Hidden Marriage in the Office - 99. Bölüm (Türkçe Novel)

Yemek bittikten sonra Zhao Fanggang gerçekten yakındaki bir kareokede büyük bir oda tuttu. Departman olarak ilk kez birlikte şarkı söylüyorlardı, bu yüzden herkes çok heyecanlıydı.

Kadınlar ve erkekler yine ayrı oturmuştu. Zhao Fanggang bolca bira sipariş etti. Kadınlar şarkı seçip söylemeye başlarken, erkekler içki içip oyun oynuyordu.

Rao Jing bir süre oturduktan sonra gürültüden başı dönmeye başladı ve Tu Xiaoning’e dönerek, “Ben çıkıyorum.” dedi.

“Taksiyle döneceğim, sen biraz daha bekleyip öyle çık. Yoksa ikimizin aynı anda kaybolması fazla dikkat çeker.” diye uyardı onu.

“Tamam.”

Sonra tuvalete gidiyormuş gibi yaparak oradan ayrıldı.

Tu Xiaoning yine yalnız kalmıştı. Erkeklerin olduğu tarafa göz attığında Ji Yuheng’in tam ortada oturduğunu ve elinde bira şişesiyle iş arkadaşlarıyla kadeh tokuşturduğunu gördü.

Şarkı söylemeye niyetlenen Zhao Fanggang ise içkiyi şişeden içmekle meşguldü, henüz şarkı bile seçmemişti.

Öte yandan, birkaç veznedar genç kız resmen mikrofonu ele geçirmişti. Son zamanların popüler şarkılarından neredeyse hepsini söylediler. Hatta biri "Kedi Taklidi" şarkısını seçip hem hareketleriyle hem dansıyla sergiledi. Erkek iş arkadaşları ise ona bakarak “Çok tatlı!” diye tezahürat yapıyordu.

Tu Xiaoning, şimdiki gençlerin topluluk önünde çok daha rahat olduğunu düşündü. Onlar iş hayatına yeni atıldığında böyle cesaretleri yoktu. O dönemde patronlarının önünde şarkı söyleyip dans etmeye cesaret edebilirler miydi? Tabii ki hayır.

Tam o sırada aniden mikrofon sesi yankılandı.

“TU XIAONING!”

Aniden sesi duyunca adeta ruhu bedeninden çıktı. Kalbini tutarak baktığında, mikrofonu elinde tutan Zhao Fanggang’ın ona seslendiğini gördü.

“Ne oldu, Zhao abi?”

Odada en uç köşede oturduğundan, cevap vermek için bağırması gerekiyordu.

Zhao Fanggang yine mikrofonla sordu. “Hocan nerede?”

“Tuvalette!”

Herkes gülmeye başladı.

Zhao Fanggang kaşlarını çattı. “Ama o gelirken tuvalete gitmemiş miydi?”

Tu Xiaoning onun bu detayı hatırlayacağını tahmin etmemişti, gelişigüzel bir cevap verdi: “Az önce az öncedir, şimdi şimdi.”

Zhao Fanggang mikrofonu kaldırarak kulakları sağır eden bir sesle bağırdı. “Oha, siz kadınlar ne kadar zahmetlisiniz! Tuvalete gitmek bu kadar dert mi? Niye beraber gitmiyorsunuz? Kuru ve ıslak alanları mı ayırıyorsunuz?

“…”

Oda bir an sessizliğe gömüldü, ardından büyük bir kahkaha tufanı koptu.

Tu Xiaoning alnındaki teri sildi. Rao, özür dilerim...

Zhao Fanggang mikrofonu elinden bırakmadan devam etti. “Peki o zaman, Tu! Hocanın yerine sen söyle. Sonuçta departmanımızın kadın temsilcisi sensin, hadi bir şarkı patlat!”

Tu Xiaoning bir an donup kaldı.

Herkes olayı daha da büyütmek istercesine alkışlar ve ıslıklarla bağırmaya başladı.

