When the Phone Rings - 28. Bölüm (Türkçe Novel)


"...406."

"Evet?"

"Böyle düşünürken mi Heejoo'yla görüşüyordun?"

Öfkesini bastırarak sordu.

"Sen neye dayanarak, o kızı böyle küçümsüyorsun?"

"Ne?"

"...Böyle bir aşk mısın? Gerçekten sinir bozucu..."

Cep telefonu bir an sessiz kaldı, kelimeler boğuklaştı ve silikleşti.

"Hey..."

"Eğer onun iyi özelliklerinden hiçbirini bilmiyorsan, tehditlerini burada bırak. Bunu hak etmiyorsun."

"..."

"Benim mahvolmamı isteyen bir insan için çok boktan birisin."

Kelimeleri sert, nefes alış verişleri düzensizdi.

"Pislikleri etrafımda tutmakta oldukça iyiyimdir."

Bekle, yine küfrediyor...!

"406yı ne kadar tanırsam, sevilecek tek bir yönünün bile olmadığını o kadar çok fark ediyorum."

Baek Sa-eon'un onu koruduğu açıktı. Yine de Hee-joo hakarete uğramış gibi tuhaf hissediyordu.

İçinde küçük bir tepki filizlendi.

"Onu tanımadığın için böyle söylüyorsun abi!.."

"Tanımayan ben miyim?"

Alaycı bir gülüşle sözünü kesti.

"Benden daha iyi kim tanıyabilir onu ki!"

"!.."

Heejoo içine kapanık değil, sadece etrafını iyi gözlemleyen biri… Sosyal becerileri zayıf değil, insanlar genellikle ona karşı saygısız davranıyor... Dar bir çevresi olması işine olan bağlılığından kaynaklanıyor…Paraya boyun eeğez...

Baek Sa-eon baştan sona kadar kendinden emin bir şekilde konuştu.

"Annesini sevmişti."

Bu sözleri duyduğu anda, Heejoo’nun gözünden bir damla yaş düştü.

Neredeyse patlayacak gibi şişmiş olan çürük kalbi, o an büyük bir gürültüyle sanki içinden patladı.

Kulağının bir yerinde tuhaf bir tıkanıklık hissetti.

Heejoo hızla elinin tersiyle ıslanan yanaklarını sildi.

"Heejoo'nun ağzından duman çıksaydı her şey daha kolay olurdu. Sonuçta sigara içiyorum, nasıl içileceğini bilmiyor da değilim."

Baek Saeon boynunu kabaca kaşıdı ve güldü.

'Bu ne demek şimdi?'

'Si-sigaradan mı bahsediyor?'

Nihayet omzuna esen soğuk rüzgarı hissetti. Ceketini nerede düşürmüştü?

Heejoo, ağzını kapatmak için aceleyle elini kaldırdı. Hıçkırık tutmuştu.

"Sen ne... diyorsun... Ne bildiğini sanıyorsun!.."

Heejoo, ne söylediğini bile bilmeden rastgele konuştu. Artık beyni felç olmuştu. Üzgün ve soğuk kalbi, uzun zamandır bastırılmış sızlanmalarını yeniden ortaya çıkarıyordu.

"Sen yurtdışındaydın!.."

O an için sesi değiştiren şantajcı değil, sadece kendisiydi.

"İkiniz ne kadar birlikteydiniz de neyi bilmiş gibi davranıyorsun? Yanılgıya kapılma, Hong Heejoo'nun yanında sen yoktun..! Sizin bir hikayeniz yok!"

Zar zor nefes alabiliyordu. Hee-Joo öfkeyle ıslak gözlerinin kenarlarını ovuşturdu.

Diyecek bir şey bulamayan adam, sadece aralıklarla kesik kesik nefesler veriyordu. Hee-Joo onun hızlı adımlarla hareket ettiğini fark etti.

"Ben çocukken yeme bozukluğum vardı..."

“Ne?”

"Hee-Joo..."

Sözleri kritik bir anda kesildi. Sanki cep telefonunu tekrar kulağından çekmiş gibiydi. Neler oluyor? Ne vardı orada?

“Alo? Alo?”

Kalbi hızlandı ama cevap gelmedi.

"...Hee... Nerede..."

Sertleşmiş sesinin tekrar duydu ancak bu sefer kendisiyle değil başkasıyla konuşuyor gibiydi.

