Hidden Marriage in the Office - 69. Bölüm (Türkçe Novel)

Dün hastaneden aldığı ilaçlar onun ürtikerine pek de fayda etmemişti. Tu Xiaoning sabah kalktığında, cildindeki kızarıklıkların sadece biraz azaldığını fark etti.
Tang Yuhui bunu öğrenince fazlasıyla endişelendi ve doğrudan onun odasına girip hastaneye götürmek için ısrar etti. Hatta odasının kapısını da kapattı.
“Bedenini ne zamana kadar ihmal etmeye devam edeceksin?” Sesi öylesine içten ve sahipleniciydi ki, kendisini hiç de yabancı gibi görmüyordu.
“Önemli değil, sen işine dönebilirsin.”
“Acil bir işim yok! Sen hep böylesin, hep böyleydin...” Sesi titriyordu, neredeyse ağlamaklıydı.
Sonra kapı tamamen kapandı ve içeriden gelen sesler duyulmaz oldu. Sadece alçak sesli, belirsiz bir uğultu işitiliyordu.
O sırada Tu Xiaoning kredi işlemi yapıyordu, borç senedi dolduruyordu. Ancak elindeki kalemi sıkarken üç kez yanlış yazdı. Kağıdı yırtıp yeniden doldurdu, yine yanlış yaptı. Sonunda sinirlenip kalemi bıraktı.
Bir bardak su almak için mutfağa gitti ama kulaklarında hâlâ Tang Yuhui’nin o nazik sesi yankılanıyordu. Bunu itiraf etmek zorundaydı, ondan nefret ediyordu. Hem de çok.
Bir anlık dalgınlıkla su taştı. Hemen musluğu kapatmak için uzandı, ama kafası o kadar karışıktı ki kaynar suyun altına elini koydu ve ciddi şekilde yandı.
Elini refleksle sallayınca bardak elinden kayarak yere düştü ve kırıldı. Temizlik görevlisi hemen içeri girip ona yaklaşarak dikkatli olmasını söyledi.
Tu Xiaoning, boş boş durup kadının hareketlerini izledi. Kulağında sadece onun sakinleştirici sözleri çınlıyordu. Derin bir nefes aldı.
Lavaboya gidip elini uzun süre soğuk suyun altında tuttu. Kızaran yanık izi, içindeki sıkıntı gibi kolay kolay geçmeyecek gibiydi.
Hemen ofise dönmek istemedi. Adeta kaçıyormuş gibi tuvalete gidip bir klozete oturdu. Telefonundaki fotoğraf albümünü açıp daha önce kırpıp sakladığı o fotoğrafa baktı. Ekrana dokunarak onun yüzünü ve belirgin yüz hatlarını inceledi.
Eskiden bir kitapta okuduğu hikâye aklına geldi. Güzel bir pasta vardı, herkes onun lezzetli olduğunu düşünüyordu. Ama o pasta sadece belirli büyüklükteydi. Eğer geç geldiysen ve ona ulaşmak için yeterince güçlü değilsen, ne kadar çabalarsan çabala, başkalarından onu kapamazdın.
Yanığı hâlâ sızlıyordu. WeChat’teki ikinci hesabını açtı, ekran görüntüsü aldığı o fotoğrafı profil kapak resmi yaptı. Bir süre ekrana bakıp onun yüzüne dokundu, ardından küçük hesabının ismini değiştirdi.
“Bayan J”
Yeni ismine bakarken bir umut ışığı görmüş gibi, aptalca bir şekilde gülümsedi.
Ama... ama onun durumu farklı değil miydi? En azından o, ona bir statü vermişti.
Ofise döndüğünde onun odasının kapısı tekrar açılmıştı. Yanık elini fark eden ilk kişi Ren Tingting oldu.
“Xiao Tu abla, elin?”
Tu Xiaoning eline baktı. Isı dağıldıkça, elinin üstünde biri büyük, ikisi küçük üç su kabarcığı belirmişti. Oldukça kötü görünüyordu.
“Ufak bir yanık, önemli değil.” Hiçbir şey olmamış gibi davrandı.
