Hidden Marriage in the Office - 42. Bölüm (Türkçe Novel)

Tu Xiaoning, Ji Yuheng’in ona araba almasını hiç beklemiyordu.
“Neden gereksiz yere para harcıyorsun?” diye şaşkınlık içinde sordu.
Ji Yuheng sadece "Bir arabaya ihtiyacın var." dedi.
İkisi de arabanın yanına geldi. Tu Xiaoning, karmaşık duygular içinde yepyeni arabasına hafifçe dokundu.
“Sana önceden haber vermemek annemin fikriydi. Kabul etmeyeceğinden korktu.” Ji Yuheng'in sesi arkasından duyuldu.
Tu Xiaoning ona döndü. O ise parmaklarını arabanın kaportasına kaydırarak, “C Şehri’ndeki yetkili bayiyi tanıyorum, bu modeli seçtim.” dedi.
Onun sakin ve doğal tavrı, Tu Xiaoning’in duygularını daha da karmaşık hale getirdi. “Ama bu araba fazla gösterişli değil mi?” Mevcut konumu ve geliri düşünüldüğünde, araba onun için sadece bir ulaşım aracıydı. Öyle lüks bir şeye ihtiyacı yoktu. Bu araba, onun göz önünde bulundurduğu fiyat aralığını aşmıştı.
Ji Yuheng ona bakarak, “Bu senin hayattaki ilk araban. Sana en iyisini veremem ama en azından elimden gelenin en iyisini sunabilirim.” dedi. Omzuna düşen saçlarını nazikçe geriye attı. “Ayrıca, DR’nin Genişleme Departmanı’nda müşteri yöneticisi olarak iyi bir arabayı hak ediyorsun.”
Tu Xiaoning bir şeyler söylemek istedi ama eli çoktan onun omzuna gitmişti ve parlak bakışlarıyla karşılaştı.
“Bayan Ji, tebrikler. Artık hem evin hem de araban var. Memnun olmazsan beni kapı dışarı edebilirsin.”
Tu Xiaoning dayanamayıp elini ona doğru salladı. “Saçmalama.”
Ji Yuheng, tıpkı sıradan çiftlerin yapacağı gibi elini yakalayarak onu kendine çekti. Tu Xiaoning, onun güçlü kalp atışlarını duyabiliyordu.
“Bali’ye gidelim.” sesi kulaklarına fısıltı gibi ulaştı.
“Ne?” Tu Xiaoning başını kaldırıp ona bakmak istedi ama o kadar sıkıca sarılmıştı ki kıpırdayamıyordu. Yalnızca Ji Yuheng’in çenesinin saçlarına dayandığını hissedebiliyordu.
“Ulusal bayramda, Bali’ye balayına gidelim.”
***
“Ne? Kocan sana araba mı aldı?” Ji Yuheng banyodayken, Tu Xiaoning hemen annesi Xu Hanım’a bu haberi verdi. Telefonun diğer ucundaki annesi, en az onun kadar şaşkındı.
Tu Xiaoning, yatakta oturmuş masa lambasıyla oynarken sessizce onayladı.
“Bu iş nasıl olacak? Aslında, evi senin üzerine yaptıkları için, ben de sana çeyiz olarak bir araba almayı düşünüyordum. Ama babanın hastaneye yatmasıyla iş yerinde bir sürü iş birikti. Bu konuyla ilgilenmeye fırsat bulamadım. Şimdi bakıyorum da, senin kocan çoktan arabayı almış bile.” dedi Xu Hanım şaşkınlıkla. “Ji Yuheng de pek tuhaf biri. Annesi tedavi görürken, bu kadar para harcamalarına gerek var mıydı? Hem sen de henüz kadrolu çalışan bile değilsin. Bence ilk araba 100 bin yuan civarında bir şey olmalıydı. Çizilip vurulursa insanın içi o kadar yanmaz. Şimdi durduk yere Audi almış.”
Bu noktada, Xu Hanım’ın düşünceleri, tam olarak onun düşündükleriyle örtüşüyordu.
Tu Xiaoning, yorganı parmaklarıyla dürterek mırıldandı. “Anne, ben bunu hak etmediğimi düşünüyorum.”
