Eat Run Love - 1. Bölüm

1. Bölüm
Ekim 2007'de, Ding Zhitong "ruhun eşi"ni buldu.
Song Mingmei sadece şaka yapıyordu ve Ding Zhitong da bunu ciddiye almadı. Ona gözlerini devirdi ve bilgisayarına dönüp İnsan Kaynakları ile görüşme zamanını belirlemek için e-postalarına cevap vermeye devam etti.
Yanlarında duran Feng Sheng ise duyduklarıyla rahatsız olmuştu. Ding Zhitong'u birlikte yemeğe davet etmediği gün nadirdi ve sessizce ayrıldı.
O yıl, Şanghay Borsası endeksi 6000 puanı aşmış, üç yıllık mevduat faizi %5’e kadar çıkmış, birinci sınıf şehirlerde konut fiyatları metrekare başına 20 bin yuan olmuştu.
O yıl, kimse Wall Street’i ele geçirmeyi düşünmüyordu. VP ünvanı özenle "Başkan Yardımcısı" olarak çevriliyor ve yatırım bankalarının yıllık verdiği ikramiyeler zaman geçtikçe daha fazla efsaneleşen bir rakama dönüşüyordu.
O yıl, Ding Zhitong 22 yaşındaydı ve finans mühendisliği alanında yüksek lisans yaptığı Cornell Üniversitesi'nden mezun olmak üzereydi.
Okul, New York Eyaleti’nin Ithaca şehrindeydi ve bir buçuk yıl süren program, özellikle Çinli öğrenciler olmak üzere dünyanın dört bir yanından gençleri bir araya getiriyordu.
Birkaç yıl sonra, Amerika'daki lisans programına katılanların sayısı arttı ve insanlar, bu bir buçuk yıllık yüksek lisans programlarının biraz sığ olduğu fikrine varmışlardı. Ama o dönemde Ivy League okullarının prestiji henüz sönmemişti, buradaki insanların hâlâ biraz övünecekleri bir miktar gurur kaynakları vardı.
Ve herkesin tek bir hedefi vardı – Wall Street’te para kazanmak.
Davranış biçimleri de şaşırtıcı derecede benzerdi.
Sonbaharında, okulun iş alımları başlamadan önce başvurulara bakmaya başlıyor, ertesi yılın nisan ayında Amerikan lisans öğrencileriyle birlikte yaz stajı için rekabet ediyorlar ve geri dönüş teklifi alarak işe devam etme şansı arıyorlardı.
Eğer bu olmazsa, bir yıl daha bekliyorlar, her tarafı ağ gibi sararak özgeçmişlerini gönderiyorlardı. Indeed, Glassdoor, LinkedIn ve diğer büyük iş arama sitelerinin her birine göz atıyorlardı. Okul arkadaşları, hemşehrileri, arkadaşlarının arkadaşları, babalarının eski dostlarının kuzenlerinin yeğenleri... her türlü ağ kurma fırsatını değerlendiriyorlardı. Her gün en az iki “cold call” (iş arama süreçlerinde, bir kişi potansiyel işverenlere ya da önemli bağlantılara doğrudan ulaşarak kendini tanıtıp, iş fırsatları yaratmaya çalışabilir. Bu, önceden randevu veya davet olmadan yapılan bir iletişim türüdür.) yapıyorlar, birkaç ay içinde gönderdikleri iş başvuru e-postalarının sayısı yüzlerceyi buluyordu. Aslında okula gitmektense, sanki bir iş arama kampına katılmak gibiydi.
Ding Zhitong’un bu görüşmesi ve “ruh eşi” de işte böyle ortaya çıktı.
Yaklaşık bir ay önce, Ding Zhitong ve Feng Sheng okulun kariyer fuarına katılmışlardı. Fuara, büyük markalardan M firması tanıtım yapmaya gelmişti. Etkinlik sonrasında, ikisi de özgeçmişlerini göndermiş, ilk elemeden geçmiş ve bir sonraki online teste katılmışlardı. Ding Zhitong, mülakat daveti alırken Feng Sheng ise alamamıştı.
Bu sonuç inanılmazdı ve sebebi oldukça açıktı.
Feng Sheng’in not ortalaması Ding Zhitong’dan yüksekti, staj deneyimi fazlaydı ve üstelik erkekti. O güne kadar Feng Sheng'in gönderdiği özgeçmişlerin tümünü ilk elemeden ve çevrim içi elemeden geçirmişti; en kötü ihtimalle ilk mülakata girebiliyordu. Ancak M firması için durum farklıydı.
