MEŞE AĞACININ ALTINDA 2. KİTAP - 186. Bölüm (UNDER THE OAK TREE)

 


Max elini ceketinin içine soktu ve kolyesinden sarkan madeni parayı kavradı. Şiddetli rüzgar, donmuş yanaklarını nazikçe fırçalayan hafif bir esintiye dönüştü.

Nedense gözleri yandı. Her şeyin bitmesinin verdiği rahatlamadan mı, yoksa kazanmanın sevincinden mi olduğunu bilmiyordu.

Max ıssız kar alanına baktı, sonra yavaşça başını çevirerek koyu griden soluk maviye dönüşmeye başlayan Lexos Dağları'na baktı. Dağın dik yamacının bir tarafında parlayan güneş ışığı şimdi tüm zirveyi aydınlatıyordu.

'Orada bir yerlerde bir Riftan olmalı. Secto'yu yenmiş olmalı.' Farkında olmadan geniş alanda bir adım attı. Sonra omzunu tutan bir elin dokunuşuyla başını çevirdi.

"Hâlâ canavarlar kalmış olabilir. Önce şehre dönüp durumu kontrol etsek iyi olur."

Sidina'yı sırtında taşıyan Garrow, ihtiyatla etrafına bakınıyordu. Max sonunda aklını başına topladı ve aceleyle arkasını döndü.

"Ah, hadi gidelim."

Garrow hemen hendek boyunca yürümeye başladı. Birkaç dakika sonra önlerinde kemerli kale kapısı belirdi.

"Kapıları açın!"

Garrow yüksek sesle bağırınca, kalenin önünde durup etrafı kontrol eden askerler aceleyle hendekten aşağı koştular. Dar bir ahşap köprüyü geçtiler ve parmaklıklı küçük kapıya ulaştılar. Golemi kurmak için güneye giden Annette ve Jeffrey onlara doğru koştu.

"Ne oldu?" diye sordu Annette, Garrow'un sırtındaki Sidina'ya bakarak. Max derin bir nefes aldı.

"Golemi kurarken bir ejder tarafından saldırıya uğradım. Sanırım düştüm ve kafamı bir yere çarptım.”

“Buraya gel. Yaraya bakayım.” dedi Jeffrey, kale kapısının arkasında yaktığı kamp ateşinin yanına bir battaniye sererek. Garrow hemen Sidina'yı üzerine yatırdı ve Max'e döndü.

"Hanımım iyi misiniz? Canavarlar tarafından saldırıya uğradığınızda yaralandınız mı..."

“Ben, ben iyiyim. Peki... Sidina nasıl?”

"Öğrenmemiz için uyanması gerekecek ama ciddi bir yara gibi görünmüyor."

Gözbebeklerini kontrol etmek için Sidina'nın göz kapaklarını açan Jeffrey rahat bir nefes aldı.

"Sadece kafasında bir yumru var. Yaralarını sararsak kısa sürede uyanır.”

Sonra bir elini morarmış şakağına koydu ve bir iyileştirme büyüsü yaptı. Arkadaşının yüzünün iyileştiğini fark eden Max, kale kapısının yanındaki tahta basamakları çıktı.

Surları tırmanırken durumu daha net kavrayabildi. Batıya yayılmış canavarların çoğu yok olmuş gibiydi ve kalıntıları beyaz zeminde elmas gibi parlıyordu.

Olay yerine gururlu gözlerle bakan Max'in yüzü birden sertleşti. Doğu duvarının diğer tarafında, geniş alana yayılmış yüzlerce ölümsüzü görebiliyordu.

Max, siper boyunca yürüdü, göğsünü dolduran rahatlamanın giderek azaldığını hissetti. Sonra golemle karşılaşan canavarların tepenin üzerinde hareket ettiğini gördü. Max, Lexos Dağları'na gittiklerini anlayınca sert bir nefes aldı.

'Boyun eğdirme ekibinin yanına gideceğim.'

"Nereye gidiyorsunuz?"

Max, Garrow'un yüzüne baktı ve umutsuzca haykırdı.

"Canavarlar Lexos Dağları'na gidiyorlar. Bunu hemen durdurmalıyız...!”

Garrow'un çenesi sertleşti. Ağzını kapalı tuttu, sonra yavaşça başını salladı.

"Görevimiz, müttefik kuvvetler ejderhayı yenip geri dönene kadar şehri korumak. Canavarlar pes edip Besmore'dan ayrılırsa işimiz biter."

