MEŞE AĞACININ ALTINDA 2. KİTAP - 176. Bölüm (UNDER THE OAK TREE)


Şafak vakti, Whedon'un ordusundan altı yüz seçkin asker, Midna'yı desteklemek için batıya yürüdü. Destek kuvvetlerine on yüksek rütbeli büyücü ve bir ikmal birliği de dahil edildi. Gözlerini kaleden ayırmasalar bile hortlaklar tarafından tekrar saldırıya uğrama ihtimalleri vardı, bu yüzden sürpriz bir saldırı için hazırlanıyorlardı.

Siperlerde askerlerin gidişini izleyen Max, kalenin içine doğru döndü. Şehirde kalan askerler de cephe gitmek için hazırlanmakla meşguldü. Yüzlerce asker sokaklarda gelip geçerek vagonlarda erzak taşıdı ve nalbantlık becerisi olan askerler atların toynaklarını kesip nallarını değiştirmek için meydanda toplandı.

Hazır olur olmaz, Whedon'un kuzeydoğusunda surlarla çevrili Ernismon şehri, Arex'in güneyinde Igredin Hisarı ve Drystan ile Arex arasındaki sınırda Lutigern Kalesi gibi farklı istikametlere doğru yola çıkacak olan tam teçhizatlı mızraklılar şehrin kuzey tarafındaki kapıların önünde toplandı.

“Ne yapacaksın?”

Tam meydana girerken bir tentenin altında oturmuş bir şeyler karalayan Sellic sordu. Max aşağı baktı ve ince litografiye sabitlenmiş listeyi dikkatlice inceledi. Görünüşe göre Sellic, uzun yolculuk yüzünden bitkin düşen Calto adına, her bir kaledeki büyücüleri organize etmekten sorumluydu. Sellic listedeki boş bir yeri işaret ederek konuştu.

“Her şehre 13 yüksek rütbeli büyücü göndermeye karar verdim. Bunun yanı sıra, iyileştirme büyüsü ya da basit savunma büyüsü yapabilen birkaç düşük rütbeli büyücü seçmeyi düşünüyorum, gönüllü olmak ister misin?”

“Ben… mümkünse Besmore'da kalmak isterim.”

Onun yanıtı üzerine, büyücü derin bir iç çekti.

“Ne kadar can sıkıcı. Görünüşe göre herkes kolay yolu seçmek istiyor...”

Max, Besmore Kalesi'ne atanmayı bekleyen büyücülerin uzun listesine baktı ve hafifçe inledi. Eğer destek kuvvetlerine katılırsa bugün Besmore'dan ayrılmak zorunda kalacaktı. En azından burada kalıp kocasını uğurlayabileceğini uman Max, endişeli gözlerle Sellic'e baktı.

“B-bu şehrin... ejderhanın mühürlendiği bölgeye en yakın şehir olduğunu duydum. Ejderha mağlup edilemezse ilk saldırıya uğrayan Besmore Kalesi olacaktır. Bunu söylersen… belki birisi fikrini değiştirir.”

“Belki Albert ve Baylor fikirlerini değiştirir.”

Sellic listeye düşünceli gözlerle baktı, sonra küçük bir iç çekip ufak karalamalarla adını yazdı.

“Kocan boyun eğdirme birliğini Lexos Dağları'na götürecek, değil mi? Görünüşe göre aileni burada beklemek istiyorsun. Adını listenin başına koyacağım. Herkes anlayacaktır.”

“T-teşekkür ederim.”

Max rahat bir nefes aldı ve hızla kendi adının altındaki harflere göz attı. Üç Godric kardeş, 'Besmore' adlı sütundaydılar, eski mezhep etkisinin nispeten güçlü olduğu kuzeye taşınmaktan rahatsız görünüyorlardı ve Sidina adı da listede görülüyordu.

Arkadaşlarıyla birlikte olabileceği gerçeğiyle oldukça rahat hissederek kışladan ayrıldı. Meydandan geçerken her ülkeden yüksek rütbeli şövalyelerin yiyecek aldığını gördü. Max kalabalığın arasında tanıdık bir yüze rastladı ve aceleyle ona yaklaştı.

“Sör Laxion!”

Buharı tüten bir tasla ateşe doğru yürüyen şövalye dönüp ona baktı.

“Günaydın Leydim.”

