Hidden Marriage in the Office - 16. Bölüm (Türkçe Novel)

Ji Yuheng'in dediği gibi, Tu Xiaonin'in başına gerçekten bir şey gelmemişti. Ancak bu olay DR için ciddi zarar ve olumsuz imaj yaratmıştı. Genel müdür, yönetim zaafı nedeniyle pozisyon düşüşü ve yıllık performans kesintisi cezası aldı.

Geliştirme Departmanı ise gözde bir birimken bankanın alay konusu haline geldi. Tu Xiaonin yürürken bile arkasından dedikoduların yapıldığını hissediyordu.

Genel müdür, tam yetkili pozisyonundan yardımcılığa düşürülmüştü. Performans kesintisi yüzünden motivasyonunu kaybetmiş, sürekli ofiste sinirli bir şekilde sigara içiyordu.

“Böyle giderse Geliştirme Departmanı da ortadan kalkacak. Diğer bölümlerle birleştirilmesi an meselesi.” Erkek iş arkadaşları bu konuda artık motivasyonlarını tamamen kaybetmişti. Hatta bazıları başka bankaların iş ilanlarına göz atıyordu.

“Bir çürük elmanın tüm sepeti mahvetmesi dedikleri bu işte. Bizim departman tam anlamıyla canlı bir örnek.” Diğerleri bu yoruma katıldı ve ardından sigara odasına gitmek için birbirlerini davet ettiler.

Onlar gittikten sonra Tu Xiaonin, Rao Jing'in masasından başını uzattı.

“Rao abla, bizim departman gerçekten kapanacak mı?”

Rao Jing ona kaşlarını çatarak bakıp çıkıştı.

“İşine odaklan, boş yere dedikodulara kapılma.”

Tu Xiaonin “Tamam.” diye mırıldanıp tekrar işine döndü ama içten içe hâlâ söylendi.

“Kapanırsa bile seninle beraber gelirim.”

“Kes, kim senin gibi bir çocuğu ister ki?” Rao Jing yine eskisi gibi ona sataşıyordu.

Tu Xiaonin ise arsızca gülümsedi.

Bir süre sonra Rao Jing seslendi.

“Şimdi elimde acil bir kredi işi var. Bugün ipotek işlemleri ve şirket ortaklarının imzalarını alacağız. Ama ortaklardan biri yaşlı, geçen gün düşüp yaralanmış. Şu an Renji Hastanesi’nde yatıyor. Ben ipotek işlemini halledip doğrudan hastaneye geçeceğim. Muhtemelen saat üç buçuk gibi orada olurum ama boş elle gitmemem lazım. Sen, o zamana kadar çiçek ve meyve sepeti alıp hastane girişinde beni bekle.”

Tu Xiaonin hemen onayladı ve Meituan’dan (kullanıcılarına internet üzerinden başta tüketici ürünleri olmak üzere, eğlence, yemek teslimatı, seyahat ve diğer hizmetleri sağlayan bir internet şirketidir.) arama yapmaya başladı.

Rao Jing eşyalarını toparlayıp çıkmaya hazırlanırken bir kez daha uyardı.

“Meyve sepetini internetten alma. Paketlenmiş olanların içinden çürük çıkabiliyor. Kendin dükkâna gidip seç, güzelce paketlettir. Beni rezil etme.”

Tu Xiaonin sessizce meyve dükkânı aramasını kapattı. “Anladım Rao abla.” dedi.

“15:40 gibi Renji Hastanesi’nin girişinde buluşuruz.” diyerek çıktı Rao Jing.

Tu Xiaoning hemen internetten bir buket çiçek sipariş etti. Öğle yemeği saatinde yemeği es geçip banka yakınlarındaki meyve dükkânına gitti.

Çiçekler teslim edildiğinde saat iki olmuştu. Karnı aç olmasına rağmen önemsemedi çünkü hastaneye giden yol hem uzundu hem de trafik oluyordu. Bu yüzden erkenden taksiye atlayıp yola çıktı.

Şansına yol boyunca tüm ışıklar yeşildi ve trafik hiç sıkışmadı. Hastaneye vardığında saat henüz iki buçuktu, tam bir saat on dakika erkenden varmıştı. Elindeki çiçek buketi ve meyve sepetiyle hastane lobisindeki oturma alanına geçti.

Hastanenin havasında yoğun bir dezenfektan kokusu vardı. Bu koku zihninde bazı dağınık anılar uyandırdı.

Hatıralarında bir genç ve beyaz önlük giymiş bir figür giderek birbirine karıştı. Renji Hastanesi'nde onu gördüğü o günü hatırladı. Yıllar geçmiş olmasına rağmen o genç, olgunlaşmış olsa da fazla değişmemişti.