"Şuan... neden bahsediyorsun? Boyun eğdirme ekibinin olduğu yere gitmeye çalışıyorlar! Böyle gönderirsek...!”

"Öyle olsa bile, bu konuda yapabileceğimiz hiçbir şey yok."

Max karşılık verecek kelimeleri bulamayıp sustu. Garrow sakince ekledi.

"Üzülmeyin. Ejderhayı yenen boyun eğdirme ekibinin ölümsüzler tarafından yenilmesinin hiçbir yolu yok.”

Ona ıslak gözlerle bakan Max, bakışlarını kmerli girişe çevirdi. Parlak güneş ışığı retinasını keskin bir şekilde deldi.

Gözlerini kıstı ve çaresizce başını eğdi. Acı çekme zamanı henüz sona ermemişti. Rıiftan'ın sağ salim dönmesini beklerken yüreğinin günden güne yanacağını düşündükçe gözleri karardı. Gözlerini sıkıca kapattı.

Canavarlar gittiğinde sonra geride sadece beş golem kalmıştı. Kaçırılan mevsimlerin peşinden koşarcasına, hızla günler ısındı ve eriyen kar ve buz dereye akarak kalın bir nehir oluşturdu.

Askerler, tıkalı kanalizasyon sistemini kırarak derenin çevresine set inşa etmeye başladılar. Sular her geçen gün arttığı için köprünün onarılması gerekiyordu. Sanki ölü bir vücuttan kan akıyormuş gibi berrak bir su akışı donmuş zemin üzerinde güçlü bir şekilde akmaya başladı ve tarlalarda narin tomurcuklar filizlendi. Hiç bitmeyen kış sona erdikten sonra, sanki bahar ve yaz bir anda gelmiş gibiydi.

"Görünüşe göre yendiğin ejder, komuta sınıfına aitmiş."

Kasvetli gözlerle Lexos Dağları'na bakan Max, başını sesin geldiği yöne çevirdi. Calto Serbel pamuklu bezi ağzından çıkardı ve ortak salona girdi. Ejderin cesedini incelemeyi yeni bitirmişti. Yorgunluktan sırtını ovuşturan Calto, şöminenin önüne oturdu ve sakince konuştu.

"Fiziksel yetenekleri, normal bir kertenkele adamınkinden çok daha düşük, ama büyü gücünün hacmi otuz kat daha fazla. Belki de bu canavar ölümsüzleri kontrol ediyordu.”

"Öyleyse... beyaz ejder öldükten sonra bile ortadan kaybolmayan canavarlar neyin nesiydi?"

"Bu, öldürdüğün ejderin yanı sıra büyücülerin de olduğu anlamına geliyor olmalı." dedi Calto kararlı bir şekilde.

"Ejderler rollerine göre üç sınıfa ayrılmış gibi görünüyor. Savaşçı sınıf, beyaz sınıf, yönetici sınıf,..."

Sanki bir şey düşünüyormuş gibi bir an durakladı, sonra konuşmasına kaldığı yerden devam etti.

"Beyaz türler, olağanüstü gelişmiş bir beyin ve güçlü büyü yetenekleriyle doğmuş. Muhtemelen bu canavarlardan en az on tane vardır.”

"Ne, on tane mi?"

Calto onun dehşete kapılmış tavrına başını salladı.

"Bir ejderhayı diriltmek için, güçlü büyü yeteneklerine sahip en az sekiz büyücü olmalıdır. Besmore'a saldıran canavarlar arasında en az iki beyaz tür vardı, bu da böyle on canavar olduğu anlamına geliyor."

Büyücü, ejderin cesedinin saklandığı odayı işaret ederek konuştu. Max arkasını döndü ve yarı açık kapıdan içeri baktı. Laboratuvara bağlı küçük odaya düzenli aralıklarla ahşap yataklar yerleştirilmişti ve üzerlerinde dört ejder cesedi düzgün bir şekilde yatıyordu. Ölümsüz ordusu geri çekildikten sonra, büyücüler araştırmaya gelmişlerdi.

Max beyaz pullarla sarılı ince bacaklara baktı, sonra rahatsızlıkla bakışlarını kaçırdı. Aklına kederli bir ifadeyle gözyaşı döken canavarın görüntüsü gelince, göğsünün bir tarafı ağır bir şekilde çöktü.

Kötü yaratıklar. İnsanlara acı çektirmek için bu dünyaya gelmiş varlıklar. Kilise canavarları böyle tanımlıyordu. Ancak Max, 'bir şeyleri' duygusuzca öldürmüş olmanın verdiği garip suçluluk duygusunu üzerinden atamadı. Max sanki bu duyguyu uzaklaştırmak ister gibi koltuğundan fırladı.

