How to Hide the Emperor's Child - 38. Bölüm (Türkçe Novel)


Bir bakıldığında, temizlenme aşamasındaymış gibi görünüyordu. Süpürge ve paspas vardı ama temizlikçi hiçbir yerde görünmüyordu. 

Sergi salonu çömleklerle doluydu. Üstünde çiçek kabartmalı bembeyaz porselenden üzerine beyaz bir kuş işlenmiş açık yeşil bir vazoya, renkli çiçek desenleriyle sarmalanmış uzun mavi porselene kadar. Bunların arasında en görkemlisi ortada sehpaya yerleştirilmiş mavi porselendi. Muhteşem çiçekler, safir gibi koyu mavi vir arka plan üzerine altın renkle boyanmıştı. Bu seramikler dağların ötesindeki uzak bir ülkeden ithal edilmişti. Bu lüks hobi, Kaizen’in büyükbabası İmparator Gilbert’e aitti. 

Astelle, çömleklerin üzerine boyanmış ayrıntılı desenlere hayran kalmıştı. “Gerçekten muhteşem.”

“İşe yaramaz bir lüks.” Kaizen pek etkilenmiş gibi görünmüyordu.

“Bu şeylerin çoğu başkentin imparatorluk sarayında duruyor. Hepsini satmayı planlıyordum ama hizmetçiler öylece bıraktı.” 

Pratik bir kişiliği olan Kaizen hiç böyle zevkleri sevmezdi. İmparatorluk sarayı ayrıca büyükbabasının topladığı çok sayıda hazineye ve bunları saklayan bir dizi muhteşem ve şık binaya sahipti. Yeni sahibi dikkat etmediği için bu değerli eşyalar sadece toz toplayacak ve unutulacaktı.

“Theor, dokunma.” Lüks çanak çömlekleri gördükten sonra Theor, ortadaki mavi çömleğe hayran kalmıştı, ancak Astelle onu uyarınca hemen elini çekti.

Theor meraklı bir ifadeyle sordu. “Bu kase ne işe yarıyor?”

“Sadece dekorasyon. Güzelce süsleyip insanlara göstermek için sergilenir. Dokunup düşürürsen kırılabilir, bu yüzden dikkatli ol.”

“Gerçekten çok güzel.”

Üçü de sergi salonundan çıkıp bahçeyi keşfetmeye devam ettiler. Bir süre dolaştıktan sonra sarayın ana binasının yakınına vardılar.

“Orada ne olduğuna bakmaya gidemez miyiz?” Ana binanın yakınında Theor, ana yoldan çıkan başka dar bir yan yol buldu ve parmağıyla işaret etti.

“Tamam, hadi gidelim.”

Astelle fazla düşünmeden ileri bir adım attı. Sonrasında gitmeseydi çok pişman olacağı güzel bir manzarayla karşı karşıya kaldı.

Bir çiçek bahçesiydi. Çok sayıda farklı türden çiçeklerden bir çiçek yatağı yapılmıştı. O kadar çok farklı tür vardı ki hepsinin adını sayamadı bile.

“Vaov…” Theor çiçek yatağına bakarken ağzını kapalı tutamadı. Blin de çiçeklerin etrafında koşuşturup kokluyordu. 

Astelle sevimli olduğu için güldü. “Eve döndüğümüzde bahçemize böyle bir çiçek yatağı yapalım. Küçük bir gölet de ekleriz, balık tutmak için.”

“Gerçekten mi?”

“Elbette. Senin için bir tane yapacağım.”

‘Artık büyükbabamın emeklilik maaşı var, eğer birkaç ay biriktirirsek bunun için yeterli paramız olacak.’ diye düşündü Astelle. Yıkılmaya yüz tutan malikaneyi onaracak ve Theor için bir çiçek yatağı yapacaktı. Theor köpeğiyle orada oynayarak büyüyecekti. Sadece hayali bile onu mutlu etmeye yetti. 

‘Bunu yapmak için önce büyükbabamla Theor’u sağ salim eve göndermeliyim.’

Kaizen, “Marki’nin köşkünde çiçek yatağı yok mu?” diye sordu.

“Bahçesi vardı ama çiçek ekip düzenlemek için vaktim yoktu.” Çiçek dikmek, bakımını yapmak zaman, enerji ve para gerektiriyordu. Ne yazık ki Astelle Theor’u tek başına büyütürken bu üçünü de özgürce kullanamamıştı. 

Kaizen tek kelime etmeden Astelle’e baktı. Biraz memnuniyetsiz bir bakışı vardı ama konuşmadı. Astelle de ona baktı. 

‘Baloda izin almam gerekiyor.’ Diye düşündü tekrar. Eve döndüklerinde büyükbabasının aylık maaşıyla rahatça yaşayabileceklerdi.