Feng Sheng, durumu kabullenemeyerek okul arkadaşları arasında biraz araştırma yapmıştı ve okuldan M firması için çevrim içi elemeden geçen sadece iki Çinli öğrenci olduğunu öğrenmişti: biri Ding Zhitong, diğeri ise Gan Yang’dı.
Feng Sheng bu durumu daha da anlam veremez olmuştu, çünkü Gan Yang, Ding Zhitong’dan bile daha kötüydü.
Gan Yang, onlardan iki sınıf altta, finans bölümünde son sınıf öğrencisiydi. Ortaokuldan sonra yurtdışına gitmiş, Amerikan lise eğitimini tamamlayarak Amerikan üniversitesine başvurmuştu. Tam olarak, Feng Sheng’in hem en çok kıskandığı hem de en fazla hoşlanmadığı tipti. Herkesin bildiği üzere, Amerikan lise ve üniversitesi ile onların gibi yerli Çin'deki cehennem gibi zorlu sınavlardan geçmeden daha iyi sıralamalara sahip okullara girebiliyorlar, ancak bunun karşılığında yaklaşık bir milyon dolar daha fazla öğrenim ödemeleri gerekiyordu.
Feng Sheng, bu insanların aslında o kadar da yetenekli olmadığı, sadece zengin ailelerden geldikleri sonucuna varmıştı. Ancak Ding Zhitong, Feng Sheng’in bu küçümseyici bakış açısını biraz garip buldu çünkü sonuçta onlar da parayı kazanmak için oradaydılar, başkalarının zengin olmasından ne diye rahatsız olsunlardı ki?
Ama Gan Yang’ın durumu göz önüne alındığında, gerçekten de bir gariplik vardı.
Bu kişi, öğrenime fazla ilgi göstermiyor, sürekli olarak atletizm takımıyla birlikte vakit geçiriyordu. Diğer öğrenciler staj bulmaya çalışırken, o her gün antrenman yapıyordu. Yarış sonuçlarına gelince, takım arkadaşları arasında doğal olarak pek dikkate alınacak bir başarısı yoktu. Yani, ortalama bir not ortalaması ve tamamen boş bir staj geçmişiyle, M firmasının düzenlediği ilk elemede nasıl başarılı olmuştu?
Ama sonuçta Feng Sheng, Feng Sheng’di ve çoktan bir analist gibi profesyonel bir bakış açısına sahipti. Karmaşadan düzen çıkarmada çok iyiydi. Kısa süre içinde bir sonuca vardı ve M firmasının, Feng Sheng’i elemesine rağmen Gan Yang’ı ilk mülakata çağırmasının sebebinin, çevrim içi eleme sorularının hatalı olmasından kaynaklandığını düşündü. Her zamanki matematiksel mantık ve vaka analizi sorularının dışında, en son aşamada bir dizi kişilik testi de eklenmişti.
O sorular, çoktan seçmeli sorulardı ve soruların miktarından belli oluyordu ki hepsine cevap vermek imkansızdı. Sadece sınırlı süre içinde ne kadarını tamamlayabilirseniz, o kadarını yapabiliyordunuz. Sorular oldukça soyuttu; örneğin, "Erkeği köpeğe, kadını kediye benzetiyorsak, çocuk ne olur? Küçük kedi, köpek ya da yavru köpek?" gibi sorular vardı. Cevaplayanın, soruları hazırlayan kişinin ne amaçladığını anlaması çok zordu ve ekranın üst kısmındaki geri sayım saatiyle baskı altına alınıyordu. Sonuç olarak, kişi sezgilerine göre bir yanıt veriyor ve bir sonraki soruya geçiyordu.
Feng Sheng, matematik ve vaka analizinde kendinden çok emindi. Dolayısıyla, bu kişilik testinin sonuçları saptırdığına kanaat getirmişti ve bugünkü durumun sebebi olarak bunu görüyordu.
Ding Zhitong bu düşünceyi komik bulmuştu. Çünkü o da mülakata çağrılmıştı. Bu ne biçim kişilik testiydi ki, onu ve Gan Yang’ı aynı kategoriye sokmuştu?