Zhao Fanggang eğilip eline baktı. “Ah, çok dikkatsizsin!”
Rao Jing çantasından bir şişe Tayland yeşil merhemi çıkardı. “Gel, elini uzat.”
Tu Xiaoning itaatkâr bir şekilde elini uzattı. Merhemin serinletici etkisi vardı. Tıpkı dün gece onun duştan sonra vücuduna dokunduğunda hissettiği serinlik gibi.
İçinden bir kez daha derin bir nefes aldı. Aklı tamamen onunla doluydu. Artık kendisini kaybetme noktasına geldiğini fark etti.
Derken, Yuheng elinde defterle odasından çıktı. Muhtemelen bir toplantıya gidiyordu.
Az önce etrafına toplanan herkes dağıldı ve onu selamladı. “Ji Bey.”
O başını hafifçe sallayarak yanıt verdi. Bakışları, insan kalabalığı içinden Tu Xiaoning’e kaydı. Tu Xiaoning de ona bakıyordu. Ancak o, hızla bakışlarını kaçırıp yürümeye devam etti. Tu Xiaoning ise gözleriyle onu, tamamen kaybolana kadar takip etti.
En azından bu ürtiker, Başkan'la beraber iş yemeğine katılmaması için iyi bir bahane olmuştu. Mesai bitiminde eve geldiğinde mutfakta yemek hazırlayan Tu Xiaoning’i gördü. Bu kez önce gidip üstünü değiştirmedi, doğrudan mutfağa yöneldi.
Tu Xiaoning sebzeleri yıkarken arkasında bir esinti hissetti. Döndüğünde onun orada olduğunu gördü.
“Geldin mi?” Ellerini kuruladı. Önlüğü elinin üzerine sürtünce kaşlarını hafifçe çattı.
Ji Yuheng, onun bileğini tutarak eline baktı. Üç su kabarcığı net bir şekilde görünüyordu.
“Nasıl oldu bu?”
“Su dökerken kazara oldu.”
“Su dökerken bile dikkatsiz olabiliyorsun.”
Tu Xiaoning bir an duraksadı. Daha önce onu ve Banka Denetim Kurulu ekibini yaktığı anı hatırladı. Yuheng'in gerçekten çok iyi bir hafızası vardı, uzun zaman önce olan şeyleri bile hatırlıyordu.
Yuheng hala su dolu leğenin içinde duran sebzelere bir göz attı ve onları çıkarmaya yeltendi.
“İlaçları içtiğin halde neden hala geçmiyor?”
Akan musluğu kapatarak, “Düne göre daha iyi.” diye cevap verdi.
“Olmaz, normalde akut ürtikerin ilaçla birkaç saat içinde geçmesi gerekirdi. Seninki muhtemelen kronik hale gelmek üzere.”
Tu Xiaoning daha da endişelendi. Önlüğünü çıkarıp onu çekiştirdi. “Bu böyle olmaz. Yemeği boş ver, önce bunu göstermemiz gerekiyor, sonra dışarıda bir şeyler yeriz.”
Yerinden kıpırdamadı. “Gerek yok. Bu kronik bir durum zaten, daha önce de olmuştu. Hastaneye gidip serum taktırsam bile geçmesi iki ay sürüyor.”
Tu Xiaoning’in içi sıkıştı. Gündüz Tang Yuhui’nin ona gösterdiği ilgiyi hatırladı. Karısı olarak onu yeterince tanımıyordu bile.
“Kendi yöntemlerim var.” Kararlı bir şekilde elini tutup dışarı sürükledi.
Bugün arabayı o kullanıyordu. Ji Yuheng bir süre sessizce yan koltukta oturdu, sonra hastane yolunda olmadıklarını fark etti.
“Nereye gidiyoruz?”
“Özel bir kliniğe.”
Israrla ona baktığını hissedebiliyordu ama gözlerini yoldan ayırmadı. “Korkma, güvenilmez bir yer değil. Çocukken kurdeşenimi orada tedavi ettirmiştim.”