“Hak etmek ya da etmemek meselesi değil.” dedi Xu Hanım. “Biz seni yıllarca büyütüp besledik, sonuçta seni bedavaya vermedik. Yalnızca şunu söyleyebilirim ki, iyi bir aileye gelin gittin. Sonuçta bunlar gelip geçici şeyler. Siz ikiniz de tek çocuksunuz. Günün birinde biz hayata veda ettiğimizde, ev, araba, para hepsi sizin olacak. Ama en önemli şey, kocanın ve kayınvalidenin sana değer vermesi. Benim için asıl önemli olan bu.”
Tu Xiaoning, yorganı o kadar sıkmıştı ki neredeyse yırtacaktı. Kayınvalidesinin ona gerçekten iyi davrandığı doğruydu. Peki ya Ji Yuheng? İş konusunu bir kenara bırakırsak, şu ana kadar ona karşı gerçekten iyi davranıyordu. Ama evlendikleri için karısına ve ailesine karşı sorumluluklarını yerine getireğini söylemişti zaten. Yaptığı her şey sadece bir eş olarak görevini yerine getirmekti.
“Bu arada,” diye ekledi Xu Hanım, “kocanın DR’deki pozisyonuyla yıllık maaşı ne kadar biliyor musun?”
Bu soru, Tu Xiaoning’i afallattı. Yıllardır DR’de çalışıyordu ama hep günü kurtarma modunda olduğu için iş arkadaşlarının maaşlarını hiç merak etmemişti. Özellikle müşteri yöneticilerinin maaşı konusunda hiçbir fikri yoktu.
Cevap vermeyince, Xu Hanım devam etti. “Bunu kesinlikle bilmelisin! Tamam, Ji Yuheng iyi bir çocuk olabilir ama sen yine de dikkatli olmalısın. Zaten senin zekandan kocanın parasını yönetmeni beklemiyorum ama en azından ikinizin yıllık geliri ne kadar, ne kadar birikim yapabilirsiniz bunları bilmelisin. Evli olmak, bekâr yaşama benzemez. Maddi konularda planlı olmalısın. Onun gelir ve giderlerini takip etmelisin. Birikimlerinizi ister yatırım yapın ister bir kenara koyun, ama nereye gittiğini bilmelisin. Ancak o zaman zamanla kocanı da kontrol edebilirsin.”
Tu Xiaoning’in başı dönmeye başladı. Kocasını kontrol etmek mi? Annesi onu biraz fazla mı gözünde büyütüyordu?
Tam o sırada banyodan gelen sesle birlikte, Tu Xiaoning onun duş almayı bitirdiğini anladı.
"Anne, şimdi kapatmam lazım, Yuheng geliyor."
"Oh, tamam tamam. Siz de erken yatın, fazla yorulmayın."
"Tamam." Tu Xiaoning telefonu kapatıp başucuna koydu. İçinde sanki gizlice bir şey yapıyormuş gibi huzursuz bir his vardı.
Ji Yuheng, saçlarını kuruttuktan sonra odaya döndüğünde Tu Xiaoning’in yatağın üzerinde dalgın bir şekilde oturduğunu gördü.
“Hâlâ uyumadın mı?”
“Sanırım öğleden sonraki kahve ve akşamki sütlü çayı yüzünden uyuyamıyorum.”
Ji Yuheng, yan odaya gidip annesine göz attıktan sonra salonun ışığını kapatıp geri döndü.
Akşam yemeğinden sonra Tu Xiaoning de duş almıştı. Saçları hafifçe kabarmış, her zamankinden daha dolgun görünüyordu.
Ji Yuheng sessizce yatağa oturdu, elinde bir kitap vardı. Tu Xiaoning göz ucuyla baktığında bunun Sun Tzu’nun Savaş Sanatı olduğunu gördü. Işığın vurduğu açıdan, onun hafifçe görünen çıplak kollarına da dikkat etti.
Telefonunu alıp bir süre daha internette dolaştı. O sırada Weibo’da en çok konuşulan konu başlıklarından birinin “Yıllar önceki X Tıp Üniversitesi öğrencisinin cinayet davası çözüldü” olduğunu gördü. Ülke çapında çok ses getiren meşhur “X Üniversitesi vakası” olduğunu sanınca bir anda heyecanlanarak Ji Yuheng’in kolunu yakaladı.
"Şey, şey! X Üniversitesi parçalama davası çözülmüş! Biliyor muydun?"
Ji Yuheng, kitabını okuyordu ama onun bu ani heyecanını görünce ekrana bir göz attı.
“Böyle şeylere de mi ilgi duyuyorsun?”
“Bu dava çok ünlü! Üstelik işleniş şekli çok vahşiydi, katil tam bir psikopattı.”
