This Marriage Is Bound To Sink Anyway 59. Bölüm (Türkçe Novel)


“Bu kadar çabuk dönmeni beklemiyordum.”

“Bugünkü antrenmanı astım.”

“Henüz bir şey hazırlamadım.”

“Yemekleri yapan sen değilsin zaten, Ines.”

“En azından bir şeyler yapıyormuş gibi davranıyordum...”

Yapacak bir şey varmış gibi davranmak... Carsel sanki bu da o şeylerden biriymiş gibi omuz silkti ve yatak odasına doğru yürüdü ama sonra kayıtsızca “Yolanda iyi bir aşçıdır, bu yüzden onun hazırladığı şeyleri yiyebiliriz.” diye ekledi.

Kâhya bir an için üniformasının üstünü çıkarmasına yardım ederken Ines hiç utanmadan onu soyunma odasına kadar takip etti. Yüzü biraz daha ciddileşmişti.

Aklı başında hiçbir soylu kadın kocasının yemeklerini kendi elleriyle hazırlamazdı, ama en azından hizmetçilerini denetlemek evin hanımının işiydi ve kocasının ağzına ne girdiğine ve neyle beslendiğine dair birkaç kelimeyle de olsa müdahale etmesi adettendi. Umursamasa bile umursuyormuş gibi yapmak bir Ortega eşinin meziyetiydi.

Evin önemsiz işlerini idare etmek ve kocasına hizmet etmek iyi bir eşin asırlar boyu süregelen göreviydi. Ama Ines'in durumunda eğer bu bütün gün tembellik etmek ve akşam birkaç kelimeyle sorusunu yanıtlayarak 'yemeğini hazırladığını' iddia etmek anlamına geliyorsa, bunu kabul etmeye hazırdı.

Ne kadar kolay ve rahat olursa olsun yine de hayatının geri kalanında bunu yapmayı asla istemiyordu.

Geç kalmış bir düşünce olabilir ama Ines ihmalkar bir eş olmak istemiyordu. Daha doğrusu, sadakatsiz bir eş olmak istemiyordu ve daha da doğrusu, bu şekilde görülmek de istemiyordu. Hayatının geri kalanında birinin karısı ya da eşi olmama yolunda bir adımdı bu...

Avukatın dediğine göre, bu küçük şeyler birikiyor ve sonunda mahkemeye delil olarak sunuluyordu.

Carsel için olmasa da davranışları başkaları için rahatsız edici olabilirdi. Hatta boşanma mahkemesinde kişilerin kendilerinin dahi hatırlamadığı şeylerin sadece çevrelerindekilerin ifadeleri yoluyla ortaya çıktığı pek çok durum vardı. Ines, Carsel'in omzunun üzerinden uşağa baktı ve Calstera'nın engin dalgalarına gizlice ne kadar çok düşünce gönderdiğini fark etti.

Ines'in salonun kanepesinde güneşin altında uyumasını 'Aman Tanrım, bu kadar kıymetli bir insan böyle bir yerde ne kadar acınası bir şekilde uyuyor...' şeklinde yorumlayan Arondra'nın aksine, Mendoza adabıyla yürüyen uşak, efendisinin karısının her adımını sorgulayacaktı.

“O zaman her gün antrenman yapmıyor musun?”

“Doğam gereği bunu yapamayacak kadar tembelim.”

Şaşırtıcı bir şekilde, cevabı içtendi ve alçakgönüllülükten eser yoktu. Kimsenin size yapmanızı söylemediği bir şeyi yapmak için antrenmana bir gün ara veren birinden bekleyeceğiniz şey bu değildi.

Özellikle de Calstera'ya geldiğinden beri bir şekilde bütün gün yemek yemeyi ve uyumayı başarmış olan Ines'in önünde.

“Anlıyorum. Biraz tembelsin.”

Ama Ines'in derisi kalındı. (Ç.N: utanması olmayan insanlar için kullanılan bir deyim)

"Bir gün ara vermek kolayca ikiye, sonra üçe dönüşebilir.”

“Büyükbabamla aynı şeyi söylüyorsun.”

"Hakkında fazla bir şey bilmeden gelişigüzel söylediğim bir şeyin Amiral Calderon'un düsturuyla örtüşmesi beni onurlandırdı..."

