Hidden Marriage in the Office - 151. Bölüm (Türkçe Novel)

Bölüm 151 – Yan Hikâye: Zhao Fanggang (4)

Tüm malzemeler seçildikten sonra yeni evin tadilatına başlandı, iki aile de düğün konusunu konuşmaya koyuldu.

Zhao Fanggang artık az buz yaşta değildi. Zhao ailesi düğünün mümkün olduğunca erken yapılmasını istiyordu, en iyisi yıl bitmeden halletmekti. Ama Ren Tingting henüz sadece bir yıldır çalışıyordu, bu kadar çabuk evlenmek istemiyordu. Evlendikten sonra hemen çocuk baskısının başlayacağını hayal edebiliyordu. Henüz müşteri temsilciliğine ve müşterilerle ancak yeni yeni tanışmaya başlamıştı. Bu kadar erken hamile kalırsa, o zamana kadar yaptığı her şey boşa giderdi. O, tıpkı Tu Xiaoning gibi önce kariyerinde sağlam bir yer edinip, ancak sonra çocuk düşünmek istiyordu.
Bu yüzden bu meseleyi Zhao Fanggang ile konuşmasının gerekli olduğuna karar verdi.

Ama Zhao Fanggang her gün sosyal etkinliklerdeydi, eve hep gece yarısından sonra dönüyordu. Bazen sarhoş bir şekilde gelip doğrudan uyuyordu, sabah da ikisi aceleyle işe çıkıyordu. Doğru düzgün konuşacakları zaman kalmıyordu.

O gün işe giderken kafası karmakarışıktı. Çay molasında Tu Xiaoning onun dertli olduğunu fark etti ve ne olduğunu sordu. Ren Tingting de içindekileri tamamen döktü.

Tu Xiaoning su içerken ona şöyle dedi.
“Aynı sektörde çalışan biriyle birlikte olunca böyle oluyor, özellikle de erkek tarafı güçlü bir konumdaysa, kadının üzerindeki yük daha fazla oluyor. Ama ister evli olun ister sevgili, sık sık iletişim kurmanız gerekiyor. Konuşmazsanız içinizdeki düğüm gittikçe sıkılaşır, sonunda çözülemez hale gelir.”

Ren Tingting sordu. “Peki sen ve Ji Yuheng? Siz de az görüşüyorsunuz. Nasıl iletişim kuruyorsunuz?”

“Zaman yaratıyoruz. Zaman geçtikçe de çiftler arasında bir tür uyum gelişiyor. Bazen bir bakış ya da bir hareketle ne düşündüğünü anlarsın. Ji Yuheng’in güzel bir özelliği var: özel bir durum yoksa WeChat mesajlarıma her zaman hemen cevap verir. Onunla istediğim zaman, istediğim yerde iletişim kurabiliyorum.”

Ren Tingting bunları duyunca düşüncelere daldı. Zhao Fanggang mesajlarına genelde zamanında dönmezdi.

Tu Xiaoning onun moralinin bozulduğunu fark etti, hemen ekledi. “Tabii bu kişisel bir alışkanlık, ama iletişim her şeyden önemli. Zaman da... sıkıştırılırsa her zaman bulunur.”

Ren Tingting başını salladı, bir şey demedi.

O gece Zhao Fanggang’ı bekledi. Bu sefer biraz erken gelmişti, en azından gece yarısını geçmemişti.

Onu salonda televizyon izlerken görünce kravatını çıkarırken sordu. “Niye hâlâ uyumadın?”

“Seninle konuşmak istiyorum.” Ren Tingting kalktı, onun çıkardığı ceketi alıp düzgünce astı.

“Ne hakkında?” dedi, kendini tam bir “bey” edasıyla kanepeye attı. 

Ren Tingting yanına oturdu. “Evlilik hakkında, senin fikrini duymak istiyorum.”

Zhao Fanggang alnını ovaladı. “Ne fikri olacak ki, eninde sonunda olacak bir şey bu. Erken ya da geç, ne fark eder?”

“Peki evlendikten sonra?”

“Çocuk yaparız tabii.”

Ren Tingting bunu bekliyordu zaten.
“Evlenebiliriz ama ben hemen çocuk yapmak istemiyorum.”

Zhao Fanggang ona döndü. “Neden?”

“Daha yeni çalışmaya başladım. Çocuk olursa işe tamamen odaklanamam.”

“Ben seni ev hanımı olmanı istemiyorum ki. Çocuk olunca annem bakar.” dedi Zhao Fanggang.