“Lu Sijing, nihayet hayalini gerçekleştirip doktor oldun. Yıllar sonra yeniden karşılaşmak... Sanırım seni tebrik etmeliyim.”

“Dingdong—” Asansör sesinin yankılanması onu düşüncelerinden çekip aldı.

Telefonuna baktı, hâlâ vakti vardı. Beklemeye devam etti.

Asansörden bir grup insan indi. Bazı insanlar vardır ki kalabalığın içinde hemen göze çarpar. İşte Ji Yuheng de onlardan biriydi.

Tu Xiaoning gözlerinin kendisini yanılttığını düşündü. Şu an mesai saatiydi, onun burada ne işi olabilirdi ki? Üstelik elinde bir yemek kutusu vardı.

Ji Yuheng onun hayatında önemli bir figürdü, karşılaşmışken selam vermesi gerekiyordu. Tereddüt etmeden elindeki çiçek ve meyve sepetiyle ona doğru ilerledi.

Ji Yuheng de Tu Xiaoning’i görünce şaşırmıştı. Onun kollarındaki çiçek ve sepete bakıp sordu.

“Ziyarete mi geldin?”

Tu Xiaoning başını salladı. “Rao Jing’in bir müşterisi hastanede. Onun için burada bekliyorum.”

Ji Yuheng başıyla onayladı ama başka bir şey söylemedi. Bugün sanki her zamankinden farklı görünüyordu ama Tu Xiaoning bu farkın ne olduğunu anlayamıyordu.

“Neden buradasın?” diye sordu, onun elindeki yemek kutusunu işaret ederek.

"Annemi görmeye geldim."

Tu Xiaoning bir an afalladı, ardından uzun süre sonra kendine gelerek, “Teyze burada mı?” diye sordu.

“Evet.”

Tu Xiaoning ne söyleyeceğini bilemedi. Belki ufak tefek bir rahatsızlık nedeniyle hastanede yatıyordur, diye düşündü.

Bu sırada Ji Yuheng’in telefonu çaldı. “Afedersin.” diyerek biraz uzaklaşıp telefonu açtı.

Tu Xiaoning, onun telefon görüşmesini bitirmesini bekleyip bir selam verdikten sonra gitmek niyetindeydi. Ancak Ji Yuheng telefonu kapattıktan sonra, “Kusura bakma, bir işim var.” diyerek hızlı adımlarla uzaklaştı. Direkt olarak asansöre yöneldi ve iniş düğmesine bastı. Hareketlerinde alışılmadık bir acelecilik vardı.

Tu Xiaoning onu ilk kez böyle görüyordu. Onun her zaman sakin, düzenli ve ağırbaşlı olduğunu düşünürdü. Sanki hiçbir şey onun ritmini bozamazdı. Ama şimdi, açıkça gergin ve huzursuz görünüyordu.

İki asansörden biri 12. katta, diğeri 16. katta duruyordu. Ji Yuheng ne kadar düğmeye bassa da asansörler aşağı inmeye yanaşmıyordu. Daha fazla beklemedi ve adımlarını hızla merdivenlere yöneltti. Sanki bir saniye bile gecikirse, bir şeyler sonsuza dek kaybolacakmış gibiydi.

Çevresi de sanki Ji Yuheng’in ayrılmasıyla birlikte birdenbire soluklaşmıştı. Kalabalık hâlâ cıvıl cıvıl hareket ediyordu ama zihninde, onun aniden çaresizlik içinde kaldığı an canlandı. İçinde bir şey harekete geçti ve farkına bile varmadan adımlarını takip etti.

Onunla birlikte sekizinci kata kadar merdivenleri tırmandı. Ji Yuheng basamakları üçer üçer çıkıyordu. Tu Xiaoning’in küçük adımları ise arkada kalmamak için canla başla mücadele ediyordu. Sekizinci kata vardığında neredeyse tükenmişti.

Nefes nefese kalmışken Ji Yuheng ortadan kaybolmuştu. Kapıyı itip koridora adım attığında gerçekten izini kaybettiğini düşündü. Ancak soldan ikinci hasta odasının kapısında dikildiğini fark etti.

Oda kapısı sıkıca kapalıydı. Tu Xiaoning yavaşça yaklaşıp pencereden içeri baktı. İçeride doktorlar ve hemşireler vardı.

Hastane yatağında oksijen maskesi takılı orta yaşlı bir kadın yatıyordu. Gözleri kapalıydı ve yüzü acı doluydu. Doktor ona ilaç enjekte ediyordu.

