How to Hide the Emperor's Child - 30. Bölüm (Türkçe Novel)


Hizmetçi başını eğerek “Size hizmet etmem emredildi hanımefendi.” dedi.

“Evet, lütfen bana iyi bakın.”

“Sizin için yeni bir banyo suyu hazırladım Leydim.”

Bu harikaydı. Daha önce Theor’la üstünkörü yıkanmıştı. Elbisesi de çok fazla kirlenmişti bu yüzden iyi bir banyo istiyordu. Astelle, hizmetçiye birkaç kısa talimat verdikten sonra odasının kapısını açtı.

‘Ha?’

Kapının kolunu tutarak şaşkınlıkla durakladı. Yanlış odaya gelip gelmediğini merak etti. Daha önce burası ahşap zemin üstünde birkaç basit mobilyaya sahip düz bir odaydı. Ama şimdi bir anda değişmişti. Düz ve boş parkelerin üzerine kürk halılar serilmiş, duvarların örümcek ağı gibi çatlayan çeşitli yerlerine duvar halıları asılmıştı. Pencerenin kenarına lüks bir dizi masa ve sandalye dizilmişti. Yatağın ucunda da yumuşak görünümlü bir koltuk vardı.

Yuvarlak masanın üzerine işleme dantel örtülmüştü ve onun üstünde de cam bir vazonun içinde nergisler yerleştirilmişti. Sandalyelerin üzerinde kabarık minderler vardı. Yatak da değişmişti. Sadece dört dik direği kalmış tekdüze bir yatakken şimdi dört direğe asılan tente ile lüks bir yatağa dönüştürülmüştü. Yatağın üzerini örten eski battaniyeler de gitmiş, yerini temiz, yumuşacık ipek bir battaniye almıştı.

‘Şimdi bambaşka bir odaya dönüşmüş.’

Oda öyle güzel olmuştu ki bir an tanıyamadı. Şöminede taze yakılmış odunlar sayesinde içerisi sıcacıktı.

“Neden oda böyle değişti?”

Odanın bir tarafında hareketsiz duran hizmetçi gergin bir yüzle konuştu. “Majesteleri odanın yenilenmesini emretti.”

Yenilenmiş gibi değil bütün oda değişmiş gibi görünüyordu. Dolabın önünde oynayan Theor Astelle’in kolunu tutup sürükledi. “Astelle Hala, benim odam da değişti!”

Astelle, Theor tarafından sürüklenip koridorun birkaç adım ötesindeki odaya girdi. Orası da Astelle’in odasına benziyordu. Kabarık minderler, halılar ve duvar halılarıyla dolu rahat bir yatak odasıydı. Astelle'in odasından daha parlaktı ve bebek havası vardı. Perdeler ve nevresimler sarıydı, masalarda ve raflarda küçük oyuncak hayvanlar vardı.

“Blin’in de yatağı var!” Theor, yatağın yanına yerleştirilen yuvarlak yastığı işaret etti. Kabarık bir kenarlıkla çevrili geniş bir yastıktı.

‘Gerçekten köpekler içinmiş gibi görünüyor.’

Blin, beğenip beğenmediğini anlamak için yastığı kokladı daha sonra yastığın üstüne yüzüstü yattı.

“Yeni odanı beğendin mi?”

“Evet!”

“Tamam. Yıkandıktan sonra geleceğim. Bir süre odada Blin’le odada oynayabilirsin.”

Astelle, Theor'dan ayrıldı, banyoya gidip vücudunu yıkadı ve kıyafetlerini değiştirdi.

Üstünü değiştirir değiştirmez ilaç yapmak için topladığı bitkileri alıp mutfağa gitti. Önce otları budadı sonra sapları ve yaprakları temizleyip büyük bir tencerede kaynattı. Kırmızı sıvı orada kaynarken diğer şifalı bitkileri de doğrayıp başka küçük bir tencerede kaynattı. Kaynayan otlar şeffaftan berrak mavi rengine döndü. Bu arada büyük tencerede kaynayan kırmızı sıvı ateşi içindi. Çok fazla kokusu yoktu, tadı keskin değildi.

Her şeyi hazırladıktan sonra ateşi için yaptığı ilacı ilaç kabına koydu, mavi renkli iksiri de önceden hazırladı üç küçük cam şişeye döktü. Bunlar bir ay yeterdi.

‘Bir süre bunun için endişelenmeme gerek kalmayacak.’

Astelle rahatladıktan sonra kâsede bulunan ilacı içti. Acı sıvı boğazından kayıp gitti. Bileğinde hala kırmızı soluk lekeler vardı ama ateşi yoktu. Kırmızı lekeler de yarına kadar kaybolurdu.

‘İlacı aldığıma göre artık iyi olacağım.’

Mutfağın içi tamamen karanlıktı. Astelle eski bir şamdanı yaktı. Göz rengini değiştiren iksiri elbisesinin altına sakladı ve yatak odasına döndü.

“Blin!”

‘Ha?’

Yatak odasının olduğu koridora girer girmez Theor’un enerjik sesini duydu.

“Şimdi bu tarafa at.”

Ve tanıdık kalın ses onu takip etti.

Yatak odasının kapısını açtığında Kaizen’in orada olmasını beklemiyordu. “Selamlar Majesteleri.”

“Vücudun iyi mi?”

“Evet, ilacı aldıktan sonra daha iyiyim.”

‘Ama neden buraya geldin?’