“Bu kimin bakacağı meselesi değil.” dedi Ren Tingting, “Çocuk olursa ister istemez onunla ilgilenmem gerekecek. Ama ben kariyerimde daha çok yeniyim. Şu anki müşterilerimi ancak tanımaya başladım. Eğer şimdi çocuk yaparsam sonra işe döndüğümde her şey değişmiş olur.”

Zhao Fanggang doğruldu. “Sen Tu Xiaoning’le fazla vakit geçiriyorsun diye mi böyle oldun? Onun gibi kariyer kadını mı olmak istiyorsun?”

“Bir kadının kariyer hedefi olması yanlış mı?” diye sordu Ren Tingting.

Zhao Fanggang başını salladı. “Hayır, yanlış değil. Ama kariyer sahibi olmak içn aileyi de ihmal etmemek lazım. Şimdi böyle konuşuyorsun, biraz tecrübe kazanınca da ‘müşteriler bana alıştı, bırakamam’ diyeceksin. İş yoğun olacak, yine ertelemeye kalkacaksın.” Sonra ona döndü. “Ben kaç yaşındayım sanıyorsun? Beni yaşlanınca mı baba yapacaksın?”

Ren Tingting’in keyfi kaçtı. “Senin yaşın büyükse bu benim suçum mu? Neden senin yaşın büyük diye benim fedakârlık yapmam gerekiyor?”

“Fedakârlık mı? Bunu fedakârlık mı sanıyorsun? Benimle evlenmek sana zor mu geliyor yani?”

Ren Tingting sinirlendi, inatla,
“Ben çocuk istemiyorum, eğer çok istiyorsan git başkasıyla yap.” dedi.

Zhao Fanggang’ın sesi soğuyarak alçaldı.
“Ne dedin sen?”

Sessiz kalınca, “Sana tekrar et dedim.” diye yineledi.

“Tamam, tekrar ediyorum!” diye bağırdı Ren Tingting. “Çocuk istiyorsan git başkasıyla yap!”

Zhao Fanggang bir anda ayağa kalktı. “Pekâlâ, sen dedin, o zaman gider başkasıyla yaparım.”

Ren Tingting deliye döndü, sinirini bir türlü atamıyordu. Önce yastıkları, sonra peçeteleri fırlattı.

Zhao Fanggang gerçekten çıkmaya yönelince, eline su bardağını alıp ona doğru fırlattı.

“ÇAAAT!” Su bardağı parçalandı, cam kırıkları Zhao Fanggang’ın ayaklarının dibine dağıldı.

Zhao Fanggang öyle kolay alttan alan biri değildi. Her zaman kibirliydi, kolay kolay boyun eğmezdi. Hele ki öfkeliyken ona karşı gelinirse iyice çileden çıkardı.

“Fırlat! Yetmedi mi? Mutfakta daha çok var!” diye bağırdı, mutfağı işaret ederek.

Ren Tingting gerçekten devam etti. Birkaç kez neredeyse ona çarpıyordu. Zhao Fanggang kollarını kavuşturdu, soğuk bir şekilde güldü. “Tamam, seninle başa çıkamam ama senden kaçabilirim.” dedi ve kapıyı açıp çıktı.

Ren Tingting peşinden koştu. “Nereye gidiyorsun?”

“Sana ne?” dedi, arkasına bile bakmadan.

Ren Tingting dağılmış saçlarıyla yere çöktü, yüzünü elleriyle kapattı ve çok üzgün bir şekilde ağladı.

O geceyi tek başına geçirdi, Zhao Fanggang hiç dönmedi.

Ertesi gün gözleri şiş bir şekilde işe gitti. Bir meslektaşı ne olduğunu sorduğunda sadece dizi izlerken sabahladığını söyledi.

İş çıkışı onun evine gitmeyip kendi dairesine döndü. Gece yarısı kapı çalındı.

Önce önemsemedi. Ama çalınmalar giderek arttı, komşuları rahatsız olmaya başladı.

Yan daireden biri çıkıp bağırdı.“Gece gece yeter artık, insanları rahatsız etmeyi bırakır mısın?”

Zhao Fanggang oralı olmadı, kapıyı çalmaya devam etti. Ağzından hep aynı kelime çıkıyordu. “Karıcığım! Karıcığım!”

Ren Tingting yorganın altına saklandı, kapıyı açmadı.

Sonra site güvenliği geldi. Zhao hâlâ aynı şekilde bağırıyordu. “Karıcığım!”

Güvenlik onu neredeyse götürmek üzereyken Ren Tingting kapıyı açtı.

Zhao sarhoştu. Onu görünce gülümsedi.
“Karıcığım.”

Güvenlik sordu. “Bu kişi eşiniz mi?”