Tu Xiaoning gözlerini Ji Yuheng’e çevirdi. O, dimdik ayakta duruyor, yüzünde hiçbir ifade taşımıyordu. Onun adımlarını duymuş olacak ki başını çevirip Tu Xiaoning’e baktı.

Kendisini bir takipçi gibi hissetti ve utançla, “Senin böyle acele ettiğini görünce bir şey mi oldu diye bakmak istedim.” dedi. Ardından tereddütle sordu. “Annen mi?”

Ji Yuheng başıyla onayladı ve tekrar odanın içine baktı.

Tu Xiaoning, yaptığı hareketin fazlasıyla ani olduğunu düşünürken Ji Yuheng konuştu. “Meme kanseri. Sürekli kemoterapi görüyor.”

Tu Xiaoning’in yüreği sıkıştı. Böyle ciddi bir hastalık beklemiyordu.

Tekrar odaya baktığında içini tarif edilemez bir hüzün kapladı.

Bu sırada Ji Yuheng tekrar konuştu. Sesi biraz dalgındı. “Ben de sadece sıradan bir insanım.”

Tu Xiaoning, duyduklarına inanamayarak başını kaldırdı ve onun gözleriyle buluştu. Hâlâ Ji Yuheng’di ama bakışları karanlık bir gölgeyle örtülmüştü.

“Gördüğün gibi, benim dünyam senin sandığın kadar ulaşılamaz değil.”

Tu Xiaoning bu sözlerden derin bir etkiyle sarsıldı. Onun ailesi hakkında daha önce hiçbir şey bilmiyordu.

Oda kapısı açıldı ve doktor dışarı çıktı. Ji Yuheng hemen öne atıldı.

Doktorla olan konuşmalarını parça parça duyabildi. "Durum pek iyi değil, ilaç damar dışına sızmış, enjekte edilmiş ama buz torbasıyla sürekli soğutma yapılması gerekiyor ve mümkünse yanından ayrılmaması gerek."

Ji Yuheng başını salladı, yüzü ciddi bir ifadeyle gerildi.

Tu Xiaoning istemsizce tekrar odaya baktı. Kadının artık uyanmış olduğunu fark etti. Şu anda yatağın üzerinde oturur durumda, ona bakıyordu.

Tu Xiaoning içgüdüsel olarak ona başıyla selam verip gülümsedi. Camın ardından, kadının solgun yüzünde bir tebessüm belirmişti.

Bu görüntü Tu Xiaoning’in kalbini burktu. Eğer bizzat görmese, Ji Yuheng’i böyle bir sahneyle asla bağdaştırmazdı. Onu hep ışıl ışıl, ulaşılmaz, dertsiz ve kaygısız biri olarak hayal etmişti. Ama sonunda o da bir evlat, sıradan bir insandı.

Doktor uyarılarını bitirip ayrıldı. Ji Yuheng annesine bakmak üzere odaya dönmek üzereyken Tu Xiaoning’in hâlâ orada olduğunu fark etti. Bileğindeki saate işaret ederek, “Senin işin yok muydu?” dedi.

Tu Xiaoning saate baktı, Rao Jing ile randevusuna daha kırk dakika vardı.

“Ben de içeri girip teyzeyi göreyim.” dedi. Yüz yüze geldiklerine göre gitmek kaba olurdu, hele ki Ji Yuheng daha önce ona yardım etmişken.

Ji Yuheng itiraz etmeyince Tu Xiaoning de onunla birlikte sessizce odaya girdi.

“Anne.” dedi Ji Yuheng yumuşak bir sesle.

Annesinin yüzünde önceki acılı ifade kaybolmuştu ama sesi hâlâ yorgundu. “Senin işin gücün var, neden buraya çıktın? Bu doktorlar hep abartmayı sever.”

Ji Yuheng sessizce hemşirenin bıraktığı buz torbasını aldı ve annesine ustalıkla soğuk kompres yapmaya başladı.

Annesi bu kez Tu Xiaoning’e baktı. “Bu hanım kim?”

Tu Xiaoning hemen, “Merhaba teyze.” dedi. Kadının şaşkın bakışları altında devam etti. “Ben, ben Ji Yuheng’in arkadaşıyım.”

“Merhaba.” dedi kadın gülümsemeye çalışarak. Onu dikkatlice süzdü.

Tu Xiaoning, kollarında hâlâ bir şeyler tuttuğunu fark etti. Madem buraya kadar gelmişti...

“Teyze, şey, bu çiçekleri ve meyve sepetini kabul edin lütfen.” dedi ve elindekileri başucundaki dolaba koydu.

