Hidden Marriage in the Office - 117. Bölüm (Türkçe Novel)

Tu Xiaoning’in çocuk sahibi olma isteği aniden ortaya çıkmamıştı. Kayınvalidesi öldüğünden beri bu düşünce aklında filizlenmişti. Bugün Rao Jing’in hamile olduğunu öğrenmek ise içindeki hassas noktaya dokunmuştu. Eğer onların da bir çocuğu olursa, belki evleri biraz daha neşelenirdi. Hem, onun çocuğu... Ne kadar yakışıklı ve zeki olurdu! Böyle bir gen boşa gitmemeliydi.
Ama Ji Yuheng “Biraz bekleyelim.” dedi.
Bu cevap Tu Xiaoning’in içini burktu ama onun her zaman mantıklı hareket ettiğini bildiğinden fazla üstelemedi. Rao Jing ayrılmıştı ve bölümde sadece üç kişi kalmıştı. Yeni elemanların gelmesi zaman alacaktı. Tam bu süreçte hamile kalırsa, işler iyice karışabilirdi. Üstelik o şu an oldukça göz önündeydi. Hamile kalırsa, herkes konuşmaya başlardı. Kim bilir hakkında neler söylenirdi?
Bu yüzden, o bekleyelim diyorsa bekleyecekti. Tu Xiaoning konuyu fazla düşünmemeye karar verdi ama içinden sessizce söylendi.
'İnsanlar senin için yüz milyonlarca dolar veriyor, ama sen o kadar cimrisin ki onlara bir sperm bile vermek istemiyorsun.'
Rao Jing gerçekten gidiyordu. Ji Yuheng sonunda onun istifasını onayladı ve dilekçesini insan kaynaklarına iletti. Hızla ayrılık süreci başladı. Denetim ekibi, iç denetim işlemlerine koyuldu. Müşterileri ise eksiksiz bir şekilde Tu Xiaoning’e devredildi.
Bu durum en çok Zhao Fangang’ı yıktı. Rao Jing’le Tu Xiaoning’den daha uzun süredir iş arkadaşıydı. Onun gidişiyle gerçekten üzgün olduğu belliydi.
“Nasıl bir adam seni böylesine harika bir kariyerden vazgeçirebildi?” Bir türlü aklı almıyordu. Ona göre, aşk uğruna kariyerini feda eden herkes aptaldı. Ama hep zeki ve mantıklı gördüğü Rao Jing’in de böyle düşüncesizce bir adım atması onu şaşırtmıştı.
“Ben gitmezsem, sana nasıl yer açılır?” Rao Jing eşyalarını toplarken lafı gediğine koydu.
Aslında doğru söylüyordu. O burada olduğu sürece, Zhao Fangang ondan bir adım geride kalıyordu. Ancak o ayrıldığında, Zhao Fangang terfi edebilecekti. Üstelik yetenekleri ve çevresiyle gelecekte çok daha büyük başarılara ulaşması kaçınılmazdı.
“Bırak bu saçmalıkları! Ben ne başkasının sırtından geçinen bir adamım ne de birinin bana yol açmasına ihtiyacım var! Sen buradayken en azından bir rakibim vardı. Ama şimdi gidince, sanki ben de değerimi kaybettim.”
Rao Jing gülümsedi. “Sen nasıl değersiz olabilirsin? Sen patronun en güvenilir yardımcısısın.”
“Ama sağ kolu gitti! Sadece ben kaldım, bu da büyük bir eksiklik.”
Rao Jing, ofise göz gezdirdi. “Neyse ki Fengsheng burada değil, yoksa bu sözlerini duysa ne kadar üzülürdü.”
“Fengsheng fazla yumuşak biri, yeterince sert değil. Ama küçük Tu...” Zhao Fangang, Tu Xiaoning’i süzerek devam etti. “O geliştirilebilir biri. Küçük Tu, neden bugün itibarıyla benim öğrencim olmuyorsun?”
