MEŞE AĞACININ ALTINDA 2. KİTAP - 184. Bölüm (UNDER THE OAK TREE)


Askerler siperlerde dizildi. Okçu birlikleri yaylarını tutup gergin gözlerle sahayı izlerken, mancınık birlikleri mancınıklarını hazırladılar ve büyücüler belirlenen yere hareket edip kalkanlarını serbest bırakmak için tamamen hazırlandılar.

Sonunda canavar ordusu ve golem karşı karşıya geldi. Max, yüzlerce hortlağın bir anda golemin etrafını sarmasını nefesini tutarak izledi. Canavarlar gürzlerini sallarken, golemin bacaklarından biri ufalanıp beyaz bir toza dönüştü ve kolunun bir kısmı hasar görerek düştü. Ancak düşen toprak yığını golemin vücudu tarafından tekrar emildi.

Bir anda toparlanan golem, kollarını şiddetle canavarlara doğru salladı ve otuz kvetlik iskeletler korkuluk gibi yere düştü.

Max uzun bir nefes verdi. Golemler beklenenden daha iyi performans gösteriyordu. Doğudan kuzeye yayılan binlerce canavarların ilerlemesi sadece dört golem tarafından engellendi ve mucizevi bir şekilde golemlerin savunmasını yarıp kale duvarına yaklaşan ölümsüzler okçular tarafından atılan oklarla vuruldular.

Max, atölyeye dönmeden önce bariyer boyunca ilerledi ve durumu inceledi. Neyse ki, yeni kurulan golem düzgün çalışıyor gibi görünüyordu, bu nedenle tüm büyücülerin duvarları koruması gerekmiyordu.

Dışarıdaki gürültüyü görmezden gelerek yeni bir büyülü taş çıkardı. O sırada Sidina stüdyonun kapısını açarak içeri girdi.

"Yeni bir işe mi başladın?"

"Tam başlamak üzereydim."

Max gelişigüzel bir şekilde ona bir çift eldiven ve yeni büyülü taş verdi. Sidina içini çekerek masaya doğru yürüdü.

"Buraya nefes almaya geldim ama sanırım yanlış odaya geldim."

"Nefes alacak zaman yok. Golemi bir an önce tamamlamalıyız."

Sidina dudaklarını büzdü ve tek kelime etmeden eldivenleri aldı. Bir süre sonra diğer büyücüler de yardım için atölyeye geldiler. Bu sayede gün bitmeden fazladan bir golem tamamlamayı başardılar. Bu gidişle bütün işi bir haftada bitirebilirlerdi.

Max ağırlaşan gözlerini bir avuç kum gibi ovuşturdu, sonra pencereye doğru yürüdü ve perdeleri açtı. O farkına varmadan saldırı durmuş ve etraf sessizleşmişti.

Durumu kontrol etmek için dışarı çıktı. Ardından ateşin etrafında toplanmış yemek yiyen askerlerin görüntüsü gözüne çarptı. En yakın askerin yanına gidip onunla konuştu.

"Canavarlar geri mi çekildi?"

Yulaf lapası yemekte olan asker oturduğu yerden fırlayıp cevap verdi.

"Hayır, Bayan Calypse. Bu sadece kısa bir sükunet."

Max ona yemeğini bitirmesini işaret ettikten sonra siperlere çıkan merdivenleri çıktı.

Birdenbire, alacakaranlığın büyümeye başladığı ovada sımsıkı dizilmiş binlerce canavar gördü. Şaşırtıcı bir şekilde, canavarların sayısı önemli ölçüde azalmamıştı. Görünüşe göre, ölümsüzlerin önemli bir kısmı diriltilmişti.

"Büyü gücü sağlandığı sürece, iskeletler tekrar tekrar dirilecektir."

Max keskin gözlerle sahaya baktı. Ejderler bir yerlerde saklanıyor ve canavarları kontrol ediyor olmalıydı. Onları bulup yenmek bu durumun temel çözümüydü. Bununla birlikte, avantajlı durumlarından vazgeçmek ve on kat sayıda askerle kafa kafaya çarpışmaya girmek intiharla eşdeğerdi. Ayrıca ejderler, büyü ile kolayca yakalanamayacak kadar iyi gizlenmişlerdi.

"Yani... böyle zaman kazanmaktan başka çaremiz yok."

