When the Phone Rings - 29. Bölüm (Türkçe Novel)
Eve giden yol.
"..."
"..."
Heejoo, sıcacık arabaya bindiği anda derin bir uykuya daldı.
El çantasını sıkıca kucaklayarak etrafını dikkatlice gözden geçirdikten sonra tekrar başını eğip gözlerini kapattı.
Hafifçe horuldayarak uyuyan Heejoo'nun nefesinden hafif bir şampanya kokusu geliyordu.
Baek Sa-eon, sağa sola devrilen başını dikkatlice sabitledi ve ardından emniyet kemerini sıkıca taktı.
'!..'
Adam, ancak o zaman cebindeki cep telefonunu çıkardı. Bakışları bağlantısı çoktan kesilmiş olan ekrana takıldı.
'406...'
Ona içini dökmek, başından beri planladığı bir şeydi.
Ancak o anda, böyle bir suçlamayla anlatmayı düşünmemişti.
Başlangıçta sadece uygun bir şekilde uydurduğu sözlerle bağ kurmaya çalışmıştı ama...
Şantajcı aniden Heejoo'yu aşağılamaya başlayınca her şey ters gitmişti.
Keşke orada Hui-ju'yu birlikte aşağılasalardı.
Baek Sa-eon, hızla geçip giden manzarayı umursamaz bir şekilde izlerken çenesini sıkıca kapattı.
Ama sabırlı olmalıydı.
'Ağzımı bozdurdu şerefsiz.'
Gözlerini kısan Baek Sa-eon, tam o sırada telefonunun titreşmeye başladığını duydu.
Beklenmedik şekilde yüksek sesle çalan titreşime Baek Sa-eon hemen dönüp, Heejoo'yu gözleriyle takip ederek telefonu açtı.
O, ilk kelimesini söylemeden önce heyecanlı bir ses aceleyle araya girdi.
"Efendim..! Bulduk, bulduk!"
"Yavaş konuş."
Telefonu kulağına bastırarak sesi hızla kıstı. O sırada, Heejoo'nun yüzüne dökülen saçlarını dikkatlice kulaklarının arkasına itti.
"Şantajcı! Efendim, konuşma süreniz 10 dakikayı geçtiği için konum tespit edildi. Konum takibi başarılı oldu!"
Sevinçle konuşan yardımcısının sesine Baek Sa-eon sadece kaşlarını hafifçe kaldırdı.
Gerçekten... o kadar zaman geçmiş miydi?
Böyle bir hata yapacak biri değildi.
"Gerçekten çok yakındaydı, efendim! Bugün gittiğiniz Sogong-dong otelinde!"
“Ne?”
Sonunda Baek Sa-eon’un bakışları Heejoo’dan kayarak uzaklaştı
"Görünüşe göre, o kişi San-gyeong Medya etkinliğinde bulunan biriydi."
"..."
Soğuk bir kahkaha dudaklarından kaçtı.
Nereden bakılırsa bakılsın, onunla alay ediyordu.
Baek Sa-eon, sıradan ve iyi insanlarla değil, daha çok suç işleyen kötü adamlara karşı savaşırken daha rahattı.
Ama 406 farklıydı.
Düşündükçe onu gerçekten öldürmek istiyordu, tuhaf bir şekilde sinir bozucu bir herifti.
Ne hakkında konuştuğunu, ne hakkında konuşmadığını ve insanları sinirlendirmekte uzmanlaşmış kurnaz bir adam ve onun gizlemek istediği zayıf noktaları hedef almayı çok iyi bilen zor bir herifti.
Baek Sa-eon, bu etkinliğe katılan misafirleri, çalışanları ve hatta garsonları tek tek araştırmayı planlıyordu. O şekilde bir kesişim noktası bulabilecekti.
"Ses çözümleme işlemi nasıl gidiyor?"
Baek Sa-eon, sesini olabildiğince alçaltarak sordu.
"Ah, evet!.. Bu, sıradan bir ses değiştirme değil, şifrelenmiş bir ses. Kolay değil katmanları teker teker çözmeye çalışıyoruz, diye rapor aldım!"
Hejoo kıpırdayınca düşen ceketi tekrar düzgünce yerleştirdi.
Ama yüzündeki sert ifade hiç değişmedi.
***
Baek Sa-eon, Heejoo'yu eve bırakıp hemen ofisine yöneldi.
Karanlık olan ofiste, sadece hala mesaiye devam eden çalışanlar bilgisayarlarının başında oturuyordu.