Heejoo, kış rüzgarında dağılmış saçlarını düzeltti.

Alkolün etkisi azalmaya başlıyordu...

"Onun yanında fazla rahattım."

Hiçbir şey olmamış gibi konuşmasına devam etti. 

"Ağzıma bir şey koymaktan ve hatta konuşmaktan nefret ettiğim zamanlardı."

"Ne? Neden?"

Heejoo aceleyle araya girdi.

"..."

Ancak konuşması yine kesildi.

Heejoo, kendi aceleciliğinden dolayı alnına vurdu.

Acaba fazla mı üstüne gittim?

Baek Sa-eon, uygun bir söz bulamadı mı, yoksa söyleyemeyeceği bir şey mi vardı bilmiyordu. Uzun bir sessizliğin ardından yanıt verdi.

"...Ergenliğim sert geçti diyelim."

Heejoo ikna olmasa da başını salladı.

"Ama Heejoo’nun önünde her şey doğaldı. Ağladığımda da, kötü huylarım ortaya çıktığında da... açıkçası utanmıyordum."

Baek Sa-eon kesinlikle onun yanındayken hareketlerine de konuşma tarzına da daha az dikkat ediyordu.

O zamanlar genç olduğu ve konuşamadığı için onu görmezden geldiğini düşünmüştü.

Ama şimdi...

Kafasının bir köşesi zonkluyordu. Aşağılık kompleksinin insanı böyle sarsabileceğini ilk kez fark ediyordu.

"Hiçbir şey bilmeyen bir çocuk olduğu için öyle sanıyordum. Konuşamadığı için, beceriksiz olduğu için, benden çekindiği belli olduğu için… onu hafife aldığımı düşünmüştüm."

Aniden sesi bir kat daha soğudu.

"..."

"O zamanlar öyleydi."

"Heejoo kasvetli miydi?"

Sesinde hafif bir alay ve küçümseme vardı.

"Şerefsiz p*ç, bazen deniz için bile kasvetli diyebiliriz."

"…"

Hiçbir şekilde yumuşatılmamış, vahşi bir tavrı vardı.

Kendini top gibi yapıp kollarını etrafına doladı. Bıçak gibi saplanan sesi, soğuk rüzgardan bile daha donuktu. 

"Eğer aklındaki tek şey buysa defol git."

Kesinlikle soğuk bir şekilde ağzından çıkan bu sözler, garip bir şekilde içini ısıttı.

"...Neden, başından beri sürekli... sen kimsin de bana ne yapacağımı söylüyorsun?"

Zorlukla kendine gelen Heejoo, sert bir şekilde cevap vermeye çalıştı ama o da ortasında kesildi.

"O çocuk, aynı el hareketlerini onlarca, belki de yüzlerce kez tekrarlayarak şu anda olduğu kişi oldu, sen bunu bilemezsin."

"!.."

"Heejoo'nun o zamanlar dayanması gereken şeyler bir mücadele değilse, başka ne olabilir ki?"

Bu kelimelerle gafil avlandı. O ani, basit sözlerle bir şeyler darmadağın oldu. Hiçbir şey düşünemedi.

"O sadece ek değil, o tamamen yeni bir dil."

"..."

"O yüzden, karım hakkında saçma sapan konuşayım deme."

Bu sözleri duymak için mi telefon açtım?

Bugün, Baek Sa-un'un zehirli sözleri kalbinde birikerek beklenmedik bir teselliye dönüşmüştü. Bu çelişki Hee-joo'yu bir an için suskun bıraktı.

Ablasının arkadaşlarının dedikoduları çoktan geride hiçbir iz bırakmadan kaybolmuştu. Bu telefon görüşmesi gerçeklerden uzaklaşması için mükemmel bir fırsattı.

Bu noktada Heejoo sormak istedi.

'Bunca zamandır beni mi izliyor muydu? Genç ve yetersiz olduğum için benden nefret etmiyor muydu?'

Ama tüm bu sorular şantajcının sesiyle çıktı ağzından.

"O zaman neden Hong Hee-joo'ya görünmezmiş gibi davranıyordun?"

"O 406'ya böyle bir şey mi söyledi?"

"Sence onun hakkında bilmediğim bir şey mi var?"

Aynı anda, asansör bir çınlama sesiyle açıldı.

Heejoo hiç düşünmeden başını çevirdi,

"!.."

