How to Hide the Emperor's Child - 41. Bölüm (Türkçe Novel)

Hav! Hav! Hav!

Blin zıpladı ve keskin dişleriyle hizmetçinin kolunu ısırdı.

“Ahhhh!”

“Blin!”

Blin, hizmetçinin kolundan yırttığı kumaş parçasıyla Theor’un peşinden koştu.

Theor kaçtı. Arkasından hizmetçinin çığlık attığını duydu ama bakmadan koşmaya

devam etti.

Bahçenin kıvrımlı taşları boyunca çılgınca koştu. Nereye gittiğini bile bilmiyordu. Tek

yapması gereken kaçıp saklanmaktı.

Theor uzun süre koştu. İlk başta Blin arkasından onu takip ediyordu. Daha sonra Blin

öne geçmişti ve Theor onu takip etmişti. Bir süre koştuktan sonra Blin durdu. Nefes

nefese kalan Theor bir an duraksadı.

“Blin… huff… huff… çiçekleri mi arıyorsun?”

Blin’in durduğu yer, uzun sarı çiçeklerin büyüdüğü çiçek yatağıydı. Theor burayı daha

önce görmüştü.

Blin çiçek yatağına girmeye çalışıyordu. “Blin, yapma!”

Theor, Blin’in boynuna sarıldı ve çiçek yatağına girmesini engellemeye çalıştı.

“Theor?”

Arkasından tanıdık bir ses geldi. Kaizen çiçek yatağına gelen yolda duruyordu.

“Majesteleri!”

Theor koştu ve Kaizen’in bacaklarına sarıldı.

“Theor? Ne oldu?”

Kaizen, Astelle ile görüşmek için ek binaya doğru gidiyordu. Son ziyaretinden beri

birkaç gün geçmişti. Onu ziyaret edip etmemeyi düşünürken Astelle’in ona hediyeler

teşekkür ettiği mektubu almıştı. Astelle, gönderdiği hediyeyi organize etmekle çok

meşgul olduğunu ve ona teşekkür etmekte geciktiği için özür dilemişti.

Kaizen, mektuptan sonra cesaretini toplayabilmişti ve Astelle’in kaldığı ek binaya

doğru yola çıkmıştı. Ve Theor’u tek başına etrafta koştururken bulmuştu.

Kaizen, Theor’un korkmuş yüzüne baktı ve sordu. “Neden burada tek başınasın?”

Astelle asla Theor’u yalnız bırakmazdı. Her zaman yanında onu gözetleyecek bir

hizmetçisi olurdu. Bir sorun ya da istenmeyen bir kaza olsa ve etrafta kimse olmasa

bile Kaizen’e göre Theor oldukça iyi korunuyordu.

Ama şimdi, Kaizen’in bacaklarına sarılıyordu. Küçük yüzü ter ve gözyaşlarıyla

ıslanmıştı.

“Bahçedeydim ve bir hizmetçi beni yakalamaya çalıştı!”


“Neyi yakalamaya çalıştı dedin?”

“Beni yakalamaya çalıştı!”

Theor neler olduğunu Kaizen’e açıkladı. Beş yaşındaki bir çocuğun sözleri biraz kafa

karıştırıcıydı ama Theor, yaşına göre durumu oldukça iyi anlatmıştı. Önemli noktaları

atlamadan ayrıntılara girdi. Kaizen durumu hemen kavradı.

“Gerçekten o hizmetçiyi daha önce hiç görmedin mi?” Belki de gerçekten Astelle

Theor’u getirmesi için bir hizmetçi göndermişti de Theor’un yanlış anlayıp kaçmış

olabileceğini düşündüğü için teyit etmek istedi.

Theor bütün içtenliğiyle cevapladı. “Gerçekten! Onu ilk kez gördüm!”

“…”

Eğer bu gerçekse, durum sandığından daha ciddiydi. İmparatorun kaldığı sarayda bir

çocuğu kaçırmaya kim, nasıl cüret ederdi?

‘Neden bu çocuğu kaçırmaya çalışsınlar?’

Kaizen, Theor’a baktı. Oğlan korkudan titriyordu.

“Theor.”

Kaizen titreyen küçük çocuğu nazikçe kucağına aldı. “Artık güvendesin.

Endişelenme.”

Theor ağlayarak Kaizen’e baktı ve yüzünü onun kollarına gömdü.

Çocuğun küçük bedeni narindi. Kaizen yavaşça ve beceriksiz elleriyle Theor’un sırtını

sıvazladı. Kollarından gelen küçük hıçkırıkları duyabiliyordu. Kaizen onun sırtını

sıvazlamaya devam etti ve şefkatle teselli etti.

“Her şey yolunda. Korkacak bir şey yok. Benimleyken seni kimse yakalayamaz.”

Titreyen bedeni yavaş yavaş dengesine kavuştu. Kaizen onun dikkatini dağıtmak için

başka bir konu açtı. “Başkente gittiğimde hayvanat bahçesine gideceğim ve sana

göstermek için gerçek bir ayı alacağım.”

“Gerçekten mi?” Theor, ayı sözünü duyunca kafasını kaldırdı.

“Evet. Merkezdeki parka gideriz ve oradan sana oyuncaklar da alırız.”