Max, Lexos Dağları'nın siyah tepelerine bakmak için başını çevirdi. Bakışlarını saf beyaz kar alanının üzerinde dik bir şekilde yükselen dağın eteğinde gezdirdiğinde, beyazımsı dağ zirveleri görüş alanına girdi. Riftan orada çok daha zor zamanlar geçiriyor olmalıydı. Onu düşünmek bile kalbini kırıyordu.

Mac, boynundaki parayı eline aldı. Ondan ayrılalı bir aydan az zaman geçtiğine inanamıyordu. Sanki onlarca yıl bir anda geçmiş gibiydi. İradesinin sarsıldığını hissetti ve aceleyle arkasını döndü.

İçinden hemen peşinden gitme isteği geldi. Ama bu sefer ona verdiği sözü tutmaya kararlıydı. Gözlerini sımsıkı kapattı ve sanki dua ediyormuş gibi mırıldandı.

'Burada kendi savaşımı vereceğim. Bu yüzden lütfen sağ salim geri dön.'

Madeni parayı kaldırıp hafifçe öpen Max, kararlı bir yürüyüşle siperden aşağı indi.

Büyücüler, golem üretimini daha da hızlandırdı. Ancak kuzeydoğuya yerleştirilen bir golem, hedef sayıya ulaşılmadan yok edildi ve canavarlar yeniden şehre doğru yürümeye başladı.

“Herkes yerine! Büyücüler, acele edin ve savunma duvarlarını oluşturun!"

Agnes'in talimatıyla, ateşin yanında oturan ve dinlenen askerler, siperlerin tepesine çıktılar.

Max de aceleyle onların peşinden koştu. İlk gelen büyücüler aceleyle kalkanlarını açtılar ama yüzlerce canavar çoktan kale duvarlarına ulaşmıştı.

“Klorlu yağı getirin! Hemen!"

Annette'in huysuz sesi bir yerlerden duyuldu. Çılgınca etrafına bakınan Max, kale duvarına tırmanmaya başlayan canavarları fark etti ve aceleyle yoluna devam etti. Askerler canavarlara çekiçle vurup düşürdüler, ancak ölümsüzler durmadan tırmandılar.

Max hemen rüzgarı çağırdı. Midye gibi duvara yapışan canavarlar hendekten aşağı yuvarlandılar. Ancak birkaç tanesi inatçı bir şekilde ilerledi. Max ölümsüzlerin kemiklerini şıngırdatarak ona yaklaştığını görünce geriledi. O anda, rüzgarı yarıp geçer gibi bir ses çınladı ve iskelet askerin bedeni paramparça oldu.

"Geride kalın!"

Tek kılıç darbesiyle ölümsüzü kesen Gabel, takırdayan ve sallanan sarı kafatasını ayağıyla çiğneyip ezdikten sonra, peşinden gelen ölümsüzlerin kafa taslarını çapraz darbelerle parçaladı. Sonra bir araya toplanmış askerlere gür bir sesle bağırdı.

"Millet, aptal olmayın ve pozisyonunuzu koruyun! Bir boşluk olursa canavar oraya gelir!”

Askerler hemen kendi aralarında genişçe pozisyonlarını aldılar. Sonra bir topuz ve bir çekiçle duvara tırmanan canavarları yenmeye başladılar.

Max bir adım geri çekildi ve sahneyi izledi, ardından surlardan yukarı koştu. Büyücülerin alelacele savunma duvarını açması sayesinde canavar ordusunun çoğu sahayı geçemedi. Yalnızca golemin savunmasını delen ölümsüzleri kovduktan sonra, yeni bir golem kurma fırsatını yakalayabileceklerdi.

Birkaç dakika sonra, büyücüler mazgallı siperlerin üzerine bir kazan klorlu yağ kaldırdılar. Max surlardan aşağı indi ve kazanın taşınmasına yardım etti. Kısa süre sonra, duvarlar boyunca şiddetli bir alev yükseldi ve hendek altından bir ateş nehri aktı.

Askerler, yüzlerce kemiğin yanarak kararmasını izlerken tezahüratlara boğuldular. Bununla, engeli tekrar geçti.

"Ama er ya da geç diğer golemler de hareket etmeyi bırakacak."

Hareket etmeyi bırakan devlere bakarken dudağını ısırdı. Yarattıkları ek üç golem birkaç gün daha dayanırdı, ancak ilk yarattıkları golemlerin büyük olasılıkla güçleri tükenecekti. Kalan golemler yok edilmeden önce acele etmeleri ve yeni bir golem yerleştirmeleri gerekiyordu.

Max hemen büyücüleri bir araya çağırdı.

