Hidden Marriage in the Office - 77. Bölüm (Türkçe Novel)

Lu Sijing, bir gün Tu Xiaoning’in ona arkasını dönüp kendini başka bir adamın kollarına atacağını hiç düşünmemişti. Bedeninin her zerresi binlerce okla delinmiş gibi acıyordu. O an, sanki onun dünyasından tamamen dışlanmıştı.

Tu Xiaoning, Ji Yuheng’in kollarına gömüldü. O an, onun kalbinin uzak olup olmadığını düşünmek istemedi. Tek bildiği şey, hayatında hiç olmadığı kadar ona ihtiyaç duyduğuydu. Onun varlığı bile ona dayanacak bir yer, huzur veriyordu. Eğer kalbi uzaksa, onu yakalamak için peşinden giderdi; dünyası çok yüksekteyse, tırmanırdı. Yeterince çaba gösterirse, eninde sonunda zirveye ulaşacağını biliyordu.

Ji Yuheng, “Buradaki hastane müdürüyle görüşüp ona babamın adını söyledim. Birazdan haber gelecek.” diyerek onu sıkıca sararken çenesini onun alnına yasladı.

Tu Xiaoning başını salladı ve kollarını daha da sıkı bir şekilde onun etrafına sardı, sanki kaybolmasından korkuyormuş gibiydi.

Ji Yuheng, parmaklarıyla onun dağılmış saçlarını düzeltip nazikçe gözyaşlarını sildi.

Lu Sijing’in cebindeki eli, tırnakları avucuna derinlemesine gömülecek kadar sıkılmıştı. Ancak bu acı, kalbindekinin yanında hiçbir şeydi. Önündeki iki kişinin kucaklaşmasını artık izleyemiyordu. Bu, ona işkenceden bile daha fazla acı veriyordu. Gözlerini kapadı, acı bir şekilde gülümseyerek arkasını döndü ve hızla oradan uzaklaştı. Onlar artık karı kocaydı. Peki, o neydi? Eski sevgili mi?

Bölümüne döndüğünde, göğsü sıkışıyordu. Sadece bir sigara yakmak istiyordu ama çekmecesinde aradığı sigarayı bulamadı. Gece nöbetinde olan bir meslektaşı içeri girdi ve başka bir doktoru görünce konuşmaya başladı.

“Bir hasta, böbrek taşı ameliyatından sonra oksijen doygunluğu düşük olduğu için yoğun bakıma alındı. Hastane müdürü az önce bizzat başhekimi arayıp durumunu sordu. Aslında ciddi bir şey yok. Ameliyathanede acil ekipman bulunmadığından ve hastanın ameliyat sonrası ani bir komplikasyon yaşama ihtimali olduğundan geçici olarak yoğun bakıma alındı. Ama ailesi durumu tam anlayamayıp paniğe kapılmış. Yine de, hastane müdürünün doğrudan ilgilenmesi beni şaşırttı.”

Bu tür olaylar hastanede her gün yaşanıyordu, Lu Sijing’in bunları dinleyecek hali yoktu. Önündeki sınav kitabını rastgele çevirirken başka bir meslektaşı sordu.

“Demek bu yüzden başhekim az önce apar topar çıktı. Kim bu hasta?”

“Hasta önemli biri değil ama damadının oldukça geniş bağlantıları varmış. Direkt hastane müdürüne ulaşmış.”

“Bu devirde tanıdık olmadan iş yaptırmak zor. Hastanın adı neymiş?”

“Tam hatırlamıyorum ama soyadı pek yaygın değilmiş, ‘Tu’ soyadlıymış.”

Lu Sijing’in kitap çevirme hareketi aniden durdu. Bilgisayarı açıp o günkü ameliyat listesini kontrol etti. Saat 16:00 - sağ böbrek taşı mikro cerrahisi - Tu Shian.

Fareye dokunan parmakları buz gibi oldu. Meğer hasta, onun babasıymış... O an, karnına sert bir darbe almış gibi hissetti.

