.
“Al bu da ayrılık paramız.”
Jiang Jia parayı alıp dikkatle katlayıp cebine koydu, umursamaz bir şekilde sordu.
“Hmm? Nedenmiş bakalım?”
“Benim o muhteşem yakışıklımın adı Zhou Xuyin falan değilmiş! Adı Zhang Lurang’mış!”
Su Zai Zai ne kadar düşünse o kadar perişan oluyordu.
“O şimdi kesin beni, yakışıklı görünce ağzı açık kalan, her erkeğe sulanan sıradan bir kız sanıyor, hüüüüü...”
Bunu hiç düşünmemişti. Jiang Jia gözlerini kırpıştırdı.
“Gerçekten Zhang Lu Rang’mış ha?”
“Hiç şaşırmışa benzemiyorsun ama?”
“Çünkü bana baştan beri Zhang Lu Rang gibi geliyordu. Duruşundan belli, tam bir ‘ulaşılmaz çiçek’ havası var.”
“...O zaman neden bana söylemedin?”
“O gün beni sürükleyip götürdün, ‘bu kesin Zhou Xu Yin’ deyip duruyordun. Hem de öyle emin bir tavırla söylüyordun ki, ben ne diyeyim? ‘Hayır o Zhang Lu Rang’ mı diyeyim?! Ben de daha önce görmemiştim ki!”
Su Zai-zai bir anda çöküverdi.
“Peki... ama hani sen bana Zhou Xu Yin daha yakışıklı dememiş miydin?”
“Anlatılanlardan yola çıkınca kesin Zhou Xu Yin’i beğenirim diye düşündüm!” Jiang Jia gayet kendinden emin konuştu. “Ben soğuk ve mesafeli tiplerden hiç hoşlanmam. Umursamaz, rahat ve havalı olanları severim.”
“Olmaz!” Su Zai Zai onun yüzünü iki yanından sıkıştırarak öfkeyle bağırdı. “Sen Zhou Xu Yin tarzını seviyor olsan bile, Zhang Lu Rang’ın en yakışıklı olduğunu kabul etmelisin!”
“Yuh artık! Neye dayanarak?!”
“Çünkü bu bir gerçek. İnkar edemezsin.” Su Zai Zai daha da kendinden emin konuşuyordu.
“Git başımdan, benim estetik anlayışımı değiştiremezsin.” Jiang Jia ona bir şaplak patlattı. “Sana bir şey diyeyim mi, belki Zhou Xu Yin’i bir görsen hemen gönlün kayar, senin gibi bir yüz delisine yakışır.”
“İmkansız.”
“Neden imkansızmış?”
Su Zai Zai son derece ciddi bir ifadeyle cevapladı.
“Çünkü öyle.”
Jiang Jia onu daha fazla takılmadı, gülümsedi.
“Hiç belli etmiyorsun ama sen de gizli gizli sadık ve tatlı bir aşıksın demek.”
Ortam bir anda sessizleşti.
Su Zai Zai sıraya başını koyup kollarına yaslandı, iç çekti.
“Ah... Haklısın, ben sorumsuz bir insanım. Bu huyumu düzeltmem lazım.”
“Ha? Ben sana ne zaman sorumsuzsun dedim ki?”
“Geçen sefer Zhang Lu Rang’a İngilizce çalışma kitabını götürmüştüm ya, sen de demiştin ki ben o kitabı kendim vermeyip başkasına verdirerek ilettim diye sorumsuzum.”
Jiang Jia hemen hatırladı, alaycı bir şekilde güldü.
“Hahaha evet ya, hatırladım! Sen bana ‘Yakışıklı erkeklerle ilgilenmiyorum.’ dememiş miydin?”
“Şimdi fikrimi değiştirdim.”
“...”
“Bir de hatırladım, sen o zaman Zhang Lu Rang için ‘idare eder, şöyle bir bakılır’ falan demiştin!”
“...Abla, hatalıyım.”
İngilizce çalışma kitabı mevzusu açılınca Su Zai Zai dizlerini dövdü.
“Ah Tanrım! O zaman onun Zhang Lu Rang olduğunu bilseydim, fizik sorusu yerine İngilizce kompozisyon ezberlerdim!”
Jiang Jia meraklandı.
“Neden ki?”
Su Zai Zai pişmanlıkla iç geçirdi.
“Çünkü o gün İngilizce öğretmeni bana çalışma kitabını Zhang Lu Rang’a vermemi söylediğinde, biraz da ondan bahsetmişti. Zhang Lu Rang’ın İngilizcesi gerçekten çok kötüymüş, hoca da bu yüzden onu göz hapsine almış; İngilizcesi yüzünden özel sınıftan çıkarılabilir diye şüpheleniyormuş, bu yüzden sıkı çalıştırıyormuş son zamanlarda.”