“Düşündüm de, ikiniz de benzer kişiliklere sahipsiniz.”

“Rahmetli büyükbabana hakaret etme.”

Ines'in kişiliğinin kendi büyükbabasınınkine benzer şekilde pek iyi olmadığını inkar etmedi. Ines sanki bu pek de hakaret sayılmazmış gibi omuzlarını silkti.

“Her neyse, eğer sen tembelsen, dünyada çalışkan insan yok demektir.”

“Bu bir iltifat mı?”

"Çünkü muhteşem olduğun doğru."

Bu, görünüşü dışında bir şey için yapılan nadir ve cömert bir değerlendirmeydi Mendoza'da, Ballestena'daki Perez Kalesi'nde ya da Escalante'deki Esposa Kalesi'nde hiç duymadığı türden bir iltifattı.

Carsel onun bu nadir iltifat karşısında hafif bir kahkaha atarak döndü, sonra gömleğini çıkarıp uşağa uzattı.

Omuz kaslarının hareketiyle sırtı, sanki arkadan izleyenleri şaşkına çevirecekmiş gibi mükemmel bir şekle büründü ve sonra eski heykelsi formuna geri döndü.

Uzak bir anısında, birinin Carsel'in kürek kemikleri ve omurgasının güzel şekli hakkında yorum yaptığını hatırladı. Carsel Escalante'nin sahip olduğu en harika şeyin Tanrı tarafından yapılan yüzü değil, kendisi tarafından çok çalışarak yaptığı sırtı ve göğsü olduğunu düşünüyordu.

Bir de kalın favorileri vardı... Sanırım o noktada kulaklarını tıkmamıştı çünkü ondan sonra genellikle kıçı ve poposu hakkında yorumlar gelirdi.

Umursamadığı halde Carsel'in adını duymaktan bıkmıştı çünkü sürekli tepeden tırnağa övgülerle anılıyordu. Muhtemelen önceki hayatında arkadaşı olan Mendoza'nın asil kadınlarından biriydi.

Carsel'in o hayatında yattığı soylu kadınların listesi çok kabarıktı - ve kendi deyimiyle 'arkadaşlarının' sayısı da sayılamayacak kadar çoktu ama salonda tembel tembel uzanıp arkadaşlarının hikayelerini dinlediği anısı geçmişten gelen nadir, güzel bir anı gibi aklına geldi.

'...Bir zamanlar en büyük zevkim böyle geceler geçirmekti.'

Şimdi asla yapmayacağı bir şeydi. En güzelinden en değersizlerine kadar insanlarla çevrili olarak geçirdiği saatler, bir kontrol manyağı gibi soylulara patronluk tasladığı günler, kapalı kapılar ardında imparatorluk hakaretlerine katlandığı ve bütün gün yüzüne sahte gülümsemeler yerleştirmek zorunda kaldığı korkunç günler...

Tüm o yıllar geçmiş ve geriye kalan tek şey hikayedeki karakterler olmuştu. Carsel'in hikâyeleri kendisininkilerden daha gürültülü ve daha ilkeldi... ama yine de, burada, Calstera'da, onlar hakkında konuşacak kimsenin olmadığı ve kimse hakkında konuşacak kimsenin olmadığı yerde, sadece kendi kendilerineydiler.

Altı yaşındaki bir çocuğun parmaklarının gücü bazen ne kadar da büyüktü. O günkü küçük bir parmak hareketi ikisinin de hayatını sonsuza dek değiştirmişti.

Ines aniden meraklandığını hissedip ona baktı.

Yeni bir gömlek giymiş ve botlarını özenle çıkarmıştı. Her aristokrat gibi onun da yanında bir uşağı vardı ama bu işleri kendisi yapıyordu.

Mendoza'da soylular kendi kol düğmelerini bile kendileri iliklemezken burada uşak sadece sembolik olarak başında duruyordu. İşe alınan adama sadece asgari düzeyde işler veriyordu. Bunları tek başına yapmaya alışkın olduğundan uşak, yeni giyeceği ayakkabıları önceden yerleştirmekten ve asker botlarını toplayıp kaldırmaktan başka bir şey yapmadı.

