Hidden Marriage in the Office - 98. Bölüm (Türkçe Novel)

Bir süre sonra Ji Yuheng ona su içmek isteyip istemediğini sordu. Tu Xiaoning başını iki yana salladı. Ji Yuheng uzanıp komodinin üzerindeki şişeyi aldı ve yarısını bir dikişte içti.

Tu Xiaoning, küçük bir kedi gibi kıvrılarak onun kollarına sokuldu. Ji Yuheng, battaniyeyi düzelterek onu sardı.

“Bir daha böyle yapma.” Çenesini nazikçe sıktı.

“Tamam.” Tu Xiaoning cilveli bir şekilde göğsüne yaslandı.

Sonra elini onun adonislerine doğru götürdü. Ji Yuheng elini yakalayıp yukarı kaldırdı. İnce ve pürüzsüz parmaklarına bakarken aniden sol elinin yüzük parmağına bir öpücük kondurdu ve sakin bir şekilde konuştu.

"Bir ara gidip bir yüzük alalım."

Tu Xiaoning bir an donakaldı, sonra bir şey hatırladı ve kısık bir sesle sordu.

"Hong Kong’dayken, sana yüzük aldırmamıştım. O zaman... seni incittim mi?"

Ji Yuheng onun elini tuttu ve kısa bir sessizlikten sonra, "Hayır." dedi.

Ancak Ji Yuheng’in "hayır" deyişi, Tu Xiaoning’in içinde bir burukluk hissetmesine neden oldu. Ona sarılıp yumuşak bir sesle konuştu.

"Ben hep güvensizlik hisseden biriydim. Sen küçüklüğünden beri mükemmeldin, bense sıradan biriydim ve senin dünyana ait olmadığımı düşünüyordum. Ortaokuldayken bile, o kadar çok kızın teneffüslerde seni izlediğini görüyordum. Senin için, bir hayranın daha olması ya da olmaması bir şey değiştirmezdi. Ben ise hiçbir zaman sürüye katılan biri olmadım. Herkes aynı şeyi deli gibi isterken, ben ondan uzak dururdum. Çünkü ne kadar çok kişi isterse, benim payıma düşmeyeceğini bilirdim. Bu yüzden de fazla umutlanmazdım. Kendi küçük dünyamda, kendi düzenimde yaşamayı seçerdim.

Görücü usulü randevuda seni ilk gördüğümde de, yollarımızın bir daha kesişeceğini sanmıyordum. Ama sonra departmanda yaşanan olaylar beni içine çekti. Başkan Jiang beni gözden çıkarıp bankacılık denetimine teslim ettiğinde, her şeyden ümidimi kesmiştim. İnsanlar kendi çıkarlarını korumak için başkalarını feda ederdi ve kimse gerçekten yardım elini uzatmazdı. Ama sen geldin.

Sen denetleme ekibindeydin ve beni özel olarak uyarman yasaktı. Yine de risk aldın. Oysa o dönemki ilişkimiz yüzünden bunu yapman gerekmiyordu. Ben sadece bankada küçük bir sözleşmeli çalışandım. Senin bana yardım etmek için kendini tehlikeye atmana gerek yoktu. İşte o an, ilk defa senin benim için artık ulaşılmaz biri olmadığını fark ettim.

Sonra seni hastanede gördüm. Doktordan gelen telefonla nasıl telaşlandığını izledim. Daha önce seni hiç böyle görmemiştim. Seni takip etmekten kendimi alamadım. Ta ki annenin kemoterapi gördüğünü anlayana kadar... O zaman senin dünyanın da aslında sandığım kadar uzak olmadığını fark ettim."

Tu Xiaoning başını onun boynuna gömerek, iç çekti.

"Sonrasında annemin durumu kötüleşince evlenme teklif ettim. Belki de hala bunun bir anlık dürtüyle aldığım bir karar olarak düşünüyorsundur. Ama aslında ben sadece seninle evlenmek için bir bahane arıyordum. Çünkü sen farkında olmadan çoktan kalbime yerleşmiştin."

Sonunda içinde tuttuğu her şeyi özgürce söyleyebiliyordu. Oysa şimdi fark ediyordu ki... onu düşündüğünden çok daha önce sevmişti.

Ji Yuheng uzun süre sessiz kaldı. Tu Xiaoning onun elini tuttu ve yavaşça parmaklarının üzerinden geçti.