Gan Yang dediğin kişi, garip ve umursamaz bir zengin çocuğuydu. 1966 model kırmızı bir Mustang sürüyor, kampüs dışındaki bir köyde müstakil bir ev kiralıyordu. Söylentiye göre, evin bir duvarını tamamen spor ayakkabıları için ayırmıştı. Evde sürekli atletizm ve basketbol takımlarından kaslı ve farklı ten renklerine sahip erkekler kalıyordu, geceyi birlikte geçiriyor, birlikte takılıyorlardı. O söylentiler sonrasında biraz daha... şey olmuştu... Ding Zhitong burada işin ayrıntılarına girmedi.
Oysa o, Şanghay’ın arka sokaklarından çıkıp gelmiş, sınavlara odaklı ve hedefleri net bir şekilde para peşinde koşmak olan biriydi. Ailesinin de etkisiyle, ne tür bir sorunla karşılaşırsa karşılaşsın, öncelikle bunun maliyet açısından uygun olup olmadığını düşünürdü. Yürüyebilecekken kesinlikle taksiye binmez, yemek yapmak için vakti varsa dışarıda yemez, ders kitaplarını fotokopi çektirip almayı tercih ederdi. Şu anki en büyük hedefi ise, çalışmaya başladığı ilk yılda 80 bin dolar biriktirmekti.
Onun mesleğinde genellikle raporlar incelenir, vaka analizleri yapılır, bazen virgülden sonraki birkaç sıfır bile sıradan bir şey haline gelirdi. 80.000 dolar kağıt üstünde önemsiz görünebilirdi ama gerçekte o parayı kazanıp biriktirmek öyle kolay bir iş değildi.
Böbreğini mi satsam? O kadar para etmezdi.
Vücudumu mu satsam? O işlerde bağlantısı da teknik bilgisi de yoktu.
İnternette sürekli Sugar Daddy hikayeleri duyuyor ve o yaşlı adamları nerede bulduklarını merak ediyordu? Bir tanesiyle de onu tanıştırabilirler miydi?
Piyangoyu kazanmak dışında aklına gelebilecek tüm yasal veya yasadışı yollar arasında, bunu başarmasına yardımcı olabilecek tek şey büyük bir yatırım bankasında işe girmesiydi. Bu yüzden son bir yıldır bu hedef doğrultusunda çalışıyordu.
Böyle iki kişinin, doğal olarak hiçbir ortak noktası yoktu.
İlk tanışmaları uluslararası öğrencilerin katıldığı bir toplantıda olmuştu ve Song Mingmei'nin geniş arkadaş çevresi sayesinde birbirlerinin isimlerini öğrenmişlerdi.
Song Mingmei, Ding Zhitong gibi finans mühendisliği yüksek lisansına devam ediyordu. İsmi gibi, oldukça güzel ve çekici biriydi, peşinden koşan çok sayıda hayranı vardı. Bunlardan biri, Çin’de girişimcilik yaparak Mo Qi adında bir sosyal medya sitesi kurmuş olan çocuktu. Song Mingmei bu çocuğa pek ilgi duymuyordu ama yine de yardım etmek konusunda çok istekliydi ve tanıdığı herkese web sitesini tanıtmıştı.
Site, kullanıcıları çekebilmek için kayıt olduktan sonra bir tarayıcı oyununu oynamayı şart koşuyordu; aslında bu, karşılıklı olarak yapılacak bir "uyum testi"ydi. On sorudan beş tanesinin cevapları örtüşüyorsa web sitesi sizi arkadaş olarak öneriyordu ve Ding Zhitong ile Gan Yang, on sorunun onunu da aynı yapmışlardı.
Song Mingmei bununla ilgili yorumu "korkunç bir tesadüf" olduğuydu.
Ding Zhitong bunu pek umursamadı ancak Gan Yang, ona özel mesaj gönderip selam verdi. Mesajda sadece bir cümle vardı: "Meraba, Ding Zhitong." (Çevirmen Notu: Merhabayı ben yanlış yazmadım yanlış anlamayın lütfen sdfgh)
Ding Zhitong, bu kişinin çok çocukça olduğunu düşündü ve üç gün sonra ancak cevap verdi: "Merhaba A-Gan."
Mesajı gönderdikten sonra bir daha hiç bakmadı.
Sonradan Song Mingmei, Gan Yang'ın ana sayfasındaki İngilizce ismini Young'dan Forrest'a değiştirdiğini söyledi.