İtiraz etmedi.
Kırmızı ışıkta beklerken arabada bir an sessizlik oldu. Kalbinin boğulduğunu hissediyordu. Bugün odasında Tang Yuhui'nin ona ne söylediğini ve kapıyı neden kapattığını birkaç kez sormak istedi, ancak kelimeler dilinin ucuna her geldiğinde onları geri yuttu.
Arkasındaki arabalar çılgınca kornaya basmaya başlayınca bir süredir yeşil ışığın yandığını fark etti ve gaza basıp ilerlemeye başladı. O sırada yol oldukça kalabalıktı, sağında ve solunda araçlar onunla aynı hızda ilerliyordu. Arkadaki sürücü bir türlü sollayacak boşluk bulamayınca daha da hiddetlendi ve sürekli kornaya basarak onu sıkıştırmaya başladı. Peş peşe çalan kornalar Tu Xiaoning’in içindeki öfkeyi körükledi, o da inat etti ve söylendi. "Gerizekalı." Sonra hırsla inatlaşarak araba kullanmaya başladı. Arkadaki araç ne kadar ısrarla kornaya basarsa o da o kadar yavaşladı.
Bunu gören sürücü iyice sabırsızlandı. Kornaya basmaya devam ederken direksiyonu sağ şeride kırarak onu sollamaya çalıştı. Ama Tu Xiaoning inat etti, sinyal bile vermeden direksiyonu sağa kırarak yolunu kesti ve onu tekrar arkasında bıraktı.
"Biip biip biip—" Kornalar kulakları sağır edecek şekilde çalmaya başladı. Adam tekrar sol şeride geçti, Tu Xiaoning de geçti. O sağa geçti, Tu Xiaoning de sağa geçti. Ne yaparsa yapsın, önünü keserek sollamasına izin vermedi.
Sonunda Ji Yuheng dayanamayarak konuştu. "Bırak şu inatlaşmayı."
Tu Xiaoning karşılık verdi. "Ben trafikte sinirlenen biriyim."
Arkadaki sürücü iyice sinirlendi. Nihayet sağdan geçebileceği bir boşluk yakalayarak hızla yanlarından geçti. Kısa bir süre sonra kırmızı ışık yandı ve iki araç yan yana durdu. Adam sürücü camını açar açmaz küfür etmeye başladı.
"Senin ananı avradını! Ne halt etmeye böyle sürüyorsun? Ölmek mi istiyorsun?"
Tu Xiaoning’in arabasının cam filmi karartılmıştı; içeriden dışarısı net bir şekilde görülebiliyordu ama dışarıdan içerisi belli olmuyordu. Fakat araç modeline ve rengine bakarak kadın sürücü olduğunu tahmin eden adam, kadın sürücüye sataşmanın kolay olduğunu düşünerek küfürlerine devam etti.
"Ulan it oğlu it! Kime bulaştığını biliyor musun? Ölmek istiyorsan söyle, hemen halledelim!"
Bağırışları, bisiklet yolunda bekleyen elektrikli bisiklet ve motor sürücülerinin dikkatini çekti.
O anda Tu Xiaoning’in arabasının yolcu koltuğunun camı yavaşça aşağı indi. Adam kendinden emin bir şekilde kadın sürücüyü aşağılamaya devam etmeye hazırlanırken içeride bir erkek olduğunu fark edince donakaldı.
Ji Yuheng’in bakışları ve sesi buz gibi soğuktu. Sadece bir cümleyle uyardı. "Bir kelime daha etmeyi dene bakalım?"
Adam içeride bir erkek olmasını beklemiyordu. Üstelik Ji Yuheng’in duruşu ve tavrının ona baskı kurduğunu hissedince korkuya kapıldı. Korkak olduğu belli oluyordu, sesi giderek kısıldı ve birkaç kelime mırıldandıktan sonra camını kapattı. Işık yeşile döner dönmez hızla uzaklaştı ve bir daha karşılarına çıkmadı.