"Yuheng, senin benim patronum olman konusunda her zaman kendimi şanslı hissettim. Eskiden, eğitimim ve karmaşık insan ilişkileri yüzünden bu dünyada hiçbir değeri olmayan biri olduğumu düşünüyordum. İşimde hevesliydim ama nasıl devam edeceğimi bilmiyordum, kafam karışıktı ve ne yapacağımı bilemiyordum. Bana pek çok şey öğreten sen oldun; iş müzakereleri, insan ilişkileri ve cesurca mücadele etmek... Bunların hepsi bana kendi değerimi bulmamda ve uzun zamandır kaybettiğim özgüvenimi geri kazanmamda yardımcı oldu. Sanki tekrar öğrencilik yıllarıma dönmüş gibi, hiçbir şeyi umursamadan ileriye doğru koşabilen o eski Tu Xiaoning’e benzedim."

"Ve daha da şanslıyım ki sen benim eşimsin. O kadar iyisin ki... Sadece bana değil, anne babama da çok iyi davranıyorsun. Aslında en başından beri bana iyi davrandın. Örneğin, görücü usulü buluşmamızda limon suyu gözüme sıçradığında, fark ettirmeden kendi sonbahar balığını benimkisiyle değiştirdin. Odadan çıkarken yanlışlıkla geriye adım attığımda ve kapı çerçevesine çarpacak gibi olduğumda, elini uzatıp nazikçe beni korudun. Otobüs durağının uzak olduğunu bildiğin için bilerek şemsiyeyle sana eşlik etmemi sağladın, sonra da beni eve bıraktın. Bir arkadaşımızın düğününde topuklu ayakkabılar yüzünden ayaklarımın ağrıdığını fark edip beni doğrudan apartmanın önüne kadar bıraktın... Daha sayamayacağım kadar çok şey var. Sen hep sessizce benim için birçok şey yaptın."

Son zamanlarda bu küçük ayrıntılar sürekli Tu Xiaoning’in zihnine doluşuyordu. Ji Yuheng’in ona olan sevgisi ve şefkati, hayatının her anına sinsice işlemişti. Ancak her bir hatıra zihninde belirdikçe, kalbi biraz daha burkuluyordu. Geçmişte kendine duyduğu öfke ve pişmanlık artıyordu.

"Eskiden sadece senin ne kadar mükemmel ve parlak olduğunu görebiliyordum. Ama güvensizliğim ve korkularım yüzünden kendi duygularımdan kaçtım, olduğum yerde saydım, sana yaklaşmaya cesaret edemedim. Aynı zamanda bu duygular gözlerimi kör etti, senin bana olan ilgini göremedim. Sadece bana karşı sert ve disiplinli yanını hatırladım." 

Burnunu çekerek onun güzel kaşlarını, gözlerini ve dudaklarını okşadı.

"Kocacığım, sen o kadar iyisin ki... Ama ben geçmişte çok bencil ve düşüncesizdim. Sürekli kapris yapıyor, sinirleniyor ve sana kırıcı şeyler söylüyordum. Üzgünüm..."

Böyle iyi bir adama sahip olduğu için ne kadar şanslı olduğunu biliyordu, ama bunu fark etmekte çok geç kalmıştı. Eğer zamanı geri alabilseydi, geçmişteki kendini uyandırıp ona gereksiz yere sinirlenen küçük cadının kafasına bir tokat atmak isterdi.

Ji Yuheng, çenesini hafifçe hareket ettirerek saçına yasladı ve bir süre sessiz kaldıktan sonra konuştu.

"Üzgünüm deme. Sana nasıl iyi davranacağımı bilmiyorum, sadece yapabildiğim şeyleri yaptım. Ama yine de kendimi yeterince iyi hissetmiyorum. İş yüzünden sık sık yanında olamıyorum. Seni evde yalnız bırakıyorum, düşüncelere dalıp güvensiz hissetmene neden oluyorum."

Tu Xiaoning başını iki yana salladı.

"Finans sektörü karmaşık. Bankacılık dünyası da öyle. Yüzeyde her şey uyumlu görünse de, her bölüm kendi çıkarı için rekabet içinde. Satış bölümlerindeki müşteri çekişmeleri, ön ve arka ofisler arasındaki yetki savaşları... Sen genç ve yetenekli olduğun için daha da fazla kıskanılıyorsun. Biz alt kademe çalışanlar bile her gün aşırı yoğunluktan bitap düşüyoruz. Ama sen tek başına bir departmanı ayakta tuttun, dağınık ve uyumsuz bir ekibi bugünkü haline getirdin. Bunun için ne kadar çaba sarf ettiğini, ne kadar baskı altında kaldığını kim bilebilir?"