“Hahaha, bunu bilmiyordum işte!” Jiang Jia karnını tutarak kahkahalarla güldü. “Ama onun dersleri çok iyi diye duymuştum, İngilizcesinin bu kadar kötü olduğuna inanamam.”
“İşte bu yüzden onun önünde İngilizcemle hava atmalıydım.”
Jiang Jia başını salladı.
“Sen böyle yaparsan tam tersine, onda kıskançlık uyandırırsın.”
Bu söz adeta bir aydınlanma gibiydi. Su Zai Zai hemen minnetle onun elini tuttu.
“Çok mantıklı, sağ ol üstat!”
“Yine de... İngilizcesi ne kadar kötüymüş ki, öğretmeni bu kadar üstüne düşüyor?”
Su Zai Zai biraz düşündü.
“Dinleme kısmı hariç, toplam puan 135. O, sanırım küsuratını bile alamıyor... Yani anca 30 civarı falan...”
“...Seçmeli sorularla bile rastgele işaretleyerek otuz puan alınabilir ama.”
“Bu açıdan bakınca yine de başarılı biri sayılır! İngilizceden otuz alabilmiş!”
“...”
“Vay canına, bu nedense çok tatlı geldi! Okulun göz bebeği, tam bir çalışkanlar sınıfı yıldızı ama İngilizcesi benden tam yüz puan düşük, hahahaha! Tam bir yakışıklı, aşırı sevimli.”
“...Zehir gibisin sen.”
***
Her ne kadar Su Zai Zai kendini psikolojik olarak toparlamış olsa da, sonraki iki gün boyunca yine de Zhang Lu Rang’ın yanına gitmeye cesaret edemedi. Onun gözündeki puanlarını daha da düşürmekten korkuyordu.
Hâlâ bir çözüm yolu bulmaya çalışıyordu.
Ve o çözüm yolu düşünülürken, gökyüzü bir anda öfkesini kustu. Şiddetli bir sağanak bastırdı.
Su Zai Zai pencerenin önünde durmuş dışarıyı izliyordu. Kocaman yağmur damlaları hızla yere çarpıyor, gürültülü bir şekilde etrafı inletiyordu. Şıpır şıpır, çatır çutur, ardı arkası kesilmeyen sesler...
Yağmurlu hava, insanı nedense hep biraz hüzünlendiriyordu.
Su Zai Zai başını çevirip Jiang Jia’ya bakıp iç çekti ve sonra gayet ciddi bir ifadeyle konuştu.
“Jia Jia, bence ben fazla ağırbaşlıyım.”
O mu ağırbaşlı?!
Jiang Jia onun yüzsüzlüğünün bu kadarıyla ilk kez karşılaşıyormuş gibi bir ifadeyle hayretle baktı, dayanamayıp çıkıştı.
“Sen bayağı abartıyorsun...”
“Gerçekten diyorum, fazla ağırbaşlıyım ben.”
“Ben de gerçekten diyorum, sen kendini çok fazla ciddiye alıyorsun...”
Nadir görülen bir şekilde Su Zai Zai bu kez laf yarıştırmadı. Bir süre düşündükten sonra konuştu.
“Sence de öyle değil mi? Son birkaç gündür sürekli üçüncü kata gidiyorum, özellikle onun yanından geçiyorum ki beni fark etsin. Onun yakınındayken sesimi bilerek yükseltiyorum ki duysun. Ama gerçek anlamda hiçbir somut adım atmadım.”
Bu... somut adım sayılmıyor mu?
Jiang Jia bir an onun mantık sistemine ayak uyduramadı.
“Onunla göz göze geldiğimizde, asla üç saniyeden fazla bakamıyorum. Gördüğümde o kadar heyecanlanıyorum ki konuşamıyorum, hemen utangaçlıktan kafamı çevirip sanki hiç onu fark etmemişim gibi davranıyorum. Sanki seninle çok ciddi bir şey konuşuyormuşum gibi yapıyorum.”
“Bu gayet normal ama. Çünkü ondan hoşlanıyorsun."
“Utanmanın ne faydası var ki?” Su Zai Zai dudaklarını yaladı, bakışları ciddiydi. “Ondan hoşlanıyorum ama hiçbir şey yapmıyorum. Ben böyleyken, onun beni fark etmesi mümkün mü sence?”
Jiang Jia ne diyeceğini bilemedi.
“Bir örnek versem?”
“Söyle.”
Su Zai Zai bir süre düşündü. “Diyelim ki, lisede birinci sınıftayken iki erkek senden hoşlanıyor. Biri seni görünce hemen utanıp kaçan yakışıklı bir çocuk diğeri ise seni görünce seni sürekli azarlayan ve sana kötü davranan çirkin bir çocuk. Aradan on yıl geçince, hangisini daha net hatırlarsın?”
Jiang Jia bir saniye bile düşünmeden yanıtladı. “Yakışıklı çocuğu.”
