Hidden Marriage in the Office - 6. Bölüm (Türkçe Novel)

Garson içeri girdi ve masanın yanına diz çökerek menüyü onlara uzattı.

Ji Yuheng, Tu Xiaoning'e nazik bir davet hareketi yaptı. Tu Xiaoning de aynı jestle karşılık verdi.

"Sen seç, benim için fark etmez "

Ji Yuheng de fazla nazlanmadan menüyü alıp sayfaları karıştırmaya başladı.

Tu Xiaoning, onun temiz ve uzun parmaklarına bakarken istemsizce zihninde “suç işlemek” gibi garip bir kelime belirdi.

"Yiyemediğin bir şey var mı?" Ji Yuheng birkaç sayfa inceledikten sonra sordu.

Tu Xiaoning bağdaş kurmuş oturuyordu, kısa bir süre düşündü.

"Var."

Ji Yuheng gözlerini kaldırdı.

"Doyurmayan şeyler."

Garson gülmemek için kendini zor tuttu.

Ji Yuheng'in bakışları ciddileşti, gözleri Tu Xiaoning'in yüzünde uzun süre gezindi. Bu bakış karşısında Tu Xiaoning hafif bir panik yaşadı, sonuçta sadece atmosferi yumuşatmak için şaka yapmıştı.

Tam yüzü kızarmaya başlayacakken Ji Yuheng menüyü kapattı.

"A set menüsünü alalım." dedi.

Garson, ikisine de bakarak tereddütle konuştu 

"Beyefendi, A set menüsü altı kişilik."

"Sorun değil." dedi Ji Yuheng, Tu Xiaoning'in sözlerini birebir tekrarlayarak, hatta aynı tonlamayı kullanarak.

"Bu hanımefendi doyurmayan şeyleri yiyemez."

Garson menüyü alıp gülmemek için kendini zorlayarak çıkmak üzereydi ki, Tu Xiaoning onu hemen durdurdu.

"İki kişilik menü yeterli." dedi aceleyle. Altı kişilik menü kim bilir ne kadar pahalıdır.

Garson zor durumda kalarak Ji Yuheng'e baktı.

"Altı kişilik olanı yiyemeyiz, israf etmemek gerek." dedi Tu Xiaoning ona dönerek.

Ji Yuheng kaşlarını kaldırdı. "O zaman üç kişilik olsun."

"Gerek yok, gerek yok, az önce şaka yapmıştım. İki kişilik gerçekten yeter." dedi Tu Xiaoning elini hızla sallayarak.

"Emin misin?"

"Evet, kesinlikle eminim!"

Garson kapıyı kapatıp gidince Tu Xiaoning rahat bir nefes alıp suyunu içmeye koyuldu. Kendi kazdığı kuyuya düşmenin pişmanlığını yaşıyordu, yüksek zekalı biriyle karşılıklı laf dalaşına girmemesi gerektiğini bir kez daha anlamıştı.

Bardak biraz küçüktü, birkaç yudumda çayı bitirdi. Tam çaydanlığı ararken Ji Yuheng bardağını alıp yeniden doldurdu.

Onun kolundaki yanık izleri net bir şekilde görünüyordu. Tu Xiaoning biraz mahcup oldu.

"Geçen sefer seni yakmam kötü oldu, kusura bakma."

"Önemli değil. Zaten utanmanı gerektiren tek şey bu değil." dedi Ji Yuheng sakin bir şekilde kendi çayını kaldırarak.

Tu Xiaoning bir yudum çay içerken neredeyse boğuluyordu. "Ji Bey gerçekten çok esprili."

Demek ki hâlâ asansörde üzerine su damlatması olayını unutamamıştı.

"Estağfurullah, Tu Hanım."

Kapı yeniden açıldı ve garson iki kişilik menüyü getirdi. Sunumlar şık ve özenliydi.

"Afiyet olsun." Garson diz çökerek saygıyla eğilip dışarı çıktı.

"Buyurun." dedi Ji Yuheng yine nazik bir şekilde onu ilk davet eden kişi olarak.

Karşısındaki kişi o olmasa Tu Xiaoning çoktan telefonu çıkarıp yemeklerin fotoğrafını çekmeye başlamıştı. Şimdi ise sadece kibarlıkla çubuklarını alıp yavaşça yemeğe koyuldu.

"Senin Wu öğretmenin yeğeni olduğunu bilmiyordum." dedi Tu Xiaoning, sürekli izleniyormuş gibi hissettiğinden rahatsız olmuştu ve konuyu açmaya karar verdi.

"'Yeğeni' kısmı neden vurgulandı?" Ji Yuheng çubuklarını hareket ettirmeyi bırakarak sordu.

Tu Xiaoning onun geçmişi unuttuğunu düşündüğü için basitçe anlattı. "DR'den önce de karşılaşmıştık, yani bu ilk tanışmamız değil."