Daha önce hiç çocuk büyütmemiş olmasına rağmen, çocukların neleri sevdiği

konuşunda çok çalışmıştı. Dikkatini herhangi başka bir şeye çekmeye çalışıyordu ki

korktuğu şeyi unutabilsindi.

“Şeker satan yerlere gideriz, şeker kamışı alırız, tiyatroda oyun izleriz…”

Theor şaşkınlıkla sordu. “Tiyatro mu? Başkentte tiyatro var mı?”

“Evet, birkaç tane var. Sever misin?”

Theor birkaç ay önce Astelle ile izlediği bir oyunu hatırladı. Yaşadıkları köye gezici bir

tiyatro topluluğu geldiğinde Astelle onu her gün oyunları izlemeye götürürdü. Theor,


gördüğü ilk oyuna âşık olmuştu. Oyundan sonra Astelle, Theor’u sahne arkasına

götürmek için izin almıştı. Çadır kurarak yapılan hazırlık odasına girdiğinde oyuncular

giyinip kuşanıyordu. Theor, sahnede gördüğü prens ve prensesin aslında gerçek

olmadığını gördüğünde biraz şaşırmıştı. Ancak annesinin açıklamasını duyduktan

sonra Theor, bir oyunun ne olduğunu hemen anlamıştı. Daha sonrasında birkaç kez

daha tiyatro izlemeye gitmişlerdi. Theor tiyatroya oldukça düşkün olmuştu.

“Evet, severim. Eğlenceliler.”

“İstersen Büyük Tiyatro’da bir gösteri de izleriz.”

“Büyük Tiyatro da nedir?”

“Başkentte çok büyük bir tiyatro binası.”

Theor Kaizen’i dinlerken başını salladı. Gerçek bir oyun izledikten sonra evde

annesiyle birlikte kendileri de bir oyun gerçekleştirmişlerdi. Başta basit masalları

canlandırıyorlardı ve gördükleri oyunları prova ediyorlardı.

Bazıları annesinin ‘Astelle Hala’ olduğu oyunlardı.

Theor bu oyunlar sırasında, diğer insanların yanında annesine ‘anne’ diye

seslenemezdi. Annesi bütün bunların bir oyun olduğunu söylemişti ama Theor altında

başka nedenlerin olduğunu fark etmişti.

“Bizim Theor’umuz çok zeki.”

Büyükbabası üzgün bir şekilde gülümser ve onun saçını okşardı.

“Bu çok önemli. Bu yüzden anneni güzelce dinlemeli ve ne diyorsa yapmalısın,

tamam mı?”

“Evet, büyükbaba.”

Theor şüphe duymamıştı ve oyuna gayretle çalışmıştı. Annesinin ona öğrettiği gibi

ona Astelle Hala diyordu.

“İşte geldik.”

Ek binaya varmışlardı. Kaizen, Theor’u kucağından indirdi. “Halana bana

söylediklerini söyleme.”

Astelle zaten başkentte kalmak istemiyordu. Kaizen, çocuğu başkentte yetiştirmesini

önerse de o kesin bir dille reddetmişti. Eğer bugün Theor’a olanları duyarsa

olduğundan daha da çok endişelenecekti.

“O zaman bu bir sır mı?”

“Bir sır ne demektir biliyor musun?”

“Evet, biliyorum.”

“Öyle mi?”

Theor bilge bir sesle cevapladı. “Hıhı. Bir sırrı asla kimseye söylememelisin.”


Theor, büyükbabasının ona bir sır ne demektir öğrettiği zamanları hatırlıyordu.

“Bir sır asla başkalarına söylenmemelidir. Eğer biri sana bir sır verirse, ne olursa

olsun başka kimseye söylememelisin, anladın mı?”

“Evet, büyükbaba.”

O zamandan beri Theor, annesinin Astelle olduğunu kimseye söylememişti. Çünkü

bir sır saklanması gereken bir şeydi.

Tıpkı gerçek göz rengini başkalarının önünde gizlemesi gerektiği gibi.

Kaizen’in dudaklarında memnun bir gülümseme belirdi. Eliyle Theor’un saçlarını

karıştırdı.

“Sevimli çocuk.”

***

Hannah, Astelle’in elbiseleri denediği odayı temizliyordu. O bütün kutuları sıraya

koymuş ve temizliği bitirmiş olduğu halde Theor hala geri dönmemişti.

“Theor geç kaldı…” dedi Astelle endişeyle.

Hannah ayağa kalktı. “Genç Efendi’yi geri getirmesi için hizmetçilerden birini

göndereyim.”

Sonra hizmetçilerden biri koşarak yanlarına geldi. Theor’a eşlik eden hizmetçiydi bu.

“Leydim! Affedin beni, Genç Efendi kayboldu!”

Astelle, duyduğu son kelimeyle kalbinin çöktüğünü hissetti.

“Ne?”

“Beni çağıran bir ses duydum bu yüzden içeri doğru gittim… Geri döndüğümde Genç

Efendi hiçbir yerde yoku. Beni affedin Leydim!”

“Kim seslendi sana?”

Hizmetçi yüzü bembeyaz olmuş şekilde cevapladı. “Ben… Bilmiyorum. Peşinden

gittim ama kimse yoktu…”

Bir sorun vardı.

Astelle Hannah’ya baktı.

Yorumlar