Han müdürüyle ana binada yemek yiyor olması gerekmiyor muydu? İmparatora içtenlikle hizmet edebilmek için buradaki müdür gece gündüz çok çalışmış ve en görkemli yemeği hazırlamış olmalıydı.

Theor, Astelle’in elini tutarak “Astelle Hala! Majesteleri ile lezzetli bir şeyler yemeye karar verdim!”

‘Ne?’

Açıklaması için Kaizen’e baktığında Kaizen gülümsedi ve Theor’un kafasını okşadı.

“Theor henüz akşam yemeği yemedi. Birlikte yemek istediğini o yüzden yemeği buraya getirmemi söyledi.”

“…”

Astelle bahse girerdi ki Theor bir anda imparatora birlikte akşam yemeği yemek istediğini söylememişti. Theor oyun oynamaya daldığında her zaman akşam yemeği zamanının geldiğini unuturdu.

Astelle ona gitmesini söyleyemezdi çünkü ateşi yoktu ve çoktan ilaç içip iyileşmeye başladığını söylemişti. Bir an Kaizen’i göndermek için hangi bahaneyi sunabilirdi diye düşündü ancak bunun için çok fazla vakti olmamıştı.

Görevli kapıyı çaldı. “Majesteleri, yemek hazır.”

“Evet, getirin.”

Kapı açıldı ve görevliler sofra takımını getirdiler. Pencerenin yanındaki masanın üstüne tabakları ve diğer eşyaları dizdikten sonra yemekleri getirmeye başladılar. Göz açıp kapayıncaya kadar masanın üstü lezzetli bir akşam yemeğiyle donatılmıştı. Tereyağı kokulu ekmek ve çorba, kokulu otlarla sunulmuş sığır eti, ızgara kuşkonmaz ve her türlü sebze… Üzerine bal dökülmüş tavuk leziz görünüyordu. Taze ve yumuşak limonlu, sarımsak soslu ızgara levrek de vardı.

Bekleniyordu ama görünüşe göre buradaki yönetici imparatora hizmet etmek için gerçekten her türlü çabayı göstermişti.

“Vay canına…” Theor getirilen yiyecekleri izledi. “Bunu da deneyebilir miyim?” diye sordu, tatlı kokulu tavuk etini işaret ederek.

Kaizen gülümseyerek cevap verdi. “Ne istersen yiyebilirsin.”

“Teşekkür ederim Majesteleri.” Theor oyuncak ayısına sarılarak oturdu.

“Sen de otur.”

Astelle de bişey söylemeden sandalyeye oturdu. Sonra yanında oturan Theor için tavuğu kesmeye başladı. Theor sessizce Astelle tarafından kesilen tavuk etlerini ağzına attı ve keyifle çiğnedi. Üzeri tatlı sosla kaplıydı ve içi terbiyeli olduğu için tuzluydu.

“Lezzetli mi?”

“Evet, çok lezzetli.”

Astelle’in çok fazla iştahı yoktu bu yüzden sadece çorba içti. Yumuşak kremsi bir kıvama sahip bir patates çorbasıydı. Çorbadaki küçük gevrek kırıntıları tuzlu bir tat katmıştı.

Elinde bardağını tutan Kaizen, Theor’un yanındaki oyuncak ayıya bakarak sordu. “Bu oyuncak ayı da ne?”

“Bu Levin!” Theor küçük elleriyle ayıcığın kollarını tuttu ve salladı. “Benim arkadaşım.”

“Hmm.” Kaizen’in bakışları Astelle’e döndü. “Onun yaşında, akran arkadaş edinmesi gerekmez mi?” Öğüt veriyormuş gibi konuşarak ekledi. “Başkentte Theor’un yaş grubunda çok sayıda küçük çocuk var.”

‘Yine bizi başkentte yaşamaya davet etmeye mi çalışıyorsun?’

Çorbasını yudumlayan Astelle kaşığını indirerek sertçe cevapladı. “Yakınlardaki kasabalarda da yaşıt birçok çocuk var. Sadece onlarla oynaması gerek.”

Belki Astelle çok soğuk konuştuğu için Kaizen konuyu artık gündeme getirmedi.

Üçü yemeklerini bitirdikten sonra tatlı yediler. Daha sonra hizmetçiler bir bardak kokulu sıcak çay ve sıcak kakao getirdiler. Theor sandalyenin kol kısmına yaslanmış yanında yerde oturan köpeği okşuyordu.

“Theor, eğer uykun geldiyse yatağında uyumalısın.”

“Hmm… İstemiyorum…” Theor küçük elleriyle gözlerini ovuşturarak homurdandı.

Kaizen alçak sesle güldü ve Theor’a “Eğer uykuluysan sadece biraz uyuman gerekiyor, sonra tekrar kalkarsın.” dedi.

Bu sözler işe yaradı. “O zaman biraz uyuyacağım, lütfen beni uyandırın.”

“Tamam.”

Theor koltuğa uzandı ve yüzünü yumuşak bir mindere koydu. Göz kapakları yavaşça kapanırken fısıldadı. “Levin…”

“Levin’i mi istiyorsun?” Astelle sandalyenin uzunda durak oyuncak ayıyı almak için kalktı. O anda tamamen uykuya dalmış olan Theor gözleri kapalıyken tekrar mırıldandı. “Evet… Anne…”

Bebeği tutan Astelle’in eli havada kaldı. Kalan şarabını yudumladıktan sonra ayağa kalkan Kaizen, Theor’un mırıldanmasını duydu ve duraksadı. “Ha?”

 

 

 

 

 

Yorumlar