Amidst a Snowstorm of Love 8. Bölüm (Türkçe Novel)

during the snowstorm türkçe novel 8. bölüm

Odaya döndüğünde duş aldı, pijamalarını giydi ve kendini yatağa attı. Zheng Yi ile geçici olarak bir daire kiralama konusunu görüşmek istedi ancak Zheng Yi telefonu açmadı. Yurt içi saat dikkate alındığında bir süre beklemesi gerektiği tahmin edebiliyordu.

Nihayet son günlerde jetlag sorunu çözülmüştü ama hâlâ sersem gibi ve uykuluydu.

Arkadaşı cevap verene kadar dayanmak istediği için göz kapaklarıyla savaşarak bekledi ve yastığını dikleştirip telefonuyla oynadı.

Sayfayı yeniledikçe beliren bir düzine yeni paylaşımı birer birer beğenirken parmağı aniden durdu.  Ekranda kısa bir metin vardı.

Kayıtsız: Xiao Yang'ın kalbinde biri var.

Bu, Wechat'ten yeni eklediği Wu Wei'nin takma adıydı.

" 'Yang' mı? Lin Yiyang mı?"

...Nedense, bu düşünce hiç hoşuna gitmedi.

Yin Guo'nun dikkati bir anlığına dağıldı ve yanlışlıkla yorganın üzerindeki televizyon kumandasını düşürdü. Refleks olarak aniden doğrulunca yastığın kenarını kulağına sürttü. Canı acıdı.

Kulağının çizildiği yer şişmiş gibi görünüyordu. Yataktan kalkıp terliklerini giydi ve çok amaçlı merhemini bulmak için valizini karıştırdı. Küçük şişenin kapağını açtığı gibi düşürdü. Uzun süre arasa da bulamadı, bu yüzden biraz sıkıp kullandıktan sonra kenara bıraktı.

Yatağa geri döndüğünde Zheng Yi'den mesaj geldi.

Zheng Yi: Bence sorun yok. Sonuçta onları artık tanıyorsunuz, hepsi iyi insanlar. Otelde yaşamak daha güvenli olsa da çok pahalı. Hem kuzeninin denedikten sonra daireyi kiralaması iyi olur.

Yin Guo ev kiralama konusuna geri odaklandı.

Xiao Guo: Oraya taşınırsak bilardo salonunu değiştirmek zorunda kalacağım.

Zheng Yi: Neyden çekiniyorsun? Wu Wei de yarışmayacak mı? Kesinlikle ikinizin de antrenman gerekiyor. Sana gidebileceğin bilardo salonunu gösterecektir.

Doğru.

Zheng Yi dışarıda yapması gereken işler olduğunu söyleyip gitti.

Mesajlaşacağı kimse olmayınca aklı yeniden paylaşımlara kaydı ve kendini tekrar okumaktan alıkoyamadı.

Paylaşımın altında görünen tek bir mesaj vardı.

Lin: Sil şunu. Görebilir.

Gerçekten de Lin Yiyang'dan bahsediyordu.

Bir kıza aşık olduğunu mu söylüyor? diye tahmin yürüttü.

Bir dakika sonra Yin Guo sayfayı yeniledi ve paylaşım silinmişti.

Sanki hiç var olmamış gibiydi. Kaç kişinin gördüğünü bilmese de, o görenlerden biriydi ve görmemiş gibi davranması gerekiyordu. Bu tür duygusal şeylerin, birbirini iyi tanımayan insanlar tarafından görülmesi... pek iyi değildi.

Yin Guo arkasına yaslanıp telefonu elinden bıraktı.

Kuzeniyle daha rahat konuşmasına ve elinden geldiğince kendinden kaçınmasına şaşmamalıydı. Hoşlandığı biri varsa yanlış anlamalar yaşanmasından çekinmesi normaldi.

Aniden kuzenine "Lin Yi Yang'ın hoşlandığı biri olduğunu biliyor muydun?" demek istedi.

Ama bunun saçma olduğunu düşünüp durdu.


***


Lin Yiyang metrodaydı.