Ren Tingting başını salladı.

Yan dairedeki komşu dayanamayıp söylendi.
“Ne olur kavga ediyorsanız bizi karıştırmayın! Gece gece ne biçim gürültü bu? Herkesin işi gücü var, saat kaç oldu?”

Ren Tingting tekrar tekrar özür diledi, sonra Zhao Fanggang’a destek olup onu içeri götürdü.

Kapı kapanır kapanmaz eli hemen gevşedi, o da dengesini kaybedip neredeyse yere düşüyordu.

“Karıcığım...” dedi, ama pişkin pişkin yine yanaştı.

“Bana dokunma.” dedi Ren Tingting, ondan uzaklaşarak.

Zhao Fanggang uzun kollarıyla onu sardı. “Hâlâ mı kızgınsın?”

Ren Tingting onu itti. “Kim senin karın? Bana karışma demedin mi?”

Arkadan sıkıca ona sarıldı. “Hepsi sinirle söylenmiş şeylerdi. Ben yumuşak davranılınca dayanamam, sen bunu bilmiyor musun?”

Ondan kurtulmaya çalıştı. “Bana dokunma, sarhoş!”

Zhao Fanggang hâlâ utanmazca ona sokuluyordu. “Karıcığım, karıcığım...”

Ren Tingting onun bu sözleri karşısında yumuşadı. İç çekerek onu bir kez daha itti. “Ne kadar içtin yine?”

“Çok değil.”

“Çok değilse neden sarhoş gibi davranıyorsun?”

“Ben sarhoş numarası yapmasam sen kapıyı açar mıydın?”

“Zhao Fanggang sen..!” diye bağırdı, ona vuracak gibi döndü ama o an Zhao Fanggang dudaklarını onun dudaklarına yapıştırdı.

Ren Tingting'in vuruşları onun gücüne yetmedi, birkaç hamlede onu yatağa atıverdi.

Onun yüzünden canı çok yandı ama o hâlâ bırakmıyordu. Ren Tingting ağlayarak onu ısırdı.

“Çocuk istemiyorum.” dedi.

Zhao Fanggang yumuşakça konuştu. “Tamam, sen nasıl istersen. Ne zaman istersen, o zaman olur.”

“Bundan sonra bana bağırmak yok.”

“Tamam, bağırmam. Ama sen de bir daha bir şey fırlatmayacaksın.”

“İstediğimde fırlatırım.”

“Peki peki, fırlat. Yetmezse yenisini alırım.”

Ren Tingting ona vurdu, o da kendini bırakmış şekilde onun vuruşlarına katlandı. Tırnak izleriyle vücudu doldu, acıdan kıvrandı ama ses çıkarmadı.

Sonunda Ren Tingting tamamen tükenmişti, göz kapakları kapanmak üzereydi ama Zhao Fanggang “Acıktım.” dedi.

“Buzdolabında bir şeyler var.” diye mırıldandı Ren Tingting.

“Makarna istiyorum.” dedi Zhao Fanggang, arkasından ona tekrar sarılarak, kulağını yaladı. “Senin yaptığın makarnayı yemek istiyorum, olur mu?”

Bu söz Ren Tingting’i biraz ayılttı. Yüzü kıpkırmızı oldu, ona bir tekme attı. “Pis sapık.”

(Ç.N: Neden pis sapık olduğu hakkında hicbir fikrim yok arkadaşlar nsndndns)

Ama sözleriyle kızmış gibi yapsa da uykulu hâliyle yatağından kalkıp mutfağa makarna pişirmeye gitti.

Zhao Fanggang’ın makarna yerken bazı alışkanlıkları vardı. Sosis ve göz yumurtası isterdi. Yumurtanın sarısı akmayacak olursa yemezdi. Bu yüzden Ren Tingting yumurtayı da özel olarak kızarttı.

Her şey hazır olunca Zhao Fanggang masaya oturdu, Ren Tingting de başını masaya dayayıp onu izlemeye başladı.

“Yavaş ye, sanki biri elinden alacak.” dedi, onun iştahla yemesine gülerek.

“Senin yaptığın makarna gibisi yok.” dedi yine ağzı bozuk bir şekilde. Ren Tingting elini kaldırıp onu tokatladı.

(Ç.N: Makarnada müstecen bir şey var da ben mi kaçırıyorum 😅)

Zhao Fanggang onun elini tutup öptü. Ren Tingting yüzünü buruşturdu. “Ağzın yağ içinde.”

O yemeye devam ederken Ren Tingting ona su getirdi. “Şu sizin iş yemekleri dediklerinizin neresi yemek? Bildiğin içki savaşı. Bir masa dolusu yemek söyleniyor, kim kaç lokma yiyor ki? Yazık günah.”