"!.."

İkisi de telefonlarını kulaklarına dayamış şekilde karşılaştı.

"...Sen..."

Baek Sa-eon, tehlikeli bir şekilde korkuluğa yaslanan Heejoo'yu görünce hemen telefonunu cebine soktu.

Yüzü tamamen sertleşmiş, oldukça öfkeli adımlarla yaklaşmaya başladı.

Şaşkına dönen Heejoo, telefonu çantasına gizlemek için aceleyle hareket etti.

Baek Saeon hiç beklemeden Heejoo'yu belinden yakaladı ve onu hızla korkuluktan uzaklaştırdı.

Keskin bir ses, sanki onu azarlıyormuş gibi çıktı.

"Ölmeye mi çalışıyorsun?!"

"Hıık...!"

"Neden giysilerini yerlere atıp korkuluklara abanıyorsun?!"

"Hıık..!"

Şimşek gibi patlayan sesle birlikte, Heejoo tekrar hıçkırmaya başladı.

Az önce konuştuğu kişinin o olduğunu fark edince vücudu tamamen donmuştu.

Gözlerini ovuştururken mırıldandı.

"...Uzun zamandır seni arıyordum."

Garip bir şekilde yorgun görünen hali, içinde gereksiz bir suçluluk hissi uyandırdı.

Baek Sa-eon, onun tuvalete unuttuğu ceketi tutuyordu.

"Karanlık ve yüksek yerlere yalnız gitmemeyi okulda öğretmediler mi?"

Kaşlarını çatan adam, Heejoo'nun yanağını eliyle sertçe sıktı.

"Iıh..!"

Dudakları balina gibi dışarıya çıktı.

"Hong Heejoo içki de içmiş."

"!.."

Heejoo irkildiğinde, adamın yüzü daha da soğudu.

“Peki, içki içip yukarı çıkınca nasıl hissettin?"

Gerçekten ruh halini sormuyordu, sesinde alaycı bir ton vardı. Ancak böyle söylese de elinde tuttuğu ceketi Heejoo'nun omuzlarına örttü.

Heejoo, onun kayıtsız bakışlarını görünce birden o soğukkanlılığı bozmak için garip bir dürtüye kapıldı.

'Niye... o kadar acımasız davrandın?'

'Neden böyle yaptın?'

'Neden gerçek bir çift olduğumuzu hayal etmememi söyledin?'

Konuşmak için ağzını açtı ama boğazı, bir kanal gibi tıkalıydı. Karşıdaki kim olursa olsun, henüz sesi rahatça çıkmıyor gibi hissediyordu.

Heejoo'nun bakışlarını nasıl yorumlayacağını anlamaya çalışan Baek Sa-eon, kafasını yana eğdi.

"Telefonla mı konuşuyordun?"

"!.."

Korkudan sıçrayan Heejoo gözlerini kaçırınca, onun bakışları daha da keskinleşti.

"Konuşamadığın halde neden telefonu kulağına dayadın?"

Belini saran kolları daha da sıkılaştı. O dikkatli bakış, Heejoo'nun yüzünün her bir köşesini derinlemesine taradı.

Bu bakış karşısında dudakları seğirdi.

'An..ne...'

Adam eğilip dudaklarını okudu.

Kısık bir "ah" diye mırıldandı ama kaşlarının kalkıklığı kolay kolay memnun olmadığını gösteriyordu.

Bu sırada Baek Saeon eğildiği yerden sadece dudaklarına bakmaya devam etti.

'Ah..!'

Heejoo, baş dönmesiyle hafifçe sendeleyince vücudu hızla havaya kalktı.

Baek Saeon beline doladığı kollarıyla onu sıkıca tutmuştu.

"Hop."

"!.."

Sıcak parmakları, beline damga gibi batıyordu.

Boy farkı o kadar büyük ki, sanki bir tabelayı kaldırmış taşıyor gibiydi.

Heejoo, aniden hayava kalkmasıyla bozulan dengesini sağlamak için omuzlarına sarıldı.

"Bu kadar soğuk havada... Neyse. Tamam."

'neyse' ve 'tamam' sözlerini ne kadar sık duymuştu.

Kasıtlı olarak ketum davranan ve sözlerini bastıran bir yanı da vardı. Dudakları kaşlarını çatarken kıvrıldı.

Soğuğu çoktan unutmuştu.


Yorumlar