"Ben biraz temiz hava alacağım."

"Nasıl istersen."

Calto, Dünya Kulesi'ne göndermek için bir rapor yazacakmış gibi, bir parça parşömen çıkarıp masanın üzerine yaydı. Max odadan dışarı fırladı ve siperlerin tepesinde durdu. Lexos Dağları uzaktan görülebiliyordu.

'Riftan hala orada mı? Güvendedir, değil mi? Ruth ve diğer şövalyeler nasıl? Belki de boyun eğdirme ekibi de geri dönüşü olmayan bir zarar görmüştür. Birkaç askerin kaldığı bir durumda ölümsüzler ordusuyla karşılaşmış olabilirler.'

Max, düşünceleri daha olumsuz bir yöne kayarken bilinçli olarak zihnini boşalttı. Aptalca sanrılarla kendine işkence etme alışkanlığı asla iyileştirilemezdi. Biraz sinirli bir şekilde arkasını döndü. Sonra yapacak bir şey bulmak için merdivenlerden inip muhafız binasına girdi ve geniş salonda bir daire içinde oturan Agnes, Prenses Rienna ve birkaç yüksek rütbeli şövalyeyi gördü.

Max korkulukta durdu. Ejderha yenilmiş olsa da, hâlâ canavar ordusunun kalıntıları vardı. Şehre tekrar saldırmayacaklarına dair bir garanti olmadığından, Prenses Rienna ve Agnes sırasıyla doğuda ve batıda ikamet ederek tetikte kalmaya karar vermişlerdi.

Ama neden ikisi böyle bir zamanda birlikte? Koridora gergin gözlerle bakan şövalyelerle konuşan Agnes onu fark etti ve dudaklarına parlak bir gülümseme yerleştirdi.

"İyi ki geldin. Az önce boyun eğdirme ekibinden bir telgraf geldi.”

Max masaya atlarcasına onlara doğru koştu. Prenses kıkırdadı ve ona küçük bir parşömen parçası uzattı. Kağıtta eğik çizgilerle yazılmış tek bir askeri kod satırı vardı. Agnes'e telaşla baktı.

“Ne, ne yazıyor?”

"'Görev Tamamlandı' yazıyor."

Agnes hayretle başını salladı.

“Kocanız 'rapor'un anlamını yanlış anlamış olmalı. Bu kötü alışkanlığı kırmak çok zor.”

Max parşömene titreyen gözlerle tekrar baktı. Gülünç derece kısa olan cümle yoğun bir rahatlama duygusu getirdi. Parşömeni iki eliyle kavradı ve sessizce Tanrı'ya şükretti. Riftan zarar görmemişti. Bu gerçek onu çok mutlu etti.

"Sör Sejour Aren'in gönderdiği telgraf bundan daha faydalıydı."

Duygularının ortasındayken Lienna Mor Thorven'ın sakin sesini duydu. Max ona baktı. Rienna parmak uçlarıyla bir parça parşömen aldı ve şifreli metni yavaşça deşifre etti.

"Ejderhanın kalbini geri almayı başardılar, ancak birkaç ejderi kaçırdılar ve Kutsal Şövalyeler büyük zarar gördü."

Max yüzünden kanın çekildiğini hissetti.

"Peki ya diğer şövalyeler? Tam olarak ne kadar hasar var?”

"Şu ana kadar kesin bir detay yok. Ama önemli biri ölseydi, raporda yer alırdı.”

Sanki hiç önemi yokmuş gibi parşömeni fırlattı. Max hızla telgrafı kaptı. "Önemli biri" muhtemelen yüksek statüye sahip bir kişiydi. Buna sıradan Remdragon Şövalyeleri ve Ruth da dahil miydi?

Dudağımı ısırıp okuyamadığı şifreli metni anlamaya çalışıyordu ki birisi omzuna hafifçe dokundu. Max başını çevirdi. Gabel, parşömene bakıyormuş gibi yapıp kapıya doğru baktı.

Max dalgın dalgın gözlerini kırpıştırarak telgrafı bıraktı ve koridordan çıkan merdivenlerden aşağı indi.

Bir süre sonra Gabel onun peşinden koşarak geldi. Gergin bir şekilde ayaklarını yere vuran Max aceleyle sorular sordu.

“Ee, neler oluyor? Şifreli metni yalnızca sen okuyabildiğine göre..."

