How to Hide the Emperor's Child - 39. Bölüm (Türkçe Novel)


‘Hiç endişelenmiyordum ama annem sürekli sinirleniyorsa ve hatta çöküyorsa herhalde zordu.’ diye düşündü Florin.

“Evet. Haklısın.” Öfkesinden yorulmuş Markiz, kızına hak verdi.

***

Markiz bahçe yolunda yürüdü. Astelle'den rahatsız olmuştu ve temiz havada biraz kafasını sakinleşmek istiyordu. Öğleden sonra bahçe sessizdi. Berrak güneş ışığı sıcaklığıyla bahçeyi sarıyordu. Bahçede etrafına bakınan Markiz, uzaktaki sarı çiçeklerin arasında saklanan bir çocuk fark etti ve durdu.

Bir süre önce Astelle’in kaldığı ek binada tanıştığı çocuk çiçek yatağında oynuyordu. 

‘Ne işi var bunun burada?’

Çocuk sarı çiçeklerin arasında koşuşturuyordu.

‘Görgüsüz bir çocuk gibi görünüyor.’

Daha sonra çocuk dizlerinin üstüne çöküp altın rengi bir tüy yumağına dokundu. Markiz uzaktan seçemiyordu ama büyük ihtimalle bir köpekti.

Astelle’i gördü. Ve yanındaki Majesteleri İmparator’u.

Uzaktan bakıldığında bile etraflarında dostça bir atmosfer vardı.

‘Majestelerinin kandırıyor, o kurnaz kız!’

Markiz durup onları izledi.

‘ … Yeğeni olduğunu mu söylemişti?’ diye sorguladı Markiz. Emin değildi ama çocuğun Astelle’in anne tarafından akrabası olduğunu duymuştu. Astelle’in onu bebekliğinden beri tek başına büyüttüğü söyleniyordu. Belki de bu yüzden kadın ona kendi çocuğu gibi sevgiyle davranıyordu. 

Markiz onları izlerken aklına akıllıca bir fikir geldi. Yarım aklıyla kurabileceği en iyi fikirdi bu. 

“Sen oradaki!” Markiz hizmetçisini çağırdı. Yelpazesinin ucuyla uzakta çiçek yatağında oynayan Theor’u işaret etti. “O çocuğu gizlice yakalayıp bana getir.”

“Affedersiniz?” Hizmetçi şaşkınlıkla başını kaldırdı. “Ama onlar Majesteleri tarafından davet edildiler…”

 “Endişe etme, bir süreliğine onu kullanacağım.” Markiz, Astelle’e karşı çocuğu misilleme olarak kullanacaktı. Gücünden ötürü imparatora dokunamazdı bu yüzden öfkesini Astelle’e yöneltmeye karar vermişti.

‘Ne küstah şey! Sana ödeteceğim! Ağlayıp zırlamanı izleyeceğim!’

***

Astelle, Theor’u yıkayıp odasına bıraktıktan sonra büyükbabasının yanına gitti. 

“Majestelerine neden garip şeyler söyledin?” dedi hafifçe kızarak. “Yanlış anlayacak.”

Marki pencerenin yanında oturmuş çay içiyordu. “Bırak yanlış anlasın. Nasılsa beni kibirli bir ihtiyar zannediyor.” Torununun azarlamalarını görmezden gelerek çayını yudumladı.

Sonra Astelle’in öfkeli ifadesini görüp bahaneler uydurmaya başladı. “Beni yanlış analaması daha iyi olmaz mı? Bu şekilde çocuğun annesini statüsü yüzünden kovduğuma daha kolay inanır.”

Tamamen yanış değildi. Marki, statülere bağlı kapalı fikirli biri olduğu izlenimini verirse o zaman Theor’un kurmaca doğum hikayesini anlatabilirdi. Bebek doğar doğmaz annesinin gitmesine izin verdiği hikâyeyi. Açıklaması zor olacaktı.

Astelle iç çekti ve büyükbabasının karşısına oturdu.

“Üzgünüm, benim yüzümden tüm bunları yaşıyorsun.”

Astelle büyükbabası için her zaman üzülüyordu. İlk hamlie olduğunu öğrendiği zamandan beri ondan yardım alıyordu ve şimdi de büyükbabası onun yüzünden acı çekmeye devam ediyordu. Mahcup hissetmekten kendini alamıyordu. Ayrıca büyükbabası her şeyin bir parçası oluyor ve onunla birlikte risk alıyordu.

“Sen ve Theor içinse yanlış anlaşılmayı umursamıyorum.”

Öğleden sonra güneş ışığı pencereden görünen bahçeyi ışıldatıyordu. Çiçek yatağını süsleyen çiçekler ve yapraklar güneş ışığı altında renklerini sergiliyordu.