Tu Xiaoning başını bile kaldırmadan yanıtladı. “Bir gün hoca olan, ömür boyu hoca sayılır. Benim hocam yalnızca Rao Jie. Asla ona ihanet etmem.”
“Hey, sen de amma inatçısın!” Zhao Fangang derinden yaralanmıştı. Hem de içten içe.
Rao Jing kahkahalarla güldü. “Ben gidiyorum diye benim adamımı ayartabileceğini mi sandın? Küçük Tu her zaman benim tarafımda olacak.”
“Tamam, tamam, senin adamın.” Zhao Fangang, kollarını sıvayarak söylendi.
“Ne yapıyorsun? Dövüşmek mi istiyorsun?”
“Hayır, sana devrimci savaş yoldaşlığına yakışır bir kucaklaşma vereceğim ve aynı zamanda seni iş hayatındaki güçlü kadın çukurundan çıkıp ev hanımlığının derin çukuruna atlaman için tebrik ediyorum. Umarım bir dahaki sefere seni gördüğümde bir teyze olup çıkmazsın.”
Rao Jing, ona bir zımba fırlattı ve her zamanki gibi ona çıkıştı. “Ölmek mi istiyorsun? Kim teyze ha? Asıl sen öylesin! Senin tüm ailen öyle!”
Ofis her zamanki gibi neşeliydi, ancak Tu Xiaoning’in içi buruktu. Çünkü Rao Jing’in gidişiyle başkalarının da ayrılacağını biliyordu. Sonunda hepsi yollarını ayıracaktı ve bu günler yalnızca kıymetli birer hatıra olarak kalacaktı. Belki de bir daha asla geri gelmeyecekti.
Elindeki yeni müşteri listesini sessizce inceledi. Pek sevinçten havalara uçmuş sayılmazdı, çünkü bu liste Rao Jing’in emeklerinin karşılığıydı. Evet, kendi rızasıyla devretmişti ama Tu Xiaoning bunu içi rahat bir şekilde kabul edemiyordu. Kalıcı kadroya geçme sürecinin onun için zor olacağını biliyordu, ama Yuan Jiao gibi biri olmak istemiyordu. Kendi çabalarıyla ilerlemek, bu yolda ne kadar gidebileceğini görmek istiyordu.
Başını kaldırıp masmavi gökyüzüne baktı. Kulaklarında hâlâ Rao Jing ve Zhao Fangang’ın şakalaşmaları çınlıyordu, ama zaman göz açıp kapayıncaya kadar geçip gidiyordu.
Dünyada dağılmayan bir şölen yoktur. İş arkadaşları, dostlar, aile... Büyümek demek, hem kazançlar hem de kayıplarla yüzleşmek demektir. Sevinç ve hüzün iç içedir. Hayat, karşılaşmalar ve vedalardan ibarettir. Yapabileceğin tek şey, başını eğip yoluna devam etmektir.
— Bayan J
Tu Xiaoning yeniden pazarlama ve müşteri ziyaretleriyle meşgul oldu. Öyle ki, Zhao Fangang bile ona artık küçük bir pazarlama dahisi diyordu.
Bugün ziyaret edeceği müşteri, reklam sektöründe çalışan ve mevcut müşterilerinden biriyle iş birliği yapan biriydi. Şirketin sahibi, küçük bir krediyle nakit akışını dengelemek istiyordu, bu yüzden müşterisi ona Tu Xiaoning’i tavsiye etmişti.
Reklam şirketi çok büyük değildi, ancak sahibi oldukça meşguldü ve sık sık seyahat ediyordu. Muhasebeci, patronlarının bugün döndüğünü ve öğleden sonra ziyaret edebileceğini söylemişti.
Bunun üzerine Tu Xiaoning belgelerini alarak yola çıktı. Muhasebecinin verdiği adrese gidip şirketin tabelasına göz attı.
Huihuang Reklamcılık
Kendi kendine düşündü: Aslında "Huihuang" değil, "Huiguang" olması gerekmiyor mu? Acaba patronun isminde “Hui” mi geçiyor? Ama şirket bilgilerini kontrol ettiğinde, ne hissedarlarda ne de yasal temsilcilerde böyle bir isim olmadığını görmüştü.