“Hadi Tu! Bir şarkı söyle! Hadi, hadi, hadi!”

Ji Yuheng ise hala sessizce oturuyordu.

Eğer şimdi müdahale ederse, niyeti fazla belli olacaktı. Tu Xiaoning bu durumdan kaçamayacağını anladı. Derin bir nefes aldı ve cesurca ayağa kalktı. Ne olmuş yani? Şarkı söylemekten kimseye zarar gelmezdi. “Peki, söyleyelim bakalım!”


Mikrofonu eline aldı ve şarkı seçen kıza döndü. “Bana ‘Rüzgar Yükseldi’yi açar mısın? Teşekkürler.”

“Tamam!”

Bu sefer şaşırma sırası Zhao Fanggang’daydı. “Oha! Bu şarkının notaları çok yüksek! Tu, sen cidden böyle coşkulu musun?”

Tu Xiaoning ona gülümseyerek baktı. “Şarkı söylemek dediğin coşkulu olmalı, değil mi? Sonuçta bana ‘yüksek sesle söyle’ diyen sendin, değil mi, Zhao?” Özellikle “yüksek sesle” kısmını vurgulayarak söyledi.

Zhao Fanggang başparmağını kaldırdı. “Benim kardeşim tam bir ateş parçası!”

Alkışlar salonu inletti. Müziğin introsu çalmaya başladı. Tu Xiaoning'in mikrofonu sıkıca tutan avuçları terlemişti.

Büyük ekranda geri sayım başlamıştı. Derin bir nefes aldı, gözlerini kapattı ve geri sayımın son saniyesinde gözlerini açarak şarkıya başladı


“Bu yolda yürüdüm, bazen durup dinlendim,

Gençliğin sürüklediği izlere tutundum...”

“Şimdi bu dünyada dolaşırken,

Sayısız anıya kapıldım,

Zamanın farklı yüzlerini gördüm,

Ve farkında olmadan gülüşüne rastladım...”


Tam bu sözleri söylerken bakışları Ji Yuheng’in oturduğu yeri süzdü. Göz göze geldiler.

Ve tam o anda, nakarata geçerken içindeki tüm gücü toplayarak yüksek notalara çıktı.

Kocaman odadaki tüm gürültü bir anda sustu. Sanki sadece onun sesi yankılanıyordu.

Dik bir duruşla şarkısını söylüyordu. Sol eli karnının üzerinde destek alırken, sağ eliyle mikrofonu sıkıca tutarak ekrana bakıyordu. Renkli ışıklar vücuduna vuruyor, tüm bedeni adeta bir ışık halesiyle çevreleniyordu.

Uzun kirpiklerinin gölgesi, ışıkların altında parlayan gözleri... O an sanki bütün oda sadece ona odaklanmıştı.

Şarkı bittiğinde, sesin yankıları hâlâ odada dolanıyordu. Herkes olduğu yerde donup kalmıştı. Birkaç saniye sonra, kimin başlattığı bilinmeyen bir ses yükseldi.

“Harika!”

Sonrasında alkış ve tezahüratlar patladı. Özellikle Zhao Fangang heyecan içindeydi.

“Xiao Tu! Sen tam bir hazineymişsin! Sesin ne kadar güzel! Daha kaç yeteneğin var, hemen hepsini ortaya dök de gözümüz açılsın." 

Tu Xiaoning gülümseyerek yanıtladı.

“Aslında pek kareokede şarkı söylemem. Bu şarkıyı da son zamanlarda sık sık dinliyordum, sözleri bana dokunduğu için ezberlemiştim. Bugün ilk kez söyledim.”

Sonra iş arkadaşlarına dönerek ekledi.

“Az önceki performansımın pek iyi olmafığını düşünüyorsanız, gülüp geçin olur mu?”

Konuşmasını bitirdikten sonra masanın üzerindeki su şişesini aldı. O tarafa tekrar bakmasa da, birinin bakışlarını hâlâ üzerinde hissedebiliyordu.