Sevgiyle onun kaşlarını ve yüzünü okşadı.

"Eskiden sürekli senin işkolik olmana kızıyordum. Ama senin ne kadar yorgun ve bitkin olduğunu hiç düşünmemiştim."

Ji Yuheng, Tu Xiaoning’in elini sımsıkı kavradı.

"Ne kadar yorgun olursam olayım, evde beni bekleyen biri var."

Çenesini indirdi ve gözlerini ve burnunun ucunu nazikçe öptü.

"Ningning, bundan sonra dikkatli olmana gerek yok. Başkalarının ne düşündüğünü umursamak zorunda değilsin. Benim için sen en iyisisin. Senin benim dünyama girmen gerekmiyor çünkü ben çoktan senin dünyana geldim. Artık aynı paralel dünyadayız. Ne bakışlarını yukarı kaldırmana ne de bir şeylere yetişmeye çalışmana gerek var. Sadece olduğun gibi kal, ben her zaman yanında olacağım, seninle yan yana yürüyeceğim."

Tu Xiaoning’in gözleri doldu. Derin bir sevgiyle ona baktı.

"Teşekkür ederim kocacığım... Benim hayat arkadaşım olduğun için teşekkür ederim."

Ji Yuheng de ona baktı. Gözlerinde yalnızca onun yansıması vardı.

"Ben de teşekkür ederim karıcığım... Bana senin hayat arkadaşın olma şansını verdiğin için."

Tu Xiaoning başını kaldırarak onun dudaklarına bir öpücük kondurdu. Ji Yuheng karşılık verdi. Öpüşmeleri uzun ve derindi. O an, kalpleri her zamankinden daha yakın hale geldi.


Ji Yuheng, dünyada değmeyecek çok şey var ama sen onlardan biri değilsin. Bu hayattaki en büyük şansım, senin benim hayat arkadaşım olman.

— Bayan J


Akşam yemeği sırasında Rao Jing, Tu Xiaoning’e bakarak aniden sordu.

"Ne yaptın da yüzün bu kadar kızardı? Termal suya fazla mı girdin?"

Tu Xiaoning yüzüne dokundu. Hâlâ sıcaktı.

"Sonra saunada biraz uzandım."

Rao Jing ünlü yerel balık çorbasından bir kaşık aldı.

"Ne kadar kaldın saunada? Yüzün doğal bir allık gibi olmuş."

Tu Xiaoning’in yanakları daha da ısındı. Öğleden sonra gerçekten biraz fazla ileri gitmişlerdi. Aceleyle duş aldıktan sonra onun odasından çıkmış, koşturarak geldiği için yüzündeki kızarıklık hâlâ geçmemişti.

"Saunada uyuyakalmışım." diye uydurdu.

"Saunada uyumak mı? Baygınlık geçirmekten korkmadın mı?"

Rao Jing çorbadan bir yudum aldı, aniden yüzünü buruşturdu.

"Bu da ne böyle? Çok ağır kokuyor!"

Tu Xiaoning de bir kaşık aldı. Ona gayet güzel gelmişti.

"Bence güzel. Rao, buranın suyuna mı alışamadın acaba?"

"Sanmıyorum. Daha önce geldiğimde hiç sorun olmamıştı."

Kendi kendine mırıldandı ve çorba içmeyi bıraktı.

Adamlar bir araya oturmuştu, ama en çok dikkat çeken kişi Ji Yuheng’di. Alkol içmiyor, sadece çay içiyordu. Ona kadeh kaldıran herkesi nazikçe geri çeviriyordu.

“Kendi aramızda bir gezi, herkes rahat olsun, dilediğiniz gibi yiyin, için, eğlenin.”

“Ji Bey, buraya yakın bir kareoke bar var. Yemekten sonra oraya gidip biraz eğlenebilir miyiz?” diye biri sordu.

Ji Yuheng hafifçe gülümsedi. “Tabii ki.”

Kızlar heyecanlandı. “Ji Bey! Sizin şarkı söylemenizi istiyoruz!”

Tu Xiaoning içeceğinden bir yudum aldı. Daha önce onun şarkı söylediğini hiç duymamıştı.