“Hey, gerçekten zamanımız yok. Golem'i çabucak değiştirmeliyiz."

"Ama... şu anda kaleden çıkmak çok tehlikeli." dedi Sidina ihtiyatla.

"Üç gün daha beklersek, Carlto kalkanı yeniden açabileceğini söylüyor... Neden o zamana kadar beklemiyoruz?"

Max başını salladı.

"Yakında kalan golemler de çalışmayı bırakacak. Bırakın üç günü, iki gün bile dayanamayabilir.”

“Bugünkü gibi savunma duvarını yayıp tutunursak...”

"Risk çok büyük. Max'in dediği gibi, hemen yeni bir golem yerleştirsek iyi olur." Annette, Sidina'nın sözünü kesti.

"Ama bu sefer, golem'i kuracak büyücü ile kalkanı açacak büyücüyü eşleştirmek daha iyi olur. Ejderler bizim golem diktiğimizi gördüler, o yüzden boş durmayacaklardır."

Büyücüler bir süre müzakere ettikten sonra işi yeteneklerine göre bölmeye karar verdiler. Golem büyüsünü en iyi anlayan Max, Annette, Alec ve Dean, golem'i yerleştirme görevini üstlendiler ve Sigru'nun büyücüleri Sidina, Kaim, Jeffrey ve Kabala büyücülerinden güçlü savunma büyüsü kullanabilen tek kişi olan Alvan, onları kalenin dışına kadar takip etmek için seçildiler.

Sonunda, her şey planlandığında büyücüler sırasıyla kuzeye ve doğuya hareket ettiler, Max ve Sidina batı kapısının önünde beklediler. Bir süre sonra Gabel, Garrow ve Prenses Agnes, yaklaşık yirmi kadar şövalyeyle ortaya çıktılar. Max şaşkın bir ifade takındı.

"E-eğer bu kadar insanı dışarı çıkarırsak, kısa sürede canavarlar tarafından yakalanırız."

“Bundan daha az sayı olsa da aynısı olacaktır. Geçen seferki gibi pusuya düşürülmemizi önlemek için olsa bile yüksek rütbeli şövalyelerin bir arada olması daha iyi." dedi Gabel kesin bir şekilde. Max şaşkın gözlerle ona baktı, sonra Agnes'e döndü. Prenses belindeki kılıca hafifçe vurup konuştu.

"Merak etme bu sefer ben de seninle geliyorum. Hem büyücü hem de savaşçı olarak mükemmelim."

Sonra başına gümüş bir miğfer geçirdi. Max, bir ülkenin prensesinin onlara korumalık yapması gibi ağır bir yükün altında midesinin kasıldığını hissetti. Ancak elinden bir şey gelmezdi.

Derin bir iç çekerek parmaklıklı kapıdan koyu karanlık alana baktı. Karla kaplı zeminde bir golem tek dizinin üzerinde oturuyordu ve onun yanında büyücüler tarafından dikilmiş yüksek bir bariyer duruyordu. En azından kapılardan çıkar çıkmaz canavarlarla çevrelenme konusunda endişelenmesine gerek yoktu.

Gizlice rahat bir nefes verdi ama soluk bir ışık parlaması aniden gökyüzünü yardı. Max şaşkınlıkla başını salladı. Bir kükreme sesi havada yankılandı ve ardından bir kar fırtınası başladı.

Her yerden çığlıklar yükseldi. Rüzgar o kadar kuvvetliydi ki, duvarın üstüne yığılmış sandıklar çöktü, tahta kaseler, su bardakları, oklar ve kırık bayrak direkleri her yere uçtu. Duvarın arkasına kurulan çadırlar devrilecek gibi eğildi.

Max uçan cisimlerden kaçındı ve duvara yakın durarak gökyüzüne baktı. Karanlık, bulutlu gökyüzünden kalın kar taneleri yağıyordu.

Aniden omurgasından aşağı bir ürperti indi. Bu doğal bir durum değildi. Büyüydü.

Ve bu dünyada havayı kontrol edebilen tek şey ejderhalardı.

SONRAKİ BÖLÜM

Yorumlar

  1. Teşekkurler❤️

    YanıtlaSil
  2. Haasss. Ejderha dirildi mi

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. E günaydın. Zaten dirilmişti yaklaşık 20 bölüm önce. güç toplaması gerekiyordu sadece…

      Sil
  3. Ay cok gerildim hersey cok guzel ilerliu

    YanıtlaSil

Yorum Gönder