Marki, huzurlu manzarayı izlerken sessizce konuştu. “Sadece iki çocuğum vardı ama ikisi de öldü. Torunum Sigmund da bu hayatı terk etti. Şimdi yalnızca sen ve Theor varsınız.”

Onu sessizce dinleyen Astelle “Ya ağabeyim Fritz?” diye sordu.

“Beni hiç arayıp sorduğu mu var, o velet! ...”

Marki sınır dışı edildiğinde Reston Dükü onunla ralarına bir çizgi çekmiş, karısı öldükten sonra kayınpederiyle hiçbir ilişkisi kalmadığını açıklamıştı. Bu nedenle ikisi düşman olmuşlardı, Astelle ve kardeşi büyükbabalarını neredeyse hiç görememişlerdi.

Yine de Astelle babasından gizli büyükbabasına mektuplar yazıp gönderirdi. Ancak ağabeyi Fritz, babasının isteğini dinleyip büyükbabasıyla iletişimini kesmişti.

‘Düşününce, ben de evi terk ettiğimden beri birbirimizi görmedik.’

İki kardeş çok iyi anlaşıyorlardı. Fritz güler yüzlü ve yetenekli bir adamdı. Gençken kendini gece gündüz çalışmaya adamıştı ve büyürken bile yorulmadan çalışmaya devam etmişti. Altı yıl önce, Astelle boşandıktan sonra başkenti terk ederken, Fritz malikanelerinin ön kapısına kadar onun peşinden gelmiş ve durdurmaya çalışmıştı.

“Nereye gidiyorsun? Aptalca bir şey yapma ve babamızdan özür dile!”

Tam o anda, Astelle kardeşinden de umudu kesmişti.

Evlendikten bir gün sonra boşanmak zorunda kalan kız kardeşi için tek bir teselli sözü bile söylemeden onu kınayan ağabeyine empati duyacak değildi.

En son Fritz’in Tapınak Şövalyeleri’nden ayrıldığını duymuştu. Ancak açık konuşmak gerekirse nasıl olduğunu bilmek umurunda değildi.

‘Zaten bir daha görüşmeyeceğiz.’

Başkente gitse bile ‘sevgili’ ailesini ziyaret etmeye niyeti yoktu. Mümkünde karşılaşmaktan kaçınmak istiyordu. 

Pencereden dışarıyı izleyen Marki çay fincanını bırakıp ona döndü ve sordu. “Bu arada, Majesteleri neden aniden ziyarete geldi? O kadar kibar biri gibi görünmüyor.”

“Ah, o…”

Astelle, Kaizen’in teklifini büyükbabasına anlattı.

“Seni baloya mı davet etti?”

“Önemli bir şey değil.”

 İmparatorun iznini alelaceleye getirip almak istiyorsa balo iyi bir fırsattı.

“Sen iyi olacak mısın?” diye sordu büyükbabası endişeli gözlerle.

Astelle büyükbabasının ne hakkında endişeli olduğunu biliyordu. Tahttan indirilen eski kraliçeydi o. Ayrıca kendi ailesi de gücünü artık kaybetmişti. Kalabalığın içinde kendi hakkında dedikodular duymak kaçınılmazdı.

“Elbette.” 

Büyükbabasını ve Theor'u güvenli bir şekilde eve gönderebildiği sürece, bunun bir önemi olmayacaktı.

Torununu dikkatlice izleyen Marki iç çekti. “… birbirlerine benziyorlar.”

Astelle büyükbabasına anlamayan gözlerle baktı. Yaşlı adamın gözlerine acı bir his sinmişti.

“Buraya gelip Majestelerini gördükten sonra daha iyi anladım. Kesinlikle benziyorlar. Diğer insanların bunu fark etmemesi şaşırtıcı.”

“…”

Astelle’in, Theor’un Kaizen’e benzememesini dilediği bir zaman vardı. Ancak rahimdeki çocukların annelerinin isteklerine aykırı olarak doğdukları söylenirdi.

Astelle, acı düşüncelerini gizleyerek gülümsedi. 

“Ancak baban fark edebilir.”

Bunu söylerken Marki’nin sesi kaygı doluydu. 

“Baban tanıdığım en kurnaz ve en zeki insanlardan biri. Ayrıca iyi gözleri var. Theor’u gördüğünde hemen tanıyabilir.”

Astelle’in de aklından aynı şey geçti. Babası, Reston Dükü, Kaizen’i doğduğu günden beri tanıyordu ve onun büyümesini izlemişti. 

‘Babam Theor’u görürse ne olacak?’

Theor, Kaizen’in küçüklüğüne çokça benziyordu. Ve onu Astelle büyütmüştü. Kurnaz babası onları gördüğü an her şeyi fark edebilirdi. Ve işler daha da kötüleşirdi. Kaizen’in fark etmesinden daha korkutucuydu.


Yorumlar