Tu Xiaoning tekrar gaza bastı. Ji Yuheng camı kapattı ve ona ciddi bir şekilde döndü. "Şimdi araba kullanma yeteneğin iyice gelişmiş. Resmen yolda insanlarla yarış yapıyorsun."
Tu Xiaoning cevap vermedi.
Ji Yuheng uyardı. "Eğer bir daha böyle araba kullanırsan, araba sürmene izin vermem."
Tu Xiaoning yine diklendi. "Normal sürüyorum işte, ne var bunda?"
Sesi oldukça meydan okuyucuydu. Ji Yuheng ona baktı kızgın bir şekilde "Bugün neyin var senin?" diye sordu.
Tu Xiaoning camı açarak dışarıya baktı. "Hiçbir şeyim yok, regl oldum."
Tu Xiaoning’in bahsettiği özel klinik gerçekten de oldukça küçüktü. Sadece bir bina kiralanmıştı, hatta kapısında tabela bile yoktu. Ancak tıbbi çalışma ruhsatı ve doktor sertifikaları eksiksiz ve düzenli bir şekilde duvarda asılıydı.
"Nine." Tu Xiaoning içeri girer girmez, ilaç hazırlamakta olan yaşlı kadına seslendi.
Yaşlı kadın başını kaldırdı. Gözlüğü burnunun ucuna kaydı, gözlerini kısarak dikkatlice baktıktan sonra onu tanıdı. "Ah, Xu’nun kızı Xiaoning, sen mi geldin?" Sonra elindeki şişeyi sallayarak dışarı çıktı ve "Neyin var?" diye sordu.
Tu Xiaoning, Ji Yuheng’i yanına çekerek, "Benim bir şeyim yok, bu adamın var." dedi.
Yaşlı kadın gözlüğünü çıkarıp Ji Yuheng’e baktı. "Aman, bu yakışıklı genç senin erkek arkadaşın mı?"
Tu Xiaoning onu muayene sandalyesine iterek, "Kocam." diye düzeltti.
Yaşlı kadın şaşkına döndü. "Bu yaşta evlendin mi? Daha yeni üniversiteden mezun olmamış mıydın?"
"Ben 27 yaşındayım." Tu Xiaoning her geldiğinde yaşlı kadın yaşını unutmuş oluyordu.
"Gerçekten mi?" Yaşlı kadın mırıldandı. O sırada başka bir hasta seslendi.
"Doktor Qiu, serumum bitmek üzere."
"Tamam, tamam." Bir parça pamuk aldı ve serumla ilgilenmek için uzaklaştı. Tu Xiaoning ve Ji Yuheng’e dönerek, "Siz biraz bekleyin, önce serumu bitireyim." dedi.
Tu Xiaoning başını sallayarak, "Siz işinize bakın." dedi.
Yaşlı kadın ayrıldıktan sonra Ji Yuheng etrafa göz gezdirdi. Tu Xiaoning onun bu tavrını fark etti ve muayenehaneyi küçümsediğini düşündü. Bunun üzerine, "Burası tüm belgeleri eksiksiz bir klinik. Lisanssız çalışan bir köy doktoru değil. Gerçek bir tıp fakültesi mezunu, birinci halk hastanesinde çalışmış biri." dedi
Ji Yuheng, yaşlı kadının döneminde bir kadının tıp fakültesine girmesinin oldukça zor olduğunu düşündü.
"Birinci halk hastanesi mi?" diye tekrarladı.
Tu Xiaoning başını salladı: "Evet. Yıllar önce bir hastası tıbbi bir hata nedeniyle hayatını kaybetmiş. Hastane sorumluluk almak istememiş, suç onun üzerine yıkılmamış ama vicdan azabı duymuş. Sonra istifa edip kendi kliniğini açmış. Burada hastanelere kıyasla ilaçlar ve muayene ücretleri çok daha ucuz. Zamanla burası halk arasında popüler olmuş. Ben doğduğumda annem lohusalık döneminde astım geliştirmiş, birçok hastaneye gitmiş ama bir çare bulamamış. Sonunda bir tanıdığı onu buraya yönlendirmiş. İki ay boyunca enjeksiyon tedavisi almış ve tamamen iyileşmiş. Bu yüzden çocukken ufak tefek rahatsızlıklarımız için hep buraya geldik, hastaneye gitmezdik."