Astelle kafasında hesaplamalar yaptıktan sonra etrafına bakındı ama Theor’u göremedi.

“Theor?” Seslendi ama Theor ortalıkta yoktu. Sadece Theor değil, Blin de çiçek yatağının etrafında görünmüyordu. 

“Theor? Neredesin?”

Kaizen de etrafa baktı. 

“Theor!”

Astelle çiçek yatağının etrafında koşturmaya başlamıştı ki yanında bir hışırtı duydu. Uzun sarı çiçekler hafif esintide denizdeki dalgalar gibi sallanıyordu. Astelle oraya koştu. Toprağa sıkıca bağlı çiçek sapları hışırdayarak hareket etti ve yaprakların arasından aniden minik bir kafa belirdi. Theor’du. Theor küçük çiçek yatağının üzerinden atladı ve dışarı çıktı.

Baştan aşağı sarı polenle kaplıydı. 

“Yanımdan ayrılma dememiş miydim?”

“Blin aniden çiçek yatağının içine girince ben de onu takip ettim.” Theor’un işaret ettiği yerden her tarafı polenle kaplı Blin de fırladı. Çıktıktan sonra bile burnuyla çiçekleri koklamaya devam ediyordu.

Astelle bunu gördükten sonra aklına bir şey geldi.

‘Ah evet, köpekler Tokar çiçeğine bayılır.’

Bu nedenle bu çiçek, av köpeklerinin tutulduğu imparatorluk sarayına dikilmezdi. Çünkü köpekler ezip çiğnerdi. 

“Artık burada oynamamalısınız.”

Theor, burnunun ucundaki polen yüzünden hapşırdı.Yanındaki Blynn de polenle kaplı vücudunu silkeledi. Her yere sarı polenler saçılmıştı.

Astelle, Theor'un yüzünü bir mendille sildi. Sararmış yüzünde bir gülümseme belirdi.

“Aman Tanrım... İkinizi de yıkamam gerek.”

Ek binaya geri döndüler. 

Yanındaki Kaizen konuştu. “Ben de dönüyorum, bir şeye ihtiyacınız olursa bana haber ver.”

Astelle başını eğdi. “Elbette, teşekkür ederim Majesteleri. O zaman baloda görüşmek üzere.”

Kaizen, Astelle’e baktı ve arkasını döndü. 

Hafif pişmanlık dolu bakışları bir süre yüzünde gezindikten sonra kayboldu.

***

Masanın üzerindeki vazo yere düştü ve paramparça oldu. Hizmetçi aceleyle yere diz çöktü. Markiz hizmetçiyi ayaklarıyla tekmeledi.

“Ahh!” Hizmetçi çığlık attı ve vazonun kırılan parçalarının üzerine düştü.

“Derhal dışarı çık!”

“Anne?...” Florin, çığlık atan annesini oturma odasında buldu. Yanından koşarak çıkan hizmetçiye baktı ve annesine yaklaştı. 

Markiz kızına bakarak tekrar bağırdı. “Ne yaptın? Majestelerini görmeye gitmedin mi? O halde neden kız kardeşini kurtarmadın?!”

“Ne yapabilirdim?” Florin, sakin su gibi sessizce cevap verdi. Aslında, Marianne'i kurtarmak istemiyordu. Çünkü kız kardeşi her şekilde çok aptaldı. İmparator onu zaten affetmeyecekti. 

“Majestelerine Marianne'i serbest bırakması için yalvarmalıydın!” Markiz baştan aşağı çok sinirliydi. Astelle’in aşağılaması onu hala titretiyordu. 

‘Onun gibi biri tarafından nasıl küçük düşürülebilirim?!’

Astelle’in Dentsu Kalesi’nde lüks bir binada kaldığını duyunca daha da öfkelenmişti. O aptal eski imparatoriçe kendini lüks içinde şımartırken zavallı Marianne hala tutsak halde acı çekiyordu. 

“O k*ltağa çok güzel bir mesken vermiş!”

Florin daha fazla itiraz etmek istedi ama bunun işe yaramayacağını fark edince vazgeçti. Annesi duyarlılık duygusunu yitirmişti. Bu gidişle Florin’e vurabilirdi. Dar görüşlü ve sabırsız Markiz, Florin'e karşı asla nazik bir anne olmamıştı.

“Aghr!” Rengarenk süslemeli vazo yere düşüp paramparça oldu. Oturma odası bir anda karman çorman olmuştu. Vazolar ve çömlekler kırılmıştı, halılar ıslaktı, mobilyalar zarar görmüştü. 

Florin annesinin eşyaları fırlatmasını izlerken “Anne, böyle yapma yoksa kendine zarar vereceksin. Biraz temiz hava almak için bahçede yürüyüşe çık." dedi.


Yorumlar