"Doğru." dedi Ji Yuheng hafifçe gülümseyerek çubuklarını tekrar eline aldı.

Tu Xiaoning devam etti. "Wu öğretmeninin eşi benim babamın eski iş arkadaşı. Bugün buraya gelmemin sebebi de bu ilişkiye dayanıyor."

Ji Yuheng onu dinlerken narin parmaklarıyla limonu sıkarak ızgara balığın üzerine serpti.

"Sen de ailenin zorlamasıyla mı geldin?" diye sordu Tu Xiaoning.

Ji Yuheng limonu bıraktı ve ellerini peçeteyle silerken hafif bir gülümseme belirdi. "Sence?"

Gözlerindeki derin ifade Tu Xiaoning'in içini okuyamayacağı kadar karmaşıktı. O da aynı hareketi yaparak limon sıktı ve açıkça görüşünü belirtti: "Ben öyleyim."

Belki de fazla kuvvet uyguladığı için limon suyu direkt gözüne sıçradı. Aniden gelen acıyla gözlerini kapadı, neredeyse lensi düşecekti. Gözleri yaşla dolmuştu.

Ji Yuheng ona bir peçete uzattı. "Dikkat et, lens gözünü çizebilir."

"Teşekkür ederim." dedi Tu Xiaoning mahcup bir şekilde gözlerini silerek.

"Rica ederim."

Tu Xiaoning kafasında dönen düşüncelerle şaşkındı. Lensinin kaydığı bu kadar belli olmuş olabilir miydi?

Acısı nihayet hafifleyince Ji Yuheng kendi balığını onun balığıyla değiştirdi, fakat Tu Xiaoning’in iştahı kaçmıştı bile.

"Buraya kadar gelmişken formaliteyi tamamlayalım." dedi açık bir şekilde lafı dolandırmadan.

Ji Yuheng kırmızı gözlerine bakarak sakince onun devam etmesini bekledi.

"Benim notlarım iyi değil, diplomam üçüncü sınıf bir üniversiteden. DR'de çalışmama rağmen hâlâ sözleşmeliyim. İşimin geleceği de belirsiz." Bir solukta her şeyi söyledi.

Ji Yuheng sakince çaylarını tekrar doldurdu ve dinlemeye devam etti.

"DR'de üç yıldır çalışıyorum. Önce gişe görevlisiydim, şimdi müşteri ilişkileri asistanıyım. Yeni bir pozisyon ama maaş hâlâ şehrin asgari ücretinde."

Tu Xiaoning her şeyi açıkça ortaya dökmüştü. Onun gibi seçkin biri muhtemelen bu tür "ufak tefek" insanlarla ilgilenmezdi. En iyisi önceki randevular gibi bu görüşmenin de hızla sona ermesiydi.

"Bu kadar mı?" dedi Ji Yuheng çayından bir yudum alarak.

"Evet, durumum bu." dedi Tu Xiaoning.

"Sıra bende mi?"

Tu Xiaoning sessiz kaldı.

Onun kendisini hemen reddetmemesi garipti. Yoksa kendini mi tanıtacaktı?

"Gerek yok, senin durumunu az çok biliyorum." dedi Tu Xiaoning zaman kaybetmemek için.

"Gerçekten mi?" Ji Yuheng biraz daha dikkat kesilerek "Detayları duymak isterim." dedi.

Tu Xiaoning istemeyerek konuştu "Ortaokulda da aynı okuldaydık. O zamanlar bayağı ünlüydün, mezun olan herkes seni bilirdi."

Ji Yuheng düşünceli bir şekilde bakışlarını kaçırdı ve uzun bir süre sonra "Anladım." dedi.

Tu Xiaoning onun pek de alçakgönüllü olmadığını düşünüyordu.

"Peki okul arkadaşım Tu, ne zaman beni fark ettin?" diye sordu aniden Ji Yuheng.

"O zamanlar tüm kızlar seni tanırdı." dedi Tu Xiaoning, bu sorunun saçmalığına gülerek.

"Sen de bu kızlardan biri miydin?"

"Evet." Başka ne olacaktı ki?

Ji Yuheng sandalyesine hafifçe yaslandı, çay fincanını eline alarak ağır ağır konuştu. "O zaman beni bayağı zamandır tanıyorsun."

Tu Xiaoning biraz düşününce sözlerinin yanlış anlaşılabileceğinden endişelendi ve ekledi: "Ama ben o kızlardan değildim."

"Hangi kızlardan?"

"Koridora yaslanıp seni izleyenlerden."

"Koridora yaslanıp mı?"

"Ders aralarında koridorun demirlerine yaslanıp seni izleyenlerden."

Ji Yuheng sessizleşince Tu Xiaoning’in bedeni hafifçe kasıldı, durumun kötüye gittiğini hissetti.