Xu Fengsheng alkışlamaya devam etti.

“Alçakgönüllülük yapma Xiao Tu! Eğer senin sesin güzel değilse, başka kimin sesi güzel olabilir ki?”

“Aynen öyle!” diye diğer iş arkadaşları da ona katıldı.

Zhao Fangang daha da coştu. Mikrofonu tekrar eline aldı.

“Haydi! DJ, bana ‘Güzel Efsane’yi aç! Küçük kardeşim Xiao Tu ile düet yapacağız! Peki sağ taraftaki izleyiciler, alkışlarınız nerede?”

Tu Xiaoning neredeyse elindeki su şişesini düşürüp patlatacaktı. Hemen reddetmeye çalıştı.

“Bu şarkıyı bilmiyorum, Zhao abı!”

Zhao Fangang hiç oralı değildi.

“Önemli değil! Ben yönlendireceğim seni! Hem şarkının sözleri ekranda, bana eşlik etmen yeterli!”

Gerçekten de bu şarkıyı bilmiyordu. Nasıl kaçacağını düşünürken bir sonraki şarkının müziği aniden başladı.

Şarkı seçiminden sorumlu olan kız özür dileyerek sordu.

“Affedersiniz, biri az önce en üst sıraya bir şarkı aldı. Şimdi keselim mi, yoksa bitmesini mi bekleyelim?”

Zhao Fangang, kimse şarkıyı sahiplenmeyince tekrar mikrofonu kaldırıp sordu.

“Şimdi kim söylüyor? Sahiplenen olmazsa kesiyorum!”

Tam iptal edilecekken aniden Tang Yuhui ayağa kalktı. Mikrofonu eline aldı ve sahneye doğru ilerledi. Doğrudan Ji Yuheng’in karşısında durdu.

O gece sırt dekolteli bir elbise giymişti. Fiziği bir film yıldızı kadar kusursuzdu. Normalde pek kullanmadığı koyu bir makyaj yapmıştı ve ışıkların altında göz alıcı bir şekilde parlıyordu. Güzelliği Rao Jing’den bile aşağı kalır gibi değildi.

Şarkının geri sayımı 3, 2, 1 derken bitti ve sesi duyulmaya başladı.

“Dünyam artık daha gizemli ve tarif edilemez hâle geldi...”

Herkes o anda adeta donakaldı. Tang Yuhui kimseyi umursamıyormuş gibi doğrudan Ji Yuheng’e bakıyordu.

Şarkının adı “Sana Aşkımı Söylüyorum” büyük ekranda tekrar tekrar yanıp sönüyordu. Adeta herkesin gözlerine kazınmak istercesine orada duruyordu.

Ji Yuheng’in yanındaki adamlar birbirlerine bakıp sessizce biraz uzaklaştılar. Odanın içinde, onun tatlı sesi dışında sadece iş arkadaşlarının çekingen bakışları ve tuhaf bir mahcubiyet hissi vardı.

Tu Xiaoning birkaç yudum daha su içti ve yanındaki kadına döndü.

“Biraz müsaade eder misin? Lavaboya gitmem gerekiyor.”

Arkadaşı yol verince hemen dışarı çıktı. Kapıyı kapattığı anda içerideki o rahatsız edici ses kesildi. Derin bir nefes aldı. Eğer biraz daha kalsaydı, kendini tutamayacaktı.

Ne kadar rol yaparsa yapsın, başka bir kadının kocasıyla böylesine açık bir şekilde flört etmesine katlanamazdı. Üstelik bu kadın, herkesin önünde ve onun hakkında dedikodular çıkan kişi olunca...

Ne kadar düşünse de içinde rahatsız edici bir his vardı. Telefonunu çıkarıp aramayı düşündü ama ceplerini yokladığında telefonunun içeride masada kaldığını fark etti. Daha da sinirlendi. Kendine mi, Tang Yuhui’ye mi, yoksa ona mı öfkeleniyordu, bilmiyordu.