Bitkin bir ifadeyle içeri girdiğinde, Park Do-jae, rapor vermek için peşinden geldi.
"Efendim, polisle iletişime geçtiniz mi?"
"Ah."
Ceketini çıkarırken bir an duraksadı.
San-Gyeong Medya etkinliğiyle o kadar meşguldü unutmuştu bırakmıştı.
Heejoo'nun biyolojik babası meselesiydi.
Başlangıçta onlardan pek bir şey beklemiyordu.
Ama—
Baek Sa-eon, telefonda konuşuyor gibi gördüğü Heejoo'yu düşündü.
Telefonu kulağına dayamıştı.
Bakışları kaçırdığı bir ayrıntıyı yakalamaya çalışır gibi daha da keskinleşti.
Ofisin derinliklerinde uzun süre hareketsiz duran adam yavaşça konuşmaya başladı.
"998, 4568."
“Efendim?”
"Bu, polis arabasının plaka numarası. 14 Ekim, saat 15:00 civarında, siyah kutu görüntülerine ihtiyacım var"
Bu oldukça aceleyle verilmiş bir talimdi.
"Birdenbire, neden..."
Yardımcısı başını eğerek sordu, Baek Sa-eon ise bunu rahat bir tavırla yanıtladı.
"Karımın yüzüne bir bakmak istiyorum."
"Efendim?"
"Bir sorun mu var?"
Yardımcısı ağzı açık kalakalmıştı.
Devriye arabaları ve suçla mücadele timlerinin tüm siyah kutu bellek kartları, tamamen Ulusal İstihbarat Teşkilatı'nın hackleme programına dahil edilmişti.
"Ne kadar sürer?"
Baek Sa-eon, kayıtsızca sordu.
Yardımcı Park bu bakış karşısında soluk soluğa kaldı ve koltuğuna geri döndü.
Ancak arkasını döndüğünde, Park Do-jae yüzündeki aptallığı çabucak sildi.
Yüz ifadesi, başka biriymiş gibi soğuk ve sertti.
『Lütfen, indirin beni.』
『Efendim?』
『Hayır. Burada inmem gerekiyor.』
Karanlıkta, ekrandan yayılan ışık Baek Sa-eon'un yüzünü aydınlattı.
Bu da ne?
Yüzü sertleşmişti. Baek Sa-eon, ekrandaki Heejoo'dan bir an olsun gözlerini ayırmadı.
『Polis arabasını taksi mi sanıyorsunuz?』
『İndirin, lütfen.』
『Hayır, yolun ortasındayız, ne yapabiliriz ki?』
『Dışarı çıkarsam her şey yoluna girecek.』
Bu da ne böyle?
『Lütfen, lütfen, lütfen, lütfen, ah!』
Görüntülerde, Hee-joo ciddi bir panik içinde arabanın kapısına vuruyor ve ayaklarını yere vuruyordu.
Ayrıca, sesi açıkça duyabiliyordu.
『Dışarı, dışarı, dışarı, lütfen.”』
Onun sesi.
"Ha...!"
Baek Sa-eon, boynunu ovarken, kahve bardağı devrildi.
Masanın üzerine saçılmış kâğıtlar siyah sıvıyla anında sırılsıklam oldu.
Ancak Baek Sa-eon, bunları bile fark etmeyen bir ifadeyle ekrana odaklanmıştı.
Hong Heejoo konuşabiliyor mu?
Öyle mi?
Ne zamandan beri?
Ellerini yüzünde sertçe gezdirdi. Gözleri, kontrolsüz bir şekilde titriyor, bir türlü yerini bulamıyordu.
Nasıl...
Kollarının kahveyle ıslanıp ıslanmadığını umursamadan videoyu geri sardı.
Hâlâ şokta olan yüzü tuhaf bir şekilde buruşmuştu.
『Olmaz. Burada inmem gerekiyor.』
『Olmaz. Burada inmem gerekiyor.』
『Olmaz. Burada inmem gerekiyor.』
Hiçbir yabancı ses karışmamış, son derece net ve berrak bir ses tonuydu.
Baek Sa-eon, takıntılı bir şekilde Heejoo'nun sesini tekrar tekrar dinledi.
Ama ne kadar dinlerse dinlesin, hâlâ inanması imkansız bir durumdu.
O inatçı küçük ağızdan nasıl ses çıkarabilir?
Neredeyse hayatı boyunca suskun kalmış olan bir ağızdan.
Nasıl bu kadar kolay, bu kadar yumuşak, bu kadar kırılgan çıkabiliyor.
Parmakları tekrar videoyu geri sarma tuşuna bastı.