"Sakin olun. Sizi çok ciddi bir şey için çağırmadım."

Şaşkınlık içinde ellerini sallayan Gabel, pelerininin içinden küçük bir kese çıkardı.

"Elinizi uzatın."

Max tereddütle elini uzattı. Gabel keseyi açtı ve avucuna bir şey bıraktı.

"Lord Calypse tarafından gönderilen telgraf kutusundaydı. Karısına gönderdiğini düşündüğüm için bir kenara ayırdım.”

Avucunun içindeki küçük çiçeklere boş boş baktı. İnce dallarında, serçe parmağının tırnağı büyüklüğünde beyaz yaprakları vardı.


Ç.N: Hiçbir zaman bu kadar sevilmeyeceğimi fark etmek beni mahvetti... Vurdu vurdu duvara attı...

SONRAKİ BÖLÜM

Yorumlar

  1. Bölüm için teşekkürler♡ yeni bölüm ne zaman gelir Özge Abla, çok heyecanlıyım ya keşke tek seferde 10 bölüm falan yayınlansa çok güzel olurdu :D

    YanıtlaSil
  2. Bölüm için çok teşekkürler

    YanıtlaSil
  3. Ellerine sağlık çok güzeldiii🥹

    YanıtlaSil
  4. Özgecim ellerine sağlık keske daha fazla bölüm yayımlayabilsen..

    YanıtlaSil
  5. Tesekkurlerr❤️

    YanıtlaSil
  6. bölüm için teşekkürler

    YanıtlaSil
  7. Çeviri için çok teşekkürler 🌼

    YanıtlaSil
  8. Çeviri için teşekkürler. Bölüm sonu aşırı tatliydi

    YanıtlaSil
  9. Çoook teşekkürler 💕

    YanıtlaSil
  10. Çeviri için çoook teşekkürler 🥰

    YanıtlaSil
  11. Ya teşekkürler çeviri için biraz daha lütfen 🙏🙏🙏

    YanıtlaSil
  12. Ellerine sağlık cnn devamını nefesim kesilmiş eşine bekliyorum

    YanıtlaSil
  13. Bölüm için teşekkürler

    YanıtlaSil
  14. Riftan da riftan diyorum başka da bişey demiyorum.

    YanıtlaSil
  15. He birde bölüm için teşekkür ediyorum ❤️❤️

    YanıtlaSil
  16. Beklemek zor zanaat ... Emekleriniz için minnettarız

    YanıtlaSil
  17. Arkadaşlar selamlar. Mahsun Kırmızıgül-Dinle Riftan'ın Maxi'ye yazdığı bir şarkıdır. İyi pazarlar🫰🏻

    YanıtlaSil
  18. "Orada bir yerlerde bir Riftan olmalı. Secto'yu yenmiş olmalı." Ordaa bir Riftan var uzaktaaa. O Riftannn bizim Riftan'ımıııız. Yazmadan edemedim. Adam gönderdiği telgrafın içine karısı için çiçek koymuş. Özge'nin yorumu beni de benden aldı. Lütfen hepimiz böyle sevilelim lütfen 🙏🏻 🙏🏻 🙏🏻 😢❤️

    YanıtlaSil
  19. Yarım saatte bir sayfa yeniliyorum belki bir umut diye ...

    YanıtlaSil
  20. Riftan çok mu büyük bilemem ama büyük olduğu kesin... Gönlü güzel adam. ✨🤧
    -Robin

    YanıtlaSil
  21. Maksinin savaş içindeyken ne zaman önünde bir tehlike ona yaklaşsa gözlerini kapatması gerçeği… defalarca bu anlara tanık oldu ve uslin riftan ona kılıç öğretirken de defalarca bu konuda uyardı gözünü kapatma gözünü açık tut sana biri saldırırken diye ama kız hala ona yaklaşan şeye kendini teslim ediyor gözünü kapatıp… kaç kez son anda kurtarıldı bilmem şu seri boyunca. Yazarın, bir karakterin gelişimini, eski halinden arınan güçlenen şekilde ilerletmesine karşın hala böyle salaklıklar yaparken yazması beni dehşete düşürüyor… finali öğrendikten sonra tekrar okuduğum şu satırlarda onlarca hata görüyorum. Gözlerde çok abartılmış bu yazar

    YanıtlaSil
  22. Ah be riftan onca savaş var ama hala eşine çiçek gönderiyor ya bu sevgiden ben de istiyorum

    YanıtlaSil

Yorum Gönder