Babası onun bölümünde yatıyordu ama önünde durup sorduğunda bile Tu Xiaoning tek kelime etmeyerek ona tamamen yabancı gibi davranmıştı. Daha önce söylediği gibi, artık aralarında hiçbir bağ kalmamıştı. 

Ve bunun tek sorumlusu kendisiydi. Onu uzaklaştıran, onu kendi elleriyle zorla iten kendisiydi. Onu, başka bir adamın kollarına gönderen de kendisiydi. Üstelik o adam; kendisinden daha olgundu, daha kararlıydı, daha başarılıydı. Gözlerindeki yumuşaklık bile onun için sınırsız bir sevgi barındırıyordu. O adam, ona her şeyden önce güçlü bir omuz, huzur ve destek sağlıyordu. Onu incitip beklemeye zorlayan, ona güven vermeyen, kalbini kıran ve sabrını tüketen kişi ise kendisiydi. Sonunda, o da pes etmişti. Ve şimdi, bir daha asla karşılaşmamak üzere ayrılmışlardı.

Bir damla gözyaşı farenin üstüne düştü. Sonra bir damla daha... Gözlerini kapattığında, üniversite yıllarındaki o neşeli hali gözlerinin önüne geldi. Güneş ışığıyla kaplanmış o zarif siluet, ders kitabını başının üstüne tutarak ona gülümseyerek sesleniyordu:

“Lu Sijing!”

Ama o kız... Kalbinin en parlak ışığı... Bu kez onu beklememişti. Artık asla geri dönmeyecekti. Onu tamamen ve sonsuza dek kaybetmişti.


***


Ji Yuheng, Tu Xiaoning’i kollarında tuttarken telefonu çaldı. Tek elle telefonu çıkardı. Gelen arama, bilinmeyen bir numaradandı. Açtığında, arayanın Renji Hastanesi’nin üroloji başhekimi olduğunu anladı.

Tu Xiaoning, babasıyla ilgili olduğunu duyunca başını kaldırarak ona baktı. Ji Yuheng, telefonu kulağında tutarak onu sıkıca sararken hastaneye doğru ilerledi.

“Yuheng neden buraya geldi?” Tu Xiaoning’in annesi, kızının uzun süredir dışarıda olduğunu fark edip onu aramak üzereyken, damadının kızıyla birlikte içeri girdiğini gördü.

Ji Yuheng, telefonu kapattı ve kibarca, “Anne.” diye seslendi.

“Ben aradım onu.” dedi Tu Xiaoning, burnu hala tıkalıydı.

“Ah, kızım... Sana Yuheng’in işini bölme demedim mi?” diye annesi hafifçe sitem etti.

“Bölmedi, önemli bir iş değildi zaten.” diye sakin bir şekilde yanıtladı Ji Yuheng.

Tu Xiaoning, Ji Yuheng’in yanında durup onun annesiyle konuşmasını dinlerken, onun varlığıyla içindeki tüm korkuların kaybolduğunu hissetti.

Bir süre sonra, üroloji başhekimi geldi. Babasının ameliyatını yapan doktordu. Önce Ji Yuheng’e selam verdi, ardından detaylı bir açıklama yapmaya başladı.

“Ameliyat sonrası oksijen satürasyonu biraz düşük çıktı. Normal aralık %95-100 arasında olmalı, hastanın değeri ise %92. Aslında endişelenecek bir durum yok. Hastanemizin tüm acil ekipmanları yoğun bakımda olduğu için, önlem olarak hastayı önce oraya aldık. Değerler normale döndüğünde, yarın sabah normal servise alınabilir.”

“Peki, anestezinin etkisi geçti mi?” diye sordu annesi endişeyle.

“Evet, geçti. Yoğun bakımda görevli hemşireyi hastayla ilgilenmesi için görevlendirdik.”

Annesi hâlâ gergindi. “O uyanıp beni göremezse, ne olduğunu anlamaz ve panikler.”

Doktor onu sakinleştirdi. “Durumu ona açıklayacağız, endişelenmesine gerek kalmayacak.”

“Ya susarsa, acıkırsa?”

“Hemşire ilgilenecek, merak etmeyin.”

