When the Phone Rings - 43. Bölüm (Türkçe Novel)


Heejoo, hastanede iki gün daha kaldıktan sonra taburcu olmayı talep etti.

Vücudu ağrılar içindeydi ama kırık bir kemiği yoktu ve hastanede kapalı kalmak onu fazlasıyla bunaltmıştı.

'Aslında, gerçek şu ki...'

Şantaj telefonunun tuhaf bir şekilde farklı bir yöne evrilmesinden sonra, içinde sürekli bir ağırlık hissediyordu, sanki bir şey boğazına takılmış gibiydi.

"Eşyalarının hepsi bu kadar mı?"

Baek Sa-eon, Heejoo’nun çantasını eline alarak sordu.

Heejoo’nun biraz erken taburcu olmasını pek hoş karşılamamıştı. Ancak, “İçim daralıyor ve yalnız kalmak istemiyorum” yazan mesajını uzun süre inceledikten sonra aniden fikrini değiştirmişti.

Çünkü o da farkındaydı.

Heejoo hastanedeyken, onu ziyaret eden hiçbir aile üyesi olmamıştı.

"Eve gidince iyice dinlen. Mümkün olduğunca çabuk dönerim."

"!.."

Nereye gidiyor?

Heejoo, aniden gerilmiş bir şekilde ona baktı. Bakışlarını fark eden Baek Sa-eon, sakin bir şekilde ekledi:

“Dedemin anma töreni var.”

'Ah...'

Kısa bir mahcubiyetin ardından, Heejoo’nun gözleri büyüdü.

Merhum Baek Jang-ho’nun anma töreni...

O meşhur “Cumhurbaşkanlığı dışında her şeyi yapmış adam” olarak bilinen ve büyük bir başarıya imza atan kişiydi.

Baek Sa-eon’un “Veliaht Prens” lakabıyla büyümesine sebep olan dedesi.

Mavi Saray’a adım attıktan sonra aile evine neredeyse hiç uğramayan Baek Sa-eon’un istisna yaptığı tek gün, işte bu dedesinin anma töreni olurdu.

Her yıl bu günlerde, ailenin en büyük torunu olan Baek Sa-eon’un aile toplantısına katıldığı görüntüler sıkça kameralara yansırdı.

Seçkin bir aile tek bir nesille kurulamazdı.

Ailenin temel taşlarını atan, ilk başkan yardımcılığı görevini yapmış olan birinci kuşak büyükbabası.

Güçlü bir politikacı olarak bilinen ikinci kuşak dedesi.

Dört dönem boyunca milletvekilliği yapmış ve başkanlık yarışında en güçlü aday olarak öne çıkan üçüncü kuşak babası.

Ve her hareketiyle olay yaratan genç kan, dördüncü kuşak Baek Sa-eon.

“Ben de gelmek istiyorum.”

Heejoo, bunu yazdığında Baek Sa-eon kaşlarını hafifçe kaldırdı.

Şimdiye kadar büyük torunun gelini olmasına rağmen, o aile toplantılarından birine bile katılmamıştı. Ya da belki “katılamamıştı” demek daha doğru olurdu.

Baek Sa-eon her seferinde onu zorunlu bir şekilde geride bırakarak evden ayrıldığında, Heejoo’nun içinde bir eziklik duygusu kabarıyordu. Demek hâlâ bu ailenin bir parçası olarak kabul edilmiyorum... diye düşünmeden edemiyordu.

[18:09] Evde tek başıma kalmak istemiyorum.

Ancak bu kez, daha önce hiç yapmadığı bir şekilde, inatçı davranmaya karar vermişti.

Bu sefer kabul edecek gibi hissediyordu.

Bu, içinde birikmiş bir sezgi ya da şimdiye kadar yaşanmış onca küçük olaydan derlenmiş bir veri gibi bir şeydi.

Geçmişte yapılan sayısız telefon konuşması sayesinde artık fark etmişti.

Bu, onun yasal eşine karşı duyduğu asgari sorumluluk muydu? Yoksa çocukluklarından gelen bir bağın doğurduğu bir koruma içgüdüsü mü? Ya da belki sadece bir acıma hissiydi?

