This Marriage Is Bound To Sink Anyway 61. Bölüm (Türkçe Novel)
“Muhtemelen bugünkü misafiri beğenmediğindendir.”
“Misafir mi... O çocuk sadece Ballestena ailesinin uşağı. Tek yaptığı, benim eşyalarımı taşımak oldu.”
“—Yoksa bugün eve erken döndüğüm için canın mı sıkılmadı?”
Ines başını hafifçe yana eğerek bu sözleri anlamlandıramamış gibiydi, sonra tekrar sordu.
“Neden canım sıkılsın ki?”
“Karşılaşmanızı engelledim gibi hissettim.”
Carsel yüzüne hafifçe bir tebessüm yayarak ifadesini yumuşattı.
“O çocukla aram iyidir, evet.”
“Aran iyiymiş, ha.”
“Daha önce, kız kardeşim gibi değer verdiğim bir hizmetçim olduğunu söylemiştim ya.”
“Öyle bir şey söylediğini hatırlamıyorum ama gördüğümü biliyorum. Kim olduğunu da.”
“Biliyor musun? Nasıl?”
“Juana işte... Kaç kez evinize girip çıktığımı hatırlamıyorsun galiba.”
“Her neyse, bildiğine göre mesele yok. Yani o çocuk... Juana’yla birlikte, bana karşı oldukça sadık biridir.”
“Juana’yı tanıyorum ama o şeyi hiç görmedim.”
“Sen ne zaman Mendoza konutuna gelsen, o da tesadüfen Perez’de oluyormuş demek ki.”
Ines konuşmaya dalmışken, Carsel’in Raul’dan “o şey” diye bahsettiğini fark etmemişti bile.
“Peki ben Perez’e gittiğimde?”
“Malikâne büyük, herkesle karşılaşmak zor olur.”
“Öyle mi?” Carsel bu açıklamayı çok da kabullenmek istemeyen bir ses tonuyla onayladı.
“Bence asıl mesele, sen onu defalarca görmüş ama unutmuş olabilirsin.”
“Göründüğümden daha iyi hafızam vardır.”
“Zekânı sorgulamıyorum. Sadece, o çocuk gözünün önünde dikkat çekecek biri olmadığı için fark etmemiş olabileceğini söylüyorum. Raul göründüğünden daha yetenekli, zeki ve aristokratların havasını anlamakta oldukça başarılı biridir...”
Raul’un yeteneklerine dair övgü cümleleri ardı ardına sıralanınca, Carsel yüzünü açıkça bıkkınlıkla buruşturdu ama Ines sözünü tamamlamadan bırakmadı.
“Anladım. Ne kadar da harika biriymiş.”
“...Aslında, işini iyi yapan biri olduğu için üstleri tarafından fark edilmemesi doğaldır.”
“Yani, varlığı yokluğu belli değil.”
“Göze batmıyor işte.”
“O yüzden şaşkınım. Neden gözüme batıyor, anlayamıyorum.”
“...Benim haberim olmadan gerçekten bir hata mı yaptı yoksa?”
‘Yapmış olmasına imkan yok, çünkü hiç fırsatı olmadı’ diyen bir yüzle—belki de Raul’a duyduğu güvenle— Ines sonunda istemeden de olsa sordu.
Zaten sorsa ne olurdu ki. Cevabı yüzünden okunuyordu.
“Hayır. Hiçbir şey yapmadı. Senin Raul’un mükemmel biri, Ines.”
“Biliyorum. Ne kadar seçici olursa olsun, aklı başında bir Mendoza soylusu o çocuğu sever zaten.”
“Evet.”
“Ah, madem erken döndün, yemek de erkenden biter. İyi oldu. Akşam yemeğinden sonra Raul’la biraz konuşabilir miyim? Sormam gereken birkaç şey var.”
“Neden benden izin alıyorsun ki?”
Carsel, şaşkınlıkla ama ifadesiz bir yüzle sordu. Ines ise sadece omuzlarını silkti.
“Artık gece oldu. Malikanedesin, bu da doğal olarak rahatsız edici olabilir. Raul Ballestena’nın uşağı olsa da, saat geç ve sen onu hatırlamadığını söyledin.”
“Ne olmuş yani?”
“Erkek çünkü. Sen de benim kocamsın.”
“...”
“Ben titiz biriyim. Sen de buna göre davran.”
Öyle diyordu ama her gün Calstera’daki tembel hayatın tadını çıkaran Ines, bu sözleri sanki basit bir kuralı hatırlatır gibi söyleyip, iştahla yemeğini yemeye başladı. Gerçekten de Yolanda’nın yemekleri bir harikaydı.
Carsel o sahneyi sessizce izledi, sonra yüzünü büyük avcunun içine gömdü. Kulaklarının kenarı hafifçe kızarmıştı, dışarının alacakaranlığıyla birlikte o da yavaşça kararıyordu.
Bu; sinir mi, yoksa utanma mıydı?
---
Akıl sağlığı yerindeyse kimsenin sevmemesi mümkün olmayan, kullanışlı biri. Raul Balan’a baktığında Carsel’in hissettiği şey, ikinci kat koridorunun ortasına rastgele bırakılmış büyükçe bir çekmeceye bakmak gibiydi—fazlasıyla göze batan, sinir bozucu bir şey.