Ding Zhitong bunun ne anlama geldiğini tam olarak bilemedi; acaba bu kendini küçümsemek için mi yapılmıştı, yoksa bir tür alay ifadesi miydi? Zaten açıkçası umurunda da değildi. Sonuçta önce ona lakap takan kendisiydi. Bu sadece misillimeydi, ödeşmiş oldular.
Sonuç olarak, Ding Zhitong, kendisiyle Gan Yang arasında hiçbir ortak nokta göremiyordu.
Ama her ne olursa olsun, ikisi de özgeçmiş ön elemesi ve online testleri geçerek M şirketinin ilk mülakat turuna katılma hakkı kazanmışlardı.
Mülakat cumartesi günüydü, hazırlık için hâlâ birkaç gün vardı. Ding Zhitong, Feng Sheng’in elenmesine canının sıkıldığını bildiğinden ondan sahte mülakat (mock interview) yardımı istemeye gönlü el vermedi. Bunun yerine, yardım için Song Mingmei’ye başvurdu.
İkisi birlikte iki odalı bir yurt odasında kalıyorlardı.
Genelde genç kızlar aralarında dış görünüş veya tarz konusunda rekabete girerdi, ama Ding Zhitong’un böyle şeylere zerre ilgisi yoktu. Onun tek imrendiği şey, Song Mingmei’nin yaz stajından sonra G şirketinin Yatırım Bankacılığı Departmanı’ndan (IBD – Investment Banking Department) iş teklifi almış olmasıydı. Şimdi rahat rahat mezuniyeti bekleyip kafasına göre iş seçebiliyordu. Oysa Ding Zhitong, stajının sonunda insan kaynakları biriminden sadece mail yoluyla mesaj almıştı. “Başarılar dileriz, yolunuz açık olsun.”
Eğer Feng Sheng onun test çözme ve sertifika alma ortağıysa, Song Mingmei de iş başvurularındaki akıl hocasıydı. Ona coşkulu bir ön yazı nasıl yazılır, dikkat çekici bir özgeçmiş (CV) nasıl hazırlanır, tokalaşma pratiği nasıl yapılır bizzat Song Mingmei öğretmişti. Hatta onun o kolay kırılan kalbini ve sosyal kaygılarını da — en azından dışarıdan bakıldığında — iyileştirmişti. Böylece Ding Zhitong, cesaretini toplayıp networking etkinliklerine katılabilir hale gelmişti. Abartısız söylenebilir ki, eğer Song Mingmei’nin yönlendirmeleri olmasaydı, o muhtemelen hâlâ kütüphanede aptal aptal not ortalaması kasıyor olurdu.
Feng Sheng gittikten sonra, Ding Zhitong deneme mülakatı konusunu açtı ve Song Mingmei memnuniyetle yardım etmeyi kabul etti.
Tüm bu planlamalar bittikten sonra Ding Zhitong, telefonuna gelen bir mesajı fark etti: Feng Sheng yazmıştı — “İstersen sana mülakat için yardım edebilirim.”
Kısaca cevap verdi. “Gerek yok, teşekkür ederim.”
Song Mingmei başını uzatıp mesajı gördü ve söylendi. “Bu bir telgraf değil ki, kelime başına ücret alınmıyor. Neden bu kadar cimrisin?”
“Başka yazacak bir şey mi var ki?” diye karşılık verdi Ding Zhitong. Her ne kadar tutumlu biri olsa da, kelime başına düşen maliyeti düşürmek için özellikle kısa yazacak kadar da değil.
Song Mingmei ona bakarak iç çekti. “Siz ikiniz... tam olarak ne durumdasınız?” Bu soru kafasını uzun zamandır kurcalıyordu.
“Ne durumu? Sadece sınıf arkadaşıyız.” dedi Ding Zhitong.
Bunun dışında Feng Sheng’in elinde tarihin en kapsamlı sayısal mantık soru bankası, büyük finans kurumlarının mülakat notları ve değerlendirme merkezi için gerçek vaka analizleri vardı. Onunla birlikte test çözmek, son derece kârlı bir işti.
Song Mingmei homurdandı ve konuşmak üzereyken cep telefonu çaldı. Birinci nesil iPhone'un ekranında uzun bir sayı dizisi belirdi. Ta Şanghay’da olan, MoQi'nin kurucusu ve CEO’su, peşinden koşan adaylardan biri olan Deng Boting arıyordu. O dönemde tam zamanlı çalışanı yoktu ve CEO'nun kendisi de yarı zamanlı bir işte çalışıyordu
Song Mingmei telefonu açtı ve bir kadının bir erkekle nasıl konuşması gerektiğini bizzat sergilemeye başladı.