Kapının ardından hâlâ şarkı sesi geliyordu. İçini bir huzursuzluk kapladı, daha fazla orada kalmak istemedi. Keyifsizce lavaboya doğru yürüdü.

Kareoke bar oldukça büyüktü. Sinirli bir şekilde yürürken işaretlere dikkat etmeyi unuttu. Ne kadar dolaşırsa dolaşsın, bir türlü lavaboyu bulamıyordu. Kafası ve adımları iyice karışmıştı, başıboş bir sinek gibi dolanıyordu.

Tam o anda aniden biri elini tuttu. Tepki vermeye fırsat bulamadan onu boş bir odaya çekti. Kapı anında kapandı ve içerisi karanlığa gömüldü. Korkuyla çığlık atmak üzereydi ki...

“Benim.”

Ağzı hafifçe kapatılmıştı. Dışarıdan gelen loş ışıkta, neredeyse heykel gibi kusursuz yüz hatlarını gördü.

Eline göğsüne bastırarak hafifçe ona vurdu

“Ödümü patlattın!”

Ji Yuheng başını eğerek ona baktı. Tu Xiaoning ancak o zaman, aralarındaki pozisyon tam da internette meşhur olan “duvara sıkıştırma” sahnesine benzediğini fark etti.

Yüzünü kasıtlı olarak çevirdi, göz temasından kaçındı.

“Ne diye dışarı çıktın? Baksana, biri tam karşında sana ilan-ı aşk ediyordu!”

Ji Yuheng, parmaklarıyla çenesini kaldırdı.

“Eğer çıkmasaydım, biri kıskançlıktan yarına kadar yanıp tutuşacaktı.”

Tu XiXiaoni'in inadı tuttu.

“Kim kıskanıyormuş? Zaten sizin hakkınızda çıkan dedikodular yeni değil. Kadın da açık açık herkesin önünde sana olan ilgisini belli etti. Zaten bu şirkete de sırf senin için geldi. Babasının gücüne güveniyor, DR’den ayrılmaktan korkmuyor.”

Ji Yuheng hafifçe güldü.

“Gerçekten kıskanmadın mı?”

“Hiç de bile."

“O zaman ben geri döneyim.” dedi ve arkasını dönüp gitmek üzereyken Tu Xiaoning aniden beline sarıldı. Yapışkan bir bant gibi ona yapıştı.

“Hadi oradan, geri dönmeye cesaret edemezsin.”

Ji Yuheng de kollarını sıkıca ona doladı. Tu Xiaoning, göğsüne yaslanarak mırıldandı.

“Sadece... başkalarının da seni sevmesine dayanamıyorum. O kadın, seni elde etmek için gözlerinde nasıl bir hırs taşıyor, fark etmiyor musun? Korkuyorum...”

“Neden korkuyorsun?”

Sesi neredeyse fısıltıya dönüşmüştü.

“Arkasındaki destek ve statüsü, kariyerin için faydalı olabilir.”

Başını okşadı ve sesi biraz ciddileşti. “Öğleden sonra sana söylediklerimi unuttun mu yoksa?”

Tu Xiaoning hemen küçük bir kedi gibi onun kollarına sokuldu, sesi hafifçe sitemkârdı. “Kocacığım, bana kızma. Sadece... sana hiçbir konuda yardımcı olamıyorum diye kendime kızıyorum.”

Ji Yuheng sesini biraz daha sertleştirdi. “Ben çocukluğumdan beri attığım her adımı kendi çabamla attım. Çünkü bilirim ki, başkasına güvenmektense kendine güvenmek daha iyidir. Başkalarına dayanarak yürüdüğün yol uzun sürmez. Böyle bir düşüncem geçmişte de yoktu, şimdi de yok, gelecekte de olmayacak.”

Tu Xiaoning başını salladı. “Biliyorum... Sadece kendime pek güvenemiyorum.”

Ji Yuheng onun yüzünü avuçlarının arasına aldı ve gözlerinin içine bakmasını sağladı. “Sürekli ‘Sen iyisin, sen harikasın, sen mükemmelsin.’ demeyi bırakır mısın?”