"Peki sen onların beni izlediğini nasıl biliyordun?" dedi Ji Yuheng gözlerinde belli belirsiz bir alaycı bakışla.

Tu Xiaoning onun laf oyunlarına düştüğünü fark ederek hemen açıklamaya çalıştı. "Başkalarından duydum. Sen o zamanlar o kadar popülerdin ki aynı dönemde okuyan herkes seni tanırdı."

"Öyle mi?" Ji Yuheng bardağını masaya bırakırken sordu. "Başka?"

Tu Xiaoning şaşkınca baktı. "Başka ne?"

"Benim hakkında bildiklerin."

Tu Xiaoning neredeyse içtiği suyla boğulacaktı. Bu adam neden konuyu bırakmıyordu? Çaresizce, "Bir de iş arkadaşımın söyledikleri var." dedi.

Ji Yuheng parmak uçlarıyla bardağın kenarını yavaşça ovalarken, hafifçe mırıldandı. "Ne demişler?"

"Senin A Üniversitesi yüksek lisans mezunu olduğunu söylediler."

Ji Yuheng, onun devam etmesini bekledi ama Tu Xiaoning konuşmasını bitirmişti bile.

"Hepsi bu mu?"

"Hepsi bu."

Ji Yuheng bir kez daha güldü, bu sefer daha içten.

"Anlaşılan bayağı bilgi sahibisin."

Konuyu daha fazla uzatmadan masadaki yemeklere bakarak sordu, "Doydun mu?"

"Doydum." Tu Xiaoning ağzını silmek için peçeteye uzandı.

Ji Yuheng tekrar servis zilini çaldı. Garson gülümseyerek içeri girdi. "Bir isteğiniz var mı?"

"Tatlıları getirin."

"Tabii efendim. Bugünün tatlıları arasında dondurma, kahveli ve muzlu kek var…"

"Hanımefendiye sorun." dedi Ji Yuheng, bakışlarını Tu Xiaoning'e çevirerek.

"Dondurma." dedi Tu Xiaoning tereddütsüz.

Kısa bir süre sonra iki porsiyon Häagen-Dazs dondurma geldi. Ji Yuheng kendi porsiyonunu da Tu Xiaoning'e uzattı.

Tu Xiaoning kibarca reddetti. "Teşekkür ederim okul arkadaşım Ji, ama fazla tatlı yemek kilo aldırır."

Ji Yuheng yerinden kımıldamadan konuştu. "Ben sadece okul arkadaşım Tu'nun doymamasından endişe ettim."

Tu Xiaoning içinden söylendi. Sadece bir şaka yapmıştı, ama adam hâlâ bunu unutamamıştı.

"Teşekkür ederim, gerçekten doydum."

Bu sırada Ji Yuheng'in telefonu çaldı. Görünüşe göre iş ile ilgili bir aramaydı. Tu Xiaoning fırsattan istifade ederek lavaboya gitti. Dönüşte doğrudan kasaya uğradı.

"Merhaba, 'Chan Yu' için hesabı öğrenebilir miyim?" diye sordu.

"Hanımefendi, 'Chan Yu' hesabı zaten ödendi." diye bilgilendirdi garson.

Tu Xiaoning odaya geri döndüğünde Ji Yuheng'in telefon görüşmesi bitmişti.

"Şey... WeChat kullanıcı adın ne?" diye sordu.

Ji Yuheng kaşlarını hafifçe kaldırdı, kısa bir duraksamadan sonra, "Zaten eklemiştim seni." dedi.

Tu Xiaoning bir an afalladı, sonra hatırladı. Evet, gerçekten eklemişti ama sinirlendiği bir anda onu silmişti.

Utancını gizlemek için saçlarını düzeltti. "Muhtemelen fark etmemişimdir." Telefonunu çıkararak, "İstersen ben seni tarayayım." dedi.

Ji Yuheng itiraz etmedi ve kendi WeChat QR kodunu açtı.

"Beep—" sesiyle Tu Xiaoning ona arkadaşlık isteği gönderdi.

Ji Yuheng isteği kabul ettikten hemen sonra mesaj sesi duyuldu. Mesajı açınca Tu Xiaoning'in ona para transferi yaptığını gördü.

Başını kaldırıp ona baktığında Tu Xiaoning son derece ciddi görünüyordu.

"Sana iki kez saygısızlık ettim. Bunu borcumu ödüyormuşum gibi kabul et. Bu yemeği ben ısmarlamış olayım."

Ji Yuheng, masanın kenarına parmak uçlarıyla hafifçe vurarak onu dikkatle süzdü. 

"İki kez mi?" Gözleri anlam doluydu.

"Evet." Tu Xiaoning başını salladı. "Değil mi?"

"Emin misin?"

Yorumlar