'Acaba Mendoza'dayken de böyle aristokratça olmayan bir hayat mı yaşıyordu?'

Tek bir ayakkabı bağına bile dokunmamanın aristokratlık sayıldığı bir toplumda, herkesten daha asil görünen bir adamın bunu yaptığını görmek ferahlatıcıydı. Elbette askeri akademide her şeyi kendiniz yapmak zorundaydınız...

“Yardıma ihtiyacın var mı?”

“...Yardım mı teklif ediyorsun?”

“Eğer yapabileceğim bir şey varsa.”

"Görünüşe göre yok...” diye bir bakışla ekledi, sözleri boştu.

Adam deri kemerini çözerken sanki yanlış bir şey duymuş gibi hafifçe kaşlarını çatarak ona baktı. Sonra çok geçmeden ağzının kenarları belli bir açıyla yukarı kalktı.

“Yani benim için pantolonumu mu çıkaracaksın?”

Tabii ki hayır. Sadece giyinmesine yardım edeceğini söyleyecekti, tıpkı onunla yemekte birkaç kelime söyleyip sustuğu gibi - ya da başka bir deyişle, sadece durup izleyecekti.

Onu evde karşılamamıştı, yemek de hazırlamamıştı, o yüzden bunu herkese izleterek telafi etmeye çalışıyordu... Ines, Carsel'in beklenmedik tepkisi karşısında şaşkına dönmüşken kemer onun elinden uşağın eline geçti.

"Bana dokunursan bu iş pantolonumu çıkarmamla bitmez."

"..."

Carsel pantolonunun düğmelerini açarken muzipçe konuştu. Ses tonu çok fazla duygu aktarmıyordu ama anlamı açıktı. Ines farkında olmadan kahyaya baktı ama birkaç saniye sonra kahya bakışlarını hafifçe kaçırınca utandığını hissetti.

"Herkesin üstünü değiştirmesi biraz zaman alır, bu yüzden yardımını reddedeceğim."

Carsel üniformasının pantolonunu çıkardı ve yerine Güneybatı'nın hafif kumaşlarından yapılmış bej rengi bir pantolon giydi. Carsel pantolonunu çıkarırken bir an için bakışlarını ona çevirdi.

Gömleğinin düğmelerini açmış ve yakasını gevşetmişti, bu da eskisinden çok daha rahat bir görünüm ortaya çıkarıyordu. Aslında, hem gömleği hem de pantolonu sağlam bedenine tam oturduğu için o kadar da rahat hissettirmiyordu ama açık renkli deri pantolon askılarını gömleğinin üzerine bağlarken en az onun kadar rahat görünüyordu.

“...Gerçekten de burada kalmaya devam ediyorsun.”

Küçük bir kahkaha atarak uşağı soyunma odasından dışarı gönderdi.

“Ines, akşam yemeğini telafi etmeye mi çalışıyorsun?”

“Çok mu belli ediyorum?”

“Sadece tahmin etmesi kolay. Seni on yedi yıldır tanıyorum.”

Sanki aşırı samimi olmaları yetmezmiş gibi, şimdi de onun kafasının içine bakıyormuş gibi yapıyordu. Belki de son zamanlarda kafasının bu kadar boş olmasının nedeni buydu.

Bir kendine gelme çağrısının zamanı gelmişti. Ines düşünceli bir şekilde başını salladı.

“Ben de öyle düşünmüştüm.”

“Sadece önceden yemeği hazırlamadığım için bunu öneriyorum.”

“Sen yokken Yolanda ne pişirirse onu yiyordum. Eğer istemiyorsan, ilgilenmek için kendini zorlamana gerek yok.”

“Böyle kolay bir görevi... ihmal etmek istemem.”

Carsel bir an için Ines'in cevabına şaşırmış gibi bakıp onu anlamak imkansızmış gibi belli belirsiz başını salladı ve soyunma odasının kapısını açtı.


Yorumlar

  1. Canım siz ne zaman doğru dürüst iletişime geçip duygusal bağ kuracaksınız... Ah ah bizde gariban aşk yaşıyacaklar diye bekliyozzz

    YanıtlaSil

Yorum Gönder