Max dudaklarında küçük bir gülümsemeyle konuştu.

“Bir ihtimal… R-Riftan’ın nerede olduğunu biliyor musun? Şafak sökmeden gitti ve onu henüz görmedim.”

“Komutan, şövalyelerle stratejik bir toplantı yapıyor. Hazır olur olmaz Lexos Dağları'na doğru yola çıkacakları için önceden görüşecekleri çok şey var.”

Gabel huysuz bir sesle cevap verdi, ateşin önüne çöktü ve yahnisini kaşıkla yemeye başladı. Max ona kafası karışmış şekilde baktı.

“Sör Laxion... toplantıya katılmayacak mısınız?”

“Beni boyun eğdirme görevinden alıkoydular.”

Ve sanki her kelimeyi çiğniyormuş gibi dudaklarında kasvetli bir gülümsemeyle ekledi.

“Lanet olsun, hepsi kura yüzünden.”

Max gözlerini devirdi. Gabel'in güçlü fikir ayrılığı fark edilebiliyordu, zaten birkaç savaşın dışında bırakılmıştı. Kaleyi korumak için şövalyelerden bir kez daha ayrılmak zorunda kaldığı için öfkeye benzer bir şeyler hissediyor gibiydi. Şövalye yahniyi kaşığıyla kaba bir şekilde karıştırdı ve sertçe konuşmaya devam etti.

“Bu gerçekten haksızlık. Vicdanları varsa beni de boyun eğdirme birliğine dahil etmeleri ve ayrı olarak kura çekmeleri gerekmez miydi? Ne kadar saçma, onlara uyum sağladım çünkü beni de dahil edeceklerini düşündüm... ama kaderin bir şakası, sonuç, önemsiz biri olmaya geri dönmem oldu. Şansımı değiştirmek için itiraz ettim ama dinlemiyormuş gibi yaptılar.”

Hikâyeye devam ettikçe sesi daha da sertleşti. Onu endişeyle izleyen Max, tereddüt ederek konuştu.

“Ü-üzgünüm. Benim yüzümden kaldın, değil mi? Bana eşlik etmek zorunda olduğun için..."

“Ah hayır! Siz kalmasaydınız bile kalede birinin kalması gerekiyordu. Ayrıca burada önemli kutsal emanetler var. Remdragon Şövalyelerinin bir kısmı da aynı şekilde, boyun eğdirme ekibinin ana gücü olarak dahil edilen Kutsal Şövalyeler adına Kutsal Toprakları korumak için Besmore'da kalacaktı.”

Gabel endişeli bir yüzle ellerini salladı.

"Sadece sürekli savaşın dışında kalmam beni rahatsız ettiği için şikayet ettim, lütfen bunun için endişelenmeyin.”

“Eğer öyleyse, rahatladım, ama...”

O sırada ateşin etrafına doluşan şövalyeler tarafından konuşmaları yarıda kesildi. Max, kısa bir bakışla Gabel'a veda etti ve ardından sessizce oradan ayrıldı. Kalabalığın arasında Drystan ve Balto'dan askerler de vardı, dolayısıyla onlarla mümkün olduğunca karşılaşmak istemiyordu.

Max, kapüşonunu kafasına sıkıca çekip reviree yöneldi. Riftan'ı bulup biraz konuşmak istiyordu ama oldukça meşgul olduğu için onu rahatsız etmek istemiyordu.

Meydanı geçerek yaralılar için revir görevi gören misafirhaneye girdi. Hastaların çoğu neredeyse tamamen iyileşmişti, bu yüzden yapacak fazla bir şey yoktu, ancak iyi görünen bir kişinin aniden öldüğü vakalar vardı, bu nedenle tamamen rahatlamış hissedemiyordu.

Hastaların yedikleri yiyecek miktarını dikkatlice kontrol ettikten sonra ilaç aramak için dispansere gitti. Karanlık odada, ilaç yapmak için beş ya da altı büyücü toplanmıştı bile. Boyun eğdirme birliği için acil durum ilaçları hazırlıyor gibiydiler.

Max onlara hızlı bir selam verdi, sonra birkaç tonik ve ağrı kesici alıp hastalara dağıttı ve acil durum ilaçlarının yapılmasına yardım etmek için geri döndü. Yaralar için kanama durdurucu merhemler, soğuk yanığı için merhemler, ayrıca detoksifiye ediciler, onarıcı tonikler vb. gibi çeşitli ilaçlar hazırlarken zaman hızla akıp geçti. Whedon'un ordusundan bir şifacı büyücü onunla temkinli bir şekilde konuştuğunda kendini işine fazlasıyla kaptırmıştı.