Baek Sa-eon’un davranışlarını net bir şekilde adlandırması mümkün değildi. Ancak onun düşünüldüğü kadar soğuk bir insan olmadığını da anlamıştı.

Hatta bazen, onun hakkında düşündüğünden daha fazla düşünceli olduğu anlar bile oluyordu.

“Eğer yalnız kalmak istemiyorsan—”

Sessizce ona yöneltilen bakışların etkisi inatçı bir şekilde hissediliyordu. Heejoo, kaşlarının arasında bir anlık seğirme hissettikten sonra tekrar ifadesiz bir yüz takındı. Ancak karşısındaki kişinin gerçek düşüncelerini okumak hâlâ zordu.

Böyle soğukkanlı bir yüz ifadesiyle nasıl o sesleri çıkarabiliyor?.. Hayır, hayır!

Kafasında beliren bu düşüncelerin farkına varan Heejoo, birdenbire başını başka yöne çevirdi.

Baek Sa-eon, “Gelmek istemiyorsan gitmeyelim.” deyince Heejoo şaşkınlıkla göz kırptı.

Tam o anda, Baek Sa-eon başını yana eğerek hafif alaycı bir tonla konuştu.

“İkimiz yalnız olunca daha mı iyi olur?”

“!…”

“Öyleyse ben gitmeyeyim.”

Bu olmaz ki!..

Çevresinde bir kalabalık olsa, belki zihnindeki dağınık düşünceler biraz sakinleşirdi. Dahası, orada sert bir şekilde görmezden gelinirse, kafasında dolanan bu karmaşık duyguları toparlayabileceğini umuyordu.

[18:10] Hayır! Beraber gidelim istiyorum!

Mesajı okuyan Baek Sa-eon, dudaklarını hafifçe ovuşturdu ve gözlerini şüpheyle kıstı.

Fakat bir süre sonra düz bir şekilde kapalı duran dudaklarının yukarı kıvrıldığını gördüğünde, Heejoo aniden başka bir tarafa baktı. Sanki görmemesi gereken bir şeyi görmüş gibi absürt bir suçluluk hissetmişti.


***


Baek Sa-eon’un ailesinin evi oldukça hareketliydi.

Ailesinin bir siyaset hanedanı olmayı başarmasının sebebi, merhum Baek Jang-ho’yu merkez alan tüm akrabaların etkin bir şekilde sahada yer almasıydı.

ABD Büyükelçisi, vali, belediye başkanı, Adalet Bakanı, savcı ve milletvekilini kapsayan bu geniş aile, temellerini hep Baek Jang-ho'nun mirasına borçluydu.

Her ne kadar kendisi uzun zaman önce vefat etmiş olsa da, aile bağlarını sıkı sıkıya bir arada tutan mihenk taşı olmaya devam ediyordu.

Buraya gelmek istediğimi söyleyen bendim ama...

Tüm aile üyelerinin bakışlarının Baek Sa-eon’a yöneldiği o an, Heejoo’nun avuçları terlemeye başladı.

Tam o sırada tanıdık bir sıcaklık, parmaklarının arasına kararlı bir şekilde nüfuz etti.

Parmakları arasında hiçbir boşluk bırakmayacak şekilde kenetlenmiş bir el, Heejoo’yu sımsıkı tutuyordu.

"!.."

Bir kök gibi sağlam ve çözülmesi imkânsız bir bağdı bu.

“Hey, Baek Sa-eon!”

Heejoo, o anda çevresindeki her şeyden kopmuş gibiydi. Sanki kulaklarına kalın bir perde çekilmişti.

Kuzenleri yaklaşıp Sa-eon’a sıcak bir şekilde selam verirken, aile büyükleri birer birer sohbetlere dâhil oluyordu. Ancak Heejoo’nun dikkatini çeken tek şey, her geçen saniye daha da sıkılaşan o elin dokunuşuydu. Bu temasa odaklanmış, kalbinin şiddetle çarpışını hissediyordu.