Bulundupu vagonda onun dışında sadece iki koyu tenli genç vardı ve  mutlu bir şekilde sohbet ediyorlardı. Siyahilerin en çok doğuştan gelen özgüvenlerine, dövüş sanatlarına yatkınlıklarına ve son derece zengin vücut dillerine hayranlık duyuyordu.

Lin Yiyang başını eğdi ve telefonuna baktı.

Wu Wei'nin paylaşımı silip silmediğini kontrol edebilmek ve saçma sapan konuşmamasını söylemek için ağ bağlantısına ihtiyacı vardı.

Bileğini kaldırıp saatine baktı. Saatlerini her zaman sağ bileğine takardı ama saatinin camı kırıldıktan sonra onu tamir ederken sol bileğine takmıştı. Birkaç gün garip hissettikten sonra alışmıştı.

Lin Yiyang saatinin kayışını çözüp çıkardı.

Otele girerken Yin Guo'nun kulağını çizdiğini hatırladı.

Metro istasyona girince iki siyahi genç indiler.

Lin Yi Yang hemen paylaşımı kontrol etti ve silindiğini gördü.

Metro kapısı kapandığında Yin Guo'nun Wechat sohbet penceresini açtı.

Lin: Kulağını acıttı mı?

Red Fish: Hayır, hayır. Sadece hafifçe değdi.

Lin: [kahve]

Red Fish: [gülen surat]

Lin Yiyang ikisi arasındaki konuşmayı okudu, ama sorunun nerede olduğunu göremedi.

Görünen o ki kızlarla sohbet etme konusunda pek iyi değildi. Birkaç kelimeden konuşmayı kapatıyordu.

Saati sol koluna taktı, mesajlaşmalarını tekrar okudu. Bir süre düşündü ama ne diyeceğini bilemedi. Yatma vaktinin geldiğini tahmin ederek telefonunu pantolonunun cebine koydu.

Wu Wei'nin dairesine geri döndü.

Wu Wei odasında yoga matını açmış, elleriyle vücudunu destekleyerek aerobik fitness yapıyordu. Yüzünden terler damlıyordu. En yorucu kısımdaydı.

Lin Yiyang içeri girdi, ağır montunu çıkardı ve Wu Wei'nin üzerine attı.

Sonunda tüm gücü tükendi ve tamamen matın üzerine yığıldı. "Bitti, gerçekten tam vaktinde döndün."

Montunun üzerindeki karlar eridi. Wu Wei onu dikkatlice kaldırdı ve Lin Yiyang'ın ifadesini gözlemledi. İyi görünüyor mu? 

Wu Wei, "Onu bilerek paylaştım." dedi.

Lin Yiyang, Wu Wei'ye uyarı niteliğinde bir bakış attı.

Bozuk para bulmak için çekmeceyi açtı.

"Ne yapıyorsun? Bu saatte çamaşır mı yıkayacaksın?"

Tereddüt etti ama paraları aldı, yatağın yanındaki boş sepete kirli kıyafetlerini tıktı.

Fermuarlı bir spor ceket alıp üstüne geçirdikten sonra sepeti de alıp kapıyı açtı.

Wu Wei, "Henüz konuşmayı bitirmedim." dedi. "O küçük kıza aşık mı oldun?"

Wu Wei'ye baktı.

"Oldun, değil mi? Çok çekici, bu kaçınılmaz."

Kapının kapanma sesi Wu Wei'nin lafını net bir şekilde kesti. 

Wu Wei ile birlikte evi kiralayan kız kardeşler de apartmanın alt katındaki çamaşır odasındaydılar. İkili gülüşüp sohbet ederken, Lin Yiyang'ı görüp selam verdiler. Yarın taşınacaklardı.

Lin Yiyang kibarca karşılık verdikten sonra çamaşır makinesine beş bozuk para attı, kıyafetleri doldurdu ve saati ayarlayıp yıkamayı başlattı.

Kız kardeşler gitti.

Yanında başka kimse olmadığı için oturup beklemede sorun görmedi. Bir sandalyeyi alıp sırtını duvara yaslayarak oturdu. 

Yin Guo'nun birkaç dakika önce Wechat'te bir ilkokula yapılan masa ve sandalye bağışını paylaştığını gördü. Uyumadı mı?

Lin: Hala uyumadın mı?

Red Fish: Uyuyamıyorum.