“Zaten yeteri kadar ilaç var. Bence biraz dinlenmelisin.”

Max alnındaki teri sildi ve pencereden dışarı baktı. İnce bulutlar tüm gökyüzünü kaplayarak güneşin tam konumunu belirlemeyi imkansız hale getirmişti, ancak öğleden sonra gibi görünüyordu.

İsteksizce elindeki havanı yere bırakıp dışarı çıktı. Tam o sırada kapıların önünde bekleyen yüzlerce asker kuzeye doğru yürümeye başladı. Lexos Dağları'nın kuzeyinde bulunan üç kalenin her birine yerleştirileceklerdi.

Max kale duvarına tırmandı ve birliğe hangi büyücülerin katıldığını görmek isteyerek başını mazgallardan dışarı uzattı. Ancak hepsi tamamen kapalı paltolar giyiyordu, bu da yüzleri ayırt etmeyi zorlaştırıyordu.

Gözlerini kısıp onlarca kişiyi dikkatle izleyen Max, hızla pes edip büyücülerin toplandığı lojmanın yolunu tuttu. Orada Annette ve Sidina ile karşılaştı, birlikte öğle yemeği yediler ve ardından büyülü aletlerin onarımına yardım etti.

Gün çabucak geçti. Geç saatlere kadar büyülü savunma aletleri yapan ve ortak yatakhanede kestiren Max ayağa kalktı ve pencereden dışarı baktı. Şafağın karanlık gökyüzü belli belirsiz bir gümüş rengine boyanıyordu.

Boyun eğdirme birliği o gün öğleden önce Besmore Kalesi'nden ayrılacaktı. Bir an için, dün geceyi onunla geçirmediği için cesareti kırılmış hissetti, ama aklının bir köşesinde, bunun muhtemelen en iyisi olduğunu düşündü.

Geceyi onunla yalnız geçirmiş olsaydı, kontrolünü kaybedip küçük bir kız gibi ona sarılabilirdi. Artık ona böyle acınası bir halde görünmek istemiyordu. Onun acı içinde gitmesini engellemek için kararlı görünerek gitmesine izin verecekti.

Max derin bir nefes aldı ve yatak odasının yanındaki küçük mutfağa koştu, yüzünü yıkadı ve dikkatlice saçını taradı. Kıyafetlerini düzeltip dışarı çıktığında, binlerce ağır zırhlı şövalye görüşünü doldurdu.

Max meydanı geçerken onlara göz gezdirdi. Gri zırhın üzerine manastıra özgü siyah cüppeler giymiş Kutsal Şövalyeler, koyu renk, ağır çelik zırhlar giymiş Volose Şövalyeleri ve demir zırh ve kurt derisine bürünmüş Phil Aaron'un Şövalyeleri kuzey kapısının önünde uzun bir sıra oluşturdular. Bu sırada Remdragon Şövalyeleri, Güney Balto Konfederasyonu Elit birlikleri ve Whedon'un Kraliyet Ordusu, batı kapısının önünde dört sütunluk bir sıra oluşturdu.

Kalabalığın içinde Riftan'ı kolayca bulabildi. Hebaron'la birlikte şövalyelerin etrafına bakıyor ve hatları düzenliyordu, her an bir işaret gönderip yürümeye başlayacakmış gibi görünüyordu. Max onlara doğru koştu.

“R-Riftan.”

Riftan dönüp ona baktı. Max bir an için nefes almayı bıraktı. Parıldayan metal zırhın üzerine siyah bir palto giyip, üzerine Remdragon ambleminin işlendiği bir omuz plakası takmıştı, sanki bir şövalye olmak için doğmuş gibi görünüyordu.

“Dün gece nerede uyudun?”

Riftan, yanında taşıdığı miğferi bir şövalyeye verdi ve ağır adımlarla ona doğru yürüdü. Max onun sesindeki sitemi okudu ve gözlerini hafifçe indirdi. Riftan bir eliyle çenesini kaldırıp konuştu.

“Şafakta odaya geri döndüm ve sen yoktun.”