『Olmaz. Burada inmem gerekiyor.』
『Olmaz. Burada inmem gerekiyor.』
『Olmaz. Burada inmem gerekiyor.』
Videodaki Heejoo'nun dudaklarına odaklanan adamın bakışı oldukça takıntılıydı.
Tam yirmi yıl. Yirmi yıl.
Hong Heejoo'nun konuşmadan geçirdiği yıllar.
Belki de bu yüzden onun afazisini hiç sorgulamamıştı. Bir tuğlayla vurulmuş gibi, başının arkasındaki ağrı hafifçe yayıldı.
『you can ring my be-e-ell...』
Baek Sa-eon, zayıf bir şekilde çalan pop şarkısını dinlerken videoyu tekrar geri sardı.
Böylece sabahlayan adam, nihayet bir gerçeği kabul edebildi.
Hong Heejoo konuşabiliyordu.
Kaşları şiddetle çatıldı.
***
Gözlerini sabah güneşine açar açmaz Hee-Joo neredeyse çığlık atacaktı.
"!.."
Ama boğazının derinliklerinde sıkışan ses, şans eseri şiddetli bir hıçkırığa dönüştü.
'Niye, niye...'
Yatağın ayak ucundaki Baek Sa-eon, onu ifadesiz bir şekilde izliyordu.
İnsan dışı gözbebeklerinden daha da ürkütücü olan şey, hareketsiz duruşuydu.
Ne kadar zamandır böyle durduğuna dair hiçbir fikri yoktu.
Dünle kıyafetlerini giyiyordu ama bir şeyler garipti. Kravatı kaybolmuş, gömleğinin kolları kirli lekelerle dolmuştu.
Bir gecede ne olmuştu da, düzenli olan her şey tamamen bozulmuştu?
Heejoo, kollarını kızarmış boynunu sararak ondan uzaklaşmaya çalıştı. Baek Sa-eon'ın gözleri, sanki onu takip edercesine sessizce hareket etti.
"Hong Heejoo, iyi uyudun mu?"
"..."
Bu sıradan bir selamlaşma değildi.
Bir şekilde çok sinirli, yargılayıcı bir ses tonu vardı.
Değişikliği hisseden Heejoo kaşlarını çatıp dikkat kesildi. O hiçbir şey söylemeden durunca, Baek Sa-eon hafifçe alaycı bir gülümseme patlattı.
"Ah, bu düşündüğümden daha da kötü hissettiriyor."
Şiddetle şakaklarını ovuştururken boğuk bir ses çıkardı.
Baş ağrısı varmış gib kaşlarının ortasında ince bir çizgi belirdi.
“Bunca zamandır sessiz olduğunu sanıyordum... Gerçekten öyle olduğunu sanıyordum." diyerek ekledi, sesinde bir tür sırıtan bir ton vardı.
Ve sonunda gözleri, Heejoo'nun dudaklarının çevresine takıldı.
"Sesini duymakla başlayalım mı?"
"!.."
"Bir kere deneyelim mi?"
Düşünceli bir şekilde alt dudağını yaladı ve yorgun bir ifadeyle gözlerini kırpıştırdı.
“Bu dünyada bilmediğim hiçbir şey yok derken yüzüme sert bir yumruk yedim.”
"Öyle hissediyorum." diye mırıldandı ve başını bir gümbürtüyle duvara yasladı.
“Görünüşe göre Hong Hee-joo izlerini nasıl örteceğini biliyor.”
Dizlerinin üzerinde yatağa tırmanıp yorgun bir şekilde yattı. Vücudundan hafif bir kahve kokusu geliyordu.
Hee-joo hızla yataktan kalkmaya çalıştı ama bileklerinden yakalandı. Adam beklediğinden daha güçlüydü ve hareket edemedi.
Hee-joo'nun bileğini çekip bacağını düzleştirip üzerine yorganı çekti.
“Çekingen olan Hong Hee-joo'nun... İnsanlardan kendini gizlemekte bu kadar iyi olması kendimi bok gibi hissettiriyor...”
Yarı uykulu gözlerle sessiz bir lanet mırıldandı. Adam daha sonra garip bakışlarla donmuş Hee-Joo'ya baktı.
“Ne kadar pahalı bir ağzın var.”
Hee-Joo şaşkına dönmüştü.
Agzi açık okudum 🙈🙈🙈en heyecanli yerinde bitti😍lütfen yeni bölüm 🌸🌸🌸
YanıtlaSilAyyy bölüm varmiş
Sil,çok kalppp