Annesi sormaya devam edecekti ki, Tu Xiaoning elini tutarak onu sakinleştirdi. “Anne, doktor bir sorun olmadığını söyledi.”

Annesi başını salladı ama gözleri kızarmıştı. “Sadece beni göremezse çok endişeleneceğinden korkuyorum.”

“Merak etme, babam çocuk değil ki.”

Annesi gözyaşlarını sildi. “Keşke bir çocuk olsaydı, o zaman bu kadar endişelenmezdim. Küçücük bir böbrek taşı ameliyatı, büyük bir operasyon bile sayılmaz ama iki kez beni neredeyse öldürecekti.”

Tu Xiaoning annesini sakinleştirmeye devam ederken, Ji Yuheng doktorla konuşmayı sürdürdü.

“Herhangi bir şey olursa, beni doğrudan arayın.” dedi doktor, ayrılmadan önce Ji Yuheng’e.

Ji Yuheng başını sallayıp teşekkür etti.

“Ne demek, rica ederim.”

“Artık geç oldu, siz eve dönün.” dedi annesi, kendini biraz toparlayarak.

Tu Xiaoning tereddüt etti. “Ya sen?”

“Baban buradayken nasıl gidebilirim? Burada bir gece idare ederim, sabah erkenden yoğun bakıma geçerim.”

“Öyleyse ben de kalırım.”

“Sen neden kalacaksın? Hadi eve git, yarın işe gideceksin.”

Tu Xiaoning annesinin elini sımsıkı tuttu ve gitmeye yanaşmadı.

Bunu gören Ji Yuheng, “Anne, ben ve Xiaoning burada kalalım. Olur da bir şey olursa, yanınızda oluruz.” dedi.

“Bu nasıl olur? Siz zaten iş yerinde çok yoruluyorsunuz.”

“Önemli değil. Xiaoning sabah işe gitmeyebilir, ayrıca burada bir erkeğin olması daha iyi olur.”

“Peki ya siz nerede uyuyacaksınız?”

“Siz yatakta uyuyun, ben koridordaki koltuklarda uyuyabilirim.”

Tu Xiaoning ve annesi aynı anda şaşkınlıkla ona baktı.

“Olmaz öyle şey.” Annesi itiraz etti.

“Önemli değil. Annem hastanedeyken de hep böyle refakat ediyordum.”

Tu Xiaoning'in bunu kabul etmeye içi elvermedi. Elini sıkıca tutarak, “Gel biz arabada uyuyalım.” dedi.

“Evet, evet, bu daha iyi.” dedi annesi de onaylayarak.

Ji Yuheng ona baktı ve elini sıkarak kabul etti. “Tamam.”

Önce annesiyle birlikte hastane odasına dönerek onu yerleştirdiler. Ji Yuheng, yatak düzenlemelerine yardım ettikten sonra, anne-kızın konuşmaya devam ettiğini görünce dışarı çıkıp sigara içeceğini söyledi.

Tu Xiaoning başını sallayıp biraz daha annesinin yanında kaldı. Annesi babasının hastane yatağında uyuyunca, üzerini örttü ve yanından ayrıldı.

Telefonundan Ji Yuheng’e mesaj attı. "Neredesin?"

Yanıt hemen geldi. "Aşağıdayım."

Gerçekten de lobide onu bekliyordu. Birlikte otoparka yürüdüler.

“Araban nerede?” diye sordu Ji Yuheng, çünkü onun arabasının daha konforlu ve uyumak için daha uygun olduğunu düşünüyordu.

“Bankanın otoparkında, getirmedim.”

“Neden?”

Tu Xiaoning, hala onun avucunda olan elini oynattı ve parmaklarını birbirine doladı. Sonra, iş çıkışında olanları ve duyduklarını baştan sona anlattı.

Onu dinleyen Ji Yuheng’in bakışları gittikçe sertleşti. Sesi soğuk ve sakindi. “Zaten fazla durmayacak.”

Tu Xiaoning şaşkınlıkla ona baktı. “Yani banka yöneticileri de biliyor mu?”