Üzerini düzelterek içeri girdi ve önce muhasebe departmanına yöneldi.
“Tu Hanım siz misiniz?”
“Evet, benim.”
“Ne tesadüf, patronumuz da az önce geldi. Şu an ofisinde.”
“Tamam, o zaman bana eşlik eder misiniz?”
“Tabii.”
Önde muhasebeci, arkasında Tu Xiaoning yürüyerek ofis kapısına geldiler. Yol boyunca Xiaoning, “Patronun soyadı ne?” diye sordu.
“Yu.”
“Yu mu? Ama o ne yasal temsilci ne de hissedar gibi görünüyor?”
“Bizim Başkan Yu iyi bir adamdır. Yasal temsilci annesi, hissedar ise eşi. Bu yüzden şirketin gerçek kontrolünü elinde tutsa da adı hiçbir yerde geçmiyor.”
Tu Xiaoning hafifçe gülümsedi. “Öyle mi? O zaman gerçekten hayırlı bir evlat ve iyi bir koca.”
Kapıya geldiklerinde muhasebeci kapıyı tıklattı. “Başkan Yu, bankadan biri geldi.”
“Oh, içeri buyur.”
Muhasebeci kapıyı açtı. İçeride, spor kıyafetleri giymiş genç bir adam, kanepede oturmuş çay demliyordu. Gözlerini kaldırıp onlara baktı.
“Başkan Yu, merhaba.” Tu Xiaoning saygıyla selamladı.
“Merhaba, buyurun oturun.”
Başkan Yu oldukça gençti, rahat giyinmişti ve yaş olarak Xiaoning’den çok da büyük görünmüyordu. Samimi bir tavırla onu içeri davet etti.
Tu Xiaoning yanına giderek çantasından bir kartvizit çıkardı ve kendini tanıttı. “Başkan Yu, ben DR Bankası’nın müşteri yöneticisi Tu Xiaoning. Sizinle tanıştığıma memnun oldum.”
Başkan Yu kartviziti aldı, bir süre inceledi, ardından Xiaoning’e baktı. Sonra tekrar kartvizite döndü.
Tu Xiaoning, şimdiye kadar pek çok müşteriyle görüşmüştü ama böyle bir tepkiyle ilk kez karşılaşıyordu. Tam sebebini anlamaya çalışırken, adamın hafifçe şaşırmış bir sesle konuştuğunu duydu.
“Tu Xiaoning?”
Xiaoning başını salladı. “Evet.”
Bir sorun mu var?
Başkan Yu kartviziti masaya koydu ve onu dikkatlice süzerken biraz daha yaklaştı. “Sen ortaokulda Xincai Ortaokulu’nda mıydın?”
Tu Xiaoning birkaç saniye düşündü. “Evet.”
“2007 mezunu musun?”
Tu Xiaoning hafifçe duraksadı. Matematiği pek iyi değildi, böyle şeyleri hatırlamak için biraz düşünmesi gerekiyordu.
Adam tekrar sordu. “12. sınıfta mıydın?”
Xiaoning şaşkınlıkla bakakaldı. “Bunu nereden biliyorsunuz?”
Başkan Yu birden dizine vurdu. “Demek gerçekten sensin! Tu Xiaoning!”
Tu Xiaoning adamı dikkatle inceledi. Yoksa eski bir okul arkadaşı mıydı? Ama yüzü pek tanıdık gelmiyordu.
Gülümsemeye devam etti ama zihninde hızla ortaokuldaki soyadı Yu olan öğrencileri taramaya başladı. Ama ortaokul çok eskide kalmıştı ve birkaç yakın arkadaşı dışında kimseyi hatırlayamıyordu.
Onun kararsızlığını fark eden adam yüzüne dokunarak, “Benim ya! Hatırlamıyor musun? Biraz daha düşün!” dedi.