“…”
Su Zai Zai uzun uzun ona baktı, sonra doğrudan görmezden geldi. “Bence çirkin olan. Bu da demektir ki, eylem, dış görünüşten daha önemlidir.”
“Ben gerçekten şaka yapmıyorum, cevabım hâlâ yakışıklı çocuk.”
“Elbette ben böyle söylüyorum diye kendimi çirkin bulduğum anlamına gelmiyor.”
“…”
“Peki, tamam.” Su Zai Zai pes etti. “Diyelim ki sana kötü davranan o çirkin çocuk da yakışıklı biri olsun. O zaman hangisini daha iyi hatırlarsın?”
Jiang Jia hiçbirini seçmek istemedi. “Peki neden illa kötü davranması gerekiyor? Biri bana iyi davranamaz mı?”
“Çok açgözlü olma.” Su Zai Zai kaşlarını çattı. “Hem yakışıklı hem de sana iyi mi davranacak? Hayal kuruyorsun.”
“…”
Şakalaşma bitince, içini yeniden huzursuzluk kapladı.
Su Zai Zai, Zhang Lu Rang'ın kendisinden hoşlanmasa bile, gelecekte onu düşündüğünde ismini hatırlayamamasını istemediğini düşündü.
Buna katlanamazdı. Hiç ama hiç.
“Jia Jia, sence dizilerdeki gibi, başrol kız hiçbir şey yapmadan başrol erkeğinin ilgisini çekebilir mi?” Su Zai Zai mırıldandı. “Ben buna inanmıyorum.”
Başını çevirip pencereye baktı.
“Eğer tek bildiğim şey utanmak ve kendimi tutmak olursa, o zaman onu utangaç olmayan biri kapar.”
---
“Senin için öğrendim, birinci sınıfın üçüncü ders saati bugün bilgisayar dersiymiş.”
Su Zai Zai sevinçle onun yüzünü iki eliyle tuttu ve bir öpücük kondurdu. “Muah! Gerçekten de benim küçük perimsin! Güzelsin, tatlısın, naziksin!”
Jiang Jia yüzünü silerken söylendi. “Bu sabah söylediklerine göre, neden bunu ona bizzat söylemiyorsun? Bu onda daha derin bir etki bırakacaktır!”
“Olmaz.” Su Zai Zai ciddi bir şekilde analiz etti. “Sınıfına gidip onu görmek sorun değil ama doğrudan ona şemsiye vermek çok dikkat çeker. Sınıf arkadaşları kesin dalga geçer. Onun da hoşuna gitmez diye korkuyorum.”
“...Mantıklı gibi.”
“En çok da yağmurda ıslanmasın diye endişelenmiştim.” Su Zai Zai moral bozukluğuyla iç geçirdi.
Üstü yarı ıslanmış haldeyken, aşırı cezbedici ve baştan çıkarıcı görünüyordu.
Bunu söyledikten sonra şemsiyeyi alıp ayağa kalktı, ön kapının yanındaki pencereye gitti ve şemsiyeyi pencere pervazına bıraktı.
Zil çalmıştı.
Yirmi dakika sonra, Su Zai Zai parmağını kaldırdı. “Öğretmenim, lavaboya gidebilir miyim?”
Sınıftan çıkıp pencere pervazındaki şemsiyeyi aldı ve doğrudan merdivenlerden indi.
Birinci sınıfın kapıları gerçekten kilitliydi. Zhang Lu Rang’ın oturduğu sırayı hatırlayıp o yöne bakan pencereyi itti. Beklemediği şekilde açıldı.
Gülümsedi ve hafifçe içeri uzanarak şemsiyeyi sıranın tam ortasına bıraktı. Sapındaki not kağıdı aşağı bakıyordu, biri kaldırmadıkça fark edilmesi zordu.
O gün bir çocuğun söylediği söz aklına geldi:
— “Hey Zhang Lu Rang, bu hafta Zhou Xu Yin’i görmeye üç kişi gelmiş, sana sadece iki kişi!”
Sadece iki kişi.
Rekabet beklediği kadar sert değildi.
Su Zai Zai gülümsedi, ellerini silkeleyip pencereyi kapattı.
Ardından sınıfa geri döndü.
Yağmur hafiflemiş, kara bulutlar dağılmaya başlamıştı. Güneş tekrar ortaya çıkmış, ıslak toprağın üzerine hafifçe ışık serpiyordu.
Jiang Jia ona döndü. “Bıraktın mı?”
“Evet.” Su Zai Zai çenesini eline dayayıp gülümsedi. “Jia Jia, bu öğleden sonra duş almaya gitmeyeceğim.”
“Ha? Ne yapacaksın peki?”
Hiçbir şey.
Sadece, eğer şemsiyeyi geri getirmeye gelirse...
O zaman onunla bir kez daha karşılaşırdı.
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »
Yorumlar
Yorum Gönder