“Ah, bu…”

Ve sonra, pek de dostane olmayan bakışlar ona çevrilmeye başladı.

San Gyeong Medya’nın öz kızı değil, üvey annenin getirdiği çocuktu.

Aile büyükleri, sanki bu durum onurlarına dokunmuş gibi, yüzlerini ekşitmekten çekinmediler. Onların bakışlarında en ufak bir sıcaklık bile bulmak mümkün değildi.

“Geldiyse önce bir selam verseydi...”

"!.."

Ansızın yükselen bir sesle Heejoo’nun omuzları irkildi.

"Her ne kadar aceleyle evlenilmiş olsa da, aile büyüklerine önceden bir selam verilir, arada bir hatır sorulur, bu böyle yapılırdı..."

“Bunları düşünmeyin, sohbetinize devam edin.”

Baek Sa-eon, yüzünü açıkça ekşiterek ilerledi.

“Az önce ne dedin sen…”

Bir anda şaşkın bakışlarla dolu bir sessizlik çöktü. Onun alçak ve sakin sesi, kulağa zarif bir şekilde çarpıyordu.

“Şu saygısız herif ne dedi öyle şimdi...”

“Bunları düşünmeyin dedim. ”

“Ne demek bu?”

Bu sefer ifadesiz bakışları, sesin geldiği yere çevrildi. Sadece göz göze gelmeleri bile etrafta bir sürü rahatsız öksürüğe neden oldu.

“Çocuklarınızın yapmadığını, neden benim eşimden bekliyorsunuz?”

“Sen adabın ne olduğunu bilmiyor musun, utanmaz herif!”

“Adap mı?”

Baek Sa-eon hafif bir tebessümle başını salladı.

“Bedavadan ilgi görmek istediğinizde ortaya çıkan o adaptan mı bahsediyorsunuz?”

Onun duygusuz bakışları, yanan bir sarı ışık gibi parıldadı.

“Dünyada adap diye bir şey var mı gerçekten? İnsanları ya da hayvanları bir araya toplayınca güç doğar ve bu güç siyasetle şekillenir.”

"!.."

“Bu vesileyle bir hiyerarşi kurmak ve biraz disiplin sağlamak istediniz sanırım. Ama bunu adap olarak adlandırmayın lütfen.”

Keskin ve sert ses odada yankılandı.

“Eğer birinin hatırınızı sormasını istiyorsanız, önce kendinizi ona saydıracak bir hale getirin. Bunun doğru sıralaması budur ve hürmet görmek isteyen kişinin görevidir.”

Yaşlı adamın yüzü kızarıp morardı.

“Telefon etmek bile bir çeşit güçtür.”

"!.."

Heejoo, endişeli bir şekilde gözlerini kaçırarak etrafına bakındı.

Baek Sa-eon, onun elini sıkıca tutmuşken nazikçe başparmağıyla elinin üzerini okşamaya başladı.

“Önce insanların merakını çekecek biri olun. Sonra bekleyin.”

Baek Sa-eon, konuşmanın kontrolünü tamamen ele geçirdikten sonra, tereddüt etmeden oradan uzaklaştı.

Heejoo, güçlü bir şekilde çekilerek götürülürken ne yapacağını bilemez bir haldeydi.

'...Gerçekten böyle mi olmalı?'

Daha başından beri içinde kötü bir his vardı.

“Ah, nasıl oldu da ikiniz birden geldiniz?"

Yemek odasına girdiklerinde lezzetli bir kızartma kokusu yayıldı.

Siyah bir balıkçı yaka kazak ve siyah pantolon...

Bu kıyafetler mutfakla pek uyumlu değildi ama kayınvalidesi Sim Gyu-jin, önlük takmadan meşgul bir şekilde hareket ediyordu.

Her zamanki gibi yardım eden kimse yoktu. Heejoo, soru sormadan bile kayınvalidesinin herkesi uzaklaştırdığını anlamıştı.