Tu Xiaoning derin derin düşündü. Ne yapmalıydı? İnsanların sizi tanıyıp sizin onları tanımamanız kadar garip bir durum olabilir miydi? Üstelik bu kişi bir müşteriydi! Ne dese bilemedi.
Adam gülümsedi ve ona bir ipucu verdi.
“Ortaokulda, gece dersinden dönerken bisikletin açılmış bir rögar kapağına takılınca düşmemiş miydin?”
Tu Xiaoning’in zihninde bir şimşek çaktı. Gözleri irileşti.
“Sen... Sen... Sen Yu Hui misin?”
Başkan Yu başını salladı. “Evet, ben Yu Hui’yim. Şimdi hatırladın mı?”
Tu Xiaoning’in içi bir anda karıştı. Bu nasıl bir kaderdi?
Karşısındaki adam, şu an almaya çalıştığı müşteri, ortaokulda okulun en meşhur serserilerinden biri olan, bir zamanlar ona zorbalık eden ve gece dersinden çıkarken rögar kapağına takılıp bisikletinden düşmesine neden olan Yu Hui’den başkası değildi!
"Gel gel, otur otur!"
Yu Hui, onun hala ayakta durduğunu görünce nazikçe oturmasını teklif etti. Okul zamanlarındaki o kibirli ve sert tavırlarından eser yoktu artık.
Tu Xiaoning, onun bu kadar değişmiş olmasına şaşırdı ve içten içe sarsıldı.
Yu Hui, arabasının anahtarını muhasebeciye fırlattı.
"Git, bagajdan en iyi çaylardan bir kutu al, eski okul arkadaşımla uzun uzun sohbet edeceğim."
Muhasebeci anahtarı aldı. "Tamam, Yu Bey."
"En pahalısını al!" diye ekledi Yu Hui.
"Tamam."
Yu Hui, arkasına dönüp hala ayakta duran Tu Xiaoning’e baktı ve gülümseyerek sordu:
"Yoksa hâlâ yıllar önce sana yaptığım şeyler için bana kızgın mısın?"
Tu Xiaoning elini sallayarak oturdu. "Olur mu öyle şey? Bunlar çok eski meseleler. O zamanlar hepimiz çocuktuk, ne anlıyorduk ki?"
Yu Hui pantolonunun paçalarını düzelterek oturdu. "Evet, şimdi düşününce ne kadar da çocuksuymuşuz." Sonra Tu Xiaoning’e dönüp sordu:
"Sen şimdi bankada çalışıyorsun, öyle mi?"
Geçmişin tozlu sayfaları, zamanın akışı ve büyümeleriyle birlikte unutulmaya yüz tutmuştu. Yıllar sonra tekrar bir araya gelmişlerdi ve artık sadece yetişkinlerin olgunluğu ve eski dostların kibarlığı kalmıştı.
"Evet, müşteri temsilcisiyim. İşte, senin şirketine pazarlama yapmaya geldim. Görünen o ki kaderimiz kesişmeye devam ediyor." Tu Xiaoning hafifçe şakayla karışık söyledi.
"Aman, beni öyle pohpohlama. Ne yöneticiliğim var ne bir şey. Sadece küçük bir şirket kurdum, kendi işimi yapıyorum. Okulda derslerim iyi değildi, diplomam da yüksek değil. Büyük şirketler beni almayınca ben de kendi işimi kurdum." Yu Hui konuşurken ona bir bardak sıcak su doldurdu.
"Kendi işinin patronu olmak harika bir şey. Bizim gibi başkalarının yanında çalışanlar, performansa göre maaş alıyor ve sürekli baskı altındayız. Bak mesela, bugün sen benim 'efendi'm oldun."
Yu Hui, çaydanlığını eline alıp bir yudum içti. "Aman, böyle konuşursan şımarırım! Aslında sadece bankadan bazı bilgiler almak istiyordum ama madem geldin, kredi çekmeyecek olsam bile şimdi çekmek zorundayım!"