Ji Yuheng ona bakarken annesi de başını salladı. “Hiç gerek yoktu.” dedi kadın.

Tu Xiaoning elini salladı. “İlk kez sizi ziyaret ediyorum, bu benim görevim.”

Kadın kaşlarını çatarak oğluna baktı. “Sen niye engel olmadın, misafirin masraf yapmasına nasıl izin verirsin?”

Tu Xiaoning hemen, “Masraf olur mu hiç teyze.” dedi.

Kadın onun alnındaki terleri fark etti ve konuşurken hâlâ nefes nefese olduğunu görünce hemen, “Otur,” dedi. Sonra oğluna döndü. “Misafirini ayakta mı bekletiyorsun?”

“Gerek yok teyze, ayakta dururum ben.”

Ancak Ji Yuheng yine de ona bir sandalye çekti.

“Otur.” dedi ona, sesi her zamankinden daha nazikti.

Kadın da oturmasını işaret etti. Tu Xiaoning onun güler yüzlü haline kayıtsız kalamayıp oturdu.

Ji Yuheng’in buz torbasını elinde uzun süre tuttuğu belliydi çünkü dokunduğu yer hâlâ serindi ve Tu Xiaoning bunu hemen hissetti.

Onun annesine dikkatle soğuk kompres yaparkenki halini izledi. Bu hali, iş yerindeki ciddiyetinden tamamen farklıydı. Gözlerinde ince bir şefkat parlıyordu.

“Adın ne?” diye sordu kadın.

Tu Xiaoning dik oturarak, “Adım Tu Xiaoning.” dedi.

"Tu Xiaoning." Ji'nin annesi bu adı yavaşça ama üzerinde düşünerek tekrar etti: "Tu—Xiao—Ning." Bir kez daha söyledi ve aniden Tu Xiaoning’e dikkatle bakarak sanki bir şeyi hatırlamış gibi, "Seni tanıyorum." dedi.

Tu Xiaoning şaşkınlıkla, "Ah?" diye karşılık verdi.

Ji'nin annesi devam etti. "Sen, Yuheng ile görücü usulü randevuya çıkan kızsın."

Tu Xiaoning bu kez tamamen susmuştu. Ne yapacağını bilemeyerek Ji Yuheng’e baktı.

Ji'nin annesi oğluna dönerek onay almak istedi. "Doğru mu Yuheng? Küçük teyzen mi tanıştırmıştı?"

Ji Yuheng, Tu Xiaoning’in yardım isteyen bakışlarını fark etmeden hafifçe "Evet." dedi. Küçük teyzesi Wu öğretmendi.

Tu Xiaoning neredeyse dayanamayıp açıklama yapmak için ayağa kalkacaktı ama Ji'nin annesinin yüzündeki gülümsemeyi görünce tereddüt etti.

Tam da bu anlık kararsızlıkla Tu Xiaoning kendini büyük bir çıkmaza sokmuştu.

Ji'nin annesi önce ona sonra oğluna baktı ve uzun süredir kaybolan bir sevinç gözlerinde belirdi. "Demek birliktesiniz."

Tu Xiaoning ve Ji Yuheng’in bakışları kesişti. Sessiz hastane odasında sessizlik sözlerden daha güçlüydü.


***


Tu Xiaoning hastanenin girişine indiğinde aslında randevu saatine hâlâ biraz zaman vardı. Hastanenin karşısına geçip çiçek sepeti ve meyve almak istiyordu ama Rao Jing ondan önce gelmişti. Güneşi engellemek için bir yığın evrak tutuyordu.

Tu Xiaoning’i görünce hemen sordu. "Çiçekler nerede? Meyve sepeti nerede?"

Tu Xiaoning içinden eyvah dedi. Kekeleyerek cevap verdi. "Geç çıktım." Ardından hemen ekledi. "Ama hâlâ zaman var, yetişirim!"

Rao Jing ona tanıdık bir şekilde gözlerini devirdiğinde Tu Xiaoning hemen koşmaya yeltendi. "Şimdi gidip alırım!"

Rao Jing evrakları ona çarparak verdi. "Hastane girişindeki dükkânların hepsi fırsatçı! Parayı cebinden öde, geri ödemem!"

"Tamam, tamam." Tang Xiaoning hızla karşı yola doğru koştu. İçinden, Rao Jing’in onun tedirginliğini fark etmediğine şükretti.


***



Yorumlar

  1. Böyle tatlı bir hikaye sectigin için kucak dolusu sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tatlış yorumun için ben teşekkür ederim 🥰 Safe place'imiz olmasın mı, dedim 😄

      Sil

Yorum Gönder