Lin: Jet lag yüzünden mi?

Red Fish: Buraya geleli on günden fazla oldu, jet lag çoktan geçti. Muhtemelen erişteler çok lezzetli olduğu içindir.

Lin: Ortalama bir restoran ama lezzetlidir.

En önemlisi, ramen restoranının Wu Wei'nin dairesine çok yakın olmasıydı. O ve Wu Wei düzenli müşterileriydi, bu yüzden önce oraya gitmeleri en uygunuydu.

Red Fish: Oldukça iyiydi. En azından ben memnun kaldım.

Lin: Bu akşamki tavuk çorbası geleneksel domuz eti çorbası kadar iyi değildi.

Red Fish: Onu yemedim. Öyle miydi?

Lin: Evet.

Red Fish: Ramene çok aşina görünüyorsun.

Lin: :)

Lin Yiyang internette küçük bir arama yaptıktan sonra beş altı tane iyi ramen restoranı bulup adreslerini ona gönderdi.

Red Fish: Teşekkür ederim, teşekkür ederim.

Lin: Sana ısmarlarım.

Red Fish:…

Lin: ?

Red Fish: İnsanlara yemek ısmarlamayı gerçekten seviyorsun.

Lin Yiyang bu sözlerle keyiflendi.

Yanlış bir çıkarımda bulunmuştu. İyi tanımadığı insanlarla yemek yemekten nefret ederdi. Yemek yemek onun açısından çok kişisel bir meseleydi ve kendisine eşlik etmesi için karşısındakini dört ya da beş yıldan fazla süredir tanıyor olması gerekirdi. Aksi takdirde, akşam yemeğine çıkmaya zorlansa bile, sadece bir bardak içki içer, sonra kendi başına yemek yiyebileceği bir yere giderdi. 

Yin Guo'nun mesajına ne cevap vereceğini bilemedi, bu yüzden alışkanlıkla bir emoji gönderdi.

Lin: [kahve]

Beklendiği gibi, orada da durum aynıydı.

Red Fish: [gülen surat]

Uzun zamandır kimseyle, özellikle de bir kızla böyle mesajlaşmamıştı.

Buradakilerin çoğu golfçüydü ve pek kadın arkadaşı yoktu. Genelde Wu Wei ile yakın olurlardı.

Tanıştıkları gece huzursuz bir ruh hali içindeydi ve kar fırtınasına rağmen içki içecek bir yer bulmak istemişti.

Wu Wei'yi aradı ve Red Fish'e gittiler. Tam kapıdan içeri girmek üzereyken, cam kenarında oturup telefon görüşmesi yapan siyah saçlı, siyah gözlü, kısa boylu, başına kapüşonunu geçirmiş bir kız gördü. Cam buğulandığı için tam olarak göremiyordu. Birden bu yabancıyı merak etmeye başladı. Asyalı olduğunu tahmin ediyordu. Çinli de olabilirdi...

Moralinin en bozuk olduğu, tüm şehirde trafiğin felç olduğu, dükkanların kapandığı, okulların tatil edildiği kar fırtınası günlerinde, en sık gittiğim barda kendi milletinden garip ve yürek ısıtan bir kızla tanıştı.

Gerçekten kar fırtınasındaki tek tesellisi buydu. Onu tanımak istedi ve her şey bu düşünceyle başladı.

Onu sağ salim oteline ulaştırmak istedi ve sonra aklına bir fikir geldi.

Açıkçası bütün gece içmek istiyordu ama Wu Wei'ye acil bir işi olduğunu söyleyip küçük kardeşe onları da "bırakmasını" isteyip istemediğini sormasını istedi.

O günler ruh halinin en dip noktasındaydı.

Bazı eski arkadaşları New York'a gelmişti ama onlarla görüşmek istemediği için birkaç gününü barlarda ve bilardo salonlarında geçirdi. Bu eski arkadaşlardan kaçınmak için mümkün olan en kısa sürede Washington'a geri dönüş tren bileti rezervasyonu yaptı.

Tam tren istasyonuna giderken Yin Guo arkadaşlık isteği gönderdi.

Trendeyken de bir para transfer talebi gönderdi.

Bu geceye kadar birbirlerini tanımaya devam ettiler, peki ya sonra?