Son kez birlikte bir oyle bir ortama gittiklerinde bir düğündeydiler. O zaman Song Jiangliu tarafından köşeye sıkıştırılmıştı. Bahane uydurup tuvalete gitmiş ve dışarı çıktığında koridorda onunla karşılaşmıştı. Peki bu gerçekten tesadüf müydü? Yoksa Ji Yuheng, Song Jiangliu’nun alkolün etkisiyle ona sarkıntılık ettiğini önceden fark edip mi oraya çıkmıştı? Belki de o karşılaşma hiç de rastlantı değildi. Bilerek, Song Jiangliu’nun onları birlikte görmesini sağlamış ve o sırada söylediği hafifmeşrep sözleri de bilinçli seçmişti. Bu yüzden mi Song Jiangliu onu bir daha hiç rahatsız etmemişti? WeChat’ten eklemesine rağmen tek bir mesaj bile atmamasının sebebi bu olabilir miydi?

Geçmişi düşündükçe her şey bir kitap gibi gözünün önüne seriliyordu. Her satırda, Ji Yuheng’in onun için yaptığı küçük ama değerli şeyler vardı. Elindeki içecek ekşi erik suyu olmasına rağmen, o an ağzında tarifsiz bir tatlılık hissediyordu. Gözü farkında olmadan yine ona kaydı.

Ji Yuheng, her şey benim aptallığım yüzünden. Seni anlamakta ne kadar da geç kaldım.

Ji Yuheng çay fincanını kaldırıp birden konuyu değiştirdi. “Bizim departmanda en iyi kim şarkı söylüyor?”

Herkesin bakışları aynı anda Zhao Fanggang’a döndü.

“Duyduğuma göre, Zhao her yıl büyük şirketlerin yıllık etkinliklerinde özel davetli olarak sahne alıyormuş, öyle mi?” diye sordu bir kız, gözleri parlayarak.

Zhao Fanggang hafifçe kasılarak alçakgönüllü bir tavır takındı. “Fena sayılmam.”

Xu Fengsheng hemen lafa atladı. “O, yaşayan bir CD çalar. Söyleyemediği şarkı yok. Hatırlıyorum da, genel merkezde işe yeni başladığımızda, işe alım eğitimi sırasında ‘On Yıl’ şarkısını söyleyerek eğitmeni bile ağlatmıştı. Üstelik eğitmen bir kadındı! Ertesi gün, yeni işe başlayan birçok kadın çalışan ona WeChat’ten arkadaşlık isteği gönderdi, aralarında eğitmen de vardı.”

“Sonra ne oldu?” diye heyecanla sordu kızlar.


Zhao Fanggang elini sallayarak onların merakını bastırmaya çalıştı. “Hiçbir şey olmadı. Eğitmenle ilişkim nasıl olabilir? O, bir tartışmada beni azarlamaz mı sanıyorsunuz?”

“Peki, ne tarz kızlardan hoşlanıyorsun?”

Zhao Fanggang ciddiyeti bir kenara bırakıp yine şakacı bir şekilde cevap verdi. “Annem gibi olanlardan.” Sonra konuyu kapatmak istercesine elini salladı. “Birazdan herkes istediği şarkıyı seçebilir. ‘Güzel Günler’den ‘Unutulmaz Gece’ye kadar hatta ‘Annem babam işe gitti, ben de kreşe’ şarkısına kadar hepsini bilirim. Önce Jay Chou’nun son zamanlarda popüler olan ‘Ders Çıkışı Seni Beklerim’ şarkısıyla başlayalım.”

Tu Xiaoning içeceğini içerken neredeyse tükürecekti.

Biri düzeltti. “Zhao, şarkının adı o değil.”

Zhao Fanggang bir an düşündü. “‘Ders Bittikten Sonra' mıydı?”

Bir erkek meslektaşı gülerek söze girdi. “Ders bittikten sonra... küçük spor sahasında mı?”

Bir başkası ekledi. “Küçük spor sahasında ne yapacağız?”

Zhao Fanggang yerinden fırlayıp adamların göğsüne bir tokat attı. “Ne yapacağınızı siz söyleyin!”

O anda herkes kahkahalarla gülmeye başladı, ortam neşeyle doldu.

Yemek yerken Rao Jing, Tu Xiaoning’e döndü. “O şarkının adı neydi? Geçenlerde her yerde çalıyordu.”

Tu Xiaoning ciddi bir ifadeyle cevap verdi. “‘Dersten Sonra’.”

“Ha, tamam.”



Yorumlar