Birer kase tavuk çorbası, tavuklu sebze yemeği, altı çeşit sebzeli Kore köftesi, tofu köftesi, şiş köfte, mezgit balığı köftesi, yeşil mercimekli köfte, kabak köftesi, shiitake mantarı köftesi ve çorba.

Kayınvalidesi, geleneksel anma töreni yemeklerini özenle ve abartılı bir şekilde hiçbir yardım almadan tek başına hazırlıyordu.

Onun inatçılığı aile içinde oldukça ünlü bir hikâyeydi.

“Heejoo taburcu oldu.”

“Hastaneye çiçek göndermiştim, onu aldınız mı?”

Heejoo hemen başını sallayarak onayladı.

“Hastanede biraz daha kalabilirdin, neden bu kadar aceleyle çıktın? Yoksa Sa-eon, anma töreni bahanesiyle seni zorla mı çıkardı?”

Kayınvalidesinin şüpheli bakışları Sa-eon’a dönerken, Heejoo, bu durumu açıklamak istercesine başını tekrar salladı ve ellerini hareket ettirerek itiraz etti.

Tam o sırada içeri giren küçük yenge, kucağındaki köpeği okşarken konuşmaya başladı.

“Bu evdeki yaşlılar, bir ara gelin hanımın yüzünü görmek için neredeyse çatlattılar kendilerini. Ama bir kere bile ortalıkta görünmedi. Ne kadar inatçı biriymiş meğer.”

Bakışları Heejoo’ya kaydı.

“Bugün nasıl bir rüzgar esti de onu buraya getirdiniz, merak ettim.”

Sa-eon, aldırış etmeden sert bir şekilde cevap verdi.

“Yalnız kalmak istemedi, bu yüzden birlikte geldik.”

“Ne?”

Köpeği okşayan eli bir an durdu.

“Yanımdan ayrılmak istemediği için beraber geldik. Bir sorun mu var?”

“Yok, hayır, yok tabii...”

Küçük yenge, duyduklarına şaşırmış bir ifadeyle başını salladı.

“Vallahi, ablam da sen de garip yerlerde dikkat çekiyorsunuz.” diye homurdandı.

Bu sırada kayınvalidesi Shim Gyu-jin hafifçe gülümseyerek yanıt verdi.

“Anma törenleri söz konusu olduğunda işi başkalarına bırakmayı hiç istemiyorum, o kadar.”

"Biliyorum, biliyorum."

O dönemde kadınların ev işlerinden sorumlu olması gerektiğine dair yaygın bir düşünce hakimdi. Ancak Shim Gyu-jin, çocuğunu dünyaya getirdikten sonra eğitimine devam edebildi. Bunu sağlayan kişi ise efsanevi Baek Jang-ho’ydu.

Baek Jang-ho, gelinine özgür bir yaşam sunmuş, torununu ise adeta bağrına basarak özenle yetiştirmişti.

Baek Sa-eon’a olan sevgisi o kadar büyüktü ki, haftasonları torunuyla mutlaka vakit geçirirdi. Üstelik, Sa-eon ortaokula başlayana kadar hiçbir kamu etkinliğine ya da miting alanına torununu götürmemişti.

Bu süreçte, Baek Sa-eon’un evde eğitimle üstün yetenekli öğrenciler için verilen eğitimi tamamladığı ve ardından resmi eğitim sürecini de başarıyla bitirdiği konuşuluyordu.

Yüz hatlarından tutumuna, kararlı ve keskin karakterinden politik felsefesine kadar, Baek Sa-eon, Baek Jang-ho’nun özelliklerini en çok miras alan torun olarak görülüyordu.

Baek Jang-ho’nun en büyük eseri olarak değerlendiriliyordu.

Dolayısıyla, Baek Jang-ho'nun etkisi ve mirasını kendi üzerlerine almak isteyen öz oğulları, bu tür övgü dolu sıfatlarla karşılaştıklarında yüzlerini ekşitmeden duramıyordu.

“Sa-eon, eşine söyle de iyice öğrensin.” dediler, o sırada ellerinde törensel yemek tabaklarıyla topluca salona giren akrabalar.


Yorumlar