Saat henüz akşam sekizdi ve Carsel’in yaptığı tek şey eve gelip her zamankinden erken bir akşam yemeği yemek olmuştu. Dolayısıyla “Raul Balan’a baktığında” ifadesi aslında pek de doğru değildi. Eve geldiğinde onu bahçede, konumunu bilmeden serseri gibi dolanırken görmüştü—bir. Yemek salonuna giderken yoluna çıkmıştı—iki. Ve şimdi...
Carsel’in gözleri biraz daha kısıldı.
Birinci kattaki oturma odasından huzurlu bahçeye uzanan sessiz terasa, Yüzbaşı Elba'nın büyük bir özenle işçilere yaptırdığı aydınlatmalar, karısını ve Ballestena ailesinin uşağını mükemmel bir şekilde aydınlatıyordu.
“Mükemmel” derken, sadece “kolayca görülebilir” anlamında.
Raul Balan. Hatta “misafir” bile denemeyecek bir statüdeki bu adamın adını, Carsel Ines’in ağzından duyduğu için değil, istemeden kulak misafiri olduğu için hatırlıyordu. Tabii bu da doğal sayılırdı. Ines, o ismi fazlasıyla sık kullanmıştı ve Carsel’in gereksiz ayrıntıları dahi hatırlayan belleği de ikinci bir nedendi.
Carsel, Raul Balan’ın yüzünü dikkatle inceledi. İnce ve düzgün hatlara sahip, sanki hiçbir zorluk görmeden büyümüş biri gibiydi. Ama gözleri her şeyi ele veriyordu. Hayatın her tarafını görmüş, acımasızca uyanık bir adamın gözleri. Kurnazlıkla yoğrulmuş, özgüveni fazlasıyla yüksek bir bakış.
Ortalama insanların arasında durduğunda öne çıkması doğal.
Soğukkanlı ve tarafsız bir değerlendirme yapıldığında, Carsel Escalante’yle kıyaslanması bile saçma olurdu. Ama şehirde iyi bir eğitim aldığı belli olan bu adamın duruşu, yüzü—aristokratların hoşuna gidecek kadar yeterliydi.
Bir hizmetkâr, yanında durup zeki görünmeye çalışırken Carsel Escalante kadar yakışıklıysa fazla göz alıcı olur, çirkinse de bakılmak istenmezdi.
Raul Balan tam o çizgideydi. Ne rahatsız edici ne de itici.
Uzun boyu ve ince yapısı, uşak üniformasını ona çok yakıştırıyordu. Vücudu olağanüstü değildi ama zayıf da durmuyordu. Tam kararında, göze hoş gelen bir dengesi vardı.
Carsel, bir kasap gibi tavana asılmış eti tartarcasına, Raul Balan’ın görünürdeki tüm artı ve eksilerini tek tek listeledi. Genellikle artılar çabuk silinir, eksiler ise kalıcı olurdu. Ancak tüm eksileri silip tüm artıları topladığında bile, bu uşağın Ines’i etkileyebilecek bir yanı yoktu.
Ines’in nişanlısı, Carsel Escalante de Esposa’ydı. Çocukken hayranlıkla baktığı adam da Carsel’dı—ve ilk aşkı, uzun süren tek taraflı aşkı da aynı şekilde. Belki artık öyle değil ama...
Carsel, Ines’in artık kendisini umursamaması gerçeğini bir kenara bırakıp, Raul’a odaklandı. Çünkü Ines Escalante, öncelikle onun yüzünü beğendiği için Escalante olmuştu. Altı yaşında Carsel’i parmağıyla işaret ettiğinde bile gözlerinin ne kadar yükseklerde olduğunu anlamak mümkündü. Ortalamaya karşı sonsuz bir alerjisi vardı. Yüz konusunda ise mükemmeliyetçi bir estetik anlayışı.
Raul’un kökenini göz ardı etsek bile, Ines’in hiçbir kriterine uymuyordu.
Yani... Olmaz. Gerçekten olmaz.
“...”
Carsel, Ines’in tekrar elini uzatıp Raul Balan’ın saçını yavaşça okşamasını izledi. Çok sevecen olmasa da, uslu bir köpek ya da çocuk gibi davranan birine gösterilen şefkat ifadesi vardı yüzünde. Köpek... Evet, tam da oydu. Carsel öyle düşündü ama Raul’un o ifadenin altında haz dolu bir sadakatle mutlu olmasına bakınca içi daha da daraldı.
“Ne kadar da uslu.”
Şımarık şey.
Bir köpeğe, köpek gibi davranılmaktan daha büyük bir ödül olabilir miydi? Raul’un ortalama yüzü mutlulukla ışıldarken, Carsel’in kusursuz yüzü daha da bozuluyordu.
Sonunda Ines gülümsedi. Sesi duyulmadı ama gerçekten sesli bir kahkahaydı.
Carsel içinse oldukça yabancı bir görüntüydü.
Pencerenin ardındaki sahne, sesleri taşıyamıyordu. Carsel, öğleden sonra bahçede Raul Balan’ı ilk gördüğünde aklından geçen ilk düşünceyi hatırladı. “Yoksa bu herif...” Sadece oraya kadar düşünmüş olmasına rağmen, o andan itibaren keyfi fena halde kaçmıştı.
Zarif uşak görünümlü bu adamın Ines’in elinde köpek gibi başını sürterek sevimlilik yapmaya çalıştığı o anı gördüğünden beri böyleydi.
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »
Yorumlar
Yorum Gönder