“Çalışma hayatında, yöneticiler bazen görmezden gelebilir ama bu her şeyi kabul edecekleri anlamına gelmez. Görmezden gelmek, belirli bir noktaya kadar geçerlidir. O sınır aşıldığında, gereken soruşturma yapılır ve gereken ceza verilir.”

“Peki ya o?”

“Jiang Feng’den daha iyi durumda olacağını sanmıyorum, hatta daha kötü olabilir.”

Jiang Feng... Genişleme Departmanı’nın önceki genel müdürüydü. Tu Xiaoning için artık çok eski bir isimdi.

Tu Xiaoning onun elini daha sıkı tuttu ve iç çekti. 'Eskiden ne kadar cahilmişim. Meğer departmanlar arasındaki gizli rekabet ne kadar acımasızmış. İnsanlar çıkarları uğruna başkalarını nasıl kötüleyip, benim gibi önemsiz birine bile iftira atabiliyorlarmış.' diye düşündü.

O böyle hissediyorsa, Ji Yuheng nasıl bir durumdaydı? O, herkesin gözünde bir tehdit, bir rakipti. Kimse onun yükselmesini istemiyor, düşmesini bekliyordu. Ona derin biri diyorlardı ama bu sektörün karmaşasında, güç dengelerinin ince hesaplarla kurulduğu bir ortamda, genç yaşta böyle bir pozisyonda olmak büyük bir riskti. Böyle bir dünyada başarılı olmak için zekâ ve strateji şarttı.

O anda onu daha iyi anlamaya başlamıştı. Çalışma arkadaşlarının, “Güçlü olan kazanır.” sözlerinin ne anlama geldiğini idrak ediyordu. Bu dünyada yalnızca en güçlüler hayatta kalabiliyordu.

“Bu yüzden dedim ya, duyduğun her şeye inanma. Gördüğün her şey de gerçek olmayabilir. Hatta gerçek dediğin şey bile bazen yanıltıcı olabilir. İş dünyası böyle bir yer.” dedi Ji Yuheng.

Tu Xiaoning başını salladı. Şimdi onun neden daha önce ona “Çok gençsin.” dediğini anlıyordu. O gerçekten de çok çömezmiş.

Yan yana yürüdüler. Ay ışığı gölgelerini sanki birbirlerine daha da yakınlarmış gibi yere düşürüyordu.

Tu Xiaoning diğer elini de onun koluna doladı ve sıkıca sarıldı.

Eskiden birinin ilk yöneticisinin çok önemli olduğunu duymuştu. Çünkü o kişi, meslek hayatındaki ilk yol gösterici olur ve kariyerinin temelini şekillendirirdi. Bankanın gişe bölümünde çalışırken yöneticisiyle fazla iletişimi olmamıştı. Genişleme Departmanı’na geçtiğinde ise Jiang Feng vardı, ama onunla bile doğrudan bir ilişkisi olmamıştı. Sonrasında ise Ji Yuheng ile tanışmıştı.

Sıralamada üçüncü olsa da, onun gözünde Ji Yuheng hep ilk ve en önemli yöneticisi olmuştu. Çünkü ona bizzat iş öğreten, haklarını nasıl savunacağını gösteren, doğru ile yanlışı ayırt etmeyi öğreten tek kişi oydu. Kariyerinde böyle bir liderle karşılaştığı için şanslıydı ama daha da önemlisi, iş hayatı dışında da onun yanında olduğu için kendini şanslı hissediyordu.

Yan yana yürümeye devam ettiler. Ay ışığında onun yüz hatları, tıpkı ilk kez asansörde karşılaştığı andaki gibi etkileyici ve büyüleyiciydi.

O, Tu Xiaoning’in dünyasına ansızın gelmiş, yavaş yavaş her yeri doldurmuş ve sonunda kalbine yerleşmişti. Onun olduğu yerde, Xiaoning ışığı görebiliyordu. O sadece kocası değil, aynı zamanda pusulasıydı. Onun adımlarını takip edecek, onun dünyasında parlamaya çalışacaktı. Başkalarının ne dediği artık önemli değildi.

Yorumlar