“Yine sabaha kadar çalışacak mısın?... Hı hı, sana ruhsal olarak destek oluyorum... Noel’de dönmeyeceğim, New York’a taşınıyorum... Hangi gün mü? Söylemem... Hayır... Zaten yardım etmeye gelmeyeceksin, niye söyleyeyim ki... Sürpriz istemiyorum, kimin umurunda bunun sürpriz mi şok mu olduğu...”
Ne çok uzak, ne çok yakın; ne uzatıyor, ne kestirip atıyor. Tam kararında bir mesafe.
Ding Zhitong bir yandan bu konuşmayı izleyip kendince ders çıkarırken bir yandan da lisans yıllarında çıktığı eski erkek arkadaşını düşündü. O yurtdışına gitmişti, erkek arkadaşı ise Şanghay’da çalışmaya devam etmişti. Bir süre uzun mesafe ilişkisi denediler ama zamanla doğal olarak ayrıldılar. Geriye kalan da buruk bir cümle olmuştu: “Bu kadar kelime cimrisi olmana gerek var mıydı?” O geçmişten dolayı, Ding Zhitong karşı cinsle iletişim kurmakta gerçekten de bazı sorunları olabileceğini kabul etmek zorunda kaldı.
Ama Feng Sheng mi? Ona gelince, hâlâ komik buluyordu.
Feng Sheng, lisans eğitiminde de onunla aynı üniversitede, matematik bölümünde okumuştu. Dördüncü sınıfta yurtdışına başvuru dönemi geldiğinde, okulun forumunda sık sık birbirleriyle fikir alışverişinde bulunmuşlardı. Başlarda sadece internet arkadaşıydılar, gerçekten tanışmaları ise Cornell’e geldiklerinde olmuştu.
Ama tanıştıktan sonra da, o kadardı işte.
Feng Sheng, Şanghay lehçesinde “ana baba” anlamına gelen yeniang kelimesini bile kaba bulan tiplerden biriydi. Ailesinin çok katı kuralları olduğu ilk bakışta belliydi. Ding Zhitong ise sıradan bir ailesinden geliyordu, yirmili yaşlarına gelene kadar bu tür ifadelerin kaba sayıldığını fark etmemiş, sonradan "baba", "anne" demeye başlamış, daha sakin ve ölçülü bir dil kullanmıştı.
Bunun dışında Feng Sheng’in gösterişe düşkünlüğü de vardı.
Geçen sonbahar, birlikte okula doğru yürürlerken bir ağacın altında bir yığın kestane görmüşlerdi. Ding Zhitong hemen eğilip kestaneleri toplamaya başlamış, şakayla karışık “Acaba bunları kavurup yiyebilir miyiz?” demişti. Tabii biri ona eşlik etse, o şaka gerçek olabilirdi. Ama Feng Sheng yalnızca kaşlarını çatarak ona bakmıştı. Öyle “Ah seni küçük çılgın” gibi sevimli bir bakış değil, daha çok “Ya hemen ayağa kalk ya da beni tanımıyor gibi yap” anlamında bir bakıştı.
Ding Zhitong, sırf Song Mingmei gibi onunla öyle bir tonda konuştuğunu hayal ettiğinde bile yerin dibine girmek istiyordu.
Tam o sırada, Feng Sheng’in mesajı da gelmişti. Onunkinden bile kısaydı, sadece iki harf — “OK.”
Şanghay’dan gelen telefon kapanınca, mesajı Song Mingmei’ye gösterip kendini aklamaya çalıştı.
Song Mingmei ise sadece iç çekti ve “Siz gerçekten çok iyi bir ikilisiniz.” dedi.
Ding Zhitong omuz silkti, bu sözün çok da yanlış olmadığını düşünüyordu. O ve Feng Sheng gerçekten birbirlerine uygundular; ama sadece ders çalışma grubu ya da iş başvurusu ekibi olarak. Birlikte soru çözer, CFA (Sertifikalı Finans Analisti) ve AICPA (Amerikan Yeminli Mali Müşavir) sınavlarına hazırlanırlardı. Birlikte savaşan yoldaş gibiydiler; ama işin içine kadın-erkek ilişkisi karışırsa, tüm tadı kaçardı.
Yorumlar
Yorum Gönder