“Gece geç saatlere k-kadar büyülü savunma aletleri yapıyordum ve sonrasında ortak yatakhanede bir süre uyudum.”

Max gülümsemesini dudaklarında zar zor tutmayı başardı.

"Boyun eğdirme birliği gittikten sonra bu şehir savunmasız kalacak. Bugün… kale duvarına yerleştirmek için bir büyülü savunma aletini tamamlamam gerekiyordu. Böylece... Riftan huzur içinde yola çıkabilecekti.”

Riftan hafifçe kaşlarını çattı. Yüzünü inceledi ve gergin bir ses tonuyla sordu.

“Hala gitmediğin için kendini kötü mü hissediyorsun?”

“Ben…”

Max sesi çatladığında duraksadı. ‘Lütfen ağlama.’ Kendi kendine mırıldandı ve aşağı baktı. Ardından Riftan’ın belinden sarkan kılıç süsü görüş alanına girdi.

Kendi yaptığı ipi, uzun kılıcın yanında asılı görünce gözleri yaşardı. Max, gözyaşlarını tutmak için bir an derin bir nefes aldı ve ardından olabildiğince sakin bir sesle konuştu.

“Ben iyiyim, bu yüzden endişelenme. Riftan dönene kadar burada sabırla bekleyeceğim.”

Riftan tek kelime etmeden ona baktı. Uzun süren sessizliğe dayanamayan Max aceleyle paltosunun içinden küçük bir kese çıkardı ve dün işlediği ateş taşını avucuna kovdu.

“Bu, ateş büyüsünün dışarı sızmasını olabildiğince önlemek için özel olarak işlenmiş bir mana taşı. Lexos Dağları'nda bile etkisi iki hafta sürer.”

“…”

“Ve bu bir acil durum ilacı... Ruth yanınızda, bu yüzden iyi olacaksınız... ama ben her ihtimale karşı  hazırladım.”

“…Teşekkür ederim.”

Boğuk ve alçak bir sesle mırıldandı ve Max’in yaptıklarını kabul etti. Duygularını zar zor kontrol edebilen Max, başını kaldırdı ve yüzüne baktı. Yüzünde her zamanki bastırılmış ifade vardı ama Max onun gözlerindeki hüznü görebiliyordu.

Ona sımsıkı sarılma arzusu içini doldurdu. Ama bunu yaparsa onu asla bırakamayacağından korkuyordu. Bir başkomutan karısının kararlı görünümünü korumak için mücadele ederken konuştu.

“Lütfen ihtiyatlı ol.”

“…Sen de.”

Riftan elini onun yanağına doğru kaldırdı ama sonra tereddüt edip kolunu tekrar indirdi. Riftan da gitmenin acısından korktuğu için ona dokunamıyor gibiydi. Max demir eldivenli ellerine baktı ve bir adım geri çekildi.

Zaten sayısız kez vedalaşmışlardı. Başka sözlere gerek kalmayacaktı. Max başını kısa bir mesafede bekleyen diğer şövalyelere çevirdi ve toplayabildiği en yüksek sesle konuştu.

“Umarım herkes sağ salim döner.”

“Merak etme, saçımın tek teline bile zarar gelmeden döneceğim.”

Hebaron ona göz kırparak cevap verdi. Max ona gülümsedi, sonra başını Riftan'a çevirdi. Raftan alçak ve boğuk bir sesle konuştu.

“Gitmek zorundayım.”

Kalbi sızladı ama Max sakince başını salladı. Riftan hemen arkasını döndü ve kale kapılarının yükseldiği yerde duran askere onları açması için işaret verdi. Kapılar ardına kadar açıldı ve şövalyeler güçlü bir biçimde yürümeye başladı.

Onların sıra sıra kapıdan geçişini sessizce izleyen Riftan, çok geçmeden Talon'a doğru bir adım attı. Max onun gittiğini göremeden arkasını döndü. Sonra aniden sert bir el onu yakaladı.

Max ona şaşırmış bir şekilde baktı. Riftan, onu kapılardan çıkan şövalye alayından uzaklaştırdı. Ciddi gözlerle ona bakıp konuştu.

“Gitmeden önce sana söylemek istediğim bir şey var.”

Max güçlükle çıkan sesine şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. Riftan bir an tereddüt ettikten sonra sanki söylemekten çekiniyormuş gibi sert bir şekilde konuştu.