Lin Yiyang, 'sonra ne olacak?' diye sordu kendine.

Biri çamaşır odasına girerek derin düşüncelerini böldü.

Gecenin bir yarısı, her zaman çamaşır yıkayan insanlar olurdu.

Lin Yiyang daha fazla beklemek istemedi. Boş çamaşır sepetiyle eve çıktı ve Wu Wei'ye beş bozuk para atarak ona zamanı saymasını, sonra aşağıya inip kıyafetleri kurutmasını ve kendisi için yukarı çıkarmasını söyledi.

Bir yorgan çıkarıp kanepeye uzandı ve kıyafetleriyle uyudu.

Sabahın erken saatlerinde tekrar uyandı.

İki kız kardeş hareket halindeydi. Wu Wei yatağında döndü, yorganı başına çekti ve uyumaya devam etti. Vedalaşmak için kalkmadı. Derin uykuda olduğu için mi yoksa kızlar gittiği için mi bilmediği bir sebeple dışarıdaki gürültü giderek azaldı ve hiçbir ses duymaz hale geldi.

Saat on birde cep telefonunun alarmıyla uyandı.

Doğruldu, elleriyle yüzünü kapatıp bir dakika ayılmaya çalıştıktan sonra dışarıdan yine kahkahalar duydu.

Ateşi önceki gün düşmüştü ve dün trene yetişmek için acele etmişti. Gün içinde de geç saatlere kadar hiç yerinde durmamıştı. Yatmadan önce kendini yorgun hissetmemişti ama şimdi tüm yorgunluk üzerine çullanıyor gibiydi. Yüzünü ovuşturup alnındaki kısa saçlarını elleriyle karıştırdıktan sonra terliklerini giydi.

Bütün gece fermuarlı spor ceketiyle uyumak sıcak ve rahatsız ediciydi.

Ceketini çıkarıp yatağın üzerine attı, ayağa kalktı ve yatak odasının kapısını açtı.

Susamıştı.

Bir anlığına dünya tamamen sessizliğe büründü.

Oturma odasındaki koltukta üç erkek ve iki kız oturuyordu. Çok gençtiler. Büyük olan on yedi ya da on sekiz yaşlarında ve diğerleri de on üç ya da on dört yaşlarında görünüyordu. Ada mutfağın arkasındaki buzdolabına yaslanmış olan Wu Wei'nin karşısında da otuzlu yaşlarında bir adam vardı.

Kapının açıldığını duyan herkes ona baktı.

Lin Yiyang kışın ortasında beyaz kısa kollu tişört ve siyah eşofman altı giyiyordu. Kollarının açıkta kalan kısımlarında kasları belli oluyordu. Yakışıklı yüzünde en güzel yer olan siyah gözleriydi ama ne yazık ki uyku sersemliğiyle doluydular ve tam olarak açılmamışlardı.

Ayrıca yüzünün sağ tarafındaki yastık izi oldukça dikkat çekiyordu. 

Gözleri odaklanmamıştı.

Gördüğü ilk şey koltukta oturan bir sıra çocuktu... Kaşları çatılmıştı.

'Şu Wu Wei denen adam ne yapıyor? Harcayacak parası bile yokken yanına yardımcı mı almak istiyor?'

Erkekler 'Gerçekten çok uzun.' diye düşünürken kızlar 'Gerçekten çok yakışıklı.' diye düşündüler.

'Bunu kulübün büyüklerinden duydum, ustanın altıncı öğrencisiymiş.' diye fısıldaşma oldu

Ustaları gibi onlar da on iki yaşında küçükler grubuyla şampiyonluk kazandıktan sonra on üç yaşında profesyonel grupta yarışmaya başladılar. Ustalarıyla birlikte o yılki yarışmada sırasıyla şampiyonluk ve ikincilik kazandılar.

Kulüpte herkes ondan farklı bir isimle bahsediyordu: Genç Usta Yang, Duncuo, Altıncı Kardeş, Eski Altıncı, Lao Liu...

Ve herkes bahsedilen kişinin Lin Yiyang olduğunu anlıyordu.

Bu yabancıları gördüğünde ilk tepkisi kaşlarını çatmak oldu. Heyecanlarından hoşlanmadı.