Ji Yuheng başını eğip telefon ekranına daha dikkatli bakmasını sağladı. “Bir dahakine iyice kontrol et, hangi dava olduğundan emin ol.”
Tu Xiaoning, yorumları biraz daha inceledikten sonra olayın aslında tamamen farklı bir dava olduğunu fark etti. İki üniversitenin adı birbirine benziyordu ama çözülen davanın isminde ekstra bir “Tıp” kelimesi vardı.
Biraz utanarak dudaklarını büktü. "Ben tam bir şapşalım işte."
Ji Yuheng, elindeki kitabı kapattı ve hafifçe başını salladı. "Evet, küçük şapşal." Ardından başını eğerek onu öptü.
Tu Xiaoning, onun öpücüğünden serseme dönmüştü. Ji Yuheng’in ona gittikçe yaklaştığını ve işin başka yerlere gideceğini hissediyordu. Hafifçe onu iterek fısıldadı. “Hala biraz acıyor.”
Ji Yuheng, dudaklarına hafifçe bir buse kondurduktan sonra biraz geri çekildi. "Hadi uyu."
Onun tekrar kitabını eline almasıyla Tu Xiaoning içten içe rahatladı. Acaba şu an, internette bahsedilen yasal seks partnerleri tanımına mı uyuyorlardı?
Yatağa uzanıp bir süre daha Weibo’da dolaştı. Karşısına “Çin’in On Büyük Çözülememiş Davası” başlıklı bir içerik çıktı. Dayanamayıp tıkladı ama her şey dehşet vericiydi, tüyleri diken diken oldu.
Yorgana öyle bir sarındı ki Ji Yuheng’in yorganını bile neredeyse kendi tarafına çekiyordu. Onun hâlâ telefonuna gömüldüğünü gören Ji Yuheng, kitabıyla hafifçe başına vurdu.
“Uyu artık.”
“Biraz daha bakacağım.”
Telefonunu elinden aldı. “Hayır.”
Tu Xiaoning, telefonu geri almak için hamle yaptı ama bu sırada kendini onun kollarında buldu. Ji Yuheng, hafifçe fısıldadı.
"İstemiyorsan uyuma."
Parmakları boynuna değdiğinde, aralarındaki sıcaklık farkını hissetti ve bu istemsizce ürpermesine neden oldu.
Dudaklarını büzüp pes etti. “Tamam, tamam, yatıyorum.”
İtaatkar bir şekilde uzanınca Ji Yuheng de okumayı bıraktı ve masa lambasını kapatıp yattı.
Tu Xiaoning’in zihninde hâlâ o karmaşık davalar dolaşıyordu, içi ürperdi ve istemsizce ona biraz daha yaklaştı. Gözlerini kapatıp uyumaya çalıştı ama yine de uyuyamıyordu. Yanında onun düzenli nefes alışını duyduğunda, Ji Yuheng’in bu kadar kolay uyuyabilmesine imrendi.
Kıpırdanarak hafifçe döndü ama onu rahatsız etmiş olacak ki, Ji Yuheng’in sesi duyuldu.
“Uyuyamıyor musun?”
“Uzun zamandır kahve içmemiştim, galiba vücudum alışık değil.” Tu Xiaoning iç çekti. “Seni uyandırdım mı?”
“Madem öyle, niye içtin?”
“Ziyan olmasın diye.” Kısa bir duraksamadan sonra ekledi. “Önceden hep sade kahve mi içiyordun?”
“Tang Yuhui mi söyledi?”
“Evet.”
Ji Yuheng bir şey demedi. Tu Xiaoning tekrar sordu.
“Peki, neden bugün benim verdiğim flat white’ı içtin?”
“Ben de ziyan olmasını istemedim.”
“Ama onu ben aldım.”
“Senin paran, benim param, artık hepsi ortak mal sayılır.”
Tu Xiaoning buna karşılık veremeyip içinden söylenerek arkasını döndü. Şimdi konu para olunca ortak mı oldu yani? Ne cimri adam!
Bir süre tavana bakarak oyalanıp koyunları saydıktan sonra nihayet uykuya daldı ama bir kâbus gördü.
Rüyası Weibo gönderilerindeki kanlı vakalarla doluydu. Kendini bir anda o olayların içinde buldu. Cesetleri görünce polisi aramak istedi ama telefonu yoktu. Korkuyla kaçmaya başladı, tek amacı bir an önce bir polis bulmaktı.