Zhao Fanggang makarnayı yedikten sonra suyunu da yudumladı. “Eğer israf diyeceksen, senin yaşlı baban benden daha beter israf ediyor.”

Ren Tingting yine vurdu ona. “Kime yaşlı diyorsun sen?”

Hemen düzeltti Zhao Fanggang. “Babamız, babamız.”

Ren Tingting ona ters bir bakış atarak devam etti. “Sen böyle her gün içersen, vücudun bir gün iflas edecek.”

“Yapacak bir şey yok. O kadar güçlü biri olan Ji Yuheng bile içiyor. Yoksa bu sektörde nasıl ayakta kalacaksın?”

Ren Tingting onun yorgun hâlini görünce içi sızladı. Tereddütle, “Eğer çok zorsa, babamla konuşabilirim.” dedi.

Zhao Fanggang hemen elini kaldırdı. “Dur, ben seni sırf işimde kolaylık olsun diye almadım.”

Ren Tingting başını salladı. “Biliyorum.” Elini tuttu. “Sadece... seni böyle çabalarken görmek içimi acıtıyor.”

Zhao Fanggang onun elini sımsıkı tuttu. “Ben erkeğim, erkek dediğin bunlara katlanır. İçki ne ki?”

“Ama vücuda zarar.”

“Ne yaparsan yap, bu işte her şeyin bir karşılığı var. Bu makarnayı yiyorsam, baskısını da taşıyacağım.”

Ren Tingting iç geçirdi. O da aynı sektördeydi, pazarlamanın zorluklarını biliyordu.

“Ama kadınlarla erkekler aynı değil. Erkekler deli gibi içebilir ama kadınlar içemez. Sen asla iş yemeğine gitmeyeceksin.” Bir süre sonra Zhao Fanggang tekrar tembihledi.

“Benim de bunu yaşamam gerek.” dedi Ren Tingting dudak bükerek.

“Hayır dedimse hayır. Ya biri fırsat bilip sana sarkıntılık ederse?” Zhao Fanggang huzursuz oldu, çatalını bırakıp telefonunu aramaya başladı. “Telefonum nerede?”

“Ne yapacaksın?” diye sordu Ren Tingting.

“Yöneticinizi arayıp uyaracağım.”

Ren Tingting onu durdurdu. “Deli misin? Zaten kimse bana içki içirmeye cesaret edemez.”

Zhao Fanggang da düşündü, doğruydu. Babasının konumunu bilen biri ona içki içirmeye cesaret edemezdi.

Ama hâlâ homurdanıyordu. “İş yemeğiymiş, senin gibisi mümkünse hiç gitmesin.”

Ren Tingting onun ciddiyetini görünce başını salladı, yumuşak bir sesle, “Tamam.”

Zhao Fanggang onun uzun saçlarını okşadı ama içinden, gelecekte Maliye Müdürlüğü’yle iş yaparken nasıl mesafeli olacağını düşünmeye başladı.

“Ne düşünüyorsun?” diye sordu Ren Tingting, onun yemeğe devam etmediğini fark ederek.

“Hiçbir şey.” Sadece gülümsedi Zhao Fanggang.

“Bir tabak daha ister misin?”

“İsterim.”

Ren Tingting gerçekten istediğini sanıp kalktı ama Zhao Fanggang onu birden sıkıca kucakladı.

Başını kaldırıp ona baktı, arzulu bir yüz ifadesiyle, “Ben seni istiyorum.” dedi.

Ren Tingting’in yüzü bir anda kızardı. “Yarın işe gideceğim, sen de bırakmıyorsun!”

Zhao Fanggang sinsi bir gülümsemeyle onu kucağına alıp yeniden odaya götürdü. “O zaman işe gitme, ben sana bakarım.”

“İstemem, pis herif!”

“Pis mi? Sana gerçek pisliği göstereyim ben.”

İkisi yeniden şakalaşarak birbirlerine sarıldılar. Ren Tingting bu sefer yorgunluktan bayılacak gibi oldu ama yine de onun kucağına sokulmuştu. Bir şeyler mırıldandı ama Zhao Fanggang anlayamadı. Yaklaştığında, çoktan uyumuştu.

Onu dikkatlice örttü, kucağına aldı, onun vücuduna has kokusunu içine çekti. O an kalbi derin bir huzurla doldu.

Başını eğdi ve onu hafifçe öptü, yumuşak bir sesle fısıldadı:

“İyi geceler, benim küçük aptalım.”



Yorumlar