Bu sırada muhasebeci çayı getirdi. Yu Hui hemen açıp demlemeye başladı. Tu Xiaoning, onun önce suyu kaynatıp çaydanlığı ısıttığını, sonra çayı demleyip en son küçük bir fincana dikkatlice doldurarak eline uzattığını izledi.
Tam alacakken Yu Hui konuştu.
"Tu, ortaokuldayken sana zorbalık yaptım, seni o gece öyle düşürmem tamamen benim hatamdı. O zamanlar sana bir özür borçluydum. Bugün bunu telafi ediyorum." Çay fincanını kaldırdı, yüzü ciddiydi. "Özür dilerim! Lütfen beni affet!"
Bu durumda Tu Xiaoning kendini daha da mahcup hissetti.
"Yu Bey..."
"Yu Hui, sadece Yu Hui de. 'Yu Bey' kulağa tuhaf geliyor."
Tu Xiaoning de ona uydu. "Yu Hui, gerçekten böyle bir şeye gerek yok. Bunlar çocukluk meseleleri. Hem sonuçta sadece birkaç çizik almıştım, yıllar önce unuttum bile."
Yu Hui iç çekti. "Ben içtenlikle özür diliyorum. Şimdi geçmişe dönüp bakınca, ne kadar aptalca ve düşüncesizce davrandığımı görüyorum. Bir kız arkadaşımı zorbalığa maruz bırakacak kadar nasıl bir şeytandım o zaman?" Kendi kendine söylenirken başını salladı. "Gerçekten tam bir pislikmişim."
Tu Xiaoning çay fincanını aldı. "Herkesin cahil olduğu bir dönemi olur. Ben de o zaman yanlış yaptım, ilk olarak sana basketbol topu atmamalıydım." Şimdi düşününce, o zaman sadece topu düzgünce geri verseydi, belki de o olay hiç yaşanmayacaktı.
Yu Hui elini salladı. "Sonuçta sen bir kızsın. Ne olursa olsun, o gece seni akşam etüdü çıkışında pusuya düşürmemeliydim. Şimdi düşününce çok aşırı ve tehlikeliydi. Neyse ki kötü bir şey olmadı."
İkisi de eski arkadaşlar gibi rahatça sohbet etmeye devam etti. Ortam rahattı, hiç kasılmadan konuşuyorlardı. Tu Xiaoning, gercekten büyüdüklerini fark etti. Yıllar geçmişti ve her ikisi de çok olgunlaşmıştı.
Bir süre daha sohbet ettikten sonra Yu Hui, muhasebeciye belgeleri hazırlamasını söyledi. Beklerken çayından bir yudum aldı ve gelişigüzel bir şekilde sordu.
"Bu arada, bizim okulun eski yakışıklısı Ji Yuheng ile ne oldu?"
Tu Xiaoning çayını tutarken bir an duraksadı ama kendini belli etmeden içmeye devam etti. "Neden soruyorsun?"
Yu Hui gülümsedi. "Yoksa bilmiyor musun? O zamanlar seni gönderdikten sonra bana ölümüne bir dayak attı. Öyle sert vurdu ki burnum günlerce kanadı."
Tu Xiaoning donup kaldı, ama Yu Hui bunu fark etmeden anlatmaya devam etti.
"Ayrıca senin bana basketbol topu atmana gelince, o basketbol sahasının kapısına beni sıkıştırmıştı. O yüzden gelip seninle hesaplaşamadım." Bir yudum daha aldı, sonra başını salladı. "O çocuk gerçekten senin için çok uğraştı. Hem sertti hem de acımasızdı. Okulda seninle ilgili bir şey yayılır diye ödü kopuyordu. Hatta beni okuldan attırmakla bile tehdit etti. O zamanlar sizin kesin sevgili olacağınızı düşünmüştüm."
Tu Xiaoning, çayını yudumlamaya çalıştı ama artık sakinliğini koruyamıyordu.
(Çevirmen Notu: En fazla 12-13 yaşında çocuklar bunlar ya size de komik gelmiyo mu😅)
Yorumlar
Yorum Gönder