Ama aniden önünde yoğun bir sis belirdi. Sislerin içinden biri yavaş yavaş ona doğru yaklaşıyordu. Kalbi hızla çarptı. “Kim var orada?”
Gelen kişi tek kelime etmeden yaklaşmaya devam etti. Uzun ve zayıf silueti bir erkeğe benziyordu. Çekingen bir sesle sordu.
“Tanıdığım biri misin?”
Yine sessizlik… Çevresine bakındı ama kimseyi göremedi. Yüreği ağzına geldi. Daha yüksek sesle sordu.
“Ji Yuheng, sen misin?”
“Evet.”
Alçak, ama net bir ses duyuldu. Onun sesi olduğunu anlayınca rahatladı.
Neredeyse ağlamaklı bir halde ona doğru koştu. “Az önce neden cevap vermedin? Ödümü kopardın!”
İkisi birbirine yaklaşırken, Ji Yuheng sislerin içinden çıktı ve nihayet yüzünü görebildi. Silueti aynıydı ama üzerindeki kıyafet farklıydı—sanki bir Harry Potter büyücüsü gibi geniş bir pelerin giymişti. Başlığı yüzünü örtüyordu, yüz hatları belli olmuyordu.
“Bu kıyafet de neyin nesi?” diye mırıldanarak başlığını kaldırmak için uzandı.
Tam bir şey söyleyecekken donakaldı.
Çünkü gördüğü yüz Ji Yuheng’in yüzü değildi.
O, korkunç ve dehşet verici bir hayaletti—kanlı ağzını açmış, onu yutmaya hazırlanıyordu!
Bir sonraki saniyede çığlık attı.
“Ah!”
Aniden yatakta doğruldu, tepeden tırnağa ter içinde kalmıştı. Bütün bedeni titriyordu.
Arkasından bir el ona dokundu. Hemen sıçradı ve bir çığlık daha attı.
Ji Yuheng ışığı açtı. “Benim.”
Oda aydınlanınca Tu Xiaoning’in bilinci yerine geldi. Az önce gördüklerinin sadece bir rüya olduğunu fark etti ama hâlâ şoktaydı. Sesi titreyerek konuştu.
“Bir sürü ceset gördüm… Sonra bir hayalet yüz bana saldırmaya çalıştı…”
Ji Yuheng elini uzatıp alnındaki teri sildi. “Sadece bir rüyaydı.”
“Ama o kadar gerçekçiydi ki…” Tu Xiaoning gerçekten korkmuştu. Küçüklüğünden beri birçok kâbus görmüştü ama hiçbiri bu kadar korkutucu olmamıştı.
Ji Yuheng kolunu uzatıp onu kendine çekti. Sırtını okşayarak, bir çocuğu teselli eder gibi “Ben buradayım, geçti artık.” dedi.
Tu Xiaoning başını onun göğsüne yasladı. Bütün vücudu üşüyordu ve şu an tek istediği biraz olsun sıcaklık hissetmekti.
Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu, ama hâlâ ona sarıldığını fark ettiğinde hafifçe hareket edip kollarından sıyrıldı. Aralarında artık bir evlilik bağı olsa da, bu hâlleri yine de tuhaftı. Böylesine yakın bir duruş, sanki birbirine aşık olan insanların yapacağı bir şeydi, değil mi?
“Uyuyabilecek misin?” diye sordu Ji Yuheng, göz ucuyla pencereden sızan soluk sabah ışığına bakarak.
Tu Xiaoning kendini aşırı yorgun hissediyordu ama uyumayı bir daha denemek istedi. Yoksa sabah işe gittiğinde perişan olacaktı.
"Biraz daha yatayım." dedi.
Onun tekrar uzandığını gören Ji Yuheng, “Lambayı açık bırakayım mı?” diye sordu.
Tu Xiaoning başını iki yana salladı. “Yok, kapatalım. Açık olursa uyuyamam.”
Bunun üzerine o da lambayı kapattı. Oda tekrar karanlığa gömüldü ama dışarıdan gelen hafif ışık, perde aralığından sızarak içeriyi tamamen zifiri karanlık olmaktan kurtardı.
Ji Yuheng yaklaşıp onu kollarının arasına aldı.
Tu Xiaoning buna karşı koymadı. Aynı yastığı paylaşmaları biraz sıkışık hissettirdiğinden, başını hafifçe yana çevirerek ona yer açtı. O da doğal bir şekilde onunla aynı hizaya geldi.