Ji Yuheng başını salladı ve, "O çoktan emeklilik yaşını geçmiş olmalı. Çocukları nasıl bu kadar çalışmasına izin veriyor?" diye sordu.
Tu Xiaoning hafifçe sesini alçalttı. "Doktorluk onun için bir tutku. Ayrıca…" Duraksadıktan sonra ekledi, "Gençliğinde bir nişanlısı varmış. O da doktormuş. Yurtdışına eğitime gönderilmiş ama bir daha geri dönmemiş. O da ömrü boyunca hiç evlenmemiş."
Ji Yuheng yaşlı kadına tekrar baktı. Tu Xiaoning konuyu değiştirerek ekledi. "İşte bu yüzden on erkekten dokuzu çöp diyorlar."
Ji Yuheng kaşlarını çatıp ona döndü. O sırada yaşlı kadın geri döndü.
"Yakışıklı delikanlı, neyin var?" diye sordu.
"Ürtiker."
Muayene ederken, "Bu eskiden beri olan bir rahatsızlığın mı?" diye sordu.
"Evet."
Yaşlı kadın önüne küçük bir el yastığı koydu ve "Hadi uzat kolunu." dedi.
Ji Yuheng kolunu uzattı, yaşlı kadın nabzını yokladı ve, "Stres kaynaklı. Evlat, ne iş yapıyorsun? Çok mu fazla stres altındasın?" diye sordu.
Ji Yuheng sessiz kkaınca Tu Xiaoning onun yerine cevapladı. "Satış işiyle uğraşıyor."
"Sigorta mı satıyor?"
Tu Xiaoning yalanını sürdürmek zorunda kaldı. "Aşağı yukarı."
Yaşlı kadın ciddiyetle, "Sigorta sektörü çok rekabetçi. Ne tür sigorta satıyorsun? Eğer zorlanıyorsan buraya kartlarını bırakabilirsin. Şu sıralar kritik hastalık sigortaları çok popüler." dedi.
Tu Xiaoning, "O sadece araç sigortası satıyor." diye ekledi.
“Ah.” Yaşlı kadın, Ji Yuheng’in diğer elini de tuttu, ardından başıyla dışarıyı işaret ederek samimi bir şekilde, “Hemen yan tarafta bir galeri var.” dedi.
Tu Xiaoning ne diyeceğini bilemedi. Ji Yuheng ona bir bakış attıktan sonra konuyu esas meseleye getirdi. “Bu ürtiker için hızlı bir tedavi yöntemi var mı?”
“Çabuk tedavi edilebilir, ama kökten çözülmesi mümkün değil.” Kadın elini geri çekti.
Tu Xiaoning şaşkındı. “Ama ben çocukken tedavi olmuştum ve bir daha hiç nüksetmedi.”
Kadın ilaçları hazırlamak için ayağa kalktı. “Onun durumu farklı. Geceleri sık sık uyanık kaldığı ve alkol aldığı belli. Yaşam tarzı ve beslenme alışkanlıklarını değiştirmezse tekrarlamaya devam eder.”
Tu Xiaoning onun omzunu dürterek sitem etti. “Gördün mü?”
Ji Yuheng huzursuzluğunu bastırmak için elini tuttu ve hafifçe sıktı. “Sosyal etkinliklere katılmazsam, beni destekleyecek misin?”
Tu Xiaoning sinirle onu itti. Aslında gerçekten onun geçimini sağlamak isterdi. Hatta onu saklayıp kimsenin göremeyeceği bir yere koymayı bile düşündü.
Yaşlı kadın ilaçları hazırladı, ardından boş bir şırınga alarak tekrar oturdu. “Benim yöntemim biraz farklı. Damarınızdan kan alıp ilaçla karıştırarak tekrar vücudunuza enjekte edeceğim.”