“Ama öylesin. Çok iyisin, çok harikasın, çok mükemmelsin.” diye tekrarladı.

“Beni bile elde ettiğine göre, artık korkacak neyin kaldı?”

Tu Xiaoning bir an duraksadı. Onun mantığı... doğru gibiydi.

Karanlığın içinde Ji Yuheng’in gözleri hâlâ parlaktı, güçlü elleri onun omuzlarını sıkıca tutuyordu.

“Az önce şarkı söylerken gayet kendine güveniyordun. Hadi, o cesaretini tekrar göster. O kadının en fazla senin tarafından yenilen biri olduğunu unutma. Bundan sonra ne yaparsan yap, kimle karşılaşırsan karşılaş, hep dimdik yürü. Korkma, arkanda ben varım. Gökyüzü başımıza yıkılsa bile ben seni korurum.”

Tu Xiaoning’in gözleri doldu, kalbi sıcacık oldu. Elini uzatıp Ji Yuheng’in yüzünü okşadı. “Kocacığım, ne kadar güzel konuşuyorsun. Madem öyle, biraz daha konuşsana.”

Ji Yuheng başını kavrayıp onu uzun bir öpücüğe boğdu, kelimeler yerine hareketleriyle cevap verdi.

“Bir sigara süresi kadar zamanımız var.” diye fısıldadı sonunda, kulağının dibinde.

Tu Xiaoning isteksizce parmaklarının ucunda yükselip dudaklarını onun dudaklarına değdirdi, tekrar tekrar öptü. “Neyse ki yarın bitiyor ve eve dönüyoruz. Bundan sonra asla böyle gezilere katılmam. Seninle vakit geçirmemi engelliyor.”

Ji Yuheng hafifçe gülümsedi. “Aile hayatı önemli ama iş de öyle. Bu pozisyona geldiysem, ekibin sorumluluğunu da taşımalıyım.”

Tu Xiaoning onun gömleğini düzeltti. “Senin bakış açın geniş, bu yüzden lider oldun. Ben ancak sana yardım edebilirim.”

Ji Yuheng onun uzun saçlarını okşadı. “Şarkıyı güzel söyledin, eve dönünce bana tekrar söyle.”

Tu Xiaoning kollarına atılıp tatlı tatlı güldü. “Zaten sadece senin için söyledim. Sen olmasan asla söylemezdim.”

Ji Yuheng onu bir kez daha öptü. “O zaman bundan sonra yalnızca benim için söyle.”

“Tamam!”

Tu Xiaoning karaoke odasına döndüğünde, Tang Yuhui çoktan şarkısını bitirmişti. Görünüşe göre itirafı başarısız olmuştu, çünkü yüzü pek iyi görünmüyordu.

“Küçük Tu geri döndü! Hadi, romantik düetimize devam edelim!” Zhao Fanggang hâlâ düet olayına takılmıştı.

Tu Xiaoning’in başı döndü. Kaçamayacak gibi görünüyordu, mecburen mikrofonu aramaya başladı.

Zhao Fanggang ona mikrofon uzatırken Ji Yuheng kapıyı iterek içeri girdi. Saatine baktı ve sakince, “Geç oldu, artık çıkabiliriz.” dedi.

Zhao Fanggang şaşkınlıkla “Haa?” diye bir ses çıkardı, mikrofonu Tu Xiaoning’e verip vermemekte tereddüt etti.

“Patron, ama biz küçük Tu ile romantik düet yapacaktık...”

“Ben çıkıyorum. Hesabı ödemeyi unutma.”

Bunu duyunca Zhao Fanggang hemen mikrofonu bıraktı. Şarkı mı? Boş ver! “Hadi, hadi, çıkalım!” diyerek diğer iş arkadaşlarını da çekiştirdi. “Herkes eve! Uyuyalım! Kim kalırsa onunla kavga ederim!”


Yorumlar