"Bundan sonra uyumadan önce cinayet haberleri okumayı bırak." diye fısıldadı Ji Yuheng.
"Hmmm."diye mırıldandı Tu Xiaoning, başını onun göğsüne yaslamaktan kendini alamadı. Orası çok sıcaktı.
Onun nefesini hissetmek, kalbini de yavaş yavaş sakinleştiriyordu.
"Uyu artık." dedi Ji Yuheng, sırtını hafifçe okşayarak. Sesi yumuşaktı.
Ona güven veren bu huzur içinde gözlerini tekrar kapattı.
***
Sabah her zamanki gibi tanıdık alarm sesiyle uyandı. Gözlerini açar açmaz Yuheng'in kusursuz yüzüyle karşılaştı.
O da tam o sırada gözlerini açmıştı.
Doğru gördüğünden emin olmak için gözlerini ovuşturdu. "Neden hala buradasın?"
Normalde bu saatte çoktan sabah koşusunu yapıp işe gitmiş olması gerekirdi.
"Geç uyandım."
Yataktan kalkıp dolabı açarak hızlıca kıyafetlerini değiştirmeye başladı.
Tu Xiaoning üstünü çıkarıp üstüne gömleğini geçirmesini izledi, vücudu tüm hatlarıyla ortaya çıkmıştı. Giyinikken ince yapılı görünüyordu ama soyunduğunda kaslarının belirginliği dikkat çekiyordu. Gerçekten kusursuz bir vücudu vardı.
Bu kadar erkenden böyle göz alıcı bir manzarayla karşılaşmak... Tu Xiaoning istemsizce yutkundu. Tamam, kabul ediyordu, Tanrı ona gerçekten de cömert davranmıştı. Bu kadar mükemmel bir kocası olduğu için şanslıydı.
"Sen hala kalkmıyor musun?"
Ji Yuheng gömleğini düğmeleyip kemerini takarken sordu.
“Kalkıyorum, kalkıyorum.” Tu Xiaoning yataktan çıkarken bile ona kaçamak bakışlar atmaya devam etti.
"Bugün kahvaltını bankada yaparsın." diye ekledi Ji Yuheng, kravatını bağlarken.
Tu Xiaoning sessizce “Oh” diye mırıldandı. Karısı olarak bu tür şeyleri yapabilmesi gerekiyordu ama büyük ihtimalle ömrü boyunca beceremeyecekti.
"Aslında kahvaltımı her gün bankada yapabilirim." dedi hafif bir gülümsemeyle.
Ji Yuheng sakince "Geç kalırsan orada kahvaltı yapma fırsatını da kaçırırsın." dedi ve odadan çıktı.
Ah, doğru ya! Merkezde kahvaltı servisi 08.10'da bitiyordu. Tu Xiaoning hemen yerinden fırladı.
***
Hasta bakıcı erkenden gelmişti. Onları sabah evde birlikte görünce şaşırmadan edemedi.
"Ji Bey, bugün işe gitmediniz mi?"
Ji Yuheng hafifçe başını eğerek selam verdi. Tu Xiaoning de gülümsedi. Ardından neredeyse aynı anda banyoya girdiler.
Dişlerini fırçalarken ikisi de lavaboyu kullanmak için mücadele ediyordu. Tu Xiaoning ona karşı üstünlük sağlayamayacağını anlayınca, kollarının altındaki boşluktan sıyrılarak lavabonun önüne geçti.
Tam kazandığını düşünürken, Ji Yuheng eğilip onu kendisiyle lavabo arasına sıkıştırdı.
Hareket edemez hale gelince hemen teslim oldu. “Tamam, tamam! Hata yaptım!”
Ama Ji Yuheng geri çekilmedi. Tu Xiaoning'in gözüne diş macunu ilişti. Hınzırca gülümsedi ve biraz macun alıp onun yüzüne sürdü.
Ji Yuheng hızla geriye çekildi ve bu sayede Tu Xiaoning lavaboyu ele geçirdi. Tam zaferini kutlayacakken, bir anda Ji Yuheng’in kolu boynuna dolandı ve onu kımıldayamaz hale getirdi.
“Bu haksızlık!” Tu Xiaoning itiraz etti.
Ji Yuheng kaşlarını kaldırdı ve elindeki macunu onun burnuna sürdü.
“Ji Yuheng!” diye çığlık attı.
Yorumlar
Yorum Gönder