“Aslında, sana üç yıl önce söylemem gereken bir şeydi. Ama o zamanlar bunu söylemek benim için çok zordu...”

Boğuluyormuş gibi bir an duraksadı. Max şaşkın gözlerle ona baktı. ‘Söylemesi senin için bu kadar zor olan neyi söylemek istiyorsun?’ Riftan ona baktı ve tüm vücudunu gererek konuştu.

“Seninle gurur duyuyorum.”

Max'in nefesi kesildi. Elini onun yanağına koydu ve yavaşça konuştu.

“Senin için çok endişelendiğimden dolayı deliriyormuş gibi hissettiğimde bile, aklımın bir köşesinde seninle her zaman gurur duydum.”

Afallamış halde gözlerini kırpıştırdı. Umutsuzca tuttuğu gözyaşları yanaklarından aşağı yuvarlandı. Kelimelerle ifade edilemeyen yoğun bir duygu kalbinde patlak verdi. ‘Bu şekilde açılabilmek için tüm cesaretini toplaması gerekiyordu.’

Riftan, onu kaybetme riskini göze almak istemiyordu. Aslında, onu korkutmayı ve güvenli bir yerde saklanması için onu zorlamayı tercih ederdi. Elinden gelse Max de aynısını ona yapmak isterdi. Böylece, onu cesaretlendirmenin Riftan için ne kadar zor olmuş olabileceğinin farkına vardı.

“T-teşekkür ederim.”

Max zar zor bir kelime söyleyebildi. Titreyen dudaklarına gülümseme koymaya çalıştı ama bu imkansızdı. En sonunda daha fazla dayanamadı ve kendini onun kollarına attı. Artık yıkılmak umurunda değildi. Kendi korkularını bir kenara bırakıp, duymaya en çok ihtiyacı olan şeyi ona söylediği gerçeğiyle kalbi eridi.

‘Bu kişi, bu sözlerin benim için ne kadar önemli olduğunu biliyor mu?’

Max güçlükle birkaç kelime daha söyleyebildi.

“Gerçekten... çok teşekkür ederim.”

SONRAKİ BÖLÜM

Yorumlar

  1. YAAAAA ĞLAYACAĞIM

    YanıtlaSil
  2. Biri damarlarımı kessin biri beni utot evrenine max olark ışınlasın

    YanıtlaSil
  3. yaaa bunlar mutlu olmayı çok hakediyorlar..

    YanıtlaSil
  4. Ruh halimin bu karakterlere bağlı olması normal mi? Artık mutlu olunn

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Normal kardeşim normal ya da en kötü ihtimalle ikimiz de manyağız çak 🙌🏻

      Sil
  5. Gözlerim doldu nasil bir bölümdu uzun zaman sonra ilac gibi geldi tesekkurler

    YanıtlaSil
  6. yaa ben bile duygulandım maxi ne yapsın 🥺

    YanıtlaSil
  7. Yaaa çok güzel

    YanıtlaSil
  8. Ben normalde böyle şeyler okumam ama bunu bir arkadaşım önerdi çok beğeneceğimi soyledi ve bende subattan beri okuyorum çok güzel defalarca okudum tekrar tekrar okudum yeni bölümleri gelene kadar mükemmel

    YanıtlaSil
  9. Aşşırı mutluyum bir o kadar da hüzünlü. Çeviri için teşekkürler 🥰

    YanıtlaSil
  10. içimden bi ses riftan'ın vedasında ufak bir hebaron dokunuşu var diyor.

    YanıtlaSil
  11. Allah'ım çok mutluyum

    YanıtlaSil
  12. Ben hep yakınıyordum şu kızı bir kez olsun tebrik etmedi aferin demedi ne bileyim şöyle seninle gurur duyuyorum bir sürü şey başardın demedi diye lakin şimdi... bunu duymaya ihtiyacım varmış çok iyi geldi. Bu adam daha ne yapsın. Yine sen hep sen Riftan. Aslan parçası git şu ejderiyanın sıfatını sökte gel yavrum. Off içim kabardı yine.

    YanıtlaSil
  13. Farkettinizmi bilmiyorum ama bunlar birbirine hiç seni seviyorum demedi yada ben mi yanlış hatırlıyorum çok tatlı bir çiftler ama bir kere de olsa söylersin yani

    YanıtlaSil

Yorum Gönder