Ji Yuheng başını sallayarak kolunu uzattı. Tu Xiaoning, damarlarının belirgin şekilde kabardığını fark etti. Erkeklerin vücudu gerçekten farklıydı. Onun damarları çok inceydi ve sağlık kontrollerinde hemşireler damarlarını bulmakta zorlanırdı.
İğne onun bileğine saplandığında Ji Yuheng en ufak bir tepki göstermedi, ancak Tu Xiaoning ona bakarken sanki acıyı kendisi hissediyormuş gibi oldu. Bir tüp kan alındıktan sonra, yaşlı adam ilacı karıştırdı ve tekrar iğneyi batırmaya hazırlandı. Tu Xiaoning dayanamadı ve sordu, “Hemen mi yapıyorsunuz?”
Yaşlı kadın soruya karşılık olarak, “Ne bekleyeceğiz ki?” dedi ve iğneyi tekrar batırdı. O an, Tu Xiaoning kendi bedenine saplanmış gibi bir acı hissetti.
İlaç vücuda girdiğinde bir miktar baş dönmesine sebep oldu. Ji Yuheng’in iradesi ne kadar güçlü olursa olsun, bu fizyolojik tepkileri bastıramadı. Kulakları da kısa bir süreliğine çınladı.
Tu Xiaoning onun uzun süre kıpırdamadığını görünce endişelendi. “Yuheng?"
Yuheng onun elini tutarak, “Sorun yok.” dedi.
Yaşlı kadın onu rahatlatmak için ekledi, “İlaç bir tepki oluşturur ama birkaç dakika içinde geçer.”
Tu Xiaoning başını salladı ve pamuğu koluna bastırarak yanında durdu.
Bir süre sonra Ji Yuheng’in rahatsızlığı hafifledi. Tu Xiaoning’in siniri de geçmişti. Şimdi ona daha yumuşak bir sesle sordu, “Daha iyi misin?”
“Evet.”
Yaşlı kadın başka bir hastaya ilaç hazırlarken onu uyardı, “Bir süre alkol almayın ve dinlenmeye özen gösterin. Yarın ve ertesi gün bir enjeksiyon daha yapacağız. Eğer üç gün içinde tekrarlamazsa, bu sefer hastalığın önünü almış oluruz.”
Tu Xiaoning detayları kaçırmamak için sordu, “Hastaneden verilen ilaçları da kullanmaya devam etmeli mi?”
“Evet, çakışma olmaz kullanabilirsiniz.”
Başka hastalar geldiğinde Ji Yuheng yerinden kalkarak oturacak yer verdi. Tu Xiaoning yaşlı kadınla biraz daha konuşup ona teşekkür ettikten sonra ayrıldılar.
Dönüş yolunda sessizlik hakimdi. Böyle anlarda Tu Xiaoning’in zihni kolayca karışırdı. Düşünceleri tekrar gündüz yaşananlara döndü ve içini bir huzursuzluk kapladı. Defalarca konuşmak isteyip sustu, fakat Ji Yuheng onun her hareketini fark ediyordu.
“Ne söylemek istiyorsun?” diye sordu.
Tong Yuhui’nin ismi dilinin ucuna kadar gelmişti, fakat bir türlü söyleyemedi. Sonunda dudaklarını ısırarak sadece, “Zhao Fanggang’ın arkadaşının aramasını neden benim yerime sen cevapladın?” diye sordu.
“Yoksa gerçekten onunla görüşmeye mi gidecektin?” diye karşılık verdi Ji Yuheng.
“Bana bunu kendim halletmemi söyleyen sendin.” diye mırıldandı Tu Xiaoning.
“Gerçekten halledebilir miydin? Eğer müdahale etmeseydim, Zhao Fanggang farkında bile olmadan seni kandırıp bir yerlere götürürdü.”
İçinden, 'Olsun, götürsün. Senin kandırmandan iyidir.' diye düşündü ve alçak bir sesle, “Zaten umusayacağını sanmıyorum.” dedi.
Ji Yuheng’in bakışlarını hemen ona çevirdi. “Ne dedin?”
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »
Yorumlar
Yorum Gönder