Otuz yaşındaki adamı, yani kanepedeki çocukların öğretmeni Jiang Yang'ı tekrar gördüğünde gözleri birkaç saniyeliğine durakladı.

"Geçen hafta seninle tanışmak için geldiler ama göremediler." Jiang Yang bir gömlek ve pantolon giyiyordu ve ince beyaz çerçeveli bir gözlük takıyordu. "Yine kaçacaksın sanmıştım."

Lin Yiyang konuşmak için ağzını açtı ama boğazının kuruduğunu hissetti.

Odanın kapısından mutfağa doğru yürüdü. Buzdolabını açtı ama su bulamadı. Onun yerine soğuk birayı açıp yudumladı.

Boğazını ıslattıktan sonra dirseklerini ada mutfağa dayadı, Jiang Yang'a baktı ve boğuk bir sesle sordu. "Müsabakalar için mi buradasınız?"

Jiang Yang koltuktaki çocukları işaret ederek, "Evet, gençler grubunda yarışıyorlar. Hepsi benim öğrencim."

"Merhaba genç usta." Herkes birbiri ardına saygıyla selamladı.

Lin Yiyang elini gelişigüzel sallayıp onları düzeltti. "Kulüpten ayrılalı çok oldu. Burada genç usta yok. Eğer genç olduğumu düşünüyorsanız Lin abi, yaşlı olduğumu düşünüyorsanız Bay Lin diyebilirsiniz."

Jiang Yang alaycı bir şekilde sordu. "Onlar Lin abi diyecekse, ben ne demeliyim?"

Lin Yiyang gülümsedi ve cevap vermedi.

Birasından bir yudum daha aldı, Jiang Yang ile birbirlerine baktılar.

Uzun yıllardır birbirlerini görmeyen dostlar ilişkilerinin zayıfladığını düşünmüşlerdi ancak tekrar buluştukları anda eski günleri hatırladılar. Sabah saat beşte kalkıp bilardo salonunda antrenman yaparlar, saat yedide de okul çantalarını alıp bisikletleriyle okula yetişmeye çalışırlardı. Genç yaşlarındaki bu yoğunluk kemiklerine kazınmıştı.

Uzun yıllar dostlarından ayrı kalmanın göğsünde yarattığı yakıcı ağrı değişmedi.

Lin Yiyang ve Jiang Yang aynı yıl, neredeyse bir hafta arayla kulübe katılmışlardı. İlk önce Jiang Yang geldi, daha sonra o.

O gece bir kase erişte yedikten sonra bisikletine binip tek başına bilardo kulübüne gitmişti. İçeri girdiğinde Jiang Yang bilardo masasını bir bezle siliyordu. Onu gördüğünde muhtemelen Lin Yiyang'ın öğrenci olmak istediğini anlamıştı, ancak ustasını çağırmak yerine ona doğru yürüdü ve bir boy işareti yaptı. "Hey ufaklık, ailen buraya geldiğini biliyor mu? Geri dön ve onlardan izin al. Usta öğrenci kabul etmek için ebeveynlerin onayını ister."

"Benim anne babam yok." dedi küçük çocuk.

Elinde bez tutan Jiang Yang tamamen afalladı.

Ona zorbalık yapmaya çalışan bu kıdemlisi, soyadları aynı olan Jiang Yang'dı.

O sene o ikinci sınıftaydı ve Jiang Yang altıncı sınıftaydı.

Bu şekilde boylarını karşılaştırması gerçekten hiç centilmence değildi. Ancak hala çok gençti, centilmenliğin ve centilmence yarışmanın ne olduğunu hala anlamış değildi.

Elbette o yıllarda Çin'de bu sporun centilmenlikle hiçbir ilgisi yoktu. O zamanlar bir masaya bir dolar ödeniyordu ve insanların bilardo salonlarıyla ilgili en yaygın izlenimleri sigara içenler, gürültü yapanlar ve küfürlü konuşanlardı... Böyle bir oyun olduğunu ve çok iyi ödüller kazanıldığını duymuştu. 

Ve Lin Yiyang, sonunda içlerine girmeyi başardı ve öğretmenin son öğrencisi oldu.

Yorumlar